Sayfa 4/7 İlkİlk ... 23456 ... SonSon
68 sonuçtan 31 ile 40 arası

Konu: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

  1. #31
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HZ PEYGAMBERİMİZİN HZ SAFİYYE İLE EVLENMESİ




    Hayber Fethinde esir alınanlar arasında Hz. Safiyye de bulunuyordu.
    Asıl ismi Zeyneb olan Hz. Safiyye, Benî Nadir reisi Huyey bin Ahtab'ın kızı idi. Annesi ise, Benî Kurayza Yahudileri reisleri eşrâfından olan Semevel'in kızı Berre idi. Hayber Yahudileri reislerinden Rebi' bin Hukayk'ın oğlu Kinâne ile yeni evlenmişti. Hayber günü Rebî' öldürülünce dul kalmıştı. Müslümanlar tarafından da Kamus Kalesinin teslim olması sırasında esir alınmıştı.390
    Esirler toplandığı zaman Dihyetü'l-Kelbî, Resûl-i Ekrem Efendimize gelip bir cariye istemişti. Peygamber Efendimiz de esirler arasından bir câriye almasına müsaade buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Dihye, Hz. Safiyye'yi beğenip almıştı.391
    Fakat, Ashabı Kirâm Hz. Safiyye'nin Hayber reisinin gelini ve Benî Nadir'in en şerefli bir âile kızı olduğunu düşünerek bunu uygun görmedi. Hz. Resûlüllaha gelerek şöyle dediler:
    "Yâ Resûlallah! Benî Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi Huyey'in kızı Safiyye'yi Dihye'nin alması uygun değildir! Onu ancak sen almalısın?"392
    Peygamber Efendimiz bu itirazı kabul etmediği takdirde Ashabı Güzînin kalben rahatsız olacakları muhakkaktı.
    Bunun üzerine, Efendimiz, Hz. Dihye'ye başka bir kadın almasını emir buyurdu. Hz. Bilâl'i de Hz. Safiyye'yi getirmeye gönderdi.
    Hz. Bilâl'in Hz. Safiyye'yi Getirmesi
    Hz. Bilâl, Hz. Safiyye'yi yine esir düşen amcası kızı ile alıp getirirken onları Yahudi erkeklerinden iki kişinin cesedinin yanından geçirdi. Amcası kızı bu manzarayı görür görmez feryad ve figana başladı. Yüzünü parçalayıp, başına topraklar saçtı.
    Uzaktan durumu farkeden Resûl-i Ekrem Efendimiz, yanına gelen Hz. Bilâl'e şöyle buyurdu:
    "Ey Bilâl! Senden merhamet ve şefkat duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu kadıncağızları ölülerinin yanından geçiriyorsun?"393
    Hz. Bilâl mahcup mahçup huzurda boynunu büktü. "Yâ Resûlallah! Zâtınızın bundan rahatsız olacağını tahmin etmemiştim" diyerek özür diledi.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'yi arka tarafına almalarını emrederek üzerine de omuz atkısı örttü. Bunun üzerine Sahabîler, Peygamber Efendimizin (a.s.m.), onu kendisine başkomutanlık hakkı (Safiy) olarak aldığını anladılar.394
    Peygamber Efendimizin harp sonrası bir prensibi de, mağlup ettiği veya teslime mecbur bıraktığı düşmanla uzlaşma yoluna gitmesi idi. Hz. Safiyye âilesi, Yahudiler arasında itibarlı ve şerefli bir âile idi. Elbette, onun mevkiinin muhafazası İslâmiyet ve Müslümanlar için iyi neticeler ve faydalar doğurabilecekti. Bir diğer husus da Resûl-i Ekremin bazı evliliklerinde siyasi durumu göz önünde bulundurması idi. Bir kabilenin veya bir kavmin ileri gelenlerinden birinin kızını almakla, o kavmi, o kabileyi düşman ise İslâmiyet ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını en azından hafifletip yumuşatıyor, dost ise bu dostluğun daha da kuvvet bulmasını sağlıyordu. Hz. Cüveyriye ve Hz. Ümme Habîbe ile evlenmelerinde bu hususlar gayet açık bir şekilde görülür.
    Hz. Safiyye'nin Tercihi
    Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'ye İslâmı anlattı ve şöyle buyurdu:
    "Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim.
    "Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni âzad ederim. Sen de gider kavmine kavuşursun!"395
    Resûl-i Kibriyâ Efendimizle bir kerecik olsun görüşüp kendisinden bir kaç kudsî kelam duyan Hz. Safiyye, tercihini doğru yaparak, aynı zamanda safıyetini ve derin anlayışını açıkça ortaya koydu:
    "Yâ Resûlallah! Siz beni İslâmiyete dâvet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı arzulamış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum.
    "Yahudilikle benim hiç bir ilgim kalmamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber'de de artık ne babam, ne de kardeşim vardır.
    "Sen, beni küfürle, İslâmiyetten birini seçmekte serbest bırakıyorsun. Allah ve Resûlü, bana âzad edilmemden ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir. Ben onları tercih ediyorum!"396
    Resûl-i Ekrem, Hz. Safiyye ile Hayber'de gerdeğe girmedi. Sibar mevkiine geldiği zaman ise Hz. Safiyye bu işe muvafakat etmedi. Ancak Hayber'den on iki mil kadar uzaklaştıktan sonra Sahba'da muvafakat etti. Peygamberimiz, "Sibar'da konmak istediğim zaman, razı olmamanın sebebi ne idi?" diye sorunca, Hz. Safiyye, "Yâ Resûlallah" dedi, "Yahudilerin yakınında sana bir zararın gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca emniyete kavuştum."397
    Peygamberimiz, onun bu bağlılığından son derece memnun oldu. Resûl-i Ekrem, Sahba' mevkiinde Hz. Safiyye ile kendisine âit çadırda gerdeğe girdi.
    Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safiyye şöyle izah etti:
    "Kinâne bin Rebi' ile evlendiğim ilk gece bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinâne'ye anlatınca kızdı ve 'Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun!' diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı."398
    Hz. Ebû Eyyubel-Ensarî, kılıcını kuşanıp o gece sabaha kadar çadırının etrafında dolaşarak Peygamber Efendimizi beklemişti.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, sabahleyin erken çadırından çıkınca, Hz. Ebû Eyyûb tekbir getirdi. Peygamber Efendimiz onu elinde kılıç, çadırın yanında görünce, "Yâ Ebâ Eyyûb! Nedir bu halin?" diye sordu.
    Bütün gece gözü uyku tutmayan fedakâr Sahabî, "Yâ Resûlallah" dedi, "harpte babasını, kardeşini, kocasını, amcasını, akraba ve taallûkatını kaybeden ve henüz yeni Müslüman olan bu kadından sana bir zarar gelebileceğinden korktum da, çadırını bekledim."399
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, mübârek tebessümleri arasında, "Allah, seni hayra erdirsin" buyurdu ve arkasından ona şu duâyı yaptı:
    "Allah'ım! Beni koruyarak gecelediği gibi, sen de Ebû Eyyûb'u koru!"400
    Mücahidlerin Sabah Namazını Kaçırmaları
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ashab-ı Kiramla Medine'ye yaklaşmıştı. Sabah namazı vaktine de fazla bir zaman kalmamıştı. Mücahidler bütün gece yol aldıkları için, bir nebze istirahat etmek maksadıyla Peygamber Efendimizin emriyle bir yerde konakladılar.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Sabah namazı vaktimizi kim bekleyecek, belki uyuyabiliriz" diye Ashab-ı Kirama sordu. Hz. Bilâl ayağa kalkıp, "Ben beklerim yâ Resûlallah" dedi.
    Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimizle mücahidler uyudular.
    O sırada Hz. Bilâl de namaza durdu. Uzun müddet namaz kıldı. Sonra çökmüş devesine yaslanarak sabah namazı vaktini gözlemeye başladı. Bu arada uykuya daldı. Mücahidlerin "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi Râciun" demeleriyle ancak uyanabildi. Güneş doğmuş ve her taraf aydınlanmıştı.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz telaşla, "Ey Bilâl! Nedir bu yaptığın bize?" diyerek sitem etti.
    Hz. Bilâl, "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Senin ruhunu tutan Kudret, benim de ruhumu tuttu bırakmadı" deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz gülümseyerek, "Doğru söyledin" buyurdu.401
    Sahabîlerin uyuya kaldıkları vadiden çıkılınca, Peygamberimiz, "Burası şeytanların eyleştiği bir vadidir" buyurdu ve abdest alınmasını emretti. Efendimiz de abdest aldıktan sonra Hz. Bilâl'e, "Ey Bilâl! Ezanı oku" diye emretti.
    Ezan okununca Müslümanlar toplandı. Peygamber Efendimiz onlara, "Sabah namazının sünnetini kılınız" buyurdu.
    Sünnet kılındıktan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Ey Bilâl! Kâmet getir" dedi.
    Hz. Bilâl kâmet getirdi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) imam olup namazı kıldırdıktan sonra, Ashab-ı Kirama döndü ve şöyle buyurdu:
    "Herhangi biriniz, uyur veya unutuverir de namazını geçirirse, onu vaktinde kıldığı şekilde kılsın, kazâ etsin."402
    Fahr-i Kâinat Efendimiz, bütün bu olup bitenlerden sonra mücahidlerle birlikte tekrar Medine'ye doğru yol aldı. Uhud Dağı görününce, "Biz Uhud'u severiz, Uhud da bizi" buyurdu.
    Ordusuyla Medine'ye girerken de şöyle duâ etti: "Yâ Rabbi! Senden başka Ma'bud yoktur, yalnız Sen varsın. Senin ortağın yoktur. Bütün mülk senindir. Bütün hamd de Senindir.
    "Allah'ım! Biz Sana yöneldik, günahlarımızdan tövbe ediyoruz. Biz ancak Rabbimize ibadet, Rabbimize secde, Rabbimize hamd ederiz.
    "Rabbimiz va'dinde sadıktır; kulu Muhammed'e nusret etmiştir, yalnız başına bütün düşman topluluklarını hezimete uğratıp sindirmiştir."403*





