Kuran, Siyer’siz anlaşılmaz
Kuran, tarihi araştırılmaya davet ediyor
Gayesi; her türlü cahiliye adet ve inancına karşı bir inkılâb olan İslam, Mekke’de doğdu. Bir Kur’an tabiri olan “cahiliye”, kısaca Allah’a zıt olan inanç sistemi ve hayat nizamıdır. İslam öncesi Mekke’sinde, temeli puta tapıcılık olan dini yaşantıdır.
Ne gariptir ki, tüm bu cahiliye dünyasını İslami inkılâpla yıkacak olan insan; ümmî yani okuma yazması olmayan bir insandır. Ve dünyayı sarsacak olan bu inkılâbın sahibi, ümmî insana Allah tarafından gelen ilk vahiy ve de ilk emir “Oku!” emir ve ayetidir. Bu ayet, kalemin de övgüsünü yapıyordu.(1)
O halde, tarihin ilk belirtilerini bizzat Kur’an-ı Kerim’de görüyoruz. Çünkü Kur’an, insan hayatının sadece manevi yönünü değil, tüm sosyal hayatının temel çizgilerini taşıyordu ki, bunlar tarihle çok yakından ilgilidir. Geçmiş kavimlerin incelenmesini, bunun için de seyahatlerin yapılmasını emrediyordu Kur’an. İnsanların yaratılışı düşünmelerini emrediyordu Allah (celle celaluhu):
“De ki; Yeryüzünde dolaşın; Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün. İşte Allah, aynı şekilde ahiret yaratmasını da yapacaktır. Doğrusu Allah, her şeye kadirdir.”(2)
Yukarıdaki bölümlerde, tarihin nasıl yaratılmayla başladığına temas ettiğimiz için burada aynı konuyu tekrarlamayacağız. Allah (cc), Kur’an-ı Kerim’in başka bir yerinde de şöyle buyuruyor:
“Ey Muhammed! De ki; Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerden, çoğu putperest olanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”(3)
Bu ayette eskiden beri Hakk ile batıl davasının devam ettiği, batıl tarafların daima çoğunlukta olduğu ve fakat daima bu çoğunluğun hüsrana uğradığı belirtiliyor. Bir diğer ayette de dünyayı ifsada uğratan yalancıların sonunun ne olduğu hakkında bilgi edinmek için Allah yine seyahati emrediyor: “De ki; Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bakın.”(4)
Bu ayeti kerimelerin muhatabı, Hz. Muhammed (sas) ve dolayısıyla Müslümanlar ve tüm insanlıktı. O halde, ilk muhatabın hayatı (sünneti) değerlendirilmelidir ki, bu ilmi değerlendirmeyi ortaya koyan onun Sünneti’dir. Onun Sünneti ise İslam tarihinin peygamber devrinden başka bir şey değildir. Bundan dolayı, Kur’an ve Sünnet en güzel bir şekilde muhafaza edilmiştir, günümüze kadar gelmiştir.
Sünnet (hadis) ve Meğazi kitaplarının yazılması
Daha Hz. Peygamber (sas)’in zamanında hadislerin yazıldığına dair kesin rivayetler vardır.(5) Fakat yazılı veya sözlü olarak daha sonraki devre intikal eden bu hadis-i şerifler, kronolojik olmaktan ziyade, Resûlullah’ın Sünnet’ini parça parça anlatan metinlerdi.
Bu metinler dışında, sahabeler, Resûlullah Efendimizin savaşlarını da dilden dile anlatarak, bir sonraki nesle aktardılar. İşte bunlardan, “Meğazi” (Hz. Peygamber’in Savaşları) dediğimiz kitaplar meydana getirildi. Bunun için hadislerin toplanması ve tedvini, İslam tarihinin ilk malzemelerini oluşturdu ki bu çalışmalar, Hicri birinci yüzyılda yapıldı.
İslam öncesi tarihi hadiseler ise “Eyyâmu’l Arab” olarak dilden dile anlatılıyordu. “Yevm” (gün) kelimesinin çoğulu olan “eyyam”la, Araplar için önemli olan günler, önemli savaşlar kastediliyordu. Bunun yanında, “İlmü’l Ensâb” (Neseb/Soy ilmi) diye bir ilim daha vardı ki bu da tarih ilminin gelişmesine yardım etmiştir.
İslam tarihçiliğinin başlangıcı olarak sayılan Siyer ve Meğazi ilimlerinde de “ilmü’l-ensâb”ın faydası görülmüştür. Rivayetlerde geçen şahısların neseblerinin bilinmesi, hadiselerin daha doğru ortaya konulmasını sağlamıştı.
