Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "(Dedi ki) Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir." (Neml; 40)
Bu ayet-i kerime, mü'minler için bir müjdedir. Allah-u Zülcelal, insanın kalbindeki niyeti bildiği için kuluna, istemeden önce verir. Kul hayırlı bir şey istediği zaman, diliyle söylemeden önce, kalbinden geçirdiği an, Allah-u Zülcelal verir. Allah-u Zülcelal bütün insanlardan zengindir. İnsanlar birbirine muhtaçtır. Fakir zengine, zengin fakire muhtaçtır. İnsanlar hayvanlara da muhtaçtır. Onların sütünü içer, etini yerler.
Dikkat edersek, insan ne kadar da zengin olsa, dünyanın padişahı dahi olsa, yine de bazı şeylere muhtaçtır. Fakat Allah-u Zülcelal, hiç bir şeye muhtaç değildir. Kâinatta olan bütün mahluklar O'na muhtaçtır. Onun kudret ve azameti hiç bir şeye benzemez. Hiç bir insan, Allah-u Zülcelal hakkında: "Bunu yapabilir mi, şunu yapamaz mı?" diye düşünmemelidir. Allah-u Zülcelal öyle kudret ve azamet sahibidir ki kulunu veya her hangi bir mahlukunu, bir saniyede doğudan batıya, batıdan doğuya götürebilir. O'nun yanında, bunun hiçbir zorluğu yoktur.
Dikkat edersek, Kur'an-ı Kerim de O'nun kudret ve azametine, insanları öldürdükten sonra yeniden yaratacağına işaret edilmiştir. Hatta bunlar, dünyada da gösterilmiştir. Üzeyr (A.S) bir gün, merkebine binmiş, bir köyün kenarından geçiyordu. Baktı ki köy halkı ölmüş, çürümüş, köy harabe haline gelmiş. Merkebinden indi, merkebini orada bir yere bağladı. Yemek için önüne biraz üzüm, süt ve incir koydu. "Bu köylülerin hepsi toprak oldu, acaba Allah-u Zülcelal bu kemikleri nasıl yaratacak?" diye kendi kendine düşünürken, Allah-u Zülcelal onu uyuttu. Diğer bir rivayete göre ise vefat etti. Onun merkebi de aynen onun gibi oldu.
Orada yüz sene merkebiyle beraber ölü olarak kaldı. Yüz sene sonra, Allah-u Zülcelal onu tekrar diriltti. İncir ve süt az bir zamanda bozulmasına rağmen, baktı ki incir ağaçtan yeni koparılmış, üzüm yeni toplanmış, süt de yeni sağılmış gibiydi. Merkebine baktı, kemikleri bembeyaz ortaya çıkmış, kemikleri rüzgarla etrafa savrulmuştu. "Bu nasıl olur?" diye kendi kendine düşündü. Allah-u Zülcelal ona şöyle vahyetti:"Benim kudret ve azametimi iyi bil! O meyveler hiç bozulmadı. Sen ve merkebin yüz sene ölü olarak kaldınız. Bak merkebin nasıl? Onu, gözünün önünde yaratmamı istiyor musun?" Üzeyr (A.S): "Evet Ya Rabbi!" dedi. Oradaki toz, duman ve fırtınanın dağıtmış olduğu kemikler, toplanıp gözünün önünde merkep haline geldi ve yerdeki otları yemeye başladı. Üzeyr (A.S) secdeye gitti ve: "Ya Rabbi! Ben o düşüncemden pişman oldum." dedi ve istiğfar etti.
Biz, Allah-u Zülcelal'in ne kadar kudret ve azamet sahibi olduğunu, iyice bilmiyoruz. Anlatıldığına göre, Bağdat hatiplerinden çok alim bir zat, kendi kendine şöyle düşündü: "Allah-u Zülcelal, mü'min kullarını elli bin sene, haşir meydanında bırakacaktır. Mü'min kullarını elli bin sene orada bırakmak, O'nun keremine uygun değildir. Çünkü bir çok ayet-i kerimede buyrulduğu gibi: "O, mümin kullarına karşı kerimdir rahimdir, şefkatlidir." Oysa mü'minleri, haşir meydanında, sıcaklık altında ve izdihamda bırakmak O'nun sıfatlarına terstir. Kafirleri elli bin sene orada bekleterek onlara azap ediyor ama mü'min kullarına niçin böyle yapıyor?"
Bu soru, alimin kalbinde bir müddet kaldı. Bu alim, bir cuma günü, biraz et alıp eve getirdi. Pişirip yiyecek, sonra Dicle nehrine gidip cuma namazı için gusül abdesti alacak, sonra da cuma namazına gidecekti. Nehrin kenarında: "Ya Rabbi! Kıyamet günü, elli bin senedir, ayetinin manasını bana iyice bildirseydin!" diye Allah'a yalvardı. Nehre girmek için elbiselerini çıkarıp kenara koydu. Yıkandıktan sonra, bir de baktı ki elbiseleri orda yok. Etrafına baktı bulamadı. Çok şaşırdı. Çünkü kendisini bir anda yabancı bir yerde buldu. Büyük bir şehirde ve o şehrin kenarındaki bir nehrin yanındaydı.
Elbisesiz olarak şehre gitti. İnsanlar ona: "Sen niçin elbisesizsin, böyle çıplaksın?" diye sordular. O da: "Ben fakirim, elbisem yok!" dedi. İnsanlar ona elbise verdiler. Sonra bir camiye gitti. Orada Kur'an okudu, insanlara ilim öğretti. Bu sayede öyle meşhur oldu ki bazı büyük zatlar, zengin kişiler, kızlarını onunla evlendirmek için teklif ettiler. Bu zat, tekliflerden birini kabul etti, o kızlardan biriyle evlendi ve orada elli sene yaşadı. Sonra bir gün, yine cuma namazı için gusül abdesti almaya nehre indi. Elbiselerini nehrin kenarına bıraktı, gusül abdesti aldı.
Başını kaldırdı, bir de baktı ki Bağdat'tadır! Kendisinin bir önceki yaşadığı yer ise Mısırdı. Eskiden elbiselerini bıraktığı yere baktı, elbiseleri yerinde duruyordu. Elbiselerini giydi, evine gitti. Baktı ki hanımı, çarşıdan getirdiği eti pişiriyordu. Çok şaşırdı ve ona hiç bir şey söylemedi. Sonra cuma namazına gitti. Ona hiç kimse, bu kadar zamandır neredeydin diye sormadı. O zaman şöyle dedi: "Eyvah! Ben ne kadar yanılmışım, ne kadar akılsızmışım, Allah-u Zülcelal ne kadar büyük! Yarım saat gibi az bir zamanı, bana elli sene yaptı"
Demek ki kıyamet gününün elli bin sene olan müddeti, kafirler için o kadar uzun olurken, mü'minlere ise çok kısa gelecektir. Allah-u Zülcelal, o alim zatı, yarım saat gibi bir zamanda, Bağdat'tan Mısır'a gönderdi.Alim zat, orada evlendi ve çocukları oldu. Hz. Peygamber (S.A.V) 'e, kıyamet gününün uzunluğu sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun! O gün mü'min için hafifleşir. Öyle ki dünyada kılmış olduğu farz namazdan daha kısa gelir."(Ebu Ya'la, Beyhaki)
Sabah veya öğlen namazını kılmak ne kadar zaman alıyorsa, mahşer gününün uzunluğu da mü'minler için o kadar kısadır. İşte Allah-u Zülcelal'in kudret ve azameti böyledir. Biz O'nun için ne yapsak azdır.
Seyda Muhammed Konyevi Hz. (K.S)