    390. Sîre, 3:350; Tabakât, 8:120.
    391. Ebû Davud, Sünen, 3:153.
    392. Müsned, 3:102.
    393. Sîre, 3:351.
    394. A.g.e., 3:351.
    395. Tabakât, 8:123.
    396. A.g.e., 8:121-123.
    397. Tabakât, 8:122-123.
    398. Sîre, 3:351; Tabakât, 8:121.
    399. Sîre, 3:354-355; Tabakât, 8:126.
    400. Sîre, 3:354-355.
    401. A.g.e., 3:355.
    402. Sîre, 3:355; Zaadü'l-Mead, 2:163.
    403. Tabakât, 8:123-124.
    * Peygamber Efendimiz (a.s.m), herhangi bir gazadan veya hacdan veya bir umreden döndüklerinde bir dağ başına çıkınca, yahut düz, yüksek bir sahaya varınca üç defa tekbir getirdikten sonra hep bu duayı yapardı.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #32
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    YEMÂME EMİRİNİN İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ



    Yemâme hükümdarı Hevze bin Ali, Hıristiyandı.
    Peygamber Efendimiz, Hicretin 7. senesi Muharrem ayında bu hükümdarı da İslâmiyete dâvet etmek üzere Salit bin Amr'ı vazifelendirdi ve yazdığı bir mektupla onu Yemame'ye gönderdi.322
    Mektubu alan Salit bin Amr, durup dinlenmeden yol alarak hükümdarın yanına vardı ve Efendimizin mektubunu ona verdi. Mektubu okuttu. Resûl-i Ekrem kendisine şöyle hitap ediyordu:
    "Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Hevze bin Ali'ye!
    "Doğru yolda gidenlere selâm olsun! Şunu iyi bilmelisin ki: Benim dinim yakında dünyanın en uzak ufuklarına kadar parlayacaktır! Binaenaleyh, ey Hevze! Sen de Müslüman ol ki, selâmete eresin! Ben de, hükmün altındaki memleketin idaresini sana bırakayım."323
    Hevze, bu dâveti kabul edemeyeceğini nazik bir dille ifade etti. Ancak, Salît (r.a.), bu hareketinin yanlış olduğunu söyleyerek onu dâvete icabete çağırdı. Fakat, Hevze saadet dairesinden uzak kaldı. Şüphesiz, bu uzak kalışta saltanatta kalma arzusu büyük rol oynuyordu. Bunu kendisi de bizzat bir Hıristiyan büyüğüne şöyle ifade etmişti:
    "Ben, kavmimim hükümdarı bulunuyorum, ona tâbi olaydım, o takdirde hükümdarlık yapmayacaktım! "324
    Bununla birlikte Hevze, Peygamber Efendimize verilmek üzere bir mektupla bir takım hediyeleri elçi Hz. Salit vasıtasıyla gönderdi.
    Peygamberimizin Hevze'ye Bedduası
    Salit bin Amr (r.a.), Medine'ye dönerek Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna vardı. Olup bitenleri anlattıktan sonra Hevze'nin gönderdiği mektubu Efendimize verdi. Hevze mektubunda Efendimize şöyle diyordu:
    "Dâvet ettiğin şey çok iyi, çok güzel! Ben, kavmimin hatibi ve şâiriyim! Araplar da benim kavmimden korkarlar! Bana, işinden bazı salâhiyetler ver de sana tâbi olayım!"325
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu yersiz teklif için, "Yerdeki bir hurma koruğunu bile istese, ona vermem" buyurduktan sonra, kendisine tâbi onca insanın hidâyetine de mani olduğundan Hevze'ye, "Elindeki her şey yok olsun" diye beddua etti.326
    Bu tarihten bir yıl kadar sonra Cebrâil (a.s) gelip Efendimize Hevze'nin kâfir olarak öldüğünü haber verdi.327
    Böylece, Resûl-i Ekrem Efendimiz, gönderdiği elçiler ve dâvet mektuplarıyla cihanşümül İslâm dâvâsını o zamanın Bütün devlet reislerine bildirmiş, İslâmın sesini bütün dünyaya duyurmuş oluyordu.
    Bu dâvete, o zamanın iki büyük devleti olan Habeşistan ve Bizans hükümdarlarının cevabı gayet müsbet geliyordu. Hattâ Necaşî İslâmla şereflendi. Heraklius ise, Peygamberimizin hak peygamber olduğunu anladığı halde sadece dünya saltanatı için iman etmekten çekiniyordu. Aynı şekilde Mısır Hükümdarı Mukavkıs da Hz. Resûlullahın elçisi ve mektubunu gayet iyi karşılıyor ve müsbet cevapta bulunuyordu. Bu dâvete muhatap olan Yemame Hükümdarı Hevze bin Ali de, Hz. Resûlullahın elçisine gayet iyi muâmelede bulunuyor ve dâveti nazik bir üslupla kabul etmediğini belirtiyordu.
    Geri kalan iki kişi ise, bu davete, menfi cevapta bulunuyordu. Hattâ bunlardan biri İran Kisrâ-ı, küstahça Peygamberimizin mektubunu yırtıyordu. Diğer biri olan Gassan Hükümdarı Hâris bin Ebî Şimr ise haddini aşarak Efendimizin dâvet mektubunu yere atıyordu.





    322. Sîre, 4:254.
    323. Zâdü'l-Mead, 3:74; insanü'l-Uyûn, 3:303.
    324. Uyunü'l-Eser, 2:270.
    325. Tabakât, 1:262; İnsanü'l-Uyûn, 3:303.
    326. Tabakât, 1:262; Zâdü'l-Mead, 3:74; İnsanü'l-Uyûn, 3:303.
    327. Tabakât, 1:262; Uyunü'l-Eser, 2:270.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #33
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    GASSAN HÜKÜMDARLARININ İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ




    Gassanîler, Suriye'de oturan en güçlü kabilelerden biri idi.
    Hicretin 7. senesi Muharrem ayında, Peygamber Efendimiz, bu kabilenin hükümdarı Hâris bin Ebî Şimr'i de İslâma dâvet etmek üzere Ashabdan Şuca' bin Vehb'i bir mektupla gönderdi.314
    Şuca' bin Vehb (r.a.), mektubu alır almaz süratle yola çıktı. Şam'a vardı. Fakat hükümdar Haris'i sarayında bulamadı. Günlerce sarayın kapısında beklemek zorunda kaldı.
    Bu arada, Hükümdarın kapıcısı ne için geldiğini sorunca, Resûl-i Ekremin Haris'e gönderilmiş elçisi olduğunu söyledi. Sonra da Peygamber Efendimizin sıfatlarını ona anlattı. Kapıcı Mira anlatılanlar karşısında gözyaşlarını tutamadı. "Ben İncil'i okudum. Bu Peygamberin (a.s.m) sıfatlarını onda aynen yazılı buldum" dedi. Sonra da Resûl-i Ekremin (a.s.m.) peygamberliğini tasdik ederek Müslüman oldu. Ancak Hâris'in kendisini öldürmesinden korktuğu için îmânını gizli tuttu.315
    Günlerden sonra Hâris, birgün tahtına oturdu. Elçi Şuca'ı kabul etti. Resûl-i Ekremin mektubunu elçi Şuca' bin Vehb'den alan hükümdar Hâris, açıp bakınca şunların yazılı olduğunu gördü:
    "Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Hâris bin Ebî Şimr'e!
    "Doğru yolda gidenlere, Allah'a iman ve Peygamberini tasdik edenlere selâm olsun! Ben seni, eşi, ortağı olmayan bir Allah'a imana dâvet ediyorum. Dâvetimi kabul edersen, hükümdar olarak yine mülkünde kalacaksın!"316
    Bu sözler karşısında Hâris'in tavrı birden değişti. Mübârek mektubu yere atıp hiddetli hiddetli şöyle konuştu:
    "Saltanatımı benden kim alacakmış göreyim! O, Yemen'de de olsa, kendisine tâbi olanlarla üzerime gelmeden, ben onun üzerine gideceğim!"317
    Sonra da, atlarının nallanmasını adamlarına emretti. Elçi Şuca' Hazretlerine dönerek, "Git, sahibine gördüğünü haber ver" dedi.
    Hükümdar Hâris, Medine üzerine yürümeye kararlıydı. Bunu o sırada Kudüs'te bulunan Kaysere yazdığı mektupta da açık açık belirtiyordu. Ancak Kayserden gelen cevap bu kararın hilâfinaydı. Kayser ona, "Sakın, onun üzerine yürüme" tavsiyesinde bulunuyordu.
    Kayserin mektubunu aldıktan sonra Hâris bin Ebî Şimr biraz aklını başına toplamış olacak ki, elçi Şuca' Hazretlerini ikinci kere huzuruna çağırdı. Ne zaman gideceğini sorduktan sonra da, adamlarına kendisine yüz miskal altın vermesini de emretti.318
    Kapıcı Mira, saraydan ayrılıp Medine'ye gitmeye hazırlanan Şuca'nın (r.a.) yanına vardı. Onun için hazırladığı yol azığı ile elbiseyi verdikten sonra, "Allah Resûlüne benden selâm söyle ve Müslüman olduğumu da ona haber ver" dedi.319
    Hâris'e Yapılan Beddua
    Şuca' bin Vehb, Medine'ye geldi. Hz. Resûlullahın huzuruna çıkarak görüp duyduklarını bir bir anlattı.
    Hâris'in elçisine ve mektubuna karşı takındığı menfi muameleyi öğrenen Resûl-i Kibriyâ, "Saltanatı yok olsun!"320 diyerek ona beddua etti.
    Aradan fazla bir zaman geçmeden, Hicretin 8. yılında bu bedduanın tesiriyle Hâris dünyadan kâfir olarak göçüp gitti ve Gassanî saltanatı Cebele bin Eyhem'e geçti. O ise, Gassanî saltanatının son hükümdarı oldu.321





    314. Sîre, 4:254; Tabakât, 1:261.
    315. Tabakât, 1:261; İnsanü'l-Uyûn, 3:305.
    316. Zâdü'l-Mead, 3:72; İnsanü'l-Uyûn, 3:304.
    317. Tabakât, 1:261; İnsanü'l-Uyûn, 3:305.
    318. İnsanü'l-Uyûn, 3:305.
    319. Tabakât, 1:261; İnsanü'l-Uyûn, 3:305.
    320. Tabakât, 1:261; İnsanü'l-Uyûn, 3:305.
    321. Tabakât, 1:261; İnsanü'l-Uyun, 2:43
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #34
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    MUKAVKIS'IN İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ



    Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı. (Milâdî 628.)
    Bu tarihte, Ashabdan Hatıb bin Ebî Beltaa, Peygamber Efendimizden aldığı Mukavkısa hitaben yazılmış İslâma dâvet mektubu ile Mısır'a doğru yola çıktı. Gece gündüz yoluna devam eden Hz. Hatıb, o sırada İskenderiye'de bulunan Mukavkıs'a Resûl-i Ekrem Efendimizin mübârek mektubunu sundu. Hükümdarın okuttuğu mektupta Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ona hitaben şunları yazıyordu:
    "Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın kulu ve Resûlü Muhammed'den Kıbtilerin büyüğü Mukavkıs'a!
    "Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun! Bu duâ ve temenniden sonra ben, seni İslâma dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin. Müslüman ol ki, Allah ecrini, mükâfatını iki kat versin. Eğer, bu dâvetimden yüz çevirirsen, Kıbtilerin günâhı senin boynuna olsun!
    "De ki: 'Ey kitap ehli olan Hıristiyanlar ve Yahudiler! Sizinle bizim aramızda müşterek bir söze gelin: Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim, Ona hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.' Eğer onlar yüz çevirirlerse, siz deyin ki: 'Şâhid olun, biz Müslümanlarız."' (Âl-i İmrân Sûresi, 64.)303
    Mektup okunup bitince, Mukavkıs: "Hayırlı olsun" dedi ve elçi Hz. Hatıb'a izzet ikramda bulundu. Sonra da Server-i Kâinat Efendimizin mübârek mektubunu fil dişinden bir kutu içine koyup, kutuyu mühürledi.304
    Mukavkıs'ın İkrarı
    Bir gece vakti Mukavkıs, Hatıb bin Ebî Beltaa'yı huzuruna çağırttı. Yanlarında sadece tercümanı bulunuyordu. Uzun uzadıya konuştuktan sonra, Mukavkıs sonunda, Müslüman olmadığı halde, Peygamber Efendimizin risâletini ikrar edip şöyle dedi:
    "Ben, bir peygamberin geleceğini biliyordum. Lâkin Şam'dan çıkacağını tahmin ediyordum. Çünkü, daha evvelki peygamberlerin çoğu oradan zuhur etmişlerdi.
    "Gerçi, son peygamberin, Arabistan'da, sertlik, darlık, yoksulluk ülkesinde çıkacağını da kitaplarda görmüştüm.
    "Allah'ın kitabında sıfatlarını yazılı. bulduğumuz peygamberin ortaya çıkma zamanı da tam bu zamandır. Fakat, ona uymak hususunda, Kıbtiler beni dinlemezler. Ben, saltanatımdan ayrılmaya da kıyamayacağım.
    "O peygamber, memleketlere hâkim olacak, kendisinden sonra da Sahabîleri bu meydanlarımıza kadar gelip yerleşeceklerdir. Sonunda şuradakilere galip geleceklerdir."305
    Bu konuşmasıyla Peygamberimizin risaletini ikrar eden Mukavkıs, ne yazık ki, saltanatı elinden gider endişesiyle ne halkına olup bitenlerden bahsetti ve ne de Müslüman oldu.306 Saltanat, hükümdarlık sevgisi onu iman saadetinden mahrum bıraktı.
    Dünya saltanatının sevgi ve muhabbeti gönlünde ağır basıp, iman etmeye yanaşmayan Mukavkıs, bununla beraber Peygamber Efendimize bir mektupla, bazı kıymetli hediyeler ve iki tane de câriye gönderdi.307
    Bütün bunlardan sonra Hz. Hatıb bin Ebî Beltaa'yı İskenderiye'den uğurlayan Mukavkıs ona, "Sakın, Kıbtiler senin ağzından tek kelime bile işitmesinler" dedi.308
    Mukavkıs'ın Gönderdiği İki Câriye Ve Hediyeler
    Mukavkıs'ın, Resûl-i Ekrem Efendimize gönderdiği iki câriye Mariye ile kızkardeşi Sîrin idi. Hatıb bin Ebî Beltaa Hazretleri, onlara yolda İslâmiyeti anlattı ve Müslüman olmalarını teklif edince, Müslüman oldular.
    Daha sonra Peygamber Efendimiz Hz. Mâriye'yi kendisine nikâhlayıp zevceliğe aldı. Sîrin'i ise şâiri Hassan bin Sabit'e (r.a.) verdi.309
    Mukavkıstan gelen diğer hediyeler ise şunlardı:
    Ak tüylü iki katırla bir merkep,Bin miskal altın,Yirmi kat Mısır işi ince elbise, Billur bir bardak, Kokulu bal, misk gibi güzel kokular, v.s.310
    Hediye edilen katıra Düldül, merkebe ise Ufeyr adı takıldı. Mukavkıs'ın ülkesinde beş gün kadar kaldıktan sonra, oradan ayrılan Hatıb bin Ebî Beltaa Medine'ye gelip Resûl-i Ekremin huzuruna çıkarak bütün olup bitenleri anlattı ve Mukavkıs'ın mektubu ile gönderdiği hediyeleri takdim etti.
    Mukavkıs, cevabî mektubunda şöyle diyordu:
    "Muhammed bin Abdullah'a, Kıbtilerin büyüğü Mukavkıs'tan. Selâm olsun sana.
    "Bundan sonra derim ki: Mektubunu aldım, okudum. Mektubunda zikrettiğin ve beni dâvet ettiğin şeyleri anladım.
    "Gelecek bir peygamber daha olduğunu biliyordum. Ancak onun Şam'dan zuhur edeceğini tahmin ediyordum.
    "Elçini ağırladım. Sana Kıbtîlerin yanında mevkiileri yüksek iki câriye ile elbiseler gönderdim. Binmen için de sana bir katır hediye ettim. Selâm olsun sana!"311
    Mektup okunup bitince Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Bedbaht adam! Saltanatına kıyamadı. Fakat, üzerinde titrediği saltanatı, kendisine kalmayacaktır!"312 buyurdu.
    Peygamberimizin Mukavkıs'a Gönderdiği Mektubun Aslı
    Resûl-i Ekrem Efendimizin, Mukavkısa gönderdiği mübârek mektupları halen İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Bölümünde muhafaza edilmektedir.
    Mektup, Hicretin 1267 senesinde Mısır'ın Ahmim beldesinde bulunan eski bir Manastırdaki Kıbti kitapları arasında olduğu anlaşılmış, bunun üzerine Sultan Abdülmecid Han tarafından satın alınarak İstanbul'a getirilmişti.
    Bu mübârek mektup, 16x19 cm ebâdında, kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmıştır ve on iki satırdan ibârettir. Mektubun altında Resûl-i Ekrem Efendimizin mührü bulunmaktadır.
    Mektupta yer yer güve yenikleri ve delikleri de vardır.313





    303. Zâdû'l-Mead, 3:72; İnsanü'l-Uyûn, 3:295-296.
    304. Tabakât, 1:260; Uyunü'l-Eser, 2:266.
    305. Tabakât, 1:260; Uyunü'l-Eser, 2:266.
    306. Tabakât, 1:260; Uyunü'l-Eser, 2:266; İnsanü'l-Uyûn, 3:296-297.
    307. İnsanü'l-Uyûn, 2:266.
    308. A.g.e., 2:266.
    309. Tabakât, 8:212-213.
    310. A.g.e., 1:485; İnsanü'l-Uyûn, 3:297.
    311. Tabakât, 1:260; Zâdü'l-Mead, 2:72; Uyunü'l-Eser, 2:266.
    312. Tabakât, 1:261; İnsanü'l-Uyûn, 2:266.
    313. Tahsin Öz, Hırkâ-i Saadet Dâiresi ve Emânet-i Mübâreke, s. 29-30.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #35
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    KİSRÂNIN İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ




    Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı. (Milâdî 628.)
    Hükümdarları, İslâma dâvet kararı alan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ashabdan Abdullah bin Huzâfe'yi de İran Kisrâsı Perviz İbni Hürmüz'e elçi olarak gönderdi.
    İran'a varıp, saraya kabul edilen Hz. Abdullah bin Huzâfe, Peygamberimizin İslâma dâvet mektubunu bizzat Kisrâ Perviz'in eline teslim etti. Kisrâ mektubu kâtibine okuttu:
    "Bismillahirrahmanirrahim!"All ah Resûlü Muhammed'den, Farsların büyüğü Kisrâ'ya!"
    Bu hitap, Kisrâyı son derece hiddetlendirdi. Mektubun devamının okunmasına müsaade etmeden ve muhtevâsını öğrenmeden, "Şuna bak! Benim kulum, kölem olan kişi [Hâşâ] kalkıyor da bana mektup yazıyor" diyerek Hz. Resûlullahın mübârek mektubunu alıp küstahça yırttı.286
    Sonra da haddini aşarak elçi Abdullah bin Huzâfe'ye şöyle çıkıştı:
    "Mülk ve saltanat bana mahsustur. Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana ortak çıkacağından dolayı asla endişem ve korkum yoktur!
    "Firavun, İsrailoğullarına hakim olmuştu. Siz onlardan daha güçlü değilsiniz. Sizi derhal hâkimiyetim altına almaya engel olacak ne var? Ben Firavundan daha iyi ve güçlüyümdür"287 diye hitap etti ve onu adamları vasıtasıyla dışarıya çıkarttırdı.
    Abdullah bin Huzâfe'nin Medine'ye Dönüşü
    Hz. Abdullah bin Huzâfe, Peygamber Efendimizin İslâma dâvet mektubunu Kisrâya vermekle vazifesini yerine getirmişti. Bu sebeple, saraydan çıkartılır çıkartılmaz hemen bineğine atlayarak Medine yolunu tuttu.
    O sırada Kisrânın öfkesi bir nebze dinmiş olacak ki, onu bulup getirmelerini adamlarına emretti. Ancak, Hz. Abdullah çoktan oradan uzaklaşmıştı.
    Medine'ye gelen Hz. Abdullah, Peygamberimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri haber verdi. Peygamberimiz ellerini kaldırarak Kisrâya şöyle beddua etti:
    "Yâ Rabbi! Nasıl o benim mektubumu parçaladı, Sen de onu ve onun mülkünü parçala!"288
    Bu bedduanın tesiriyledir ki, Kisrâ Perviz'in oğlu Şireveyh hançer ile onu parçaladı. Sa'd İbni Ebî Vakkas Hazretleri ise, İran saltanatını param parça etti. Sasaniye devletinin hiçbir yerde şevketi kalmadı.
    Peygamberimizin Gönderdiği Mektup
    Resûl-i Ekrem Efendimizin İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e gönderdiği İslâma dâvet mektubunun tam metni şu meâldeydi:
    "Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!
    "Doğru yolda gidenlere, Allah'a ve Peygamberine iman edenlere, bir Allah'tan başka ilah olmadığına, Onun hiçbir ortağı da bulunmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun!
    "Ben, seni İslâma dâvet ediyorum.
    "Çünkü ben; Bütün insanlara 'hayatı olan kişilere (gelecek tehlikeleri) haber vermek ve kâfirlere o söz hak olmak için (azap sözü gerçekleşmesi için)' peygamber olarak gönderildim.
    "Müslüman ol ki, selâmete eresin! Eğer, dâvetimden yüz çevirirsen, mecusî kavminin günahı senin boynuna olsun!"289
    Kisranın Yemen Valisine Emri
    Kisrâ, Efendimizin mübârek mektubunu yırtmakla da hiddet ve hırsını dindirememişti. Yemen valisi Bazan'a şu emri verdi:
    "Duyduğuma göre, Kureyşten biri ortaya çıkmış, peygamberlik dâva ediyormuş. Sen güçlü kuvvetli adamlarından ikisini gönder. Onu bağlayıp getirsinler."290
    Vali Bazan emri yerine getirmekte gecikmedi. Peygamber Efendimize iki kişi gönderdi. Ellerine de, Efendimizin gidip Kisrâya teslim olmasını emreden bir mektup verdi.
    Babeveyh ve Hurre Husre adındaki bu adamlar Medine'ye gelerek Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna çıktılar. Babeveyh, Efendimize hitaben şöyle dedi:
    "Kisrâ, vali Bazan'a yazı yazıp seni kendisine götürmek üzere sana adam göndermesini emretti. Bazan da, beni sana gönderdi. Eğer, benimle gelirsen Yemen valisi, Kisrâ'ya senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır.
    "Eğer, benimle gelmekten çekinirsen, Kisrâ seni de, kavmini de yok eder, memleketini de yıkar."291 Sonra da Bazan'ın mektubunu verdi.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz Babeveyh'in anlattıklarını ve mektubun muhtevasını öğrendikten sonra gülümsedi. Sonrada onları İslâmiyete dâvet etti.
    Elçiler, Efendimizin huzurunda manevî heybetinden dolayı tir tir titriyorlardı. Fakat, bunu hissettirmemek için cesaretli konuşmaya çalışıyorlardı.
    Peygamber Efendimiz, "Ne yapmak istediğimi yarın size haber veririm" deyip onları huzurundan çıkardı.292
    Ertesi gün Resûl-i Kibriyâ Efendimiz vahiy ile gelen şu haberi onlara iletti:
    "Yüce Allah Kisrâya oğlu Şireveyh'i musallat kıldı. Şireveyh, onu filan ayda, filan gecede ve gecenin de filan saatında öldürdü!"293
    Bu haber karşısında elçiler, şaşırıp kaldılar.
    Peygamber Efendimiz Ayrıca onlara hitaben şöyle dedi
    "Bazan'a deyiniz ki: Benim dinim ve hakimiyetim, Kisrânın mülk ve saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacaktır.
    "Yine ona deyiniz ki: Eğer sen Müslüman olursan, şu anda idare etmekte olduğun yerleri sana vereceğim. Seni Ebnalardan [Güney Arabistanda yerleşen İranlılar] meydana gelen kavme hükümdar yapacağım."294
    Bunun üzerine Bazan'ın adamları Yemen'e döndüler. Olup bitenleri anlatıp, Peygamberimizden görüp duyduklarını naklettiler. Vali Bazan, "Vallahi, bu hükümdar sözü değildir. Öyle sanıyorum ki, bu zât dediği gibi, bir peygamberdir"295 demekten kendini alamadı.
    Sonra da adamlarına, "Onu nasıl buldunuz?" diye sordu.
    Onlar, "Biz, ondan daha heybetli, hiç bir şeyden korkmayan ve muhafızsız bulunan bir hükümdar görmedik. Mütevazi ve yaya olarak halk arasında yürüyordu!" cevabını verdiler.
    Bazan, bir müddet daha beklemeyi uygun buldu. "Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini beklemeliyim. Eğer sözü doğru çıkarsa, o gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir.
    "Şayet, dediği doğru çıkmazsa, o zaman gereğini düşünürüz." dedi.296
    Aradan birkaç gün gibi kısa bir zaman geçmişti ki, Kisrânın oğlu Şivereyh'ten Bazan'a şu meâlde bir mektup geldi:
    "Ben Kisrâyı öldürdüm! Bu mektubum sana gelince, benim nâmıma halkın bîatını al! Kisrânın sana yazmış olduğu zât hakkında da, yeni bir emrim gelinceye kadar bekle ve hiç bir teşebbüse geçme!"297
    Hesap ettiler: Gördüler ki, Perviz'in öldürülmesi, Fahr-i Âlem Efendimizin haber verdiği aynı günün gecesine ve gecenin de aynı saatine rastlıyordu.298
    Bazan'ın gönül âlemi bu apaçık mucize karşısında birden aydınlandı.
    "Muhammed (a.s.m.), muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir" diyerek Müslüman oldu.299 Onu, Yemen'de oturan Ebnâların Müslüman olması takib etti.300
    Bazan daha sonra da Müslüman olduklarını Resûl-i Ekrem Efendimize haber verdi. Bu haberi alan Efendimiz, onu San'a valisi tayin etti. Bu, Peygamberimizin tayin ettiği ilk vali idi ve İran valilerinden imâna gelen ilk zâttı.301
    Peygamberimizin Kisrâ'ya Gönderdiği Mektubun Aslı
    Resûl-i Ekrem Efendimizin Kisrâya gönderdiği mektubun aslı, 1962 yılının Kasım ayı sonlarına doğru, Lübnan Dışişleri Bakanı görevinde bulunmuş olan Mr. Henri Pharaon'un, Dr. Salahaddin el-Müneccid'e okutturmak için başvurması üzerine ortaya çıkmıştır. Vesikayı, Birinci Dünya Harbinin sonunda Henri Pharaon'un babası Şam'da 150 altına satın almış ve mahiyetini bilemediğinden veya açığa vurmak istemediğinden olacak ki, gizli tutmuştur.
    Dr. Salahaddin el-Müneccid'in tarif ve tavsifine göre bu mektup, parşömen üzerine yazılmıştır. Ancak zamanla rengi değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmıştır. Mahfaza, ayrıca camdan bir çerçeve ile muhafaza edilmiş olduğundan, parşömen oraya yapışık kalmıştır.
    Parşömen eski ve yumuşaktır, rengi koyu kahverengidir. Sahife kenarları bu sebeple siyahlaşmıştır.
    Mektubun boyu 28 cm, eni ise 21,5 cm'dir.
    Mektubun ebâdı, ince uzundur. Fakat, üst kısmı alt kısmından daha geniştir.
    Mektupta 15 satır vardır ve bunların uzunlukları yerine göre 21,2 cm ile 21,5 cm arasında değişmektedir.
    Çizilen satırların altında dairevî bir mühür izi vardır ve bunun çapı 3 cm'dir.
    Mektupta, yukarıdan aşağıya doğru akmış su izleri vardır. Bunlar, bazı yerlerde (harfler veya) kelimeleri silmiş, bazı yerlerde mürekkep izini hafifletmiş ve mührün ortasına doğru bulunan (Resûl) kelimesindeki (R) harfi hariç, mühürdeki yazıyı silmiştir.
    Mektubun yırtılmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, yırtık, başlangıçtaki ufkî üçüncü satırdan bu satırın ortasına kadar gitmekte, sonra dikey olarak onuncu satıra kadar inmekte, böylece yırtık izi tersine bir (L) harfi manzarası arzetmektedir.
    Ayrıca bu yırtık, mektubun yazıldığı parşömenden farkedilebilen ve daha sonraki devre ait deriden yapılma ince bir iplikle dikilmiştir.
    Mektubun yazı karakteri, Hendek Savaşı sırasında Sel' Dağındaki grafit kaya üzerine yazılmış bulunan en eski yazı karakterine uymaktadır.302

    287. Ravdü'l-Ünf, 6:590.
    288. Zâdü'l-Meâd, 3:71.
    * Babasını öldürüp yerine geçen Şireveyh, ancak altı ay yaşayabilmiştir. Saltanatının verdiği ihtiras ile kardeşlerini de öldürmüştü. Kendisine halef olacak erkek evladı bulunmadığından, halk Şireveyh'in Buran adındaki kızını saltanat tahtına geçirmişti. Peygamber Efendimiz bunu duyunca, 'Mukadderatını bir kadının eline veren bir millet felah bulamaz' buyurmuşlardı. Bu veciz ifadeleriyle Resûl-i Ekrem Efendimiz, İslâmın âmme hukukunun en mühim bir kaidesini ortaya koymuştur. Bu kaideye göre; İslâm hukukunda âmme velayeti denilen devlet teşkilâtı reisliği ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil olunur.
    Millet otoritesini temsil ederek bu mevkie kadın seçilemez. Çünkü, kadının fıtratı çok cihetlerden bu ağır vazifeyi yüklenip yürütmeye münasip değildir. Bu sebepledir ki, İslâm hukukunda kadının alış-veriş, şehâdet, şirket, vesayet, veraset, vekâlet, hibe ve her türlü medenî akid ve tasarrufları sair milletlerin hukukuna nisbetle en geniş ölçüde mu'teber ve ticarî sahadaki çalışması meşru olduğu halde, devlet başkanlığına seçilebilmesi hususunda kadın için herhangi bir hak kabul edilmemiştir.






