Kur’an’da İnsanlara Biz Diye Hitap Eden Varlıkların Mahiyeti Nedir?

Aşağıdaki ayetlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, insanlar Cebrail’inde üyesi bulunduğu, Kur’an’da kendilerini biz olarak tanıtan, Allah’ın izni ve emri doğrultusunda hareket eden ve tasarruflarda bulunan bire yüce topluluk(mele-i ala) tarafından sevk ve idare edilmektedirler.
Şimdi şu ayetleri inceleyiniz ve kararı kendiniz veriniz:

“Allah’ın boyası ile boyan. Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? BİZ ANCAK ONA KULLUK EDERİZ”(Bakara, 2/138)
“biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde arkamızda ve bunlar arasında olan her şey ona aittir.”(Meryem, 19/64)
“BİZİM İÇİMİZDEN HERKESİN BELLİ BİR MAKAMI VARDIR biz o saf saf dizilenler biz. Biziz o tespih edenler biz.”(Saffat, 37/164-166)
“biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz sadece ol dememizdir, derhal oluverir”(Nahl,16/40)
“insan başıboş bırakılacağını mı sanır?”(Kıyamet, 75/36)
“hiçbir can yoktur ki, başında bir yaptığı işleri gözetleyip muhafaza edici olmasın”(Tarık, 86/4)
Açıkça görülüyor ki insanları sevk ve idare eden yüce varlıklarda Allah’ın kulları görevli varlıklarıdır. Asla tanrı değildirler. Belli makamları vardır.Allah’ın emri ve izni doğrultusunda tasarruflarda bulunurlar. Ne gibi tasarruflarda bulundukları, çeşitli ayetlerde açıklanmıştır:
“o kullarının üstünde tek hakimdir. Size koruyucu melekler gönderir; nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar; onlar bu hususta hiç geri kalmazlar.”(En’am 6/61)
“onların her birini önünden ve arkasından izleyen melekler vardır; onu Allah’ın emriyle korurlar”(Rad,13/11)
“… üzerinizde, yaptıklarınızı zapt edici melekler vardır.”(İnfitar, 82/10)
İnsanların sevk ve idaresinden sorumlu olan bu yüce topluluğun gerektiğinde fiilen müdahalede bulunabilecek askerleri, yani ordusu dahi vardır:
“kesif bulutlarda Allah’ın azabının ve azap meleklerinin gelmesini ve işlerinin bitirilmesini mi beklerler?”(Bakara, 2/210)
“iyi bilsinler ki BİZ melekleri ancak hak ile indiririz. O zamanda kendilerine asla göz açtırılmaz, derhal işleri bitirilir, mahvolup giderler.”(Hicr, 15/8)
“göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır.”(Fetih, 48/4-7)

Hz. Muhammed ‘melekler bulutlara inerlerde gökte kaza ve hükmolunan istikbale ait bazı şeyleri kendi aralarında görüşürler.’ Demiştir. Bir konunun görüşülmesi demek, o konunun kesinlikle sonuca bağlanmamış, yani daha önceden kararlaştırılmamış olması demektir. Öyle olmalı ki meleklerin toplanarak o konu üzerinde görüşme yapmalarının bir anlamı olabilsin. Şu halde değil yüce topluluk onların ajanları durumunda olan melekler bile iradesiz varlıklar yani otomatlar değillerdir. Esasen öyle düşünmek bugünkü insanlığın haiz olduğu irade hürriyetinin genişliği karşısında bile mantıksız olurdu. Bir başka deyişle ilkokul öğrencisine daha fazla yetki ve hareket serbestliği verip ilk okulun öğretmenini her açıdan kısıtlılık altında tutmak gibi bir tablo ortaya çıkardı.

Bütün bunlar ilk nazarda tuhaf görülebilir. Bütün sorun bugünkü inananların çoğunluğunun, sonuçta Allah ile yaratıklarını karşılaştırma ve adeta yarıştırma sonucunu doğuran neticede birçok konuyu karanlıkta bırakan, bugün için artık ilkel sayılması gereken bir Yaradan kavramı ile sınırlandırılmış düşünce ve inançlardan kaynaklanmaktadır. Şurası öncelikle bilinmelidir ki kendimizi anlamaktan aciz o9lan bizler, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün alemleri ve yaratıkları yoktan var eden, mutlak kudret sahibi ancak var ve bir olduğunu söyleyebileceğimiz Allah hakkında gerçekten geçerli hiçbir bilgi ve anlayışa sahip olamayız. Allah’ın gerçek mahiyetler, nitelikleri, tasarrufları, yaratması ve benzeri hiç bir konuda, hiç bir surette kendimizi yetkili ve yeterli göremeyiz. Her şeyden önce dil ve anlatım güçlükleri ile sınırlıyız. örneğin yaratma kelimesini hem Allah hem de liyakat sahibi varlıklar açısından bir arada kullanmak zorunda kalıyoruz. Oysa aslında yoktan var etme anlamındaki gerçek yaratma ancak ve ancak Allah’a izafe edilebilir. Yaratıkların yaptığı ise esasında yaratma değil yapma- bulma- çıkarma mahiyetindedir. Bugün dünya şartlarında otomobil, uçak, televizyon, gökdelen… vs. “yapan” insan elbette çok ilerdeki tekamül düzeyinde, örneğin orijinal fizik bedenler, maddi dünyalar, hatta alemler yapabilecek ve bunlar üzerinde tasarruflarda bulunabilecektir. Elverir ki yeterli derecede çaba göstersin, bilgi ve deney düzeyini arttırsın, gerekli sınavları başarıyla geçsin, liyakatini ispatlasın. Yani sembolik anlamıyla cennetlik olsun, cenneti hak etsin. insanoğlu tüm bu baraj sınavlarını aşarak liyakatini yükselttikçe kuşkusuz aklımıza gelen gelmeyen, bildiğimiz ve bilmediğimiz daha pek çok konu ve alanlarda tasarruf yetkilerine sahip olacaktır. Fakat hangi seviyede olursa olsun insan veya diğer bir yüce varlık, netice ancak ve ancak Allah’ın bir kulu olmaktan öte gitmez, gidemez. Her şey Allah’ın dileği, emri ve izninin bizim seviyemizdeki ifadeleri olan O’nun İlahi İrade Yasalarının kesin sınırları ve gerekleri dahilinde olagelmektedir. İnananlar bunları Allah’tan bilirler! İnanmayanlar ise doğa yasaları der; işi orada kapatırlar.

“De ki: ‘o büyük bir haberdir. Ama gafletinizden dolayı siz ondan yüz çeviriyorsunuz. YÜCE TOPLULUK TARTIŞIRLARKEN ARALARINDA NELER GEÇTİĞİ HAKKINDA BİR BİLGİM YOKTU. Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bu bilgi bana vahyediliyor.”(Sad,38/67-70)

Yukarıdaki ayetlerin incelenmesinden, Hz. Muhammed’inde bir hiyerarşiye dahil görevli varlık olduğu, kendisinin üstünde, “yüce topluluk” olarak adlandırılabilecek bir yönetim organı bulunduğu ve bu organın görev ve yetkilerine ilişkin olarak çeşitli konuları kendi üyeleri arasında tartışmakta olduğu, tartışılan konulardan Hz. Muhammed’in bilgisinin bulunmadığı Hz. Muhammed’e ancak görevi gereği bilmesi gerekenlerle sınırlı olarak bilgi aktarıldığı hususları kolaylıkla anlaşılabilmektedir. “yüce topluluk” ruhçuluk öğretisinde “ruhsal idare Mekanizması” olarak adlandırılmıştır. Bununla beraber tekamül ve liyakat derecelerine göre bu organda-ruhçuluk öğretisi terimi ile “planda”-meleklerde görev alabileceklerine ve esasen aldıklarına göre, Kur’an’da geçen “Mele-i ala” yani Türkçesi ile “yüce topluluk” terimleri daha isabetli görünmektedir.
Tüm yönetici varlıklar arasında ayrıca iş bölümü yapıldığı, şu ayetlerden anlaşılmaktadır:
“sonra iş bölümü yapan melekler hakkı için, muhakkak size vadolunanlar doğrudur.”(Zariyat, 51/4-5)