Sayfa 5/7 İlkİlk ... 34567 SonSon
68 sonuçtan 41 ile 50 arası

Konu: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

  1. #41
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN ABDURRAHMAN BİN AVF'I DUMETÜ'L CENDEL'E GÖNDERMESİ



    Hicretin 6. senesinin Şaban ayı. Bu tarihte Peygamber Efendimiz, Abdurrahman bin Avf Hazretleri kumandasında yedi yüz kişilik bir birlik hazırladı. Birliğin vazifesi, Dûmetü'l-Cendel beldesi halkını İslâmiyete dâvet etmekti.
    Peygamberimiz, Abdurrahman bin Avf Hazretlerine sancağını teslim ettiği sırada Allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra, mücahidlere şöyle hitap etti:
    "Hepiniz Allah yolunda, Allah'ın ismi ile gazâ ediniz. Kâfirlerle çarpışınız. Ganimet mallarına hıyânet etmeyiniz. Ahdinizi bozmayınız. Öldürdüklerinizin burun, kulak gibi uzuvlarını kesmeyiniz. Küçük çocukları öldürmeyiniz."(İbni Hişam, Sîre, 4:280; İnsanü'l-Uyûn, 3:184.)
    Efendimiz, sonra da bütün Müslümanlara şu umumî dersini verdi:
    "Ey insanlar! Zamanla size gelip çatacak beş musibetten Allah'a sığınırım:"Bir kavimde çirkin hareketler yayılıp açığa vurulunca, kendilerinden önce geçmiş kavimlerde görülmedik vebâ, acılar ve ağrılar onlar arasında ortaya çıkar.
    "Bir kavim ölçüde, tartıda eksiklik yaptı mı, muhakkak kuraklık ve kıtlık yıllarına, geçim sıkıntısına, hükümdar zulmüne uğrarlar.
    "Mallarının zekâtını vermeyen kavimlerin, gökten yağan yağmurları kesilir.
    "Allah ve Resûlünün ahdini bir kavim bozdu mu, muhakkak düşmanları onların üzerine saldırır. Onlar da, kavmin el ve avuçlarındakilerden bir kısmını çekip alırlar.
    "Bir kavmin idarecileri, Allah'ın Kitabına uygun hareket etmediler mi, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi onurlarına yedirmediler mi, o zaman Allah da onların arasına tefrika ve harp sokar."(İbni Hişam, Sîre, 4:280)
    Bundan sonra Abdurrahman bin Avf Hazretleri beraberindeki Müslümanlarla Dumetü'l-Cendel'e hareket etti. Oraya varınca onları İslâmiyete dâvet etti. Bu dâvetini üç gün tekrarladı.Üçüncü günü Hıristiyan olan reisleri Asbağ bin Amre'l-Kelbî İslâmiyetle müşerref oldu. Onunla birlikte bir çok kimse de imana geldi.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:89)
    Müslüman olmayanlar ise cizye (vergi) vermek üzere orada kaldılar.Peygamber Efendimiz, Medine'den uğurlarken Abdurrahman bin Avf Hazretlerine, "Eğer onlar İslâmiyeti kabul ederlerse, reislerinin kızıyla evlen" buyurmuştu.
    Hz. Abdurrahman, Nebiy-yi Muhterem Efendimizin bu emri üzerine reisleri Asbağ'ın kızı Tümandır'la evlendi ve onu da yanına alarak Müslümanlarla birlikte Medine'ye döndü.(İbni Sa'd, Tabakât 2:89; 3:129; İnsanü'l-Uyûn, 3:184)
    Peygamberimizin İlk Yağmur Duâsı
    Hicretin altıncı yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı. Ramazan ayında, bir Cuma günü, Resûl-i Ekrem Efendimiz hutbe irad buyururken, kendisinden, "Allah'a dua et de bize yağmur versin" diye rica edildi.
    Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Allah'ım! Bize yağmur ver. Allah'ım Bize yağmur ver" diyerek duâ etti.(Buharî, 1:179; Müslim, 2:613.)
    Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi. Ve yağmur yağmaya başladı. Peygamber Efendimiz bu sefer, "Allah'ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl"(Buharî, 1:179.) diye duâ etti.
    Enes bin Mâlik der ki: "Üzerimize öyle bir yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık.
    "O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cuma'ya kadar yağmur yağmaya devam etti."(Buhârî, 1:179; Müsned, 3:261)
    Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe irad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için duâ etmesini şöyle rica ettiler:
    "Yâ Resûlallah! Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı. Yollar kapandı. Allah'a dua etsen de yağmuru kesse!"(Müsned, 3:261)
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, "Allah'ım! Çevremize yağdır, üzerimize değil"(Müsned, 3:261; Müslim, 2:613) diyerek duâ etti.
    Yine Enes bin Mâlik der ki:
    "Resûlullah Aleyhisselâm duâ ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu.
    "Medine çevresine yağmur yağarken, Medine'ye bir damla bile düşmüyordu.
    "Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler"(Müslim, 2:614)
    Bu, Resûl-i Ekrem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duâsıdır. bundan başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duâsı daha yapmışlardır.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #42
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HİCRETİN BEŞİNCİ SENESİNİN MÜHİM DİĞER BAZI HÂDİSELERİ



    Müzeynelerin Müslüman olmaları
    Medine yakınlarındaki ikâmet etmekte olan Müzeyne Kabilesinden 10 kişilik bir heyet Medine'ye gelerek Resûl-i Ekrem Efendimizin huzurunda Müslüman oldular.
    Heyetin başında Huzâî bin Abd-i Nühm bulunuyordu. Huzâî Müslüman olup Peygamber Efendimize bîat edince yurduna döndü ve kavmini Müslüman olmaya dâvet etti. Müzeyneler, "Biz senin sözüne itaat ederiz" diyerek Müslüman oldular ve Medine'ye bir heyet gönderdiler.
    Hicretin 5. yılı Receb ayında Müzeynelerin Mudar kolundan Müslüman olmak üzere Medine'ye gelenlerin sayısı dört yüzdü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onları yurtlarında ikâmet etmelerine rağmen Muhacirler sınıfından saydı ve "Siz nerede olursanız olunuz, Muhacirsiniz. Muhacirler şerefini hak ettiniz. Mallarınızın başına dönünüz" buyurdu.
    Bu emir üzerine Müzeyneler yurtlarına döndüler.190
    Selmânı Farisî'nin Kölelikten Kurtarılması
    Selmânı Farisî Hazretleri daha önce Yahudilerin kölesi idi.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz bir gün kendisini çağırarak, "Ey Selmân! Kendini kölelikten kurtarmak için efendinle pazarlık yap anlaş" dedi.
    Hz. Selmân, efendisine durumu arz edince, o, "Üç yüz hurma fidanını diker ve Ayrıca kırk ukiyye (bin altı yüz dirhem) altın verirsen azad ederim" dedi.
    Bunun üzerine Hz. Selmân, Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına gelip durumunu arz etti.
    Peygamber Efendimiz Ashabına, "Kardeşinize yardım ediniz" buyurdu.
    Bu emir üzerine Sahabîler bir anda kendi aralarında üç yüz hurma fidanını topladılar.
    Hurma fidanları toplanınca Peygamber Efendimiz, "Ey Selmân! Git de şu fidanlar için çukurlar kaz! Bitirince de gelip bana haber ver. Ben onları kendi elimle dikeyim!" diye ferman etti.
    Sahabîlerin de yardımıyla Hz. Selmân çukurları kazıp bitirince, Efendimize gelip durumu haber verdi.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bizzat mübârek eliyle biri müstesnâ, diğer hurma fidanlarını dikti. O sene zarfında Efendimizin diktiği bütün fidanlar hurma verdi. Yalnız, başkasının diktiği bir tek fidan hurma vermedi. Peygamber Efendimiz onu da çıkardı, yeniden dikti. O da meyve verdi.
    Böylece Hz. Selmân, Benî Kurayza Yahudilerinden olan Efendisine hurma ağaçları borcunu ödemiş oldu.191
    Hurma ağacı borcunu ödeyen Hz. Selmân'ın sadece altın borcu kalmıştı. Bunu da bizzat Hz. Selmân şöyle anlatır:
    "Resûlullah (a.s.m.), gazâların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirmişti. Beni huzuruna çağırttı ve 'Ey Selmân! Bunu al, borcunu öde' buyurdu.
    "Ben Yâ Resûlallah dedim, bu kadarcık altın parçası ile borcum ödenmez ki deyince, "Külçeyi eline alıp tükürüğünü sürdü ve 'Al bunu! Allah, senin borcunu bununla ödeyecektir!' buyurdu.
    "Bunun üzerine ondan aldığım altın parçasını tartıp alacaklıya verdim. Borcum olan kırk ukiyyeyi (bin altı yüz dirhem) verdikten sonra o tavuk yumurtası kadar olan altın parçası eskisi gibi bana kaldı"192
    Ensardan Sa'd Bin Muaz Hazretleri Vefât Etti
    Sa'd bin Muaz Hazretleri Ensarın en üstün fazilete sahip şahsiyetlerinden biri idi. Mus'ab bin Umeyr Hazretleri Resûl-i Kibriyâ Efendimizin emriyle Medine'ye Kur'an öğretmek üzere geldiği zaman Müslüman olmuştu. Müslüman olduğunu duyan Abdü'l-Eşheloğullarından kadın, erkek hepsi de o gün Müslüman olmuşlardı.
    Bu kahraman ve fedakâr Sahabî, Hendek günü kolundan bir okla vurulmuş, kolunun damarı kesilmişti. Yarası ağır ve ızdırap verici idi.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu kahraman Sahabî yaralandığı zaman ona Allah rızası için yaralıların tedavisi ile meşgul olan Ensar kadınlarından Rüfeyde adındaki hâtunun çadırında yer ayırtmıştı.
    Kurayzaoğulları hakkında hüküm vermesinden kısa bir müddet sonra bu ağır yarası tekrar deşildi ve çok geçmeden de Hicretin beşinci yılında 37 yaşında şehid olarak vefât etti.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ve Müslümanlar vefâtından son derece müteessir oldular. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
    "Sa'd bin Muaz'ın vefâtıyla Arş-ı Âlâ titredi ve cenazesinde yetmiş bin melek hazır bulundu."
    Hz. Sa'd'ın cenaze namazını da bizzat Peygamberimiz kıldırdı.193
    Hz. Âişe der ki:
    "Resûlallah (a.s.m.) ile iki Sahabîsinden (Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer) sonra, vefâtı Müslümanlara, Sa'd bin Muaz'dan daha ağır gelen bir kimse yoktu"194
    Muğire bin Şu'be Müslüman Oldu
    Muğire bin Şu'be dört Ara dâhisinden biri idi. Belli ve büyük meseleleri halletmede son derece mâhirdi. İri yarı ve heybetli bir zattı.
    Hendek Savaşı yılında Müslüman oldu ve Muhacir olarak Medine'ye geldi.
    Medine'de Zelzele Ve Ay Tutulması Vuku Buldu
    Hicretin beşinci yılında Medine'de zelzele oldu. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunun üzerine şöyle buyurdu:
    "Rabbiniz, sizi razı olacağı duruma döndürmek istiyor. O halde siz de, onun rızasını dileyiniz."195
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bu ifadeleri, yeryüzü ile üzerinde yaşayan insanların hareketleri arasına münasebetin bulunduğunu ortaya koyuyor ve dünyanın hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir altında deprendiğini beyan ediyordu!Yine hicretin 5. Yılı Cemaziyelâhir ayında ay tutuldu.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, ay tutulması geçinceye kadar, husûf namazı* kıldırdı.196
    Cahiliyye Devrinde insanlar, "Güneş ve ay, ancak yeryüzü halkının büyüklerinden bir büyük için tutulur" bâtıl inancını taşırlardı.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şu sözleriyle bunun doğru olmadığını açık bir şekilde ifade etti:
    "Şüphesiz ki, güneş ve ay, hiçbir kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle tutulmazlar.
    "Onlar, Allah'ın kudret ve azametini gösteren alâmetlerden iki alâmettir!
    "Siz onların tutulduğunu gördüğünüz zaman, namaza durunuz!"197
    Peygamberimiz bu sözleriyle Cahiliyye Devri insanlarının bu bâtıl inançlarını değiştirmiş, güneş ve ay tutulmalarının Allah'a ibâdet vakti olduğunu beyan buyurmuşlardır. Bu vakitlerde insanlar, boş şeylerde değil, Allah'a ibâdet ve tâatle meşgul olmaları gerektiğini ifade etmişlerdir.
    Şurası da unutulmamalıdır ki, ibadet ve duânın sebebi ve neticesi emir ve Allah'ın rızasıdır, faydası ise âhirete aittir. Eğer namaz ve ibâdetten dünyevî bir maksat niyet edilse, yalnız onlar için yapılırsa, o namaz batıl olur. Bu sebeple, güneş ve ay tutulmaları halinde, onların açılması niyetiyle ve kasdıyla namaz kılınmaz. Belki, güneş ve ayın tutulması zamanları bu çeşit ibadetin vakitleri olarak bilinmeli ve sırf Allah'ın rızası kasdedilerek namaz kılınmalıdır.198