İslam davasının tarihi; Siyer
İlk İslam tarihleri olan Meğazi kitapları, Hz. Peygamber’in savaşlarını konu alır. Siyer ise bu savaşlarla beraber, Hz. Muhammed (sas)’in doğumundan vefatına kadar olan tüm hayatını ve İslam’ı tebliğ için verdiği tüm mücadeleyi kapsar.
O halde siyer, kupkuru bir hayat hikâyesi olmayıp bir davanın tarihidir. Allah’ın mesajını insanlara tebliğ için Resûlullah (sas)’in çektiği çileleri, işkenceleri, açlığı, göçü (hicreti); savaşlarını, cihadını, komutanlığını, askerliğini, ordusunu anlatan tarih kitabıdır siyer.
Kimilerinin takdim ettikleri gibi bir “hikâye” değildir siyer. Siyer, cahiliye devri tarihi de değildir. İslam tarihinin aslı ve temelidir siyer. Ona hikâye demek için İslam’ın ve hikâyenin ne olduklarını bilmek lazım.
İslam tarihinin önemli bir bölümünü teşkil eden Hz. Muhammed (sas)’in dava tarihi ya da tebliğdeki mücadele stratejisi olan Siret’i, gerçekten de bugünün Müslüman’ı gerektiği gibi algılayamamakta ve maalesef tarihçiler de destansı bir övgüden öteye gidememekte, aslında Müslümanların hayat kaynağı olacak Siret, bu konuda saf dışı bırakılmaktadır.
Oysaki Allah (cc), Kur’an’da hayatımızın tüm safhalarında O’nu örnek alarak bir yaşam sürmemizi emrediyor: “Sizin için Resûlullah’ta en güzel örnek vardır.”(6) Keza aynı ayet-i kerime, Resûlullah (sas)’in, Allah’ı sevip O’na kavuşmayı ve ahretteki hesap gününü umanlar için örnek teşkil ettiğini belirtiyor.
O halde, Resûlullah (sas)’i örnek almak istemeyenler, ahireti ve Allah’a kavuşmayı istemeyenlerdir. Nefislerinin bağımlıları olup bazı çevrelerden makamlar uman bilim adamları (!), Resûlullah (sas)’e inanmayı bile zaid görüp bu hükmü tevhidin şartı olmaktan çıkarttılar. Tabii ki bu kabil heva ve heveslerini ilah edinenlere göre, Siret bir “hikâye” olur.
Siret veya daha kapsamlı olarak, Sünnet’i siz ekarte ettiniz mi, ortada ne İslam kalır ne de Kur’an. Çünkü İslam ve Kur’an’ı bize getiren Hz. Resûlullah (sas)’dir. Allah onu seçmiştir; Yahudiler’e yaranmak isteyen müfessirler (!) istemese de!..
Kur’an’ın anlaşılmasında Siret, önemden öte zarurettir. Siret bilinmeden Kur’an anlaşılmaz. Çünkü Siret, Kur’an’ın pratiğidir.
Siyer bir “hikâye” kitabı değildir. Allah’ın seçtiği bir insanın, kendi davası için verdiği mücadele tarihidir. Müslümanlar böyle algılamalıdırlar Siret’i. Zaten bugünkü Müslümanların ekseriyetinin Müslümandan başka her şeye benzemelerinin sebebi, Siret’i gerektiği gibi etüd etmediğinden, hayatına tatbik imkânlarını araştırmadığından ileri geliyor.
Müslümanın ölçü kitabı; Siyer ve Sahabe
Siret, Müslüman için bir mi’yardır, ölçüdür. Her Müslüman, bu ölçüyü çok iyi bilecek ki, kendisinin ölçüye uyup uymadığını, yani Müslüman olup olmadığını bilebilsin! Siret’in hedefi budur.
Onun içindir ki, Resûlullah (sas)’in hayatındaki canlılığı, dinamizmi anlayabilmek için bînamaz kimselerin yazmış oldukları resmi siyer kitaplarından ziyade, Resûlullah (sas)’i anlayıp onun gibi yaşamanın özlemini çeken Müslüman tarihçilerin eserlerinden okumalıyız Siret’i.
İslami harekette de Siret’in bağlayıcılığı esastır. Siret’e ters düşen, hele hele Siret’i dışlayan bir akımın, İslami hareketle hiçbir alakası yoktur. Ne var ki, Siret doğrultusunda, günümüzün şartları da göz önüne alınarak, yeni metod ve yöntemler uygulanabilir.