    (Tecrid Tercemesi, 10:450.)
    289. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:508; Zâdü'l-Mead, 3:71; İnsanü'l-Uyûn, 3:291.
    290. Taberî, 3:90.
    291. A.g.e., 3:90-91.
    292. Tabakât, 1:260.
    293. A.g.e., 1:260; Taberî, 3:91; İnsanü'l-Uyûn, 3:292.
    294. Taberî, 3:91.
    295. Taberî, 3:91.
    296. A.g.e., 3:91.
    297. Taberî, 3:91.
    298. Tabakât, 1:260.
    299. Taberî, 3:91.
    300. A.g.e., 3:91.
    301. A. Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefâ, 1:182.
    302. Prof, M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1:260-261.




    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #36
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HERAKLİUS'UN İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ




    Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ashabdan Dihye bin Hâlife el-Kelbî'ye de bir mektup vererek ona da Rum Kayseri Heraklius'u İslâma dâvet etmek üzere, göndermişti Mektup şu meâldeydi:
    "Bismillahirrahmanirrahim. Resûlullah Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hirakl'e!
    "Hidâyet yoluna tâbi olanlara selâm olsun! Bundan sonra, (Ey Rûm milletinin büyüğü) seni, İslâma dâvet ediyorum.
    "Müslüman ol ki, selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu dâvetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, bütün tebaânın günâhı senin boynunadır.
    "De ki, 'Ey kitap ehli olan Hıristiyanlar ve Yahudiler! Sizinle bizim aramızda müşterek bir söze gelin. Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.' Eğer onlar yüz çevirirlerse, siz deyin ki, 'Şâhid olun, biz Müslümanlarız.'" (Âli İmrân Sûresi, 64. )275
    Dihye (r.a.), Rum hükümdarı Heraklius'a Resûlullahın mübârek mektubunu kısa zamanda ulaştırdı.
    Mektup okunurken, Hükümdarın alnında ter damlaları boncuk boncuktu.
    "Süleyman Peygamberden sonra, ben böyle 'Bismillahirrahmanirrahim' diye başlayan bir mektup görmedim" dedikten sonra, mektubu öpüp başına koydu. O anda hiçbir şey izhar etmedi. Araştırıp soruşturmayı daha uygun buldu.
    Ebû Süfyan İle Heraklius Karşı Karşıya
    Araştırıp soruşturma kararı veren Heraklius, etrafına, "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden buralarda kimse yok mudur?" diye sordu.
    O sırada ticâret münasebetleriyle Ebû Süfyan Kureyş'ten bazı adamlarla Şam'da bulunuyordu. Onu arkadaşlarıyla alıp yine o sırada Şam'da bulunan Kayserin huzuruna getirdiler. Hâdisenin geri kalan kısmını Ebû Süfyan şöyle anlatmıştır:
    "Hirakl'in huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve tercüman vasıtasıyla, 'Peygamber olduğunu söyleyen bu zâta neseben en yakın hanginizdir?' diye sordu.
    "'Neseben en yakınları benim' dedim.
    "Beni önüne oturttular. Arkadaşlarımı da arkama. Sonra Hirakl, tercümanını çağırdı ve dedi ki:
    "'Bunlara söyle, ben peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında bu adamdan bazı şeyler soracağım. Bu bana yalan söylerse siz onu tekzib ediniz.'
    "Vallahi, arkadaşlarım tarafından yalanımın öteye beriye yayılmasından korkmasaydım, Peygamber hakkında o zaman muhakkak yalan uydururdum.
    "Sonra da hükümdarla, Ebû Süfyan arasında sorulu cevaplı şu konuşma geçti:
    "Sizin içinizde, onun nesebi nasıldır?"
    "İçimizde onun nesebi pek büyüktür."
    "Ecdadı içinde bir melik var mıdır?"
    "Hayır."
    "Peygamberlikten evvel, onu hiçbir yalan ile ittiham ettiniz mi?"
    "Hayır."
    "Ona kimler tâbi oluyor? Halkın ileri gelenleri mi, yoksa fakir kimseler mi?"
    "Daha çok halkın zaif ve fakirleri tâbi oluyor."
    "Ona uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?"
    "Eksilmiyor, bilâkis artıyorlar."
    "Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden dönen var mı?"
    "Hayır, yoktur."
    "Kendisinin hiç sözünde durmadığı, ahdini bozduğu vâki midir?"
    "Hayır, vâki değildir. Fakat biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak muâhede yapmış bulunuyoruz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Bu yoldaki ahdini bozmasından korkuyoruz.
    "Ebû Süfyan sonraları, "Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka birşey ilâve etmek imkânını bulamadım" diyecektir.
    "Onunla hiç harp ettiniz mi?"
    "Evet, ettik."
    "Yaptığınız savaşlar nasıl neticelendi?"
    "Harp hali aramızda nöbet nöbet olur. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona."
    "Sizden, ondan önce peygamberlik iddiâsında bulunmuş bir kimse var mıdır?"
    "Hayır, yoktur."
    "O, size neler emrediyor?"
    "Yalnız bir Allah'a ibâdet etmeyi ve Ona hiç bir şeyi ortak koşmamayı emrediyor. Atalarımızın tapmış bulundukları şeylerden de bizi nehyediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, kimsesiz ve fakirlere sadaka vermeyi, haram olan şeylerden sakınmayı, ahdinde durmayı, emâneti sahibine vermeyi, akrabalarla ilgilenmeyi ve onları görüp gözetmeyi emrediyor."
    Bütün bunlardan sonra, Heraklius, tercümanı vasıtasıyla Ebû Süfyan'a şöyle dedi:
    "Nesebini sordum, içinizde yüksek neseb sahibi olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zaten böyle kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
    "Ben babaları ve dedeleri içinde bir melik gelip gelmediğini sordum. Sen, 'Hayır yok' dedin. Eğer babalarından, dedelerinden bir melik olsaydı, 'Bu da babalarının mülkünü geri isteyen bir kimsedir' diye hükmederdim.
    "Ben peygamberlik iddiâsında, ondan önce içinizde bulunanın olup olmadığını sordum. 'Hayır, yoktur' diye cevap verdin. Eğer, ondan önce bu sözü söyleyen biri olsaydı, 'Bu da belki kendisinden önce söylenmiş bulunan bir söze ittibâ etmek istemiş bir kimsedir' diye düşünürdüm.
    "Ben, ona kimlerin tâbi olduklarını sordum. Sen, 'Ona tâbi olanlar halkın zaifleridir' dedin. Peygamberlere tâbi olanlar da hep zaten öyle olurlar.
    "Ben peygamberlik davasında bulunmadan evvel, onun bir yalan söylemiş olup olmadığını sordum. Sen, 'Hayır' dedin. Ben ise, kat'i olarak bilmekteyim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi irtikâb etmemiş bir kimse, Allah'a karşı da yalan söylemez.
    "Ben, 'Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden geri dönenler var mıdır?' diye sordum. Buna da, 'Hayır' cevabını verdin. Îmân da böyledir. Îmânın icabı olan iç ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince böyle olur.
    "Benim, 'Onlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' soruma sen; 'Artıyorlar' cevabını verdin. İmân keyfiyeti tamamlanıncaya kadar hep bu minval üzere gider.
    "Ben, 'Onunla hiç savaştınız mı?' diye sordum. Sen, savaştığınızı, savaş neticesinin nöbet nöbet değiştiğini, bazen onun size, bazen sizin ona zarar verdiğinizi söyledin. Zaten diğer peygamberler de hep böyledir. Onlar belâlara uğratılırlar. Ama, sonra da güzel ve makbul âkıbet onların olur.
    "Ben, 'O zât ahdini bozar mı?' diye sordum. Sen, 'Sözünde durmamazlık etmez' dedin. Peygamberlerin hâli budur. Hiç bir zaman verdikleri sözde durmamazlık etmezler.
    "Ben, 'O size neler emrediyor?' diye sordum."Sen, 'Onun Allahü Teâlâya ibadet etmeyi, Ona hiç bir şeyi eş ve ortak koşmamayı size emrettiğini' söyledin. Bütün bu anlattıkların peygamberlerin vasıflarıdır.
    "Eğer o zat hakkında bu söylediklerinin hepsi doğru ise, şüphesiz o bir peygamberdir. Zaten ben, bir peygamberin çıkacağını biliyordum. Fakat sizden çıkacağını tahmin etmezdim.276
    Bu karşılıklı konuşmadan sonra da, Heraklius açıkça şöyle dedi:
    "Eğer, onun yanına gidebileceğim mümkün olsaydı, kendisiyle buluşmak üzere her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, hizmet ederek, ayaklarını yıkardım. Yemin ederek söylüyorum ki, onun mülkü, iktidarı şu ayaklarımın altında bulunan yerlere muhakkak gelip ulaşacaktır."277
    Bu sözlere muhatap olan Ebû Süfyan'ı bir korku ve telaş sardı. Dışarı çıkıp arkadaşlarına, "İbni Ebî Kebşe'nin* işi gerçekten gittikçe büyüyor. Şu muhakkak ki, Benû Asfar Hükümdarı bile ondan korkmaktadır"278 dedi.
    Heraklius'un Îmânı
    Rum hükümdarı Heraklius artık beklenen peygamberin, Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) olduğu kesin kanatına varmıştı. Kavmine, "Geliniz ona tâbi olalım. Dünya ve âhirette selâmete erelim" dedi. Ancak, Heraklius'un bu dâveti netice vermedi. Hattâ Rumların hiddetine sebep oldu.
    Bunun üzerine Heraklius, îmân ettiği halde dünya saltanatı için îmânını gizli tutma yolunu tercih etti.279
    Hz. Dıhye'nin Dağatır'a Gitmesi
    Hayatına son verilmekten ve saltanatının elinden alınmasından korkup imanını izhar edemeyen Heraklius, Hz. Resûlullahın elçisi Dihye'ye (r.a.) Hıristiyan âlimlerinin büyüklerinden biri olan Uskuf Dağatır'a gitmesini tavsiye etti. Ayrıca ona vermek üzere bir de mektup yazdı.
    Dihye (r.a.), mektubu alıp Heraklius'un yanından ayrıldı.
    Zaten Peygamber Efendimiz de Dağatır'a bir mektup yazıp Hz.Dihye'ye vermişti. Bu mektubunda Uskuf Dağatır'a şöyle hitap ediyordu:
    "Îmân edenlere selâm olsun!
    "Hiç şüphesiz, Meryem oğlu İsâ, Allah'ın pâk ve nezih Meryem'e ilka ettiği Rûh'u ve Kelimesi'dir.
    "Ben, Allah'a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e İsmail'e, İshak'a, Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa'ya ve İsâ'ya verilmiş olanlara ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım.
    "Biz, onlardan hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz, hepsinin peygamberliğine inanırız. Biz Allah'a itâat eden Müslümanlarız.
    "Hidayete tâbi olanlara selâm olsun."280
    Hz. Dıhye, Dağatır'ın yanına gitti ve kendisini İslâmiyete dâvet etti.
    Büyük Hıristiyan âlimi Dağatır şöyle dedi:
    "Vallahi, senin sahibin Allah tarafından gönderilmiş hak bir peygamberdir. Biz onun vasıflarını biliyoruz. İsmini de kitaplarımızda yazılı bulmuşuz."281
    Sonra îman ederek Müslüman oldu ve durumunun Resûl-ü Ekrem Efendimize bildirilmesini Hz. Dıhye'ye tembihledi.
    Uskuf Dağatır, her Pazar günü toplanan Hıristiyanlara kıssalar anlatıp nasihatlarda bulunduktan sonra, bir sonraki Pazara kadar evine kapandı.
    Hz. Dıhye ile görüştükten sonraki Pazarda Hıristiyanlar toplanıp onun çıkmasını beklediler. Ancak, Dağatır, hastalığını bahâne ederek çıkmak istemedi.
    Hıristiyanlar, "Ya o çıkar, ya da biz onun yanına gireriz. Şu Arap geleliden beri, biz vaziyetinden hoşlanmıyoruz" diye haber gönderdiler
    Bunun üzerine Dağatır odasına girdi. Üzerindeki siyah elbiseyi çıkarıp, bembeyaz bir elbise giydi. Sonra asâsını eline alıp kilisede toplanmış bulunan hıristiyan halkın yanına vardı. Çekinmeden ve cesurca, "Ey Rum topluluğu! Bize, Ahmed Peygamberden bir mektup geldi. Bizi Yüce Allah'a dâvet ediyor" dedikten sonra, ilâve etti: "Ben, şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Ahmed de Allah'ın kulu ve Resûlüdür."
    Dağatır'ın Hz. Resûlullahın peygamberliğini böylesine pervasızca haykırışına Rumlar öldürücü darbelerle karşılık verdiler ve onu orada şehid ettiler.282
    Hz. Dıhye'nin Medine'ye Dönmesi
    Bütün bu olup bitenlerden sonra Hz. Dıhye, Heraklius'un Peygamberimize yazdığı bir mektup ve birçok hediyelerle Medine'ye doğru hareket etti. Yolda eşkıyalar tarafından yakalanıp kıymetli hediyeler elinden alındı.
    Medine'ye varan Hz. Dıhye, Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri ve yolda başından geçenleri anlattıktan sonra Heraklius'un mektubunu verdi. Mektupta şunlar yazılı idi:
    "İsâ'nın müjdelemiş olduğu Allah'ın Resûlü Muhammed'e, Rum hükümdarı Kayser tarafındandır.
    "Elçin mektubunla bana geldi. Şehâdet ederim ki, sen Allah'ın Resûlüsün. Biz, seni zaten yanımızdaki İncil'de yazılı bulmuştuk. İsâ bin Meryem, seni müjdelemişti. Rumları, sana imana dâvet ettimse de yanaşmadılar, kaçındılar. Onlar, beni dinleselerdi, kendileri için şüphesiz hayırlı olurdu.
    "Ben, senin yanında bulunup, sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını yıkamayı, ne kadar arzu ederdim."283
    Mektup okunup bitince Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu:
    "Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatı devam edecektir!"284
    Heraklius'un, Mektubu Saklaması
    Resûl-i Ekremin elçisi ve dâvetini son derece güzel karşılayan Rum hükümdarı Heraklius, kendisine gelen İslâma dâvet mektubunu da atlas bir ipeğe sararak, derin saygısının bir tezahürü olarak altın bir borunun içine koyup sakladı.
    Rum hükümdarları katında nesilden nesile intikal edegelen bu mübârek mektubu Alfons bin Ferdinand'ın Tuleytula üzerine yürüyüp Endülüs beldelerinden bir çok yerleri eline geçirdiği tarihe kadar (H. 464) onun yanında bulunuyordu. Ondan da torununa intikal etti.
    Aynı mektubu Avrupa Kralı yanında gördüğünü Seyfüddin Kılıç da ifade etmektedir. Avrupa Kralının kendisine şöyle dediğinden de bahseder:
    "Bu, Peygamberinizin atam Kayser'e göndermiş olduğu mektubudur. Biz, onu bugüne kadar elden ele tevârüs etmekten geri kalmadık. Bize atalarımızdan ve babalarımızdan tavsiye edilmişti ki, bu mektup yanımızda bulunduğu müddetçe, saltanat bizde kalacaktır. Bu sebeple ona son derece hürmet göstermekte ve muhafazasına dikkat etmekteyiz.
    "Saltanatımızın devam edip gitmesi için de, onun yanımızda bulunduğunu Hıristiyanlardan saklı tutmaktayız."285