    190. Tabakât, 1:291-292.
    191. Sîre, 1:234-235; Delâilü'n-Nübüvve, s. 218-219; Mektûbat, s. 135-136.
    192. Sîre, 1:235; Tabakât, 1:185; Şifâ, 1:277-278.
    193. Sîre, 3:263; Tabakât, 1:433.
    194. Tabakât, 1:433.
    195. Üsdü'l-Gâbe, 1:22.
    * Küsuf ve husuf (güneş ve ay tutulması namazı) sünnettir, iki rekâttır. Rükû ve secdeleri, nafile namazlarda olduğu gibi yapılır. Bu namazlar için ezan ve kaamet okunmaz.
    Ancak hüsûf namazı için, 'es-Selâtü camiâtün (Namaz için toplanınız) diyerek seslenilir.
    196. İnsanü'l-Uyûn, 2:628.
    197. Buharî, 2:23-24; Müslim, 3:28-36.
    198. Bkz.: Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 31-33.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #43
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    İFK HÂDİSESİ




    Zâhiren îmân etmiş görünüp, hakikatte îmân etmemiş münâfıklar gürûhu, her zaman her fırsatta Resûl-i Ekrem Efendimiz ve Ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı. Bu maksatlarına muvaffak olmak için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan asla çekinmiyorlardı. Öyle ki Kâinatın Efendisinin lekesiz, tertemiz mahrem hayatına dil uzatacak kadar küstah ve âdice hareket edebilme cü'retini bile gösterebiliyorlardı.
    İfk hâdisesi, Hz. Âişe (r.a.) Validemize münâfıkların reisi Abdullah bin Übeyy tarafından yapılan iftira hâdisesidir. Hâdise şöyle cereyan etmiştir:
    Hz. Âişe'den (r.a.) öğrendiğimize göre, Resûlullah (a.s.m.) herhangi bir sefere çıkacakları zaman Ezvâc-ı tâhirat arasında Kur'a çeker, kime düşerse onu beraberinde götürürdü.110 Benî Müstalık Gazâsında ise Kur'a Hz. Âişe Validemize çıkmıştı.111
    Hâdisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe Validemiz şöyle anlatmıştır:
    "Resûlullah ile beraber sefere çıkmıştım. Bu sefer, tesettür âyeti inzâl buyrulduktan sonra idi. Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de hevdeç içinde indirilirdim. Bu suretle gittik.
    "Resûlullah (a.s.m.) Benî Müstalık gazâsından dönüyordu. Medine'ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü orada geçirdi. Sonra göç edilmesini emretti.
    "Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. Kazâ-yı hâcet ederek dönüp bindiğim devemin yanına geldim. Göğsümü yokladığımda, Yemen göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın kopmuş olduğunu farkettim. (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rumân düğün hediyesi olarak takmıştı.) Dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Ben öyle zannetmiştim ki, sefere iştirak etmiş olanlar bir ay bekleseler dahi, benim devemi, ben hevdeçte bulunmadıkça sevk etmezler. Halbuki yolda bana hizmet edenler gelip hevdecimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlarmış.
    "Çünkü o zaman kadınlar hafif idi. İri ve ağır vücutlu değillerdi. Yemek de az yerlerdi. Bu sebeple hizmetçiler hevdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında hevdecin ağırlık derecesinin farkına varamayarak yüklemişler. Hem ben, küçük ve zaif bir kadındım. Deveyi sürüp gitmişler.
    "Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordugâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmişti. Bende orada evvelce bulunduğum yere geldim. Çarşafıma bürünü yanımın üzerine uzandım. Hevdeç'te beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım.
    "O sırada gözlerimi uyku bürüdü, uyumuş kalmışım.
    "Safvan bin Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araştırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için alıp diğer konak yerine götürürdü.
    "Safvan, askerin arkasından yürüyerek, sabaha karşı bulunduğum yere doğru gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce, gelip başucuma dikilmiş ve beni görür görmez tanımış. Çünkü, bize hicâb âyeti inmeden evvel, onun beni görmüşlüğü vardı.
    "Safvan, beni görünce şaşırarak 'İnna lillahi ve inna ileyhi racîun [Biz Allah'ın kullarıyız ve muhakkak Ona dönüp varıcıyız]' dedi.
    "Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.
    "Vallahi, onunla ne bir kelime konuşmuşuzdur, ne de 'İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn' ifâdesinden başka ondan bir kelime işitmişimdir.
    "Bundan sonra Safvan, devesini ıhdırdı. Beni, binsin diye ayağını devesinin ön ayağına bastı. 'Bin' dedi ve kendisi geri çekildi.
    "Ben de hemen kalkıp deveye bindim. Kendisi de devenin başını, yularını çekerek askere yetişmek için sür'atle ilerlemeye başladı. Sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik.
    "Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi ki Safvan'ın, devemin yularını çekerek konak yerine getirdiği görüldü."112
    Başmünafığın Durumu Değerlendirmesi
    Safvan bin Muattal, Hz. Âişe Validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkların başı Abdullah bin Übeyy'le karşılaşmışlardı. Abdullah bin Übeyy, "Bu kimdir?" diye sordu.
    "Âişe'dir" dediler.
    Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, bütün nazarları menfi şekilde üstüne toplamış bulunan başmünâfık bu masum hâdiseyi diline dolamak istedi. Bu meş'um niyetini hemen orada izhar etti:
    "Vallahi" dedi, "ne Âişe, o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam, Âişe'den dolayı kurtulur.
    "Daha bir sürü alçakça laf etti.113
    Ordugâh, başmünâfık Abdullah bin Übeyy bin Selûl'ün yaptığı iftira ile çalkalandı.
    İşte, gerçek mânâda bir mü'min ve Müslüman olan, hattâ erkeklik özelliğinden bile mahrum bulunan Safvan bin Muattal da dininin gereği olan bu vazifeyi yapmıştır.
    Ne var ki, kalblerinde hastalık bulunan, dilleriyle îmân ettik deyip, kalben îmân erişmemiş bulunan ve işleri güçleri mü'minleri birbirine düşürmek olan münafıklar, hususan Abdullah bin Übeyy bin Selûl, bunu bir ganimet bilmiş ve diline dolayarak Hz. Âişe Vâlidemize şen'ice iftirada bulunmuştur. Maksadı üzerine toplanan nazarları dağıtmak, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin nazik ruhunu rencide etmek ve Müslümanları birbirine düşürmek, onların birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı.
    Hz.Âişe Söylenenlerden Uzun Müddet Habersizdi
    Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy'in başlattığı, Hassan bin Sabit, Mistah bin Üsâse, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münâfıkların tuzağına düşerek etrafa yaydıkları iftira hâdisesinden Hz. Âişe'nin uzun bir müddet haberi olmamıştı. Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır:
    "Medine'ye gelince ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa [humma] tutuldum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada halk arasında Ashab-ı İfk'in iftirâları dolaşıyormuş. Ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim. Aleyhimdeki iftirâları Resûlullah'la annem ve babam da duymuşlar, fakat bana hiçbir şeyden bahsetmiyorlardı.
    "Yalnız hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebî'den (a.s.m.) daha önce hastalandığım zamanımda görmüş olduğum lütuf ve şefkatı bu hastalığım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden 'Hastanız nasıl?' diyor ve bununla iktifâ ediyordu. Benim, iftiracıların uydurduklarından hiç haberim yoktu."116
    Söylenenleri Hz. Resûlullah, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Âişe'nin anneleri duymuş olmasına rağmen, Hz. Âişe'ye bir şeyden bahsetmiyorlardı. Ancak yukarıda zikrettiğimiz şekilde Hz. Resûlullahın kendisine karşı tavrından Hz. Âişe endişe duyuyor ve üzülüyordu. Fakat, bunun sebebinden haberi yoktu.
    Hz. Âişe, İftirâyı Nasıl Ve Kimden Öğrendi?
    Hz. Âişe, iftirayı kimden ve nasıl öğrendiğini de şöyle anlatır:
    "Aradan yirmi küsûr kadar gece geçmişti. Hastalığımı atlatmış, nekâhet devresine girmiştim.
    "Bizler, o zaman Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helâları, kokusundan tiksindiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine'nin kırlarına çıkardık. Kadınlar, her gece oraya ihtiyaçlarını gidermek için çıkarlardı.
    "Ben, yine bir gece Mıstah bin Üsâse'nin annesi ile, hacet giderme yerimiz olan Menası' tarafına çıkmıştım. Mıstah'ın annesi, çarşafına takılarak düşünce, 'Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!' diyerek oğluna bedduâ etti.
    "Ben, 'Ey ana! Ne diye oğluna bedduâ ediyorsun?' dedim. Sustu, cevap vermedi.
    "İkinci kere ayağı dolaşıp düştü. Yine; 'Mıstah, yüzünün üstüne düşsün, kahrolsun!' diye bedduâ etti.
    "Ben, 'Ey ana! Ne diye oğluna bedduâ ediyorsun?' dedim. Yine susup cevap vermedi.
    "Üçüncü kere düştü. Yine; 'Mıstah, yüzünün üstüne düşsün, kahrolsun!' diye bedduâ etti.
    "Ben yine 'Ey ana! Ne diye oğluna bedduâ ediyorsun?' Bedir Savaşında bulunmuş bir zata sövülür, bedduâ edilir mi?' dedim.
    "O, 'Vallahi, ben, ona senin aleyhinde söylediklerinden dolayı bedduâ ediyorum' dedi.
    "O, neler söylemiş?' diye sordum."Bunun üzerine, Mıstah'ın annesi, iftiracıların söylediklerini bana teker teker anlattı. Hastalığım tekrar geri geldi.
    "Vallahi, üzüntümden hacetimi gidermeye bile güç yetiremedim ve döndüm. O kadar ağladım ki, ağlamaktan ciğerlerim kopacak, parçalanacak sandım."117
    Hz. Âişe Annesinin Evinde
    Hastalığında Hz. Âişe'ye annesi Ümmü Rumân bakıyordu.
    Birgün yine Resûlullah, selâm verip yanına girdi. Hz. Aişe'nin ismini zikretmeden, "Hastanız nasıldır? diye sordu. Başka da hiçbir şey konuşmadı.
    Hz. Âişe der ki: "Artık kendimi tutamadım, 'Yâ Resûlallah! Şimdiye kadar görmediğim eziyeti görüyor ve çekiyorum. Bana müsâade etsen de annemin evine gitsem. Hastalığıma orada bakılsa olmaz mı? dedim.
    "Resûlullah, 'Gitmende bir mahzur yok' dedi.
    "Ben, ebeveynimin yanına gidip, aleyhimdeki haberin iç yüzünü anlamak istiyordum.
    "Resûlullah, yanıma bir hizmetçi katıp, beni babamın evine gönderdi.
    "Annem, 'Kızcağızım, sen niçin geldin?' diye sordu.
    "Anneciğim dedim, "halk, benim aleyhimde neler söyleyip duruyormuş da, siz bana hiçbir şey sızdırmadınız?
    "Annem 'Kızcağızım,' dedi, 'sen kendini hiç üzme. Sıhhatini düşün. Vallahi, bir kadın senin gibi güzel ve kocasının yanında sevgili olsun ve onun birçok ortakları bulunsun da onu kıskanmasınlar ve onun aleyhinde bir takım laflar çıkarmasınlar, bu pek nâdirdir.'
    "'Babamın, bundan haberi var mı?' dedim.
    "'Evet' dedi.