Esas olan, İslami tebliğ ve tebliğ edileni yaşamaktır. Sahabe deve ile tebliğ yaptı diye bizim de deve ile tebliğ yapmamız gerekmez. Bu bilakis Siret’i anlamamış olmak demektir.
Siret muhtevasının önemli bir unsuru da sahabe, yani Hz. Peygamber (sas)’in dava arkadaşlarıdır. Sahabe hayatı, Siret’in parçalarını oluşturur. Başka bir deyişle Hz. Resûlullah (sas) onlara tatbik etti İslam’ı. Onlar, hayatlarının her zerresinde taklid ederlerdi Peygamber’i. Kâfirlere nasıl davranıyor, münafıklara nasıl muamelelerde bulunuyor, kısaca siyaseti ne idiyse sahabe de onun gibi hareket ediyordu. Zaten “usve”, yani örnek olan da budur.
Sahabenin Siret anlayışı, onu kendi nefsinde tatbik etmek içindi, kültür için değil. Dolayısıyla nefsimizde tatbikatını yapmak, Hz. Resûlullah (sas)’i kendimize örnek almak üzere Siret’i yazmalı ve okumalıyız. Yoksa Mevlid okutmakla, Siret okumuş olmayız.
Sağlam ve güvenilir bir tarih
Siret’in diğer sosyal ilimlere nazaran önemli olan bir hususu da onunla ilgili ilk kaynaklara sahip oluşumuzdur.
Şurasını iftiharla belirtebiliriz ki, Hz. Peygamber (sas)’in mücadele tarihi, bize çok sağlam bir şekilde ulaşmıştır. Kaynaklar arasında küçük farklılıklar vardır ki, bunlar çok azdır ve ravilerin imkân ya da imkânsızlıklarından ileri gelen bir olgudur. Hemen belirtelim ki, İslam tarihi kaynakları, gerek hadis kitapları olsun, gerekse siyer kitapları olsun, çok sıkı bir denetimden geçerek günümüze intikal etmişlerdir.
Bizim İslami ilimlerde öyle bir ilim çeşidi vardır ki, Müslümanlardan başka hiçbir toplumda yoktur. “Cerh ve ta’dil” ilmi. Bu ilim adından da anlaşıldığı gibi kaynakları tenkid (eleştiri) ilmidir ve bu konuda o kadar acımasızdır ki, adına “yaralamak” demek olan “cerh” denmiştir. Öyle zannedildiği gibi her öne sürülen rivayet kabul görmemiş, sıkı bir tenkid süzgecinden geçtikten sonra, bize kadar gelmiştir. Kaldı ki bu konuda binlerce kitap vardır.
Müslüman tarihçiler, Tarih ve Siret’in yeniden yazılması gereği üzerinde duruyorlar, doğrudur. Fakat bu, tarihi hadiseleri yeniden yazalım anlamına gelmez. O halde mesele nedir? Biz, tarihi hadiselerin günümüz şartlarına göre yorumunun yapılmasını istiyoruz ve zaten onun için de tarih kitabı yazıyoruz. Bilindiği gibi Siret ile ilgili binlerce kitap yazılmıştır. Fakat buna rağmen, biz de Siret kitabı yazma gereği duyduk. Çünkü hadiseler yeniden yorumlanıp günümüze taşınmazlarsa tarih folklorlaşır, yaşanmaz bir hale gelir.
Bir de yeni nesillerin anlamaları için tarihin bugünkü kavramlarla, siyasi konjonktürle irdelenerek ele alınması lazım. Tabii ki bu konuda tarihçi zorlanacaktır. Çünkü statükocu zihniyet, eskinin canlanmasını, yani hayatiyet bulmasını istemez. Çünkü gerçek bilinince, sahte olan ortadan kalkmaya mahkûmdur. Bunun için de gerçek tarihçilere hayat hakkı yoktur.
Tebliğcinin el kitabı; Siret
İnsanları ilahi gerçeklere, yani ebedi kurtuluşa davet eden tebliğcilerin de el kitaplarının Siret olması gerekir. Zaten Siret kitaplarının kaleme alınma hikmetleri de budur. Hz. Muhammed (sas)’in getirmiş olduğu ilahi mesajı doğru öğrenip onu bütün insanlara tebliğ etmek! Siret ve Meğazi kitapları bunun için yazıldı…
Bunun içindir ki Tarih ve Siret, Müslüman davetçinin ilk kaynağı ve kullanacağı malzemelerdir. İlk davetçi Resûlullah (sas) olduğundan ve aynı zamanda o örnek alınacağından, davetçilerin Tarih ve Siyer’e bakışları, davalarının tahakkuku açısından fevkalade önemlidir. Adeta onların ayrılmaz parçası olması lazım. Çünkü onlar, davetlerinde Hz. Muhammed (sas)’i anlatacaklar.
