Bir bayram sabahıydı..


Bayram namazını müteakip evlerine neşeyle dağılan
insanların arasındaydı Efendimiz (sav)...


Kimi eliyle selam veriyor, kimi
omzuna dokunup durduruyor,


kimi elini öpüp sarılıyordu...


Yollara küçük
ikramlar sermiş olan bazıları,


"buyurun, buyurun" diyerek hurmaya, süte,
ekmeğe davet ediyordu mescitten çıkan bayram cemaatini... Çocuklar, neşeyle
çığlık atan küçük kırlangıçlar gibi bir o yana bir bu yana koşuşarak oyunlar
yapıyordu kendi aralarında...


Bayram, en çok onlar içindi


ve en çok onlara geliyordu sanki...



Birbirlerinin ensesine dokunup koşuşmaya başlıyorlardı...
Ya da yerdeki bir hurma çekirdeğini


en önce kim kapacak oyununu başlatıp
yerlerde yuvarlanmaya...


Mescidin hemen dışında bırakmışlardı dal parçalarını.


Namaz biter bitmez
elleri değince, bir anda dal parçası


kişneyen bir ata dönüşüyor, üzerine
binmiş bu küçük süvarileri


meydanlarda koşturmaya girişiyordu.


Haydi dehh... dehhh...
Çocuk süvariler, anında bir meydan açıyor, hemen birbirleriyle
buluşup yeni bir oyun kuruyordu...


Gelen geçen bu şen şakrak çocuk
topluluğuna ve yaramazlıklarına,


sevinçle, gülerek bakıyor, bazı hamiyet
sahibi olanlarsa başlarından aşağı şekerler


saçıyordu bayramın ilk
saatlerinde...


Biri hariç...


Gerçi o da içindeki çocuğu yine içindeki hayali
atına bindirmiş, için için koşuşuyordu ama...


Anası da yoktu babası da...
Ayakları onu, kendi çağdaşlarının arasına, oyun meydanlarından birine
sürüklemişti gayri ihtiyari ama...


Çemberin dışında, yere çöktü, dizlerine
dayadığı elleri arasına aldı başını...


Arkadaşlarını seyrediyordu...


Hurma çekirdeğini yakalamak için yerlerde
yuvarlanan arkadaşlarıyla


bazen o da heyecanlanıyor, içinden kendi yerine
tuttuğu çocuğa "hadi, hadi yakala!"


diye tezahüratlar yapıyor, ama hemen
ardından da kendi yoksunluğuna


çarparak gözleri yaşarıyordu...


O, bir hurma
çekirdeğinin peşinden koşacak kadar


kaygusuz olamazdı ki; o bir yetimdi...


Gelen bayram sabahı da olsa, o,


bu bayrama bir türlü ellerini
değdiremiyordu.


Derken kalabalığı yara yara evine doğru ilerleyen Sevgili
Efendimiz (sav)in yolu da düştü


bu çocuk oyunun civarına... Hemen yolunu
oyun mahalline çevirerek, adeti üzere


çocukların halini hatırını sormaya
yöneldi Efendimiz (sav)...


Önce gözlerinde güller açtı, "cennet kokusudur"
dediği çocukların sevinçli çığlığı her şeye


bedeldi onun için... Başıyla
selam vererek, oyunu bozmayıp


devam etmeleri manasında


bir müddet onları seyretti...



Cebinden çıkarttığı şekerleri


yükseğe fırlatarak "haydi yağma,
yağma!" deyip, oyunu hızlandırdı...


Çocuklar naralar atarak iyice coştular...


Tam bu anda... Vücuduyla dönerek,
çemberin dışında yere çömelmiş


diğerlerini seyreden mahzun çocuğu keşfetti
Efendimiz (sav)...


Kalbinden vurulmuştu onu öyle mahzun haliyle görünce...
"Evladım" dedi, "Sen niçin oynamıyorsun??...


Çocuk, üstü başı hırpani,


bakımsız haline çeki düzen vermeye çalışarak hemen
ayağa fırladı, elini öptü Efendimiz'in,


"Efendim" dedi başını öne eğerek,


"Ben yetimim..."



Bir anda bütün Medine yerden havalanarak, olanca ağırlığıyla Efendimiz (sav)'in omuzlarına bindi sanki...



Bayramın bir türlü gelmediği, gelemediği
şu iri kara gözlere bakarken gözleri yaşardı Kainatın Efendisi'nin (sav)...
Bütün salıncaklar durdu, bütün dal parçasından yapılma atlar kişnemelerini kestiler,
bütün serçeleri şehrin nefeslerini tuttular,


şekerler eridi, sular
kırıldı, rüzgar durdu...


Yer gök şahitti, yer gök kulak kesildi...
"Ben de yetimim"


dediğinde Efendimiz,


içindeki suskun çocukluğu konuşuyordu
sanki...


O anda iki yetimdiler...


Oyun çemberinin dışındaydılar...


Elini uzattı ağlayan gözlü küçüğe...



"Ben baban, Aişe annen, Hasan ve Hüseyin de
kardeşlerin olsun mu??"


dedi canın ta içinden...


Ağlayan gözlü çocuk başını bu eski yetime kaldırarak,


"Olsun" dedi...


Olsun
deyince, bir anda rüzgar koşmaya,


serçeler kaldıkları yerden ötmeye,
şekerler zıplamaya, sular çırpınmaya,


dal parçasından yapılma taylar
kişnemeye başladı...


Efendimiz (sav) çocuğu evine götürdü,


onu baştan aşağı
giydirdi, yüzünü, saçlarını yıkadı...


Doğru bayram yerine fırlayan küçük
yetim, hurma çekirdeği yakalama


yarışmasına karıştı... "Ne oldu sana?"
deyince arkadaşları, çocuk "Hiç.." dedi...


"Resûlullah babam, Aişe annem,
Hasan ve Hüseyin kardeşlerim oldu,


bugün bana bayram geldi" dedi...


Bayram günleri kapımı çalan, sarıldığım her çocukta, sarılamadıklarım geldi
aklıma...


Pakistan'da,


Irak'ta,


Afganistan'da,


kendi sokağımızda kaç çocuk
var kim bilir sarılmayı bekleyen...


Bayramı bekleyen...


Oyuna alınmayı bekleyen...


Efendimiz(sav)in yetim sevgisi örnek olsun bize...
Bu Bayram siz de bir yetime sarılın ve onları


yalnız bırakmayın.


Bayramınız mübarek ve hayırlara vesile olsun...


kaynak:Sibel Eraslan