    "'Resûlullahın da haberi var mı?' diye sordum.
    "'Evet' dedi.
    "Kendimi tutamadım ağladım. Babam, damda Kur'ân okuyordu. Sesimi duyunca, indi.
    "Anneme 'Nedir bunun hâli' diye sordu.
    "Annem, 'hakkındaki dedikodulardan haberi olmuş' dedi.
    "Babamın da gözleri yaşla doldu. O gece, sabaha kadar hep ağlayıp durdum."118
    Peygamberimizin Ashabıyla istişâresi
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe aleyhinde yapılan iftirânın etrafta konuşulduğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor, pek dışarı çıkmıyordu.
    Konu ile ilgili vahyin gelmesi gecikince, Ashabıyla konuştu, onların fikirlerini aldı.
    Hz. Ömer fikrini şöyle ifade etti:
    "Yâ Resûlallah! Hâşâ! Bu büyük bir bühtan ve iftirâdır. Kesinlikle biliyorum ki, bu, münâfıkların yalanlarından birisidir.
    "Allahü Teâlâ, bedeninize sinek kondurmaktan sizi koruyor. Bedenini böyle pisliklere konan sineklerden bile muhafaza eden, onları bedenine yaklaştırmayan Allah, nasıl olur da âileni, böyle kötülüklere bulaşmaktan korumaz?"
    Hz. Osman ise görüşünü şöyle açıkladı:
    "Yâ Resûlallah! Allah, üzerine insan ayağı basmasın, yahut yeryüzündeki pislikler üzerine düşmesin diye gölgenizi yere düşürmekten korumaktadır.
    "Böyle gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da sizin âilenizin namusunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân verir?"
    Hz. Ali de kanaatini şöyle ifâde etti:
    "Yâ Resûlallah! Bir gün bize namaz kıldırıyordun. Namaz içinde iken, ayakkabılarını çıkartmıştınız. Size uyarak biz de çıkartmıştık.
    "Namaz bitince, ayakkabılarımızı çıkarmanın sebebini bize sormuştun. Biz de sana uymuş olmak için çıkardığımızı söylemiştik. Bunun üzerine siz; 'Temiz olmadıkları için, onları çıkarmamı bana Cebrâil emretti' demiştiniz.
    "Böyle ayakkabılarına bulaşan pislik, size bildirildiği ve onları pislik bulaşığından dolayı çıkarmanız size emredildiği halde, âilenize, namus kirletecek kötülüklerden bir şey bulaşsın da, onu çıkarmanız için size emredilmesin, olur mu hiç?"119
    Resûl-i Ekrem Efendimiz bu arada, Hz. Âişe Vâlidemizin hizmetçisi Hz. Berire'nin de görüşünü sordu.
    Hz. Berire, " Yâ Resûlallah," dedi, "seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben onun hakkında hayırdan başka birşey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sadece şunu söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir kadındı. Ev halkının hamurunu yoğururken uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi.120
    Hz. Zeyneb (r.a.) Peygamberimizin zevceleri arasında güzelliği ve Efendimiz yanındaki mevkii ile kendisini Hz. Âişe Vâlidemizle eşit görür ve zaman zaman rekabet ederdi. Buna rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamış, Resûlullah bu hususta onun görüşünü sorunca, şu cevabı vermişti:
    "Yâ Resûlallah! Ben işitmediğimi 'işittim' demekten, kulağıma gelmeyeni 'duydum' demekten kulağımı; ve görmediğimi 'gördüm' demekten gözümü korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum."121
    Peygamberimizin Hitâbesi
    Aslında Resûl-i Ekrem Efendimiz, zevcesi Hz. Âişe'nin böyle bir isnaddan uzak olduğunu çok iyi biliyordu. Ancak böylesine hâince ve sinsice plânlı bir iftiranın halk arasında yayılması, kendisini son derece üzmüştü. Bu, Hz. Âişe'ye karşı ister istemez tavrını değiştirmesine sebep olmuştu. Nitekim, mescidde irad ettiği hutbede bunu açıkça ifade ediyordu:
    "Ey Müslümanlar cemâatı! Âilem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Halbuki, vallahi ben, âilem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. İftiracılar öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki, ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum."122
    Peygamberimizin, Hz. Âişe İle Konuşması
    Hz. Aişe'ye iftirâ edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen, Resûl-i Ekrem Efendimize (a.s.m.) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi.
    Mescidde Ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Selâm verdikten sonra, Hz. Âişe'nin yanına oturdu ve şöyle dedi:
    "Ey Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnadlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan beri ve uzak tuttuğunu açıklar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah'tan af dile ve Ona tevbe et! Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele buyurur."
    Hz. Âişe o andaki durumunu da şöyle anlatır:
    "Resûlullah (a.s.m.) sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi. Öyle ki, göz yaşından birtek damla bulamıyordum. Hemen babama dönüp, Resûlullaha bu hususta benim tarafımdan cevap ver' dedim.
    "Babam, 'Vallahi kızım! Resûlullaha (a.s.m.) ne diyeceğimi bilemiyorum' dedi.
    "Sonra anneme döndüm, Resûlullaha bu hususta benim tarafımdan cevap ver' dedim.
    "O da, 'Vallahi, ben de Resûlullaha ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi."123
    Baba ve annesi Resûlullaha herhangi bir cevapta bulunmayınca, Hz. Âişe bizzat konuşmak mecburiyetinde kaldı. Şehâdet getirip, Cenâb-ı Hakka hamd ve senâda bulunduktan sonra, "Vallahi," dedi. "Ben anladım ki, siz halkın yaptığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ, onlara inanmış gibisiniz!
    "Şimdi, ben, size o kötülükten uzağım, desemki Allah biliyor, uzağımdır beni doğrulamazsınız!
    "Farazâ, ben, kötü bir iş yaptım(!) desem ki Allah biliyor, ben böyle bir şeyden uzağım siz, beni hemen tasdik edersiniz!
    "Vallahi, ben kendim için de, sizin için de Yâkub'un (a.s.) oğulları ile olan misâlinden başka getirecek misâl bulamıyorum. Nitekim, zaman o, '... Artık, bana düşen güzel bir sabırdır. Söylediklerinize karşı ancak Allah'tan yardım istenir'124 demişti."125
    Peygamberimize Vahyin Gelişi
    Henüz Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:
    "Resûlullahı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü. Nitekim, vahiy sırasında kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü.
    "Resûlullahın (a.s.m.) üzerine elbisesi örtüldü. Başının altına da deriden bir yastık konuldu.
    "Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü, o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlanın bana zulmetmeyeceğini biliyordum.
    "Annemle babamın ise, halkın ağzında dolaşan dedikodular, Allah tarafından doğrulanacak diye, korkularından ödleri kopuyor, cansız düşüvereceklerini sanıyordum."126
    Vahiy hâli, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin üzerinden kalkınca, sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe'ye, "Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni kesin olarak tebrik etti! Yapılan iftiradan beri ve uzak kıldı" dedi.127 Hz. Ebû Bekir de son derece sevindi. Yerinden kalkıp kızı Hz. Âişe'nin başını öptü.
    İnen Âyetler
    Cenâb-ı Hak, konu ile ilgili olarak Resûlüne indirdiği âyet-i kerimelerde şöyle buyurdu:
    "İftirâyı atanlar, içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir hayırdır; böyle imtihanlar sizin sevâba erişmeniz için birer vesile teşkil eder. İftirâ atanların herbirinin, o günahtan kazandığı bir hisse vardır. Onlardan günahın büyüğünü üzerine alan kimse için ise pek büyük bir azap vardır. "O iftirâyı işittiğinizde, mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların, kendileri hakkında hayır düşündükleri gibi mü'min kardeşleri hakkında da hayır düşünerek, 'Bu apaçık bir iftirâdır" demeleri gerekmez miydi?
    "Bu iftirâyı ispat etmek için dört şâhit getirmeli değiller miydi? Mâdem şâhit getirmediler; o halde Allah katında onlar yalancıların tâ kendileridir.
    "Eğer dünyada ve âhirette Allah'ın lûtuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu.
    "O zaman siz o iftirâyı dilden dile naklediyor ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınıza alıp söylüyor, bunu da basit bir iş sayıyordunuz. Halbuki o, Allah katında pek büyük bir günahtır.
    "Onu işittiğinizde, 'Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftirâdır' demeniz gerekmez miydi?
    "Gerçek mü'minlerseniz, Allah size bir daha böyle bir günaha aslâ dönmemenizi öğüt veriyor.
    "Âyetlerini de Allah size böylece açıklıyor, Allah herşeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır.
    "Îmân edenler hakkında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından hoşlananlar için dünyada da, âhirette de pek acı bir azap vardır. Allah herşeyi bilir; siz ise bilmezsiniz.
    "Eğer üzerinizde Allah'ın lûtuf ve rahmeti olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve pek merhametli olmasaydı, helâk olup giderdiniz."128
    Böylece Cenâb-ı Hak vahiy ile Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftirâdan ibaret olduğunu haber vererek, hem Resûlünün temiz ruhunu ve pâk vicdanını üzüntüden kurtardı, hem Hz. Ebû Bekir'in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsâade etmedi, hem de Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.
    En Üstün Berâet
    Birgün Hz. Abdullah bin Abbas'tan Hz. Âişe (r.a.) ile ilgili âyetlerin tefsiri sorulmuştu. Şu izahta bulunmuşlardı:
    "Yüce Allah, dördü, dört şeyle berâet ettirmiş, yapılan iftirâlardan onları temize çıkarmıştır:
    "1.Hz. Yûsuf u, Züleyhâ'nın kendi ehlinden getirilen bir şâhidin dili ile berâet ettirmiştir.
    "2.Hz. Mûsâ'yı, Yahudîlerin dedikodularından, elbisesini alıp getiren taşla berâet ettirmiştir.
    "3.Hz. Meryem'i, kucağındaki oğlunu dile getirip, 'Ben Allah'ın kuluyum' diye söyletmek sûretiyle temize çıkarmıştır.
    "4.Hz. Âişe'yi ise, Yüce Allah, kıyâmete kadar bâkî kalacak kadar i'câzkâr kitabı Kur'ân'daki o azametli âyetlerle berâet ettirmiştir ki, bu derecede belâgatlı temize çıkarmanın benzeri görülmemiştir. Bakınız ki, bununla diğer berâet ettirmeler arasındaki büyük ve üstün farkı görünüz.
    "Yüce Allah, bunu ancak Resûlünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır."129
    İftirâcıların Cezaya Çarptırılmaları
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, konu ile ilgili vahiy geldikten sonra çıkıp halka bir hutbe irâd etti. Sonra da gelen Kur'ân âyetlerini onlara okudu.
    Bilâhare, yapılan iftirâyı dilleriyle yaymakta en çok ileri giden Mıstah bin Üsâse, Hassan bin Sâbit ile Hamme binti Cahş'a had vurulmasını emretti. İftirâcılara had olarak seksener kamçı vuruldu.130