    275. Müsned, 1:263; Taberî, 3:87; Zâdü'l-Meâd, 3:71; İnsanü'l-Uyûn, 3:287.
    276. Müsned, 1:262-263; Buharî, 4:3-4; Müslim, 3:1395.
    277. Müsned, 1:263; Buharî, 4:4; Müslim, 3:1395.
    * Ebû Kebşe, putlara tapmaktan yüz çevirip Şi'ra'l-Ubur adındaki yıldıza tapan Huzaâ Kabilesinden bir adamdı. Peygamberimiz de putlardan yüz çevirdiği için bu adama benzetilerek ve ona nisbet ederek İbn-i Ebî Kebşe' adını vermişlerdi. Bir başka rivayete .göre ise, Ebî Kebşe annesi tarafından Peygamberimizin dedelerinden birinin adıydı. Müşrikler 'İbn-i Ebî Kebşe' demekle güya Peygamberimizin bu dedesine çektiğini ifâde etmek istiyorlardı.





    278. Müsned, 1:263.
    279. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:504; Mektûbat, s. 150.
    280. Tabakât, 1:276.
    281. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:504.
    282. A.g.e., 3:504.
    283. Yakubî, Tarih, 2:77-78.
    284. İnsanü'l-Uyûn, 3:289.
    285. A.g.e., 3:289.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #37
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HABEŞ NECAŞİSİ'NİN İSLÂMA DÂVET EDİLMESİ




    Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı idi. Peygamber Efendimiz, ilk önce Amr bin Ümeyye'yi, eline şu mektubu vererek, Habeş Necaşîsi Ashame'ye gönderdi.
    "Bismillahirrahmanirrahim! Allah Resûlü Muhammed'den, Habeş Meliki Necâşiye!
    "Ey Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben senin namına, Lâ ilâhe illâ Hû, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin olan Allah'a hamd ü senâ ederim.
    "Ve şehâdet ederim ki, Meryem'in oğlu İsâ, Allah'ın kulu ve Kelime'sidir. Allah, O Kelime'yi (ki, İsâ'ya vücud veren "Kün" hitabıdır) ve o ruhu ve çok temiz ve afif olan ve dünya hayatından tamamıyla çekilmiş bulunan Meryem'e nefhetti. Bu surette Meryem, İsâ'ya hamile kaldı. Böylece Allah, İsâ'yı yarattı.
    "Nasıl ki, Âdem'i de Allah, kudret eliyle ve bir mu'cize olarak yaratmıştır.
    "Ey Melik!
    "Seni; eşi, ortağı olmayan bir tek Allah'a imâna ve Ona ibâdete, bana uymaya ve Allah tarafından bana gönderilenlere inanmaya dâvet ediyorum. Çünkü, ben Allah'ın bunları tebliğe memur elçisiyim.
    "Seni ve halkını Aziz ve Celil olan Allah'a imana dâvet ediyorum.
    "Şimdi ben size İslâm hakikatlarını tebliğ ettim ve nasihatta bulundum. Siz de nasihatımı kabul ediniz!
    "Selâm hidâyete tâbî olanlara olsun."265
    Medine'den Habeşistan'a gitmek üzere yola çıkan elçi Amr, ayrıca şu vazifeleri de yerine geçirecekti:
    a) Daha evvel oraya hicret etmiş bulunan Müslümanları Medine'ye göndermesini Necaşîden istemek,
    b) Müslüman muhacirler arasında bulunan Hz. Ümmü Habibe'nin Peygamberimize nikâhlanmasını Necaşîden talep etmek.
    Habeşistan'a varan elçi Amr (r.a.), Necaşîye Peygamber Efendimizin mübârek mektubunu takdim etti.
    Necaşî, Peygamberimizin mektubunu hürmetle eline aldı, gözlerine sürdü ve öpüp başına koydu. Sonra da adamlarına okutturdu. Mektubun okunması sona erince, tahtından indi ve mütevazi bir edâ ile yere oturdu. Sonra şehâdet getirerek Müslümanlığını açıkladı. "Eğer, yanına gidebilmem mümkün olsaydı, muhakkak giderdim,"266 dedi. Sonra da, "O, Ehli Kitap olan Yahudi ve Nasranîlerin, geleceğini bekleyip durdukları Ümmî Peygamberdir. Musâ Peygamber 'Merkebe biner' diyerek İsâ Peygamberin geleceğini müjdelediği gibi, İsâ Peygamber de 'Deveye biner' diyerek Muhammed Peygamberin geleceğini öylece müjde vermiştir.267 "Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî'nin hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir"268 diyerek ilâve etti.
    Necaşî Ashame, daha sonra fil kemiğinden yapılmış bir kutu getirip, Efendimizin mektubunu içine koydu ve, "Bu mektuplar, kendilerinde bulundukça Habeşlilerde hayır ve bereket eksilmeyecektir"269 dedi.
    Resûl-i Ekrem Efendimizin bu mektubuna benzeyen bir mektubun, halen Şam'da bir şahsın elinde olduğundan bahsedilmektedir. Mezkûr şahıs, bu mektubu bir Habeş pazarından aldığını söylemiştir.
    Verilen bilgilere göre; mektup, takriben 23x33 ebâdında bir deri üzerine kahverengi mürekkeple yazılmıştır.
    Mektubun 17. satırının sonunda yuvarlak mühür izi vardır. Bu mühür, 2,5 cm çapındadır ve aşağıdan yukarıya doğru "Muhammed" bir satır, "Resûl" bir satır, "Allah" da bir satır olmak üzere üç satır halindedir.270
    Amr bin Âs'ın Necaşîden isteği
    Kureyşin siyâset adamı Amr bin Âs o sırada Habeşistan'da bulunuyordu. Amr bin Ümeyye'nin Necaşînin huzuruna girip çıktığını gördü. Buna çok kızdığı gibi, bir fırsatını bulup Hz. Amr'ın vücudunu ortadan kaldırmayı bile tasarladı. Bu maksatla bir gün Necaşînin huzuruna çıktı ve şöyle dedi:
    "Ey hükümdar! Senin yanına birinin girip çıktığını görüyorum ki, o bize düşman bir adamın elçisidir. Onu bana teslim et de öldüreyim."
    Bu teklif Necaşîyi fena halde kızdırıp hiddete getirdi. Elinin tersiyle Amr'ın burnuna kuvvetli bir darbe indirdi. O anda Amr, burnunun kırıldığını zannetti.
    .Necaşî, daha sonra hiddetli bir şekilde şöyle dedi:
    "Sen, Mûsâ Peygambere gelmiş olan Nâmûs-ı Ekberin (Cebrâil) kendisine vahiy getirdiği bir zâtın elçisini öldürmek için sana vermemi istiyorsun, öyle mi?"
    Amr, "Ey hükümdar," dedi, "gerçekten o, bir peygamber midir?"
    Necaşî şu cevabı verdi:
    "Yazıklar olsun sana, ey Amr! Sen, benim sözüme kulak ver de ona hemen tâbi ol. Çünkü, yemin ederim ki, o, hak üzeredir ve kendisine karşı koyanları mağlup edecektir. Musâ Peygamberin Firavuna ve ordusuna galebe çaldığı gibi."
    Artık, Amr'ın hidâyete erme zamanı gelmişti. Necaşîye, "Sen, benim ona İslâmiyet üzere bîatımı alır mısın?" diye teklifte bulundu.
    Necaşî, teklifini kabul etti. O da Peygamberimiz nâmına Necaşîye İslâmiyet üzere bîat etti. Fakat, bu imânını arkadaşlarından gizli tuttu. Hicretin 7. yılında Habeşistan'da İslâmiyetle şereflenen Amr bin Âs, bir sene sonra Hicretin 8. senesinde Medine'ye gelip Hz. Resûlullahın huzurunda imanını izhar edecektir.
    Müslüman olduğunu çekinmeden açıklayan Habeş Necaşîsi Ashame, elçi Amr bin Ümeyye'ye bir mektup verdi. Mektupta Hz. Resûlullahın isteklerini yerine getirdiğinden bahsediyordu. Ayrıca kendisine kıymetli hediyeler de gönderdiğini haber veriyor, arzu ettikleri takdirde kendisinin de yanına gelebileceğini açıkça ifâde ediyordu.271
    Ümmü Habibe'nin Peygamberimize nikâhlanışı
    Ümmü Habibe (r.a.), Kureyşin reisi Ebû Süfyan'ın kızı idi. Dininin gereklerini serbestçe yaşayabilmek için kocası Ubeydullah bin Cahş ile Mekke'den Habeşistan'a hicret etmişti. Ubeydullah, sonradan Hıristiyanlığa girdiği halde, Ümmü Habibe sebât etmişti. Bir müddet sonra da Ubeydullah ölünce dul kalmıştı. Bu esnada rü'yâsında Ubeydullah'ın kendisine "Ey Ümmü'1-Mü'minin" diye seslendiğini görmüştü. Bunu da Hz. Resûlullahın kendisi ile evleneceği şeklinde te'vil etmişti.272
    Arap kadınları dengini bulmadıkça evlenmezlerdi. Hz. Ümmü Habibe de gurbet diyarında dengini bulup evlenemediğinden zor bir durumda kalmıştı. Böyle, dini uğrunda vatanından uzak ve akraba ve taallûkatından ayrı olarak kimsesiz kalan şerefli bir kadının taltifi elbette gerekiyordu. Bunun için de Resûl-i Ekrem Efendimiz onunla evlenmeye talib olmuştu.
    Peygamberimiz bunu gerçekleştirmeyi Necaşîden istemişti. Necaşî de Efendimizin bu arzusunu yerine getirip Hz. Ümmü Habibe'yi ona nikâhladı.273
    Hz. Resûlullahın, Hükümdar Ashame'den bir arzusu da Müslüman muhacirleri Medine'ye göndermesi idi. Ashame, bu isteği de yerine getirdi. Başlarında Hz. Câfer'in bulunduğu muhacirleri gemilere bindirerek Medine'ye gönderdi.274





    265. Taberî, 3:89; Zâdü'l-Meâd, 3:71; İnsanü'l-Uyûn, 3:293.
    266. Tabakât, 1:258.
    267. Mektûbat, s. 159.
    268. Zâdü'l-Meâd, 3:71; İnsanü'l-Uyûn, 3:294.
    269. Tabakât, 1:258; İnsanü'l-Uyûn, 3:293.
    270. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1:201.
    271. Taberî, 3:89; Zâdü'l-Meâd, 3:71-72.
    272. Tabakât, 8:97.
    273. A.g.e., 8:97-98.
    274. A.g.e., 1:259; Taberî, 3:89-90.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #38
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN HÜKÜMDARLARI İSLÂMA DÂVETİ




    Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) dini ve dâveti umumidir. Hitabı, bütün insanlığadır. Diğer Peygamberler gibi bir kavme, bir kabileye, bir millete veya bir bölgeye münhasır değildir.
    Cenâb-ı Hak, bir çok âyet-i kerimede bu hususu beyan buyurmuştur:
    "De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın gönderdiği peygamberim..."259
    Buna binâen Peygamber Efendimizin dâveti elbette yalnız bazı Arap kabilelerine, bir takım insanlara ve belli bölgelere münhasır kalamazdı. Bütün insanlığa bu imân ve İslâm dâveti sesinin duyrulması gerekiyordu.
    Bunun için, Hudeybiye Sulhü sonrası en müsait bir zamandı. Zira, anlaşma gereğince 10 yıl harp yapılmayacaktı.
    Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı idi. Peygamber Efendimiz, birgün Ashab-ı Kiramı toplayarak şöyle buyurdu:
    "Allah, beni bütün insanlara rahmet olarak gönderdi. İslâmı yayma hususunda bana yardımcı olun! Havarilerin Meryem oğlu İsâ'ya muhâlefetleri gibi, siz de bana karşı muhalefette bulunmayın!"
    Sahabîler, "Yâ Resûlallah! Havariler, Hz. İsa'ya (a.s.) nasıl muhalefet etmişlerdi?" diye sordular.
    Resûl-i Ekrem şöyle izah etti:"Benim sizi dâvet ettiğim vazifeye, o da Havarilerini dâvet etmişti. Ancak onun yakın yere gönderdiği kimseler isteyerek gidip selâmete eriştiler. Uzak yere göndermek istedikleri kimseler ise, gitmekten kaçındılar. İsâ (a.s.), bu durumu Allah'a arzetti ve şikâyette bulundu.
    "Gitmeye üşenenlerin her biri, gönderilecekleri milletlerin dillerini konuşur oldukları halde sabahladılar. İsâ (a.s.), onlara, 'Bu, Allah'ın sizin için kesinleştirdiği, ve ehemmiyet verdiği bir iştir. Haydi gidiniz!' demişti. Onlar da gitmişlerdi!"260
    Bunun üzerine Sahabîler, "Yâ Resûlallah," dediler, "biz sana bu hususta yârdımcı olacağız, Bizi arzu ettiğin yere gönder" dediler.261
    Kim Nereye Ve Kime Gönderildi?
    Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, İslâma dâvet maksadıyla Ashabından:
    1) Dihyetü'1-Kelbî'yi Rum Kayseri* Heraklius'a,
    2) Amr bin Ümeyye ed-Demri'yi, Habeş Necaşîsi Ashame'ye,
    3) Abdullah bin Huzâfe'yi İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e,
    4) Hanb bin Ebî Beltâa'yı Mısır Firavunu Mukavkıs'a,
    5) Salit bin Amr'ı, Yemâme Valisi Havza bin Ali'ye,
    6) Şuca' bin Vehb'i Gassân Meliki Münzir bin Hâris bin Ebî Şemir'e gönderdi.262
    Gönderilen elçinin hepsi de gönderildikleri memleketlerin dillerini biliyorlardı. Peygamber Efendimiz, bu elçilerine, mezkur hükümdarlara verilmek üzere birer mektup da yazarak teslim etti.
    Mektupları yazdığı sırada, Sahabîler hükümdarların mühürsüz mektup okumadıklarını bildirince Resûl-i Ekrem Efendimiz, gümüşten bir mühür üzerine alt alta gelmek suretiyle şu şekilde imzasını da yazdırdı:
    "Allah
    "Resûl
    "Muhammed"263
    Kâinatın Efendisi bu yüzüğünü vefâtına kadar takmıştır. Vefâtından sonra sırasıyla, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman takmışlardır. Günün birinde Hz. Osman'ın elinden Eris Kuyusuna düşerek kaybolmuştur. Kuyunun Bütün suyu çektirildiği halde, bir türlü bulunamamıştır.264

    259. Araf Sûresi, 158. Konu ile ilgili olarak diğer âyetler için bkz.: Nisâ Sûresi, 79,170,174; Tevbe Sûresi, 33; Sebe' Sûresi, 28; Hacc Sûresi, 67; Ahzab Sûresi, 40.
    260. Sîre, 4:254.
    261. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:507.
    * O zamanlar Rum (Bizans) devirt başkanına Kayser, İran Şahına Kisnjt, Mısır devlet başkanına Firavun, Yaman hükümdarına Tubbâ, Habeş hükümdarına ise Necaşî denilmekteydi,
    262.