Tebliğci, her şeyden önce çok güzel bir Siret bilgisine sahip olmalıdır ki ne okutacağını, anlattığı ya da tebliğ ettiği Siret’in nasıl yaşanacağını muhataplarına aktarabilsin.
Bunu yaparken mümkün mertebe ayrıntılardan kaçınıp esaslar üzerinde durmalı ve genç nesillere basit yazılmış kitaplarla gitmelidir. Gerçekleri dolandırarak anlatmanın günü geçti artık, geç kalıyoruz. Bu tebliğcilerin, yani Siret’i insanlara ulaştıracakların dikkat etmeleri gereken önemli bir husus da şudur ki, her kalemi eline alan, -çoğu kez de duygusal oluyor- hemen müctehid kesilip tarih üzerinde fetva vermemeli!
Tebliğciler, yorumunu yapmaktan ziyade, mesajı ulaştırmakla yükümlüdürler. Çünkü her önüne gelen tarihi yorumlamaya kalkışırsa iş çorbaya döner. Öyle öğrenciler görüyoruz ki, yalan-yanlış tercüme edilip Cağaloğlu’nda basılmış iki kitabı okuyup müctehid kesiliyorlar. Bu olmaz, herkes haddini bilsin! Adamlar bir tek hadis metnini görmeden (Çünkü Arapça bilmiyorlar) Buhârî’yi eleştiriyorlar. Her işimizi ehline vermek mecburiyetindeyiz, yoksa bugünkü gibi bocalar dururuz. Kaldı ki elimizde yüzlerce Siret kaynağı vardır.
Daha hicretin ilk yüzyılında bize çok değerli kitaplar bırakmış olan siyer ve meğazi yazarlarımızın tümünü, teferruatlı olarak burada anlatmamıza imkân olmadığından, bu değerli hizmette bulunan zevattan birkaçının ismini zikretmekle yetineceğiz:
Urve b. Zübeyr (ö. 94), Ebân b. Osman (ö. 105), Vehb b. Münebbih (ö. 104), Asım b. Ömer b. Katâde (ö.120), İbn Şihab ez-Zuhrî (ö. 124), Yâ’kub b. Utbe el-Medenî (ö. 131), Musa b. Ukbe (ö. 144), İbn İshak (ö. 150), el-Vakidî (ö. 180), İbn Hişam (ö. 213).
Bu şekilde Siyer ve Meğazi ilimleriyle başlayan İslam tarihi yazıcılığı, hicri 3. yüzyılla beraber, umumi tarih kitaplarını ortaya koymaya başladı.
İlk devirlerin en önemli tarihçileri; Abid (Ubeyd) b. Şeriyye (ö. 67), Hişam b. Muhammed el-Kelbî (ö. 204), Zübeyr b. Bekkâr (ö. 256), İbn Kuteybe ed-Dîneverî (ö. 276), Belazurî (ö. 271), Buhârî (ö. 256), İbn Ebi Heyseme (ö. 279), el-Ya’kubî (ö. 284), Taberî (ö. 310), İbn Sa’d (ö. 230), el-Ezrakî (ö. 223), Mes’udî (ö. 346), Hatib Bağdadî (ö. 423), İbnü’l-Esir (ö. 630), İbn Kesir (ö. 774), Ebu’l-Ferec Ali b. El-Huseyn el Isfehanî (ö. 356), el-Makdisi, İbn Nedim (ö. 386), el- Beyhâkî (ö. 470) gibi tarihçilerdir.
Dipnotlar: 1- Alak Suresi, 1-4. 2- Ankebut Suresi, 20. 3- Rum Suresi, 42. 4- En’âm Suresi, 11. 5- Bk. Muhammed Hamidullah, Sahifah Hamam İbn Munabbih, Publications of Centre Cultural Islamique, Paris, English version, Hyderabad Dn., India, 1961, 5th Revised Edition (Hemmâm b. Münebbih’in Sahifesi, Türkçe terc. Talat Koçyiğit, Ankara, 1967.) 6- Ahzab Suresi, 21.
PROF. DR. İHSAN SÜREYYA SIRMA
GÜLİSTAN DERGİSİ