    110. Buharî, 3:154.
    111.A.g.e.,3:154.
    112. Sîre, 3:310-311; Müslim, 8:113-114.
    113. Taberî, 18:89.
    114. Sîre, 3:311.
    115. Ahzab Sûresi, 6:53.
    116. Müslim, 8:114.
    117. Sîre, 3:311-312; Müslim, 8:114; Tirmizî, 5:332-333.
    118. Sîre, 3:311-312; Müslim, 8:115; Tirmizî, 5:332-333.
    119. İnsanü'l-Uyûn, 2:624-625.
    120. Sîre, 3:313-314; Müslim, 8:115,
    121. Müslim, 8:118.
    122. Sîre, 3:312; Müslim, 8:115i Tirmizî, 5:332.
    123. Müslim, 8:116; Müsned, 6:197.
    124. Yusuf Sûresi, 18.
    125. Müslim, 8:116.
    126. Sîre, 3:315; Müslim, 8:117.
    127. Müslim, 8:117; Müsned, 6:197
    128. Nûr Sûresi, 11-20.
    129. Nesefî, 3:138.
    130. Sîre, 3:315; Müsned, 6:35.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #44
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN HZ CÜVEYRİYE İLE EVLENMESİ



    Hz. Cüveyriye, Benî Müstalık Kabilesi reisi Hâris bin Ebî Dırar'ın kızı idi. Müreysi Gazâsında alınan esirlerden biri de kendisiydi. Kocası Müsafi bin Safvan Peygamberimizin amansız düşmanlarından biri idi. Harpte öldürülünce Hz. Cüveyriye dul kalmıştı.
    Esirler, mücahidler arasında bölüştürüldüğü zaman, Hz. Cüveyriye, Sabit bin Kays ile amcası oğlunun hissesine düşmüştü.102
    Hz. Cüveyriye, Sabit bin Kays'la anlaşmış, kesişme yapmıştı.* Tayin edilen fidyeyi ödediği takdirde hürriyetine kavuşacaktı. Fakat, fidye ödeyecek imkânı yoktu. Bu sebeple Peygamber Efendimize müracaat etti ve kurtuluş fidyesinin ödenmesi hususunda yardım talebinde bulundu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, "Sana, bundan daha hayırlı olan yok mudur?" diye sordu.
    Beklenmedik bir soruya muhatap olan Hz. Cüveyriye birden şaşırdı. Hürriyetine kavuşmaktan, tekrar anne babasına, yurduna varmaktan daha hayırlı ne olabilirdi?
    Bir anlık bir tereddütten sonra, "Yâ Resûlallah!" dedi. "Hakkımda yapacağınız bundan daha hayırlı şey nedir?"
    Peygamber Efendimiz, "Senin kurtuluş fidyeni ödeyerek seni zevceliğe kabul etmemdir" buyurdu.
    Hz. Cüveyriye Bütün bütün şaşırdı. Esaretten kurtulduğu gibi, böylesine büyük bir şerefe de nâil olacaktı. Bir an kendi âlemine daldı. Peygamber Efendimizin yurtlarına varmadan bir kaç gün önceki rüyasını hatırladı: Ay Medine'den sanki yürüyüp gömleğine girmişti.103
    Bir anlık bir şaşkınlıktan sonra, yüzünde sevinç alâmetleri belirdi. Peygamberimizin teklifine cevabı şu oldu:
    "Yâ Resûlallah! Eğer, beni bu şerefe nâil ederseniz, şüphesiz benim için bundan daha hayırlı bir devlet ve saâdet olamaz!" 104
    Hâris bin Ebî Dırar'ın Müslüman Olması
    Hz. Cüveyriye'nin babası Hâris bin Ebî Dırar da o sırada, kızını kurtarmak için yanına develer alarak Medine'ye doğru yola çıkmış idi. Akik Vadisine varınca develerine baktı. Kıyamadığı ikisini vadide iki dağ arasında kuytu bir yerde sakladı. Sonra Peygamber Efendimizin huzuruna geldi, "Yâ Muhammed! Kızımı esir almışsınız. Şunlar onun kurtuluş fidyesidir" dedi.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, "Akik'ten, filan dağlar arasında, filan kuytuya saklamış olduğun iki deveyi neden getirmedin" diye sordu.
    Hâris birden şaşırdı. Hiç kimse develeri oraya saklamış olduğunu bilmiyordu. Artık beklemek mânâsızdı. Derhal "Ben, şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhakkak sen de Allah'ın Resûlüsün. Vallahi, yaptığımı Allah'tan başka kimse bilmiyordu" diyerek Müslüman oldu. Onunla birlikte, iki oğlu ve kavminden yanında bulunanlar da orada Müslüman oldular.105
    Peygamberimiz, Sabit bin Kays'a (r.a.) haber gönderip, durumu kendisine arzetti. Hz. Cüveyriye'yi kendisinden istedi. Sabit bin Kays tereddüt göstermeden, "Babam anam sana fedâ olsun yâ Resûlallah, sana onu bağışladım" dedi.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, kurtuluş fidyesini ödeyerek Hz. Cüveyriye'yi babasına teslim etti.
    Hz. Cüveyriye'nin Peygamberimizle Evlenmesi
    Müslüman olan Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe kabul etmek üzere Peygamber Efendimiz onu babası Hâris bin Ebî Dırar'dan istedi. Baba Hâris buna muvafakat gösterdi.
    Peygamber Efendimiz, dört yüz dirhem mehir vererek Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe aldı.106
    Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe aldığını gören Ashab-ı Kiram, "Resûlullahın zevcesinin akraba ve taallûkan artık esir kalmamalıdır" diyerek ellerindeki Bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu esirler arasında sadece yüz tane kadın vardı.
    Bunun için Hz. Âişe der ki: "Ben, kavmi için Cüveyriye'den daha hayırlı, daha mübârek bir kadın bilmiyorum."107
    Gerçekten de Hz. Cüveyriye bahtiyar bir kadındı. Bir günde esir iken hem Resûl-i Ekrem Efendimize zevce olma şerefi ve saadetine erdi, hem de kavminin esaretten kurtulmasına sebep oldu.
    Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye'yi eş olarak aldığını duyan Müstalıkoğullarından birçok kimse de, bu mürüvvet ve alicenaplığa hayran kalıp, Medine'ye gelerek Müslüman oldular.
    Peygamber Efendimizin Bütün evliliklerinde ayrı ayrı hikmet ve maslahatlar vardır. Bu evliliğinde içtimâî bir hikmet ve maslahatı göz önünde bulundurmuştur. O da, kalbleri kendisine ve İslâma ısındırmak, kabileleri akrabalık bağı kurarak etrafında toplamak, kendisine ve İslâma yardımcı kılmaktı. Malûmdur ki, insan bir kabileden veya bir aşiretten evlendiği zaman, onun ile o kabile veya aşiret arasında bir yakınlık meydana gelir. Bu da, tabiî olarak onları o insanın yardımına koşturur.
    İşte, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Cüveyriye ile evlenmesinde bu maksat ve gayeyi gütmüştür. Ve bunda görüldüğü gibi muvaffak da olmuştur.
    Hz. Cüveyriye'nin Asıl Adı
    Hz. Cüveyriye'nin asıl adı Berre idi. Bu ismi beğenmeyen Resûl-i Ekrem Efendimiz, evlendikten sonra, "kadıncık" veya "kızcağız" mânâsına gelen Cüveyriye ismini taktı.108
    Hz. Cüveyriye, son derece takvâ sahibi idi. Yoksullara, fakirlere karşı son derece şefkatli, merhametli davranırdı. Yemez, başkasına yedirir; içmez, başkasına içirirdi. Bir gün Resûl-i Ekrem odasına giderek, "Yiyecek bir şey var mı?" diye sormuştu.
    Hz. Cüveyriye, "Hayır, yâ Resûlallah! Yanımda yiyecek birşey yok. Sadece bir davar kemiği vardı ki, onu da kadın azadlımıza sadaka olarak verdim"109 cevabını vermişti.Hz. Cüveyriye, hicretin 57. yılında vefat etti. Baki mezarlığına defnedildi.

    102. Sîre, 3:307; Tabakât, 8:116.
    * Kesişme yapmak; bir esirin tayin edilen muayyen miktarı kazanıp efendisine vererek, esirlikten kurtulmaya kendini müsait hale getirmesi demektir.




    103. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:303.
    104. Sîre, 3:307; Tabakât, 8:117.
    105. Sîre, 3:308.
    106. A.g.e., 3:308.
    107. Sîre, 3:308; Tabakât, 8:177.
    108. Tabakât, 8:118.
    109. Müsned, 6:430.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #45
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN HZ ZEYNEP BİNT-İ CAHŞ'LA EVLENMESİ



    Hicretin 5. senesi, Zilkâde ayı.
    Hz. Zeynep binti Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme binti Abdülmuttalib'in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin evladlık edindiği Hz. Zeyd bin Hârise ile evlenmişti. Bu evliliğin dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz yapmıştı.62
    Hz. Zeynep ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri halde sırf Peygamber Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi.
    Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeynep'i kendisine mânen küfüv (denk) bulmuyordu. Bu durum mânevî imtizaçsızlığa sebep oluyordu. Nitekim evliliklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber Efendimize gelerek, "Yâ Resûlallah! Ben, âilemden ayrılmak istiyorum" dedi.
    Peygamberimizin cevaben, "Zevceni tut boşama! Allah'tan kork" buyurdu.63
    Fakat Hz. Zeyd, ferasetiyle Hz. Zeynep'in yüksek bir ahlâkta yaratılmış olduğunu ve bir peygamber hanımı olacak fıtratta bulunduğunu hissetmişti. Kendisini de ona zevc olacak fıtratta mânen küfüv bulmadığı için boşadı.
    Peygamber Efendimiz, mânevî geçimsizlik sebebiyle Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep arasındaki evliliğin son bulmasından son derece üzüldü. Çünkü, bu evliliği kendisi arzu etmişti. Durumun düzeltilmesi, mahzun Zeynep (r.a.) ile hâdiseden dolayı üzülen akrabalarının gönlünün alınması gerekiyordu.
    Hz. Zeynep'in iddeti (boşandıktan sonra beklemesi gereken müddet) dolmuştu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz birgün Hz. Âişe Validemizle oturmuş sohbet ediyordu. Bu esnada kendisine vahiy geldi. İnen âyetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyordu:
    "Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikâhladıktâ ki evlâtlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmayacağı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir.
    "Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yerine getirmesinde Peygamber için bir vebâl yoktur. Daha önce geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın emri, tâyin edilmiş ve değişmez bir hükümdür."64
    Vahiy hali sona erince, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) gülümsedi, "Allah'ın, onu bana gökte nikâhladığını, Zeynep'e, kim gidip müjdeler?" buyurdu.
    Âyet-i kerimelerden açıkça anlaşılacağı gibi, Cenâb-ı Hak, Hz. Zeynep'i zevceliğe alması için Peygamberimize emir vermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu emre uyarak Hz. Zeynep'i zevceliğe almıştır. Âyet-i kerimedeki "Biz onu sana zevce yaptık" beyanı bu nikâhın bir akdi semavi olduğuna açıkça delâlet ediyor. Demek ki, bu nikâh, harikulâde, örf ve zahiri muâmelelerin üstünde sırf Allah'ın emriyledir ki, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Allah'ın emrine boyun eğmiştir. Nefsî arzularla hiçbir ilgisi yoktur.
    Bu evliliğin mühim bir hikmeti
    Cenâb-ı Hakkın emriyle, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) Hz. Zeynep arasında kurulan bu evliliğin ehemmiyetli bir şer'i hükmü olduğu gibi, Bütün mü'minleri ilgilendiren bir hikmet ve fayda tarafı da vardı. Bu da konu ile ilgili gelen vahyin: "Tâ ki, evlâtlıklarını, kendilerinden alâkalarını kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine günah olmasın" meâlindeki kısmında beyan buyurulmuştur.
    Çünkü, Cahiliyye Devrinde, bir kimse birisini evlât edindiği zaman, halk, evlâtlığı, onun adıyla anar ve evlâtlık, öz evlât gibi o kimsenin mirasından faydalanırdı. Haliyle bu inanca göre, evlâtlığın boşadığı kadını, onu evlât edinen kimse alamazdı, bu haramdı.
    İşte, Peygamber Efendimizin, Allah Teâlânın emrine uyarak, Hz. Zeynep'i zevceliğe almasıyla Cahiliyye Devrinin bu inanç ve âdetinin bâtıl olduğunu ortaya kondu. Böyle bir durumda mü'minler için de vebâl ve günahın söz konusu olamayacağı belirtildi.
    Münafıkların Dedikoduları
    Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hz. Zeynep'le evlenince, her meselede fırsat kollayıp, Müslümanlar arasında fitne ve fesatı çıkarmaya can atan münafıklar, bu meselede de ileri geri konuşmaya başladılar. Cahiliyye Devri inancına göre, evlâtlığın boşadığı karısını almayı haram sayıp, bunu Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) aleyhinde dedikodu vesilesi yapıp, "Muhammed, evlâdın karısıyla evlenmeyi haram kıldı. Kendisi ise oğlu Zeyd'in boşadığı karısıyla evlendi" diyerek yaygaraya başladılar.65 Gelen vahiy bu hususa da açık bir şekilde şöyle cevap veriyordu.66
    "Muhammed hiçbirinizin babası değildir; o Allah'ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncudur. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir."67
    Peygamberlerin, ümmetlerine bir baba gibi nazar ve hitapları risâlet vazifesi itibariyledir, beşeri şahsiyetleri itibariyle değildir. Bu bakımdan, elbette onlardan zevce almanın uygun olmayacağından bahsedilemez. Kur'ânı Kerim, zihinlerde bu hususta uyanacak herhangi bir istifhamı bertaraf etmek maksadıyla, meâlini aldığımız son âyet-i kerime ile mânen şöyle demektedir:
    "Peygamber rahmeti İlâhiye hesabıyla size şefkat eder, pederâne muâmele eder ve risâlet namına siz Onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyeti insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin! Ve sizlere 'oğlum' dese, ahkâmı şeriat itibariyle siz onun evlâdı olamazsınız!"68
    Böyle bir çok cihetlerden hikmetleri bulunan ve hayırlara vesile olan bu pâk ve nezih evliliğe toz kondurmak ve bununla da Resûl-i Kibriyâ Efendimizin yüce şahsiyetine gölge düşürmek niyetiyle çırpınıp duranların, hüsni niyetten ne kadar uzak ve maksadı hareket ettikleri, elbette ki, bu izahlarımız neticesinde, basiret ve feraset sahibi mü'minlerin gözünden kaçmaz.
    Düğün Ziyafeti Ve Bir Mu'cîze
    Evliliklerinde Ashabına düğün ziyafeti tertiplemek, Resûl-i Ekrem Efendimizin bir âdeti idi. Bu âdet, Müslümanlar arasında da günümüze kadar sünnet olarak devam edip gelmiştir.
    Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Zeynep'le evlendiği gün, Enes bin Mâlik'in annesi Ümmü Süleym, kendilerine yağda kavrulmuş biraz Medine hurması gönderdi. Gönderilen hurma küçük bir kap içinde ancak Peygamber Efendimiz ve Hz. Zeynep'e kâfi gelebilecek kadardı.
    Hâdiseyi, bu bir avuç hurmayı getiren "Hâdimi Nebevî" ünvaniyle şöhret bulan Hz. Enes bin Mâlik şöyle anlatır:
    "Nebî (a.s.m.) götürdüğümü kabul etti ve 'Bana, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi (r.a.) çağır' diye emretti. Bu arada daha birçok kimsenin ismini zikretti. Resûlullahın azıcık bir yiyecek için birçok kimseyi çağırmayı bana emretmesine şaştım. Ama emrine aykırı hareket edemezdim. Onların hepsini çağırdım.
    "Bu sefer, 'Bak, Mescid'de kim varsa, onları da çağır' dedi. Öyle yaptım. Mescid'e gidip, orada namaz kılan kimi buldumsa onlara, 'Resûlullahın düğün ziyafetine buyurunuz' dedim.
    "Geldiler. Nihayet sofra doldu. Bana, 'Mescid'de kimse kalmadı mı?' diye sordu. 'Hayır' dedim.
    "Bu sefer, 'Bak, yolda kim varsa, onları da çağır' dedi.
    "Çağırdım. Odalar da doldu. 'Gelmeyen kimse kaldı mı?' diye sordular.
    "Hayır, yâ Resûlallah!" dedim.
    "'Haydi çanağı getir' buyurdu.
    "Getirip önüne koydum. Elini çanağın üzerine koyup bereket duâsında bulundu. Bundan sonra, 'Onar onar halkalansınlar ve herkes kendi önünden yesin' buyurdu.
    "Dâvetliler emredilen şekil üzere oturarak doyuncaya kadar yediler. Böylece bütün dâvetliler bölük bölük gelip yiyip gittiler."Ben çanaktaki hurmaya bakıyordum. Sofada ve odalarda bulunanların hepsi ondan doyuncaya kadar yedikleri halde çanaktaki hurma getirdiğim gibi duruyordu.
    "Resûlullah bana, 'Ey Enes! Kaldır' diye emretti.
    "Ben de çanağı kaldırdım. Sonra da annemin yanına vardım. Hâdiseyi. olduğu gibi anlattım. Annem de bana, 'Hiç hayret etmene gerek yok! Eğer, Allah ondan bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarlardı' dedi."69
    Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) dini, dâveti ve risaleti umumî olduğu için, hemen hemen Kâinatın her nevinden mucîzelere mazhar olmuştur. Duâsıyla yemeklerin bereketlenmesi hususunda da birçok mucîzeler göstermiştir. Mevzu ile ilgisi bakımından bu mucîzeyi burada naklettik. Ve, duâ ediyoruz:
    "Yâ Rab! Resûl-i Ekremin (a.s.m.) bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan eyle!"
    Hicâb Âyetinin Nâzil Olması
    Hz. Zeynep'in düğün yemeğine dâvet edilenler, dağılmış, sadece üç kişi kalmıştı. Bunlar oturup konuşmaya dalmışlardı. Peygamber Efendimiz bu durumdan hoşlanmadı. Kalkıp Hz. Âişe'nin odasına kadar gitti. Sonra birbiri ardınca Ezvâc-ı Tâhiratın da odalarına uğradı. Biraz sonra konuşanlar gitmişlerdir zannıyla döndü. Fakat, onlar hâlâ konuşmalarına devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara birşey diyemedi. Tekrar, Hz. Aişe Vâlidemizin odasına doğru gider gibi davrandı. Bu sırada onlar da kalkıp gittiler. Peygamber Efendimize haber verilince hemen geri döndü. Hücre-i Saâdete girdi.
    Daha önceleri de Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah! Hanımlarınızı perde arkasına alsanız. Zira, huzurunuza her çeşit insan gelir, gider" derdi. Fakat, Cenâb-ı Hak tarafından herhangi bir emir gelmediğinden Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Ömer'in bu sözüne karşı sükût ederdi. Hattâ bir gün Ezvâc-ı Tâhirattan Hz. Sevde'yi dışarda görmüş ve "Ey Sevde! Biz seni tanıdık" demişti.70 Bu sözü, Hicab hakkında İlâhî emrin gelmesini şiddetle arzu etdiği için sarfetmişti.
    Hz. Zeyneb'in düğün yemeğinde de yukarıda bahsettiğimiz hâdise meydana gelince, hicâb âyeti nâzil oldu:
    "Ey îmân edenler! Yemek için dâvet olunmadan Peygamberin evine girip de orada yemek vaktini beklemeyin. Dâvet edildiğinizde ise girin; fakat yemeğinizi yedikten sonra sohbete dalmadan dağılın. Bu hareketleriniz Peygambere eziyet verir; o da size bunu açıklamaktan sıkılır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. Peygamberin hanımlarından birşey istediğinizde de perde arkasından isteyin. Hem sizin kalbiniz, hem de onların kalbi için bu daha temiz bir harekettir. Ne Allah'ın Resûlüne eziyet vermeniz, ne de ölümünden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız size ebediyen câiz değildir. Muhakkak ki bu Allah katında pek büyük bir günahtır."71
    Nâzil olan bu âyet-i kerimeyi Peygamber Efendimiz dışarı çıkıp halka okudu. Bunun üzerine Ezvâc-ı Tâhirat da perde arkasına çekildiler.72
    Bundan sonra, neseb ve süt emme yönünden akraba olanlarla, hizmetçi ve hürriyetlerine kavuşmak için anlaşma yapmış bulunanlar dışındakilerle Ezvâc-ı Tâhirat gerektiği zaman ancak perde arkasında konuşur görüşürlerdi.73
    Bir gün Peygamber Efendimizin yanında Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Meymune bulunuyordu. Bu esnada âmâ olan Abdullah ibni Ümmi Mektum (r.a.) içeri girdi. Peygamberimiz hanımlarına, "Perde arkasına çekiliniz" diye emretti.
    Onlar, "Yâ Resûlallah, o âmâ değil midir? Gözleri görmez ve bizi tanımaz" dediler.
    Peygamber Efendimiz, "Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?" buyurdu.74
    Müslüman Kadınlara Tesettürün Emredilmesi
    Bir kısım edepsiz münafıklar, köle kadınlara sataşırlardı. Zaman zaman sâir kadınları da, köle zannıyla rahatsız ederlerdi.
    Bunların, mü'minlerin hanımlarını da rahatsız ettikleri olurdu. Neden böyle yaptıkları sorulduğunda ise, "Biz onları köle sanmıştık" diyerek mazeret uydururlardı.
    Bu hâdiseler üzerine Müslüman kadınların örtünmelerini emreden şu âyet-i kerime nâzil oldu:
    "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların hür ve iffetli hanımlar olarak tanınmaları ve eziyete uğramamaları için daha uygundur."75

    62. Tabakât, 8:101.
    63. A.g.e., 8:101; Tirmizî, Sünen, 5:354; ibn-i Kesir, Tefsir, 3:491.
    64. Ahzab Sûresi, 37-38.
    65. Cahiliyye Devrinin bu evlâd edinme âdeti Kur'ân-ı Kerîmin şu mealdeki âyet-i kelimeleriyle ortadan kaldırılmıştır. '... Allah evlâtlıklarınızı, oğullarınız hükmünde kılmamıştır. Bunlar sizin ağzmızdaki mânâsız bir sözden ibarettir. Allah ise hakkı bildiriyor ve kullarını doğru yola iletiyor.
    'Onları kendi babalarına nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zâten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bu hususta unutarak veya bilmeyerek yaptığınız hatadan dolayı sizin için bir günah yoktur; siz ancak kasten yaptıklarınızdan mes'ulsünüz. Allah ise çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.' (Ahzab Sûresi, 4-5.)





    66. Tirmizî, Sünen, 5:352.
    67. Ahzab Sûresi, 40.
    68. Mektûbat, s. 28-29.
    69. Müslim, 2:1051.
    70. A.g.e., 4:151.
    71. Ahzab Sûresi, 53.
    72. Müslim, 4:151.
    73. Tabakât, 8:177.
    74. A.g.e., 8:178.
    75. Ahzab Sûresi, 59.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #46
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HİCRİ DÖRDÜNCÜ SENENİN DİĞER MÜHİM BAZI HÂDİSELERİ



    İçki Haram Kılındı
    İçki, hicretin dördüncü yılında, Benî Nadir Yahudîlerinin yurtlarında sürgün edip çıkarıldıkları sırada haram kılınıp yasaklandı.
    İçki üç safhada inen âyetlerle haram kılındı.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz Medine'ye teşrif ettikleri zaman Müslümanlar arasında da içki içiliyor, kumar oynanıyordu.Peygamber Efendimiz gelince, ondan içkinin ve kumarın hükmünü sordular. O sırada Hz. Ömer de, "Yâ Rabbi! İçki hakkında bize, açık ve kesin bir beyânda bulun" diye duâ etti.
    Bir müddet sonra, "Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar: De ki; 'Onlarda büyük günâh ve hem insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günahları, faydalarından daha büyüktür..."46 meâlindeki âyet-i kerime nazil oldu.
    Bunun üzerine Müslümanlardan bir kısmı zararından dolayı içkiyi bıraktı, bir kısmı ise içmeye devam etti.
    Ancak, içenler arasında bu arada bazı nâhoş durumlar meydana geldi. Hatta Ashabdan biri, akşam namazını kıldırırken, kıraâti yanlış ve ters mânâ çıkacak şekilde karıştırdı.
    Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım, içki hakkında bize açık ve kesin bir beyânda bulun" diye duâ etti.
    Çok geçmeden şu âyet-i kerime nazil oldu:
    "Ey îmân edenler! Sarhoş olduğunuz zaman ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp olduğunuz zaman da eğer yolcu değilseniz, gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın."47
    Bu da yasağın ikinci safhasını teşkil ediyordu.
    Bu âna kadar Müslümanlar arasında da bir hayli içki içen vardı. Bunun üzerine Müslümanlar, "Yâ Resûlallah, biz, namaz vakti yaklaşınca içki içmeyiz" dediler.
    Peygamber Efendimiz, onlara cevap vermeyip sustu.
    Namaz kılınacağı zaman da Resûl-i Kibriyâ Efendimizin emriyle "Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın" diye nidâ edilirdi.
    Buna rağmen Müslümanın biri akşamleyin içki içip namaza geldi.
    Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım, içki hakkında bize açık ve kesin bir beyânda bulun" diye duâ etti. O zaman da şu âyet-i kerime nâzil oldu.
    "Ey îmân edenler! İçki, kumar, putlar ve kısmet çekilen fal okları hep şeytanın işinden birer pisliktir ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
    "Şüphesiz şeytan, içki ve kumarla, aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz, değil mi?"48
    Bundan sonra Müslümanlar, "Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz" dediler.
    Bu da içki yasağının üçüncü safhasıydı. Ve, böylece içki bütün Müslümanlara haram kılınıyordu.
    Bu âyetlerin nâzil olması üzerine Peygamberimizin emriyle tellal, "Haberiniz olsun ki; içki haram kılınmıştır" diyerek Medine sokaklarından nidâ etti.
    Bu emri duyan Müslümanlar evlerinde bulunan bütün içkileri derhal döktüler. Dökülen içkiler, Medine sokaklarından sel gibi aktı.
    Konu ile ilgili bir kaç hadîsi de nakledelim:
    "Muhakkak ki Allah, içkiye, onu yapana, yapılan yere, onu içene, içirene, taşıyana, taşıtana, satana, satın alana, onun bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir."49
    "Her sarhoş edici şey içkidir ve her sarhoş edici içki haramdır.
    "Kim dünyada devamlı içki içer ve tevbe etmeden ölürse, âhirette o kimse, âhiret şerbeti içemez!"50
    "İçkiden uzak durunuz! Çünkü, o, her kötülüğün anahtarıdır."51
    "İçki, bütün murdarlıkların, kötülüklerin anasıdır."
    52
    "Çoğu sarhoş edenin, azı da haramdır."53
    Ezvâc-ı Tahirattan Hz. Zeynet bint-i Huzeyme Vefât Etti
    Peygamberimizin zevcesi Hz. Zeynep, İslâmiyetten önceki devirde, yoksul ve muhtaçlara çok acıdığı, şefkat ve merhametli davrandığı, onlara devamlı yemekler yedirdiği ve sadakalar verdiği için ''Ümmü'l-Mesakîn (Miskinler, Düşkünler Annesi)" diye bilinir ve yâd edilirdi. Resûl-i Kibriyâ Efendimizle evliliği Hicretin üçüncü yılı Ramazan ayında olmuştu. Hicretin bu dördüncü yılı Rebiülâhir ayı sonunda ise otuz yaşında iken vefat etti.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, namazını kıldırdıktan sonra onu, Baki kabristanına defnetti. Efendimizin hayatında Hz. Hatice-i Kübrâ ile Hz. Zeynep'ten başka zevcesi vefât etmemiştir!
    Hz. Ali'nin Vâlidesi Fâtıma Hâtun Vefât Etti
    Fâtıma binti Esed, Nebiy-yi Muhterem Efendimizin amcası Ebû Talib'in zevcesi idi. İlk sıralarda Müslüman olmuş ve Medine'ye hicret etmişti. Peygamber Efendimize çocukluğunda büyük hizmetlerde bulunmuştu. Onu çocuklarından daha çok sever ve ihtimam gösterirdi. Peygamber Efendimiz de her zaman onu saygıyla anar, halini, hatırını sorar, onu ziyaret ederdi.
    İşte yüksek ahlâk sahibi bu İslâm kadını, hicretin bu dördüncü yılında Medine'de hakkın rahmetine kavuştu. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona olan sevgi ve saygısını, "Bugün annem, vefât etti" diyerek izhar etmiştir.
    Hz. Ali (r.a.), "Annem Fâtıma binti Esed vefat ettiği zaman Resûlullah (a.s.m.), kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı" demiştir.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu mübârek ve muhterem kadının kabrine de indi ve bir müddet kabrin içinde uzandı. Sonra kabirden çıktı. Gözleri yaşlarla doluydu.
    Müslümanlar, "Yâ Resûlallah," dediler, "biz, senin buna yapmış olduğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik?"
    Nebiy-yi Muhterem Efendimiz şu cevabı verdi:
    "Ebû Talib'den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı, kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de kabirde yanına uzandım."54
    Bundan sonra da Resûl-i Zişan Efendimiz şu duâyı yaptı:
    "Allah sana merhamet etsin ve hayırla mükafatlandırsın.
    "Allah sana rahmet etsin, ey annem!
    "Sen, benim annemden sonra annem idin.
    "Kendin aç durur, beni doyururdun.
    "Kendin giymez, beni giydirirdin.
    "En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın.
    "Allah ki, diriltendir, öldürendir. Hayy ve Kayyumdur, O.
    "Allah'ım! Annem Fâtıma binti Esed'i af ve mağfiret et.
    "Ona hüccet ve delilini anlat! Kabrini genişlet.
    "Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duâmı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!"
    Peygamberimizin Torunu Hz. Hüseyin Dünyaya Geldi
    Hicretin dördüncü yılı Şaban ayında Resûl-i Ekrem Efendimizin torunu, Hz. Ali'nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin Hz. Fâtıma'dan dünyaya geldi.
    Doğumunun yedinci gününde Peygamber Efendimiz bu nur topu torunu için akika kurbanı olarak iki koç kestirdi. Kulağına ezân okuyup ismini koydu ve saçını kestirdi.Torunu Hz. Hasan gibi, Hz. Hüseyin de Nebiy-yi Muhterem Efendimize benzerdi. Bu her iki torunu için Efendimiz: "Allah'ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları"55 diyerek duâ etmiştir.
    Birgün Ebû Eyyûbi'l-Ensarî (r.a.), Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzuruna girdiğinde onun Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'le oynadığını gördü, "Yâ Resûlallah, sen onları çok mu seviyorsun?" diye sorunca Peygamber Efendimiz şu karşılığı vermişti:
    "Nasıl sevmiyeyim ki? Bunlar, benim dünyada kokladığım iki Reyhânımdır."56
    Zeyd Bin Sâbit Arap, İbrani Ve Süryani Yazısını Öğrendi
    Zeyd bin Sabit (r.a.), Hicretten önce Evs ve Hazreç kabileleri arasında Buas günü vuku bulan çarpışmalarda babasının ölmesiyle yetim kalmıştı. O sırada altı yaşında idi.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Bedir'de esir alınan Kureyş müşriklerinden malî durumu kurtuluş fidyesi ödemeye müsait olmayan herbirisinin, Ensar çocuklarından on çocuğa iyice okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakılacaklarını bildirmişti. İşte Zeyd bin Sabit de, o zaman okuma yazma öğrenmiş olan Ensar çocuklarındandı.
    Hz. Zeyd bin Sabit, son derece zeki idi. Hicretin bu dördüncü senesinde Peygamber Efendimiz, kendisine Yahudî yazısını, yani İbraniceyi öğrenmesini emretti ve, "Ben yazılarımı, onların değiştirmeyeceklerinden emin değilim"57 buyurdu.
    Bunun üzerine Hz. Zeyd, 15 gün içinde İbraniceyi öğrendi, hatta onda maharet sahibi oldu. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bundan sonra Yahudîlere birşey yazacağı zaman, onu Hz. Zeyd'e yazdırır, Yahudîlerden gelen yazıları da ona okuturdu.58
    Yine birgün Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Zeyd'e, "Süryaniceyi güzelce okuyup yazabilir misin? Çünkü bana, Süryanice yazılar geliyor" dedi.
    Hz. Zeyd cevaben, "Hayır, iyi okuyup, yazamam" deyince, Peygamber Efendimiz:
    "O halde sen onu iyice öğren" buyurdu.
    Bu emir, üzerine Hz. Zeyd bin Sâbit 17 günde de Süryaniceyi öğrendi.l
    Hz. Osman'ın oğlu Abdullah vefât etti
    Hz. Osman, Habeşistan'a hanımı Hz. Rukiyye ile birlikte hicret etmişti. Orada bir çocukları dünyaya gelmiş ve ismini Abdullah koymuşlardı.
    Abdullah, altı yaşında bulunduğu sırada bir horoz yüzünü gözünü gagaladı. Yüzü gözü şişti. Fenâ halde hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayarak da hicretin dördüncü senesi Cemaziyelevvel ayında vefât etti.
    Bu torununun cenaze namazını bizzat Peygamber Efendimiz kıldırdı.
    Kabrine ise, babası Hz. Osman indirdi.60
    Abdullah'ın mezar taşını diken Resûl-i Kibriyâ Efendimizin gözlerinden yaşlar döküldü. Şöyle buyurdular:
    "Allah Teâla, kullarından, merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!"61





    46. Bakara Sûresi, 219.
    47. Nisa Sûresi, 43.
    48. Mâide Sûresi, 90-91.
    49. Ebû Davud, Sünen, 2:292.
    50. Müslim, 5:100.
    51. Hakim, Müstedrek, 4:145.
    52. Dare Kutnî, Sünen, 4:247.
    53. Ebû Davud, Sünen, 2:294.
    54. İstiâb, 4:1891.
    55. Tirmizî, Sünen, 5:661.
    56. A.g.e., 5:657.
    57. Taberî, 3:42; Müsned, 5:1856.
    58. Ebû Davud, Sünen, 2:286; Tirmizî, Sünen, 5:67-68.
    59. Müsned, 5:182.
    60. Tabakât, 3:53-54.
    61. Belazurî, Ensab, 1:401.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #47
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN HZ ÜMMÜ SELEME İLE EVLENMESİ




    Asıl ismi Hind olan Hz. Ümmü Seleme, Mahzumoğulları Kabilesinden Ümeyye bin Muğire'nin kızı idi. Kocası Abdullah bin Abdü'1Esed, İslâmiyeti kabul etmesinden dolayı müşriklerin ezâ ve cefasına maruz kalınca, Habeşistan'a hicret etmişti. Bir çok Kureyşlinin Müslüman olduğu söylentisi üzerine Mekke'ye dönmüş, ancak haberin asılsız olduğunu öğrenince, binbir güçlükle bu sefer Medine'ye göç etmişti. Habeş ülkesine her iki hicrette de Hz. Ümmü Seleme kocasıyla birlikte bulunmuştu.
    Kocası, Uhud Harbinde yaralanması sonucu hicretin dördüncü yılının Cemaziyelâhir ayı sonuna doğru vefat edince, dört çocuğu ile Hz. Ümmü Seleme dul kalınıştı.
    Hz. Ümmü Seleme, vefâtından biraz önce kocasına, "Duyduğuma göre; Cennetlik kocası ölen Cennetlik bir kadın, sonradan başka birisiyle evlenmezse, muhakkak Allah onu Cennette kocasıyla bir araya getirecektir.
    "Aynı şekilde; Cennetlik karısı ölen, Cennetlik bir koca, sonradan başka birisiyle evlenmezse, muhakkak Allah, onu da Cennette karısıyla bir araya getirecektir" dedikten sonra şu teklifi yapmıştı:
    "O halde gel, seninle sözleşelim. Ne sen benden sonra evlen, ne de ben, senden sonra evleneyim!"
    Fakat, Ebû Seleme bu teklifi kabul etmemiş ve, "Sen benim sözümü dinle; ben öldüğüm zaman sen evlen" demişti.
    Sonra da; şu duâyı yapmıştı:"Allah'ım! Ümmü Seleme'ye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasib et!"42
    Peygamberimizin, Ümmü Seleme İle Konuşması
    Hz. Ümmü Seleme, daha önce Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den gelen evlenme tekliflerini kabul etmemişti. Daha sonra, Peygamber Efendimiz, onu ve yetim çocuklarını himâyesi altına almak için Ümmü Seleme'ye evlenme teklifinde bulundu. Hz. Ümmü Seleme mâzur görülmesini istedi, "Ben hem yaşlı, hem de kıskanç bir kadınım. Aynı zamanda çoluk çocukluyum. Şahid olarak da velilerimden yanımda hiç kimse yoktur" dedi.
    Teklifine bu cevabı veren Hz. Ümmü Seleme'ye bu sefer Peygâmber Efendimiz gitti ve evlenme teklifini bizzat tekrarladı. Sonra da şöyle konuştu:
    "Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun. Halbuki, bir kadına kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir.
    "Yetimlerin annesi olduğunu söyledin. Bunu bil ki, onların geçimleri Allah ve Resûlüne âittir.
    "Kıskanç bir kadınım diyorsun. Bunun da senden izâlesi için Allah'a duâ ederim.
    "Yanında velilerinden kimsenin bulunmadığını söylüyorsun. Onlardan hazır bulunan veya bulunmayanlardan bana razı olmayacak hiçbir kimse yoktur."
    Bunun üzerine Ümmü Seleme yanında bulunan oğluna dönerek, "Kalk yâ Ömer, Resûlullaha beni nikâhla"43 dedi.
    Böylece Cenâbı Hak, Ebû Seleme'nin vefatından önce "Allahım, Ümmü Seleme'ye benden sonra daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasib et"44 duâsını kabul buyurmuş ve Ümmü Seleme'ye insanların en hayırlısına hanım olmayı nasib etmiş oluyordu.
    Resûl-i Ekrem Efendimizle evlendiğinde 44 yaşında bulunan Hz. Ümmü Seleme, Hicretin 59. senesinde 84 yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırdı ve Bakî Mezarlığına defnedildi.45
    Okuma bilen, fakat yazmayı öğrenemeyen Hz. Ümmü Seleme fıkhı iyi bilenler arasında yer alıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimizden rivâyet ettiği hadis sayısı 378'dir.





    42. Tabakât, 8:88.
    43. Tabakât, 8:89-90.
    44. A.g.e., 8:88.
    45. A.g.e., 8:96.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #48
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    Bİ'R-İ MAÜNA FACİASI




    Hicretin 4. senesi, Sefer ayı idi. Benî Âmir Kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Berâ' Âmir bin Mâlik, Peygamberimizi ziyaret maksadıyla Medine'ye geldi. Ebû Berâ, samimi bir insan, Resûl-i Ekrem ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye etmek üzere de iki at ve iki deve getirmişti. Ancak Resûl-i Ekrem, "Ben, müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini istiyorsan Müslüman ol!" diyerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini Müslüman olmaya dâvet etti.
    Ebû Berâ o anda Müslüman olmadı, ama İslâmiyete karşı gösterdiği alâkadan da vazgeçmedi. Peygamber Efendimize, "Yâ Muhammed! Beni dâvet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer Sahabîlerinden birkaçını Kur'an ve Sünneti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki, dâvetini kabul ederler" dedi.12
    Resûl-i Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyordu. Ashabına bir hâinlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu, "Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım" diyerek de bu endişesini izhar etti.
    Ancak Ebû Berâ' teminat verdi. "Onları ben himâyeme aldıktan sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düşmüş?" dedi.
    Ebû Berâ'nın güvenilir, sözüne itimad edilir biri olması, Peygamber Efendimizin endişesini giderdi. Sonunda 40 veya 70 kişiden ibâret irşad heyetini göndermeye karar verdi. Altısı Muhacir, diğerleri Ensardandı. Hepsi de Suffa ehli idi. Başlarına Münzir bin Amr tayin edildi.13
    Peygamber Efendimiz, Ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine verilmek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.
    İrşad ve tebliğ heyeti Bi'r-i Maûna denilen mevkie vardı. Burası Medine'nin doğu tarafına düşen Süleym ile Âmiroğulları yurtları arasında kalan Benî Süleym'e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Resûlullahın mektubunu Amir bin Tufeyl'e götürmek vazifesini, Haram bin Milhan üzerine aldı. Bu Sahabî mektubu getirip ona teslim etti. Ne var ki, mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi Sahabîyi orada şehid etti.13 Aziz şehidin bu adamın darbeleri altındaki son sözleri şunlar oldu:
    "Allahü Ekber! Kâbe'nin Yüce Rabbine yemin olsun ki, kazandım gitti!"15
    Âmir bin Tufeyl, bu ma'sum Sahabîyi şehid etmekle de yetinmedi. Âmiroğullarını heyetteki diğer Sahabîleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak, Âmiroğulları önceden Ebû Berâ, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adamın yardımına yanaşmadılar.
    Benî Âmir'den yardım konusunda red cevap alan Âmir bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kinle dolmuş Süleymanoğullarından bir kaç kabilenin yardımını temin etti. Hep birlikte Maûna Kuyusu mevkiinde olup bitenlerden habersiz bekleyen masum Sahabîleri de şehid etmek üzere harekete geçtiler.
    Bu arada, mektubu götüren Sahabinin geciktiğini gören irşad heyeti, dinlendikleri Maûna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölgesine doğru yol almışlardı. Tam o sırada, karşılarında elleri silahlı kalabalık bir müşrik topluluğu buldular.
    Sahabîler kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara, "Vallahi bizim sizinle hiç bir işimiz yok. Biz sadece Peygamberimizin verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz" dediler.16
    Fakat, kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler.Kararları kesindi. İslâm ve îmânı öğretmek kudsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr Sahabîleri, teker teker şehid edeceklerdi.
    Başlarına gelecekleri fark eden Sahabîler, el açarak Rabb-ı Rahîmlerine şöyle yalvardılar:
    "Ey Rabbimiz! Durumumuzu Resûlüne haber verecek burada kimsemiz yok. Selâmımızı ona Sen ulaştır! Peygamberin vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden razı oldu ve bizi de razı etti."17
    Aynı anda Cebrâil (a.s.) bu kahraman Sahabîlerin selâmını ve durumlarını Resûl-i Kibriyâ Efendimize ulaştırdı. Selâmlarına, "Aleyhimüsselâm" diyerek karşılık veren Resûl-i Ekrem, Ashabına dönerek müşriklerin bu fedakâr kardeşlerini şehid etmek üzere olduklarını haber verdi ve onlar için mağfiret dilemelerini istedi.
    Peygamber Efendimiz, Ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan Sahabîlerin bir kaçı müstesna diğerleri hâin düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehid olmuşlardı. Kurtulan Sahabîlerden ikisi, deve gütmeye gitmişlerdi, biri ise öldü diye şehidler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki Sahabî, bir müddet sonra Bi'r-i Maûna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ürperdiler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Kendine hakim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehid oluncaya kadar kendileriyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, ancak sonradan serbest bırakıldı. Şehidler arasında öldü diye terk edilen Ka'b bin Zeyd Hazretleri ise müşrikler ayrıldıktan sonra, çıkıp Medine'ye geldi.18
    Peygamberimizin Bedduâsı
    Bu seçkin Sahabîlerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden dolayı Peygamber Efendimiz son derece üzüldü.
    Enes bin Mâlik, "Resûlullahın Bi'r-i Maûna'da şehid edilen Ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiç bir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim"19 der.
    Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu canilikte bulunanlara bedduâ etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduâda bulundu:
    "Allah'ım! Mudar kabilelerini kahreyle. Allah'ım! Onların yıllarını Yusuf Peygamberin kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir. Allah'ım! Lihyanoğullarını, Adal, Kare, Zi'b, Rı'l, Zekvan ve Usayya kabilelerini sana havale ediyorum. Zira, onlar Allah'a ve Resûlüne karşı geldiler."20
    Peygamberimiz, bu bedduâsına bir ay boyunca, vakit namazından sonra devam etti. Sahabe-i Kiramda "Âmin" dediler.21
    Fahr-i Kâinatın bu duâsı kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık, kuraklık başladı. Yağışlar, sular kesildi, her taraf yanıp kavruldu. Diğer taraftan Ebû Berâ da Resûl-i Ekrem Efendimizin, "Bu; Ebû Berâ'nın başımıza getirdiği bir iştir" sitemine ve yapmış olduğu himâye taahhüdünün yeğeni Âmir bin Tufeyl tarafından böylesine canice çiğnenmesine tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.
    Ard arda meydana gelen Reci' ve Bi'r-i Maûna faciâlarında seksen kadar güzide Sahabî şehid düşmüştü.
    Faciâdan, Mudarilerden olduğunu söylemekle kurtulan Amr bin Ümeyye, Medine yolunu tuttu. Yolda iki adama rastladı. Bi'r-i Maûna'da Sahabîleri şehid eden kabileye mensub kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını bulup onları öldürdü.
    Medine'ye gelip durumu haber verince, Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Sen ne kötü bir iş yaptın" buyurdu.
    Zira, bu iki kişi Âmiroğullarından idiler ve Medine'ye gelerek Peygamberimizle görüşmüşlerdi. Ayrılırken de Resûl-i Ekrem kendilerine bir emân ve dokunulmazlık yazısı vermişti. İşte Amr'ın öldürdüğü emân verilmiş bu kimselerdi.
    Dokunulmazlık yazısını, öldürülen iki kişiyle Peygamber Efendimizden başkası bilmiyordu. Buna rağmen Resûl-i Ekrem, verdiği sözün, bu sözünden haberi olmayan bu Sahabî tarafından ihlâl edilmesi sebebiyle öldürülenlerin diyetini ödedi. Böylece verdiği söze ve yaptığı antlaşmaya sadakatını göstermiş oldu.






    12. Sîre, 3:193-194; Tabakât, 3:514; Taberî, 3:34.
    13. Sîre, 3:194; Tabakât, 2:52; Buharî, 3:28.
    14. Tabakât, 2:52; Buharî, 3:29.
    15. Buharî, 3:29.
    16. Buharî, 3:28.
    17. Buharî, 3:29; Müslim, 6:45.
    18. Sîre, 3:194; Tabakât, 2:52.
    19. Tabakât, 2:54.
    20. A.g.e., 2:53.
    21. Ebû Davûd, Sünen, 2:68.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #49
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    RECİ' VAK'ASI