    Sîre, 4:254; Tabakât, 1:258; Ensab, 1:531; Taberî, 3:84; İbn-i Kesir, Sîre, 3:343.
    263. Tabakât, 1:258.
    264. Buharî, 7:54; Müslim, 3:1658.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #39
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    ÜMMÜ KÜLSÜM PEYGAMBERİMİZE İLTİCÂ EDİYOR




    Hudeybiye Anlaşmasının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, Peygamberimizin Mekke'deki azılı düşmanlarından Ukbe bin Ebî Muayt'ın Müslüman olan kızı Ümmü Külsüm, bir yolunu bulup Medine'ye geldi. Resûl-i Ekrem Efendimize iltica edip şöyle dedi:
    "Yâ Resûlallah! Ben, dinim için onların yanından kaçıp senin yanına geldim! Beni koru, müşriklere geri çevirme! Beni kâfirlere geri çevirecek olursan, bana işkence yaparlar, dinimden döndürmeye çalışırlar."(İbni Sa'd, Tabakât, 8:231)
    Bunun üzerine inen âyet, Peygamber Efendimizin nasıl hareket etmesi gerektiğini tayin etti:
    "Ey îmân edenler! Mü'min kadınlar hicret etmiş olarak size geldiğinde onları imtihan edin. Onların îmânını Allah hakkıyla bilir. Eğer mü'min olduklarına kanaat getirirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir; onlar da bunlara helâl olmaz. Müşrik kocalarının onlara verdiği mehri iâde edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde o kadınlarla evlenmenizde sizin için bir günah yoktur. Kâfir kadınları da nikâhınız altında tutmayın; onlara verdiğiniz mehri geri isteyin. Kâfirler de size katılan Müslüman hanımlarına verdikleri mehri geri istesinler. Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah herşeyi hakkıyla bilir, herşeyi hikmetle yapar."(Mümtehine Sûresi, 10.)
    Bu âyet-i kerime, Hudeybiye Sulhundaki Medine'ye hicret ve ilticâ edecek Müslümanların iâdesi ile ilgili maddenin erkeklere mahsus olduğunu, kadınlara şâmil bulunmadığını ortaya koyuyordu.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, müşriklerin arasından Medine'ye çıkıp gelen erkekleri iâde ettiği halde Müslüman kadınları geri çevirmedi.
    Nitekim, Ümmü Külsüm'ü de kardeşleri Velid bin Ukbe ile Umâre bin Ukbe Medine'ye gelerek istedikleri zaman; Resûl-i Ekrem, "Muâhededeki o şartın hükmünü, Allah, kadınlar hakkında bozdu, ortadan kaldırdı" buyurarak Ümmü Külsüm'ü onlara teslim etmedi.
    Bu âyetin nazil olmasından sonra Mekke'den Medine'ye hicret eden kadınlar bir nevi imtihana tâbi tutuluyorlardı. Onlar, "Vallahi biz, sadece Allah'a ve Resûlüne ve İslâmiyete olan muhabbet ve bağlılığımızdan dolayı çıkıp geldik. Yoksa ne koca, ne mal, ne başkasına olan kin ve buğzumuz sebebiyle gelmedik" diye yemin ediyorlardı.
    Bunun üzerine Medine'de kalmalarına müsaade edilip geri çevrilmiyorlardı. Böyle yeminde bulunanların mehirleri de kocalarına iâde ediliyordu.
    İnen âyet-i kerimede Ayrıca mü'minlere "Kâfir olan kadınlarınızı artık nikâhınız altında tutmayın" diye emrediliyordu.
    Bunun üzerine Hz. Ömer, o zamana kadar nikâhı altında bulunup Mekke'de oturan müşrik iki hanımını boşadı.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #40
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    EBÜ BASİR KUREYŞLİLERİN TİCARET YOLLARINI KESİYOR




    Peygamber Efendimizin, Hudeybiye'den Medine'ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti.Bu sırada İslâmiyetle müşerref olan Sakif Kabilesinden Ebû Basîr adındaki bir zat bir fırsatını bulup Mekke'den Medine'ye geldi.Üç gün sonra, onu istemek üzere Kureyşliler iki kişi gönderdiler. Bunlar Peygamber Efendimize, "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı hatırlatırız" diyerek Ebû Basîr'i geri istediler.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, anlaşma gereğince Ebû Basîr'i geri vermek zorundaydı. Ona, "Ey Ebû Basîr! Biliyorsun ki, biz şu Kureyşlilerle bir anlaşma yapmış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz.
    "Muhakkak Allah, sana ve senin gibi müşrikler içinde kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol yaratacaktır" deyip teselli verdi. Sonra onu gelen adamlara iâde etti.
    Ebû Basîr, "Yâ Resûlallah! Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri veriyorsun?" diye feryad etti.
    Resûl-i Ekrem, tekrar ona teselli verdi:
    "Sen git! Muhakkak Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol yaratacaktır."(İbni Hişam, Sîre, 3:337)
    Kureyş'in gönderdiği iki adam Ebû Basîr'i alarak Medine'den yola çıktılar. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.
    Ebû Basîr her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce onlarla yakınlık kurmak istedi. Bunun için kendileriyle sohbete başladı. Huneys adındakinin ismini, babasının kim olduğunu sorup, öğrendikten sonra, "Öyle zannediyorum ki, senin şu kılıcın oldukça keskindir" dedi.
    Adam, "Evet," dedi, "oldukça keskindir."
    Ebû Basîr gayet sakin ve emniyet verici bir tavırla, "Ona bir bakabilir miyim?" diye sordu.
    Huneys, "İstiyorsan, al bak" dedi.Ebû Basîr bulunmaz bir fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Huneys'in üzerine yürüyüp işini bitirdi.(İbni Hişam, Sîre, 3:337)
    Bunu gören diğer arkadaşı son sürat kaçarak Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı, "Adamınız, arkadaşımı öldürdü. Ben ise elinden zor kurtuldum" diyerek Ebû Basîr'den dolayı şikayet etti.
    Bu sırada Ebû Basîr de geldi, "Yâ Resûlallah! Sen, beni onlara teslim ile ahdini yerine getirmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı" diyerek bir daha müşriklere iâde edilmeyip Medine'de kalmayı istedi.
    Ebû Basîr'in cesaret ve atılganlığına hayret eden Efendimiz, Sahabîlere hitaben, "Bu adam, harp kışkırtıcısı, kızıştırıcısıdır! Hele yanında, bir takım adamlar da bulunsa, artık elinden gelmeyecek iş yoktur"(İbni Hişam, Sîre, 3:338.) buyurdu.Bu sözler üzerine Ebû Basîr, tekrar Kureyşlilere iâde edileceği düşüncesine katıldı. İçinde yine feryatlar koptu.
    Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz, onu Kureyşlilere tekrar geri vermediği gibi Medine'de kalmasına da müsaade etmedi. "Haydi çık, istediğin yere git" diyerek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.(Megazî, 2:627)
    Bunun üzerine Ebû Basîr de, Medine'den çıktı. Deniz sahilinden Mekke'den Şam'a giden yol üzerindeki Îs Vadisine gidip yerleşti.
    Mekke'de hapsedilmiş bulunan Müslümanlarla, îmânlarını gizleyenler bunu duyunca birer ikişer kaçarak Ebû Basîr'in yanında toplandılar. Kısa zamanda sayılan yetmişi buldu. Hattâ, etraftaki kabilelerden de katılanlarla birlikte bu sayı üç yüze çıktı.
    Böylece Ebû Basîr, etrafında büyük bir kuvvet toplamış oluyordu. Kureyş'in Şam'a gönderdiği bütün ticaret kafilelerinin yolunu kesip, adamlarını öldürüyor ve mallarına da el koyuyorlardı.(İbni Hişam, Sîre, 3:338)
    Kendilerini tehdit eden bu durum karşısında Kureyşliler Peygamber Efendimize derhal bir elçi gönderdiler. Elçinin Peygamberimize getirdiği mektupta şunlar yazılı idi:
    "Allah ve akrabalık aşkına! Sen, Ebû Basîr'in arkadaşlarına haber salsan ki, bundan böyle her kim, Medine'ye, senin yanına gelirse, o emniyet ve selâmettedir. O, geri çevrilmeyecektir."(İbni Hişam, Sîre, 3:338; İstiab, 4:1613)
    Kureyşin bu rica ve müracaatları üzerine Peygamber Efendimiz de Ebû Basîr ve yanından bulunan Müslümanları dâvet için Ebû Basîr'e bir mektup yazdı.Ebû Basîr o esnada ağır hasta idi. Resûl-i Ekrem Efendimizin mektubu kendisine ulaştığında son nefeslerini alıp veriyordu. Bu vaziyette mektubu eline aldı, yüzüne gözüne sürdü, Henüz tam okumadan da ruhunu teslim etti.
    Ebû Cendel ve diğer Müslümanlar onun cenaze namazını kılıp defnettiler.(İbni Sa'd, Tabakât, 4:134)
    Daha sonra Ebû Cendel, diğer Müslümanları da yanına alarak Medine'ye Peygamberimizin yanına geldi.




    (İbni Sa'd, Tabakât, 4:134.)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Sayfa 4/7 İlkİlk ... 23456 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Siyer-i Nebi (s.a.v)
    By MaHiR 01 in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 53
    Son Mesaj: 05.10.10, 06:00
  2. Islâm davasının tarihi; siyer-i nebi
    By Reyhani in forum Efendimizin Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 07.04.10, 20:05
  3. Ey Nebi
    By ArzuNur in forum Sevgi Defteri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 07.04.09, 19:11
  4. NebÎ
    By Konyevi Nisa in forum N -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 25.12.08, 11:19

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •