Eylüldür ömrümüz; soldukça bahar olan… Eylüldür ömrümüz; soldukça çoğalan…Eylüldür Ömrümüz. Dönüp dönüp eylüle geliyoruz.

Biz ki hep baharlarda kalmak isteriz.

Eylüldür ömrümüz. Eylül; bir vedâdır. Savrulduğunu gör diye yaprakların aynasında… Oyalanma diye ortasında yazların ve gel geç hazların. Nazların yeter gayrı! Her yaprak bir veda salınışı…
Eylüldür ömrümüz. Ayvalar sararınca dallarda… Narlar bir ateşe çevirince bahçeleri… Yapraklar veda veda titreyince… Sular üşüyünce hafiften… Aynalardan kaçmak istediğimizde… gelmiştir eylül! Gölgeler soğur da soğur… Kucağından düştüğümüz gibi annelerimizin… eylülerin kollarında buluruz kendimizi! Çok sürmez bu koşu… Mevsimler mevsimlere çabuk çabuk… Başımız döner… Saçlarımız ne çabuk… Alnımızda eylül çizgiler… Dallardaki bu hangi beste?
Eylüldür ömrümüz. Eski dermanı yok dizlerimizin. Bildiğimiz “kısa” yollar; uzar mı uzar.
Eylüldür ömrümüz. Çocuk, çocuktum ben de… Genç, gençtim. Bitmez sandığım baharlar, yarınlar vardı. Uyurken hayallere; uyanınca düşlere dalardım. Ufuklar aha şurada; yıldızlar elimi uzattığımda… Yollar gittikçe kısalandı. Adımlarım çevik, bakışlarım çelikti. Tuttuğumu koparmak için uzanırdı ellerim. Heyhat! Israrım, inadım, hırsım vardı, işte! Daha “eylül”e çoktu! Ama yine de bir temmuzda kocaman bir eylül yaprağı gibi anneannem toprağa karışmıştı. Annemin gözyaşları dinmedi nice mevsimler. Sonra o da bir martta “eylül” oluverdi. Sonra ben mevsimlerin kimliğini öğrendim. Yani ki bir dışarıda mevsim vardı; bir de içimde… İçimin takvimleri koptukça yerinden; yerinden kopacak gibi oluyordu kalbim.

Eylüldür ömrümüzde; sen “gül”dür diye gör. Gör de kokla sararan yaprakları. Okşa hüznünü ve anlat yaprağa; topraktan toprağa; oradan sonsuz bahara açılan yolculuğu.
Eylüldür ömrümüz; soldukça bahar olan… Eylüldür ömrümüz; soldukça çoğalan…