sh: » (S: 498)
DÖRDÜNCÜ MEBHAS: Eger desen: "Birinci Mebhas'ta isbat ettin ki: Kaderin herseyi güzeldir, hayirdir. Ondan gelen ser de hayirdir. Çirkinlik de güzeldir. Halbuki su dâr-i dünyadaki musibetler, beliyyeler, o hükmü cerhediyor."
Elcevab: Ey siddet-i sefkatten sedid bir elemi hisseden nefsim ve arkadasim! Vücud, hayr-i mahz; adem, serr-i mahz olduguna; bütün mehâsin ve Kemâlâtin vücuda rücuu ve bütün maâsi ve mesâib ve nekaisin esâsi adem oldugu, delildir. Mâdem adem serr-i mahzdir. Ademe müncer olan veya ademi ismam eden hâlât dahi serri tâzammun eder. Onun için, vücudun en parlak nuru olan hayat, ahvâl-i muhtelife içinde yuvarlanip kuvvet buluyor. Mütebayin vaziyetlere girip tasaffi ediyor ve müteaddid keyfiyati alip, matlub semerati veriyor ve müteaddid tavirlara girip, Vâhib-i Hayat'in nukus-u Esmâsini güzelce gösterir. Iste su hakikattandir ki, zîhayatlara âlâm ve mesâib ve mesakkat ve beliyyat Sûretinde Bâzi hâlât âriz olur ki; o hâlât ile hayatlarina envar-i vücud teceddüd edip zulümat-i adem tebâud ederek hayatlari tasaffi ediyor. Zira tevakkuf, sükûnet, sükût, atâlet, istirahat, yeknesaklik; keyfiyatta ve ahvâlde birer ademdir. Hattâ en büyük bir lezzet, yeknesaklik içinde hiçe iner.
Elhasil: Mâdem hayat, Esmâ-i hüsnânin nukusunu gösterir. Hayatin basina gelen hersey hasendir. Meselâ: Gâyet zengin, nihayet derecede san'atkâr ve çok san'atlarda mâhir bir zât; âsâr-i san'atini, hem kiymetdar servetini göstermek için âdi bir miskin adami, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil bir saatte murassa', Mûsanna' yaptigi gömlegi giydirir, onun üstünde isler ve vaziyetler verir, tebdil eder. Hem her nevi san'atini göstermek için keser, degistirir, uzaltir, kisaltir. Acaba su ücretli miskin adam o zâta dese: "Bana zahmet veriyorsun. Egilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzellestiren bu gömlegi kesip kisaltmakla güzelligimi bozuyorsun" demege hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsizlik ettin" diyebilir mi? Iste onun gibi Sâni'-i Zülcelâl, Fâtir-i Bîmisâl; zîhayata göz, kulak, akil, kalb gibi havas ve letâif ile murassa olarak giydirdigi vücud gömlegini Esmâ-i hüsnânin nakislarini göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde degistirir. Elemler, musibetler nev'inde olan keyfiyat; Bâzi Esmâsinin ahkâmini göstermek için lemaât-i hikmet içinde bâzi suaat-i rahmet ve o suâât-i rahmet içinde lâtif güzellikler vardir.
sh: » (S: 499)
Hâtime
[Eski Said'in serkes, müftehir, magrur, ucublu, riyâkâr nefsini susturan, teslime mecbur eden bes fikradir.]
Birinci Fikra: Mâdem esya var ve san'atlidir. Elbette bir ustalari var. Yirmiikinci Söz'de gâyet kat'î isbat edildigi gibi: Eger hersey birinin olmazsa, o vakit herbir sey, bütün esya kadar müskil ve agir olur. Eger hersey birinin olsa, o zaman bütün esya, bir sey kadar âsân ve kolay olur. Mâdem zemin ve âsumâni birisi yapmis, yaratmis. Elbette o pek hikmetli ve çok san'atkâr zât, zemin ve âsumânin meyveleri ve neticeleri ve gayeleri olan zîhayatlari baskalara birakip isi bozmayacak. Baska ellere teslim edip bütün hikmetli islerini abes etmeyecek, hiçe indirmeyecek, sükür ve ibâdetlerini baskasina vermeyecektir.
Ikinci Fikra: Sen ey magrur nefsim! Üzüm agacina benzersin. Fahirlenme! Salkimlari o agaç kendi takmamis, baskasi onlari ona takmis.
Üçüncü Fikra: Sen ey riyâkâr nefsim! "Dine hizmet ettim" diye gururlanma. اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ sirrinca: Müzekkâ olmadigin için, belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini; geçen ni'metlerin sükrü ve vazife-i fitrat ve fariza-i hilkat ve netice-i san'at bil, ucb ve riyâ dan kurtul!.
Dördüncü Fikra: Hakikat ilmini, hakikî hikmeti istersen; Cenâb-i Hakk'in mârifetini kazan. Çünki bütün hakaik-i mevcûdât,
sh: » (S: 500)
Ism-i Hakk'in suaati ve Esmâsinin tezahürati ve sifâtinin tecelliyatidirlar. Maddî ve mânevî, cevherî, arazî herbir seyin, herbir insanin hakikati, birer ismin nuruna dayanir ve hakikatina istinad eder. Yoksa hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir Sûrettir. Yirminci Söz'ün âhirinde, su sirra dair bir nebze bahsi geçmistir. Ey nefis! Eger su dünya hayatina müstaksan, mevtten kaçarsan kat'iyen bil ki: Hayat zannettigin hâlât, yalniz bulundugun dakikadir. O dakikadan evvel bütün zamanin ve o zaman içindeki esya-i dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüstür. O dakikadan sonra bütün zamanin ve onun mazrûfu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek güvendigin hayat-i maddiye, yalniz bir dakikadir. Hattâ bir kisim ehl-i tedkik, "Bir âsiredir belki bir ân-i seyyaledir" demisler. Iste su sirdandir ki; Bâzi ehl-i velâyet, dünyanin dünya cihetiyle ademine hükmetmisler. Mâdem böyledir, hayat-i maddiye-i nefsiyeyi birak. Kalb ve ruh ve sirrin derece-i hayatlarina çik, bak; ne kadar genis bir daire-i hayatlari var. Senin için meyyit olan mâzi, müstakbel; onlar için « hayydir» , hayatdar ve mevcûddur. Ey nefsim! Mâdem öyledir, sen dahi kalbim gibi agla ve bagir ve de ki: "Fâniyim, fâni olani istemem. Âcizim, âciz olani istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. Isterim, fakat bir yâr-i bâki isterim. Zerreyim, fakat bir Sems-i Sermed isterim. Hiç-ender-hiçim, fakat bu mevcûdâti birden isterim."
Besinci Fikra: Su fikra, Arabî geldigi için Arabî yazildi. Hem su fikra-i Arabiye, "Allahü Ekber" zikrinde otuzüç mertebe-i tefekkürden bir mertebeye isarettir.
اَللَّهُ اَكْبَرُ اِذْ هُوَ الْقَدِيرُ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ الْكَرِيمُ اَلرَّحِيمُ الْجَمِيلُ النَّقَّاشُ اْلاَزَلِىُّ الَّذِى مَا حَقِيقَةُ هذِهِ الْكَائِنَاتُ كُلاًّ وَ جُزْءً وَ صَحَائِفَ وَ طَبَقَاتٍ وَ مَا هَقَائِقُ هذِهِ الْمَوْجُودَاتِ كُلِّيًَّا وَ جُزْئِيًّا وَ وُجُودًا وَ بَقَاءً اِلاَّ خُطُوطُ قَلَمِ قَضَائِهِ وَ قَدَرِهِ وَ تَنْظِيمِهِ وَ تَقْدِيرِهِ بِعِلْمٍ وَ حِكْمَةٍ وَ نُقُوشُ بَرْكَارِ عِلْمِهِ وَ حِكْمَتِهِ
sh: » (S: 501)
وَ تَصْوِيرِهِ وَ تَدْبيرِهِ بِصُنْعٍ وَ عِنَايَتٍ وَ تَزْيِنَاتُ يَدِ بَيْضَاءِ صُنْعِهِ وَ عِنَايَتِهِ وَ تَزْيِينِهِ وَ تَنْوِرِهِ بِلُطْفٍ وَ كَرَمٍ وَ اَزَاهِيرُ لَطَاءِفِ لُطْفِهِ وَ كَرَمِهِ وَ تَوَدُّدِهِ وَ تَعَرُّفِهِ بِرَحْمَةٍ وَ نِعْمَةٍ وَ ثَمَرَاتُ فَيَّاضِ رَحْمَتِهِ وَ نِعْمَتِهِ وَ تَرَحُّمِهِ وَ تَحَنُّنِهِ بِجَمَالِ وَ كَمَالِ وَ لَمَعَاتِ تَجَلِّيَاتِ جَمَالِهِ
وَ كَمَالِهِ بِشَهَادَةِ تَفَانِيَةِ الْمَرَايَا وَ سَيَّالِيَّةِ الْمَظَاهِرِ مَعَ بَقَاءِ الْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ السَّرْمَدِىِّ الدَّاءِمِ التَّجَلّيوَ الظُّهُورِ عَلَى مَرِّالْفُصُولِ وَ الْعُصُورِ وَ الدُّهُورِ وَ الدَّاءِمِ اْلاَنْعَامِ عَلَى مَرِّاْلاَنَامِ وَ اْلاَيَّامِ وَ اْلاَعْوَامِ نَعَم فَالاَثَرُ الْمُكَمَّلُُ يَدُلُّ لِذِى عَقْلٍ عَلَى الْفِعْلِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الْفِعْلُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ لِذِى فَهْمٍ عَلَى اْلاِسْمِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ اْلاِسْمُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْبَدَاهَةِ عَلَى الْوَصْفِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الْوَصْفُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِااضَّرُورَةِ عَلَى الشَّاْنِِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الشَّاْنُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْيَقِينِ عَلَى كَمَالِ الذَّاتِ بِمَا يَلِيقُ بِالذَّاتِ وَ هُوَ الْحَقُّ الْيَقِينِ. نَعَمْ تَفَانِى الْمِرْآتِ: زَوَالُ الْمَوْجُودَاتِ مَعَ التَّجَلِّى الدَّاءِمِ مَعَ الْفَيْضِ الْمُلاَزِمِ مِنْ اَظْهَرِ الظَّوَاهِرِ اَنَّ الْجَمَالَ الظَّاهِرَ لَيْسَ مُلْكَ الْمَظَاهِرِ: مِنْ افْصَحِ تِبْيَانٍ مِنْ اَوْضَحِ.. بُرْهَانٍ لِلْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ لِْلاِحْسَانِ الْمُجَدَّدِ.. لِلْوَاجِبِ الْوُجُودِ.. لِلْ بَاقِى الْوَدُدِ.. اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ عَدَدَ مَا فِى عِلْمِ اللّهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ
* * *