EL-ALİYY (C.C.)

“Pek yüce.”

Yokluktan varlık husule getiren Allah pek yücedir, bütün âlemlerin üstündedir.

Yani bu yüksek cisimlerin yüksekliği gibi, yukarıda olanlara daha yakın, aşağıda olanlara daha uzak demek değildir.

Öyle ki kâinatın her noktasında her zerreye aynı nisbette yakındır.

Bu nisbet hiç mi hiç değişmez.

Ne gece, ne gündüz, ne kış, ne yaz, ne insan, ne cin O'nun bilgisinin haricine çıkamaz. “Vehüve me'aküm eyne mâküntüm = Nerede olursanız O sizinle beraberdir.

“Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız” gibi âyet-i kerîmeler bunu ifade ediyor.

Ancak Yüce Allah'ın Zât-ı Kerîmi, maddelere, cisimlere ve hiçbir şeye benze­mediği gibi, yakınlığı, uzaklığı da cisimlerin birbirine olan yakınlığına, uzaklığına benzemez.

O, herşeyi ilmiyle ihata etmiştir.

“Göklerle yeri korumak, ona zor gelmez. O çok yüce, çok büyüktür.” Bakara: 255.

O'nun yüceliği ve büyüklüğü karşısında akıllar hay­rete düşmüşlerdir.

Allahü Teâlâ'dan daha üstün ve daha büyük bir varlık düşünülmesi imkânsızdır.

Düşünceler de, hayaller de, tasavvurlar da birer mahluktur.

Yüce Ya­ratıcı ise bütün bunlardan münezzehtir.

O'nun bir benze­ri, misli, ortağı ve yardımcısı yoktur.

Mülk O'nundur.

Her şey O'nun mahlukudur.

Evet:

Yer O'nun, semâ O'nun,

Herşey dâima O'nun!..

Âleme nice insanlar, nice büyük peygamberler gel­miştir.

Nice cihangir padişahlar bu toprak kürede mekân tutmuştur.

“Büyük Peygamber, büyük padişah” dediği­mizde, bu büyüklük, kendi gibi insanlar arasında büyük demektir.

Yoksa Allah'a karşı birer kuldurlar.

Ya­ratıklardan hiç biri O'nun sıfatlarından bir sıfatın ifade ettiği mânâların bir kısmını dahî kapsayamaz.

O, bütün mahlûkatın üstündedir.

Kadri pek yücedir.

Şanına yakışmayan her şeyden münezzehtir.

Bütün mahlûkat bir nefes durmaksızın O'nun şanını övse; O'nun azamet ve büyüklüğü yanında bu övgüler hiç kalır...

Gökler O'nun hükmüyle başımızda bir şemsiye gibi durmakta, güneş O'nun emriyle ışık saçmakta, ay O'nun keremiyle bize gülümsemekte, baharlar O'nun lütfuyla coşup çağlamaktadır.

Kudretde, ilimde, irâde ve hükümde ve bütün kemâl sıfatlarında O en üstündür.

Biricik yüce, biricik ulu olan ancak O'dur.

Şu halde “El-Aliyyü” , herbir şey kendinin emrinde ve hükmü altında olan Zât-ı Ecell ü A'lâ demektir.

Meselâ: İnsanlar arasında Kabe'ye Allah'ın evi, Salih Aleyhisselâm'ın devesine Allah'ın devesi, Hacerü'l- Esved'e Allah'ın eli demişlerdir.

Kabe, Allah'ın evidir de­mek, Allahü Teâlâ burada geceliyor demek değildir.

Yine deveye öyle söylemek de böyle.

Kara taşa Allah'ın eli de­mek de aynı şeyleri ifade eder.

Yani bu izafet tebcil ve teşrif içindir.

Bunların çok çok mübarek ve kudsî olduğunu beyandan ibarettir.

Tekrar ifade edecek olursak: O'nun dengi ve benzeri yoktur.

Yerler gökler, yerlerle gökler arasındaki herşey O'nun kudret elindedir.

O hiçbir vekile, vezire muhtaç değildir.

Zamandan, mekândan münezzehtir.

Zamanı, mekânı yaratan O'dur.

Hiçbir zerre, hiçbir nefes yokken O vardı.

Yok bile yokken Allahü Teâlâ vardı.

Ve bütün var­ları bir anda yok etmek de O'nun için pek kolaydır.

Hayatımız ve ölümümüz de yine O'nun kudret elindedir.

Başı dumanlı dağlar O'nun hükmüyle yerlerine oturup kalmışlardır.

Bazı kere yanardağlar görürsünüz.

O dilerse, dağların gönlünü böyle ateşle doldurur, dilerse altın cev­heri koyar.

O halde, kullukta kusur etmemeye çalışmalıyız.

Çünkü bizi bir bekleyen var!..

Affına ümit bağlar, yetim, dul, yoksul Rabbim,

İzzet, ikbâl hep Senden, kapındadır kul Rabbim!

Kim ki baş çevirirse izzet ikram bulamaz,

Zalimler hiçbir zaman kahrından kurtulamaz!.. Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 167-169.