    Hicretin 4. senesi, Sefer ayı. Uhud Harbinden sonra Müslümanların harpteki mağlubiyetleriyle zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde İslâmın merkezi Medine'ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler görüldü. Harekete hazırlananlardan biri de Huzeyl Kabilesinden Halid bin Süfyan idi. Medine üzerine yürüyebilmek için hazırlıklarını tamamlamıştı ki, Peygamber Efendimiz durumu haber almıştı. Ashab-ı Suffadan Abdullah bin Üneys'i haberin doğruluğunu tahkik etmek için göndermişti. Yayılan haberin doğru olduğunu bizzat hareketi planlayan Halid bin Süfyan'dan öğrenen Abdullah bin Üneys bir fırsatını kollayıp, kılıcıyla onu öldürmüştü.1
    Bu hâdise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedâsız durmalarını sağlamıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş oluyordu.
    Sinsi düşman, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkamayacağını anlayınca, bu intikam duygusunu tatmin için başka yollar aradı. Ma'sum kılığına girerek Adal ve Kare kabilesine mensup altı kişilik bir heyet Medine'ye çıkageldi. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar ve şöyle dediler:
    "Yâ Resûlallah! Kabilemiz arasında İslâmiyet yayılmış durumda. Sahabîlerinden bir kaçını İslâm hükümlerini tebliğ etmek, Kur'ân okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder!"2
    Resûl-i Ekrem, İslâma hizmet teşkil edecek bu ma'sum ve ma'kul görünen talebi cevapsız bırakmadı. Mersed bin Ebî Mersed başkanlığında 10 Sahabîyi gelenlerle birlikte gönderdi. İrşad vazifesi ile yola çıkan on Sahabîden isimleri bilinen yedisi şunlardı: Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bukeyr, Abdullah bin Târık, Âsım bin Sâbit, Hubeyb bin Adiyy, Zeyd bin Desinne ve Muattib bin Ubeyd.3
    İrşad heyeti, Huzeylilere âit Reci' adındaki su başına geldiklerinde âdi ve alçakça bir hıyânetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda Benî Lihyan'dan yüz kadar okçunun hücûmuna maruz kaldılar. "Biz Müslüman olduk, bize irşad heyeti gönder" diye yalvaran bu adamlar, şimdi Müslüman mürşidleri Lihyanlıların okçularına teslim ediyorlardı.
    Müslümanlar kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini kılıçlarıyla müdâfaa etmeye kalktılarsa da kısa zamanda mukavemetleri kırıldı. Hâinler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar:
    "Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz!" diye seslendiler. Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı reddettiler. İçlerinden Âsım bin Sâbit, "Ben, müşriklerin himâyesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim. Vallahi, ben bu kâfirlere asla teslim olmam!" dedi.
    Sonra da, "Allah'ım! Resûlünü durumumuzdan haberdar et!" diye duâ etti. Bir taraftan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ok atarken de, "Ben ne diye çarpışmayayım ki, gücüm, kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte.
    "Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir.
    "Takdir edilen elbette başa gelecektir.
    "İnsanlar er geç Allah'a dönecektir.
    "Eğer, ben sizinle çarpışmazsam annem evlâdsız kalsın," diyordu.4
    Bu kahraman Sahabî, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırılınca kılıcına sarıldı. Böylece bir çok müşriği yere serdikten sonra son duâsı şu oldu:
    "Allah'ım! Ben, Senin dinini korumaya çalıştım. Sen de cesedimi müşriklerden koru!"
    Diğer Sahabîler de kahramanca çarpıştılar. Ancak, yüz kişiye karşı on kişi ne yapabilirdi ki! Sonunda aralarında Âsım bin Sâbit'in (r.a.) bulunduğu yedi Sahabî müşrik oklarıyla şehid oldular. Geri kalan üç Sahabî ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz alınca teslim oldular. Müşrikler üçünü de yaylarının, kirişleriyle sıkıca bağladılar. Sonra Mekke'nin yolunu tuttular. Maksatları, onları götürüp Müslümanlara karşı kalpleri kin ve nefretle dolu Kureyş müşriklerine satmaktı.
    Yolda Abdullah bin Tarık, bir fırsatını kollayıp kaçtı. Ancak bu kaçış, hayata değil, şehâdete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehid oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd bin Desinne ve Hubeyb bin Adiyy. Bunları da götürüp Mekke'de sattılar.
    Âsım bin Sâbit, Uhud Muharebesinde Sülâfe adındaki azılı bir müşrik kadının iki oğlunu öldürmüştü. Bu şerir kadın, Hz. Âsım'ın başını eline geçirdiği takdirde, onunla şarap içeceğine dair yemin etmişti. Lihyanoğulları bunu biliyorlardı. Bu sebeple hunharca şehid ettikleri Hz. Âsım bin Sâbit'in başını alıp Mekke'deki bu kadına götürmek istiyorlardı. Ancak Allah kendilerine bu fırsatı vermedi. Âsım bin Sâbit'in (r.a.) şehid olmadan az önce, "Allah'ım! Müslüman olduğum günden beri Senin yüce dinini müdafaa ve himâye etmek için nefsimi fedâ ettim. Bugün son günümdür. Sen de benim cesedimi müşriklerin dokunmasından muhafaza1.İbni Hişam, Sîre, 3:179; Müsned, 2:294.
    eyle"1 diye ettiği duâsını Cenâb-ı Hak kabul etti. Müşrikler cesedinin başına yaklaşmak istediği sırada, cesedin başında birden bir arı sürüsü peyda oldu ve onları cesede yaklaştırmadı. Bunun üzerine cesedi sabahleyin gelip almak üzere ayrıldılar. Ancak sabahleyin geldiklerinde cesed ortada yoktu. Şaşırdılar. Çünkü Cenâb-ı Hak, gece bir yağmur yağdırmış ve bu büyük Sahabînin cesedini necis müşriklerin ellerinin dokunmasına fırsat vermeden sellere sürükletip götürmüştü.
    Hz. Hubeyb ile Hz. Zeyd'in Şehâdeti
    Lihyanoğulları tarafından Mekke'ye götürülen Hz. Hubeyb bin Adiyy ile Zeyd bin Desinne Bedir'de yakınları öldürülenler tarafından satın alınmış ve hapsedilmişlerdi. Kureyş'in kararı bu iki Sahabîyi şehid etmekti. Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere maruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten'im mevkiine götürdüler. İki kahraman Sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.
    Ten'im denilen yer, sanki bayram yeriymiş gibi, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkekle dolmuştu. Bu iki ma'sum Sahabinin ma'ruz kalacakları gaddar hareketi seyre gelmişlerdi. Hürriyet ve insanlığı ayaklar altına alan canîleri alkışlamaya koşmuşlardı. Yarım kalan Uhud muvaffakiyetleriyle, Bedir mağlubiyetinin acısını çıkaramadıklarını biliyor ve o acıyı, hıncı ve intikamı, bu iki ma'sum, müdafaasız ve silâhsız Sahabîyi darağacında sallandırmakla almaya çalışıyorlardı.
    Çukur kazılmış, direk dikilmişti. Hz. Hubeyb'i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah ve Resûlünün muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüzdü. Dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için müsâade istedi. İzin verilince bütün samimiyeti ile Yüce Mevlâsının huzuruna yöneldi. İki rekât namazını kıldıktan sonra müşriklere dönerek, "Vallahi," dedi, "eğer Hubeyb ölümden korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım."6 Hz. Hubeyb bu hareketiyle, idamdan önce, iki rekât namaz kılma âdetini de başlatan ilk insan oluyordu.7
    Müşrikler ona, "Muhammed'in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana emân veririz!" dediler.
    Kahraman Sahabî, "Vallahi hayır! İslâmdan asla dönmem. Hattâ dünya, içindekilerle beraber bana verilse yine de dönmem!" diye cevap verdi.
    Bu sefer müşrikler, "Doğru söyle, şimdi senin yerinde Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?" diye sordular.
    Gönlü Resûlullaha muhabbetle yanıp tutuşan Sahabîden gelen cevap müşrik cânileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti:
    "Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım."
    Müşrikler fedakârlığın böylesini görmemiş, Allah ve Resûlüne bağlılığın tatlı saâdetini yaşamamış oldukları için Hubeyb Hazretlerinin bu cevaplarına gülüp geçiyorlardı.
    Etrafına bakan büyük insan hiç bir nurânî yüz göremiyordu. Bütün suratlar abustu, şirkin çirkinliği yüzlerine aksetmişti sanki. Resûlullaha selâmını iletecek kimseler yoktu o kocaman kalabalıkta. Bizzat kendi ağzıyla, hayatını uğruna fedâ ettiği Resûlullaha darağacında selâm yollamaktan başka çaresi yoktu. Şöyle niyazda bulundu:
    "Allah'ım, şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum. Allah'ım, şurada selâmımı Resûlüne ulaştıracak hiç kimse yok. Ne olur, ona selâmımı Sen ulaştır.
    "Allah'ım! Sen, bize Resûlünün peygamberliğini bildirdin. Bize revâ görülenleri de ona sabahleyin bildir."8
    Bu hazin duâ yapılırken, Resûl-i Ekrem Efendimiz de Medine'de Hubeyb'in selamını, "Aleykesselâm" diyerek aldı. Sonra Ashabına dönerek, "Kureyş, Hubeyb'i şehid etti" buyurdu.
    Hz. Hubeyb ise şehid edilmeden önce, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşılarında, babaları öldürülmüş kırk genç ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir alınca dört bir taraftan mızrakları bu aziz Sahabînin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb'in işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb'in yüzü Kâbe'ye döndü. Allah'a bundan dolayı hamdetti, "Hamdolsun O Allah'a ki, yüzümü, kendisinin, Resûlünün ve mü'minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi" dedi.
    Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü Kabe'den çevirdiler. Fakat, fedakâr Sahabî yüzü Kâbe'ye doğru şehâdet makamına erişmek istiyordu. Rabb-i Rahimine, "Allah'ım! Eğer ben Senin katında hayırlı bir kul isem, yüzümü kıblene çevir" diye yalvardı.
    Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler bir daha başka tarafa çeviremediler.9
    Hz. Hubeyb'in ruhuyla yüce âlemlere yükselme zamanına kısa bir süre kalmıştı. Ruhunu teslim etmeden önce kendisine, Allah ve Resûlüne îmân ve muhabbetten dolayı bu zulmü, bu eziyeti revâ görenlere şöyle bedduâ etti:
    "Allah'ım! Kureyş müşriklerini mahvet! Topluluklarını tarumâr et! Onların birer birer canlarını al! Hiç birini sağ bırakma Allah'ım!"10
    Yüksek sesle yapılan bu bedduâ, Ten'im mevkiinde yankılandı. Îmânsız kalblere müthiş bir korku verdi. Kimisi yüzü koyun yere uzandı, kimi kulağını tıkadı. Bu korku Hubeyb Hazretlerinin şehadetinden çok sonraya kadar da devam etti.
    Mızraklar göğsüne saplı Hz. Hubeyb o ibret verici manzara içinde bir müddet Allah'ın varlık ve birliğini, Resûlullahın Hak Peygamberliğini şirk ehlinin suratlarına haykırdı. Az sonra da hayatını şehâdet mertebesiyle noktaladı.
    Böylece Allah yolunda darağacında ruhunu teslim eden ilk Müslüman oldu.
    Hz. Hubeyb'in şehâdetini, Hz. Zeyd'in şehâdeti takib edecekti. Müşrikler onu da Ten'im'e alıp getirmişler ve darağacına bağlamışlardı. Hz. Hubeyb'e yapılan tekliflerin aynısı ona da yapıldı. Fakat, bu büyük Sahabî de, Hubeyb'in verdiği aynı cevapları pervasızca verdi. Ebû Süfyan bu durum karşısında hayret ve takdirini gizleyemedi, şu itirafta bulundu:
    "Ben, insanlar arasında Ashabının Muhammed'i sevdiği kadar hiç bir kimsenin, hiç bir kimseyi sevdiğini şimdiye kadar görmüş değilim."11
    Tekliflerinden netice alamayan müşrikler, Hz. Zeyd'i oklarına hedef aldılar ve onu da şehid ettiler. Cesedi bağlı bulunduğu yerde kalan büyük Sahabînin ruhu kimbilir hangi yüce âlemde tayeran ediyordu...
    Her iki Sahabî de îmânlarında, Allah ve Resûlüne sadakatte zerre kadar tereddüde düşmeden işte böylesine imrenilebilecek güzel bir surette hayat defterlerini kapadılar.





    1. Tabakât, 2:51.
    2. Sîre, 3:178; Tabakât, 2:55.
    3. Sîre, 3:178; Tabakât, 2:55.
    4. Sîre, 3:179; Müsned, 2:294.
    5. Tabakât, 3:463; İnsanü'l-Uyûn, 3:189.
    6. Buharî, 3:28.
    7. A.g.e., 3:28.
    8. Sîre, 3:182; İnsanü'l-Uyûn, 3:190.
    9. A.g.e.,3:191.
    10. Sîre, 3:182.
    11. A.g.e., 3:181.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #50
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN YENİ EVLİLİKLERİ




    Peygamberimizin Hz. Hafsa ile Evlenmesi
    Hicretin 3.senesi, Şaban ayı.
    Uhud savaşından iki ay kadar önceydi. Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa ile evlendi.
    Resûl-i Ekrem Efendimize Peygamberlik vazifesi verilmeden önce dünyaya gelen Hz. Hafsa, daha önce Huneys bin Huzâfe (r.a.) ile evlenmişti. Huneys vefat edince Hz. Hafsa dul kalmıştı.547
    Hz. Ömer, kızını evvelâ münasip bir dille Hz. Osman'a ondan müsbet cevap alamayınca da Hz. Ebû Bekir Efendimiz vermek istemişti. Ancak Hz. Ebû Bekir onun bu isteğine müsbet ve menfi hiçbir cevap vermemişti.
    Bu durum karşısında çok üzülen Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem Efendimize (a.s.m.) giderek olup bitenleri anlattı. Hz. Ömer'in gönülden arzusunu farkeden Peygamber Efendimiz (a.s.m.), kendisini daha fazla üzüntü içinde bırakmak istemedi.
    "Ben, sana Osman'dan daha hayırlı bir damat, Osman'a da senden daha hayırlı bir kayınpeder söyleyeyim mi?" diye sordu. Hz. Ömer, "Söyleyin yâ Resûlallah" deyince Resûl-i Ekrem şu müjdeyi verdi:
    "Sen kızın Hafsa'yı bana nikâhlarsın. Ben de kızım Ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikâhlarım."548
    Hz. Ömer'i bu teklif fazlasıyla sevindirdi ve derhal kabul etti. Böylece Peygamber Efendimiz, Hz. Hafsa'yı Ezvac-ı Tahirât arasına alırken, kızı Hz. Ümmü Gülsüm'ü de Hz. Osman'a nikâhladı. Hz. Osman, daha önce de, Peygamberimizin vefât eden kızı Hz. Rukiyye ile evli idi. Hz. Ümmü Gülsüm ile evlenince kendisine "Zinnureyn (iki nur sahibi)" lâkâbı verildi.
    Peygamberimiz, Huzeyme kızı Hz. Zeyneb'le Evleniyor.
    Huzeyme kızı Hz. Zeyneb'in kocası Ubeyde bin Hâris Bedir Muharebesinde yaralanmış ve bu yaranın neticesi olarak Safrâ denilen mevkide vefât etmişti. Bu sebeple Hz. Zeyneb dul kalmıştı.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, kocasını İ'lâ-yı Kelimetûllah uğrunda şehid veren bu muhterem kadını Hicretin üçüncü senesi Ramazan ayında zevceliğe alarak şereflendirdi.
    Hz. Zeyneb fakirleri ve yoksulları beslediği, onlara çok acıyıp merhamet ettiği için "Ümmü'l-Mesâkin (Yoksullar Annesi)" diye tanınırdı.
    Hz. Zeynep, Peygamber Efendimizin yanında üç ay kaldıktan sonra 30 yaşında iken vefât etti. Cenaze namazını bizzat Resûl-i Kibriya Efendimiz kıldırdı. Bakî mezarlığına defnedildi.549
    Hz. Hasan'ın Dünyaya Gelişi
    Hicretin bu üçüncü yılında Resûl-i Ekrem Efendimizi sevindiren bir hâdise daha vuku buldu: Torunu Hz. Hasan dünyaya geldi. Hz. Hasan, Peygamberime torunları arasında kendisine en çok benzeyeni idi. Bu sebeple annesi Hz. Fâtıma onu severken, "Resûlallaha benzeyen yavrum" derdi.550
    Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, torunları Hz. Hasan ile Hüseyin'i son derece severdi. Onları zaman zaman omuzlarına alır taşır ve "Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanımdır (güzel kokan bir çiçek, fesleğen)"551 buyururdu.
    Yine Hz. Hasan'ı zaman zaman omuzuna alır, gezdirir ve "Allah'ım! Ben onu seviyorum. Sen de sev! Onu seveni de sev!" 552 diye duâ ederdi.





    547. Tabakât, 8/81
    548. A.g.e., 8/82-83
    549. Sîre, 4/296-297; Tabakât, 8/115; İstiâb, 4/1853
    550. Müsned, 6/283
    551. Tirmizi, 5/323
    552. Buharî, 4/217
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Sayfa 5/7 İlkİlk ... 34567 SonSon

Benzer Konular

  1. Siyer-i Nebi (s.a.v)
    By MaHiR 01 in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 53
    Son Mesaj: 05.10.10, 06:00
  2. Islâm davasının tarihi; siyer-i nebi
    By Reyhani in forum Efendimizin Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 07.04.10, 20:05
  3. Ey Nebi
    By ArzuNur in forum Sevgi Defteri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 07.04.09, 19:11
  4. NebÎ
    By Konyevi Nisa in forum N -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 25.12.08, 11:19

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •