Sayfa 3/7 İlkİlk 12345 ... SonSon
68 sonuçtan 21 ile 30 arası

Konu: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

  1. #21
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    ETRAFA VALİ VE ZEKÂT MEMURLARININ GÖNDERİLMESİ




    Hicretin 9. senesi Muharrem ayı. Bu tarihe kadar bir çok kabile İslâmla şereflenmiş, birçok memleket de İslâm topraklarına katılmıştı. Bu memleketin idaresi ve halkına mükellefiyetlerinin bildirilmesi gerekiyordu.
    Bu maksatla Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin bu 9. yılı Muharrem ayında İslâm memleketlerinden bazılarına valiler ve halktan zekât toplamak için de zekât tahsil memurları tayin edip gönderdi.680
    Resûl-i Ekremin, gönderdiği vali ve zekât tahsil memurlarına emir ve tavsiyeleri şu idi:
    "Halkın kusurlarına karşı affedici davranınız ve en iyi mallarını almaktan sakınınız!"681
    Yemen'in güzel kasabalarından biri olan San'a ve yine Yemen'in Hadramut bölgesi ile Süleymler, Müzeyneler, Cuheyneler, Kilaboğulları, Resûl-i Ekrem Efendimizin vali ve zekât memurları gönderdiği memleket ve kabilelerden bazıları idi.682
    Bu valiler idarî işlerle meşgul olmaktan başka, halk arasında çıkan dâvalara da bakıyorlar, onları İslâmî hükümlere göre halletmeye çalışıyorlardı. Zekât memurları ise, gittikleri kabilelere İslâmın zekât mükellefiyetini anlatarak, zenginlerinin bu malî ibâdeti yerine getirmeleri gerektiğini bildiriyorlardı.
    Bazı kabileler bu mükellefiyetlerini seve seve yerine getirdiler. Bir kısım kabileler ise önce bu malî mükellefiyeti ağır bularak memurları hoş karşılamadılar. Ancak sonradan bu hareketlerinden vazgeçerek zekâtlarını vermeye başladılar.
    Mekke'nin fethi, İslâmın en parlak ve en şerefli bir zaferi idi. Çünkü, bu fetih ile senelerden beri Hz. Resûlullah ile Kureyş müşrikleri arasında süregelen amansız mücadele İslâmın galibiyeti ile netice bulmuştu.
    Arabistan'daki kabileler de yıllardan beri devam edegelen bu çetin mücadeleyi yakından ve dikkatlice takip etmişlerdi. Önce, bu mücadelede Resûl-i Kibriyâyı kavmi olan Kureyşlilerle yalnız bırakmayı tercih etmişler ve "Onu kavmi olan Kureyşlilerle baş başa bırakınız. Eğer o, kavmine galip gelirse, şüphesiz kendisi sözünde doğrudur ve peygamberdir"683 demişlerdi.
    İşte, etraftaki kabilelerin yakından takip ettikleri bu şiddetli mücadele, Mekke fethi ile İslâmın üstünlüğü, şirkin mağlubiyet ve perişanlığı ile son bulmuştu.
    Artık onlar için tek yol kalmıştı: İslâmın şefkatli sînesine bir an evvel koşmak. Gayet iyi biliyorlardı ki, Mekkeli müşriklerin bunca düşmanlık ve kuvvetlerine rağmen söndüremedikleri bu dâvâyı kendileri de söndüremezler ve onun yayılmasını engelleyemezlerdi.
    Bu sebeple Mekke'nin fethini takip eden günlerde Hicretin 9. yılı başlarında civar kabilelerin Müslüman olmak için Medine'ye akın akın geldikleri görülüyordu. Bu sebeple bu yıla "Heyetler Yılı" adı da verilmiştir.684
    Gelen bu heyetlerin hepsini Peygamber Efendimiz, gayet güzel karşılıyor ve onlara izzet ikramda bulunuyordu. Bu heyetlerin içinde her sınıftan insan vardı. Hepsi de Resûl-i Ekremin yüksek ahlâk ve faziletini, Ashabının nazik ve insanî hareket ve davranışlarına hayran kalarak yurtlarına dönüyorlardı.
    Benî Temim Heyeti Medîne'de
    Hz. Resûlullah, Hicretin 9. senesi Muharrem ayı başlarında Ashabdan Büsr bin Süfyan'ı Huzalılardan Benî Kab Kabilesine zekâtlarını almak üzere göndermişti.
    Kâ'boğulları, gelen memura teslim edilmek üzere hayvanlarından düşen zekâtı bir tarafa ayırmışlardı. Fakat, aynı yerde oturan Temim Kabilesi oldukça fazla olan bu hayvanların verilmesine karşı çıkmış, hattâ kılıçlarını sıyırarak Büsr Hazretlerini öldüreceklerini bile izhardan çekinmemişlerdi. Bunun üzerine Büsr (r.a.), Medine'ye dönerek durumu Resûl-i Ekrem Efendimize anlatmıştı. Allah Resûlü de elli kadar bedevî süvari ile Uyeyne bin Hısn'ı Temimoğulları üzerine göndermişti. Uyeyne bin Hısn, Temimoğulları üzerine aniden baskın yapmıştı. Bir çok ganimet malları ile birlikte on bir erkek, yirmi kadın ve otuz kadar da çocuk esir edip Medine'ye geri dönmüştü.685
    Uyeyne bin Hısn'ın Medine'ye dönmesinden az sonra idi.
    Zekât vermemekte direnen Temimoğullarından bir heyet çıkıp Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. İçlerinde meşhur hatip ve şâirleri de vardı. Gayeleri esirlerini geri almaktı.
    Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (a.s.m.) onlara, "Ne istiyorsunuz?" diye sordu.
    "Biz Temim Kabilesindeniz" dediler. "Sizinle şiir ve övünme yarışı düzenleyelim diye şâir ve hatiplerimizi getirdik."
    Hafifçe tebessüm eden Efendimiz, "Ben şiir söylemekle vazifelendirilmediğim gibi, övünmekle de emredilmedim. Bunu yapamam. Fakat, haydi neyiniz varsa ortaya dökün de görelim!" buyurdu.
    Bunun üzerine Benî Temim'in Utarid adındaki hatibi ayağa kalkarak, kavim ve kabilesini övdükten sonra, "Bizimle fazilet yarışına çıkacak kimse, saydıklarımızın bir benzerini saysın döksün bakalım!" diyerek meydan okudu.
    Benî Temim hatibinin sözlerini bitirip yerine oturmasından sonra Resûl-i Kibriyâ, Sâbit bin Kays'a, "Kalk! Şunun konuşmasına karşılık ver!" diye emretti.
    Sabit (r.a.), ayağa kalktı. Önceden hiç bir hazırlığı olmadığı halde Cenâb-ı Hakkın büyüklüğüne ve Resûlullahın medh ve senâsına dâir Temimlileri bile hayrette bırakan gayet belagatlı ve tesirli bir hitabede bulundu. Hz. Sâbit şöyle diyordu:
    "Hamdolsun Allah'a ki, gökleri ve yeri yaratan ve onlardaki hükmünü yürüten Odur.
    "Hiçbir şey yoktur ki, Onun fazl ve kereminin eseri olmasın!
    "Bizim her tarafta galip gelişimiz ve hâkim oluşumuz da Onun kudretinin eseridir.
    "O, insanların arasından en hayırlısını seçerek peygamber göndermiştir. Ki o peygamber; baba tarafından insanların en şereflisi, söz cihetinden, en doğru sözlüsü, ana tarafından ise en üstünüdür.
    "Allah, ona Kitabını indirmiş, onu kullarının emîni ve mu'temedi, cihanın da güzîdesi ve seçkini kılmıştır."686
    Sıra şâirlerin maharetlerini ortaya dökmesine gelmişti
    Önce, Benî Temim şâirlerinden biri ayağa kalkarak kendilerini medh eden bir kaside sundu.
    Adam şiirini bitirir bitirmez Resûl-i Ekrem şâiri Hassan bin Sâbit'e, "Kalk yâ Hassan! Şu adamın şiirine karşılık ver!"687 diye emretti.
    Sonra da, "Allah-u Taâla, Resûlünü müdafaa ederken Hassan'ı muhakkak Cebrâil ile destekler" buyurdu.
    Kâinatın Efendisini müdafaa etmenin şerefini yüklenen Hz. Hassan aşk ve heyecan içinde ayağa kalktı. Aynı vezin ve kafiyede uzun bir şiirle Temimli şâire cevap verdi. Şiirinde İslâmın müstesna güzelliğini, yücelik ve faziletini veciz ve açık bir ifâde ile dile getirdi.
    Müslüman hatip ve şâirin, Temimoğulları şâir ve hatibinden çok daha güzel birer hitabe ve şiir sunmaları hem Peygamber Efendimizi, hem de orada bulunan Sahabîleri sevindirdi. Buna karşılık Temim heyeti, İslâm şâir ve hatibinin, kendilerininkinden daha üstün olduğunun belli olması karşısında sustular. İleri gelenlerinden olan Akrâ bin Habis ise şöyle demekten kendini alamadı:
    "Allah'a yemin ederim ki, bu zâta her zaman gaybdan yardım ediliyor. O, muhakkak muvaffak olacaktır. Her şeyde, herkese üstün gelmektedir.
    "Onun hatibi hatibimizden, şâiri de şâirimizden daha üstündür. Sesleri de seslerimizden daha canlı ve daha gürdür."688
    Daha sonra Akrâ bin Habis, Hz. Resûlullahın yanına yaklaştı ve şehâdet getirerek Müslüman oldu. Onun Müslüman oluşunu diğerleri takib etti.689
    Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, heyettekilerin herbirini birer hediye ile taltif ettiği gibi, alınmış olan bütün esirlerini de kendilerine geri verdi.690
    Benî Esed Heyeti Medine'de
    Hicretin 9. senesi Muharrem ayı idi. Medine'ye gelen heyetlerden biri de on kişilik Benî Esed Kabilesi idi. Müslüman olduklarını Resûl-i Ekrem Efendimize arzettikten sonra şöyle dediler:
    "Yâ Resûlallah! Herkes kıtlık ve kuraklık içinde sıkıntıdan kıvranırken, biz kendi rızamızla kalkıp geldik. Başka kabileler gibi seninle harp etmeden Müslüman olduk."691
    Bu sözleriyle Peygamber Efendimizin, Müslüman olduklarından dolayı kendilerine minnettâr kalması gerektiğini ifade etmek istiyorlardı. Bu minnettarlık sebebiyle de bol ihsana mazhar olmayı ümit ediyorlardı. Henüz Müslüman olduklarından ve İslâmın engin ruhuna vakıf bulunmadıklarından dolayı bu tarz bir tavır takındıkları muhakkaktı.
    Halbuki, iman etmekle ancak kendilerine fayda temin etmiş oluyorlardı. Bu sayede ebedî hayatlarını mahvolmaktan kurtarmış oluyorlardı. İman etmekle Resûl-i Ekremin şahsına elbette bir fayda temin etmiş değillerdi. Bu sebeple bu tarz davranışları son derece yersizdi ve İslâm ruhuna uygun değildi. Nâzil olan âyet-i kerime bunu açıkça ortaya koydu:
    "Onlar İslâma girmekle seni minnet altında bırakmak istiyorlar. De ki: Müslümanlığınızı başıma kakmayın. Eğer îmânınızda sâdıksanız, sizi îmâna kavuşturduğu için asıl sizin Allah'a minnetar olmanız gerekir."692
    Mü'minin vazifesi, kâinatta en büyük ve en yüksek hakikat olan îmânı elde etmiş olmasından dolayı, Cenâb-ı Hakka şükür ve hamddır. Bunun dışında îmânına mukabil hiç bir maddî-mânevî menfaat beklememeli, hattâ kalben dahi arzu etmemelidir. Zira, îmân nimetine kavuşmanın ve Müslümanlık şerefiyle şereflenmenin karşılığı olarak verilecek mükâfat uhrevîdir. Ancak, o âlemde Cenâb-ı Hak fazl ve keremiyle bu eşsiz mükâfatı ihsan eder.
    İmân ve Kur'an'a ait hizmetlerin sevap ve mükâfatları da uhrevîdir, âhirette verilir. Binâenaleyh, hem îmân edip Müslüman olan, hem de Kur'an ve İslâmiyete hizmet eden Müslüman, bu hizmetlerinden dolayı dünyevî bir mükâfat ve menfaat beklememelidir. Bekleyip kalben arzu ettiği takdirde dindeki ihlâsını kaybetmiş sayılır. İhlâsın zayi olması ise, ibâdetlerin makbuliyet sırrını ortadan kaldırır. Allah korusun, insanı mânen müflis duruma sokabilir. Bunun yanında imân ve Kur'an'a hizmet eden bir insan, istemediği ve kalben arzu etmediği halde maddî bir mükâfata bu hizmetinden dolayı nâil olsa, bunu, Cenâb-ı Hakkın kendisine bir ihsanı bilip verenlerin minneti altına girmemelidir. Ayrıca "Bu maddî menfaat ve ücret dinî hizmetimden dolayı veriliyor" hissine de kapılmamalıdır.
    Tayy Kabilesi Puthanesinin Yıktırılması
    Tayy Kabilesi, fevkalâde cömertliği dillere destan olan meşhur Hâtem-i Tai'nin kabilesi idi. Yemen'de otururlardı.
    Hicretin sekizinci senesinde Arabistan'ın her tarafı putlardan temizlenip, puthaneler yıktırılırken, bu kabilenin puthaneleri henüz duruyor ve Füls (Fels) adındaki putları da yıktırılmamış bulunuyordu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin bu dokuzuncu yılı, Rebiülâhir ayında Hz. Ali'yi Ensarın ileri gelenlerinden yüz elli kişilik bir kuvvetle Füls'ü yıkmaya gönderdi.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:164; Zâdü'l-Mead, 2:227)
    Hz. Ali, emrindeki mücahidlerle Tayy Kabilesi yurduna vardı. Tayyoğulları mücahidlere karşı koydular. Çarpışma meydana geldi. Düşman bir çok kayıp verdi. Müslümanlar çarpışmadan galip çıktılar ve bir çok esirle, bol miktarda ganimet malları elde ettiler. Bu arada, Tayyoğulları puthanesi de bir daha onarılmayacak bir şekilde mücahidler tarafından yıkıldı. Putları Füls ise parçalanarak yakıldı.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:164.)
    Kabile reisi Adiyy bin Hatem, henüz Hz. Ali gelmeden durumu haber almış ve Suriye tarafına kaçmıştı. Bu sebeple de ele geçirilememişti. Ancak esirler arasında Hatem-i Tâi'nin Seffâne adındaki kızı vardı.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:164; Üsdü'l-Gâbe, 7:143.)
    Seffâne'nin İsteği
    Hz. Ali memur olduğu vazifeyi yerine getirdikten sonra esirler ve ganimet mallarıyla birlikte Medine'ye döndü.Esirler arasında bulunan Seffâne, Mescid-i Nebevînin kapısında bir odaya konuldu. Oldukça zeki, ağır başlı bir kadındı. Günün birinde Resûl-i Ekrem bu odanın yanından geçerken, Seffâne ayağa kalkarak şöyle dedi:
    "Yâ Resûlallah! Babam dünyadan göçmüş, kardeşim ise kaçmış bulunuyor. Kurtulmak için verecek bir şeyim yok. Hürriyete kavuşmam için yüksek affına, merhamet ve şefkatına sığınıyorum."(İbni Hişâm, Sîre, 4226; İbni Kesîr, 4:124)
    Resûl-i Ekrem, kim olduğunu sorunca, Seffine kendisini şöyle tanım:
    "Yâ Resûlallah!"Ben, âileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selâmlaşmayı yayan Hâtem-i Tâî'nin kızıyım."
    Seffâne'nin kendisini böyle tanıtmasından memnun olan Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
    "Ey kadın! Bu saydıkların gerçekten mü'minlerin sıfadandır. Keşke baban Müslüman olsaydı da, onu rahmetle ansaydık."(İnsanü'l-Uyûn, 3:224.)
    Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz mühim bir gerçeği ortaya koyuyordu. Her kâfirin her vasfının kâfir olması gerekmediği gerçeğini. Evet, Hâtem-i Tâî Müslüman değildi ve Müslüman olmadan da ölmüştü. Ama yukarıda zikredilen sıfatları Müslüman sıfatıydı. Resûl-i Ekrem de bu sözleriyle Hatem'in bu Müslümanca sıfatlarını takdirle karşılıyordu. Bunu takdir etmekle kalmayıp Seffâne'yi de serbest bırakarak hürriyetine kavuşturdu. Lâyık olandan şefkat ve merhametini, af ve safhını asla esirgemeyen Resûl-i Kibriyâ bununla da kalmadı. Seffine'ye bol bol ikramda da bulundu. Ona elbise ve yol harçlığı vererek, güvenilir bir kafile ile de Şam'a, kardeşinin yanına gönderdi.(İbni Hişâm, Sîse, 4:225-226; Taberî, 3:149)
    Doğruca Şam'a varan Seffine derhal kardeşini buldu. Peygamberimizden gördüğü insanî muameleyi anlattı. Kızkardeşine yapılan bu şefkatli muamele, Adiyy'in mânâ âleminde dalgalanma meydana getirdi ve "Bu zât hakkındaki fikrin nedir?" diye sordu.
    Fahri Âlemin mübârek simalarını bir kerecik gören ve onun bir tek insanî muamelesine mazhar olan Seffâne(Üsdü'l-Gâbe adlı eserde Seffâne'nin Müslüman olduğunu ve güzel amellerle İslâmiyetini geliştirdiğini kaydeder. (Bkz.: 7:143)) tereddüt etmeden, "Bana sorarsan" dedi, "hemen gidip ona tâbi olmanı tavsiye ederim."
    Adiyy, bir müddet düşünceye dalınca, kızkardeşi buna hiç gerek olmadığını şu sözleriyle belirtti:
    "Neden düşünüp duruyorsun? Eğer peygamberse, ona bir an evvel tâbi olur, büyük hayır ve fazilete erersin. Yok eğer hükümdar ise hiç bir şey kaybetmezsin. Yemen'deki saltanatın yine elinde kalır. Üstelik hor ve hakir de görülmezsin!"(İbni Hişâm, Sîre, 4:227; Taberî, 3:149.)
    Adiyy, kızkardeşinin tavsiyesini uygun buldu. Derhal Medine'ye gelerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı.Babası gibi meşhur olan bu zâtı, Hz. Resûlullah evinde ağırlayıp, misafir etmek istiyordu.
    Mescid'den çıkıp Hâne-i Saadetlerine doğru beraber yürüdüler. Bu sırada önlerine bir kadın çıktı. Kadın, ihtiyacı için uzun uzadıya konuştu. Hz. Resûlullah, sabırsızlık göstermeden ve rahatsızlık duymadan onu dinliyordu.
    İhtiyar kadına karşı Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu güzel muâmelesi ve nezâketini müşâhede eden Adiyy, yalnız kendisine işittirmek istiyormuşcasına mırıldandı:
    "Vallahi, o bir hükümdar değildir!"
    Kala kala ikinci ihtimal kalmıştı: "Öyle ise peygamberdir" ihtimâli
    Beraberce Hâne-i Saadete vardılar. Efendimiz, Adiyy'i deriden bir şiltenin üzerine oturtmak istedi. Ancak o, buna razı olmadı. Oraya oturmağa kendisinin lâyık olduğunu söyledi. Fakat, Peygamberimiz oturmadı ve yine onun oturması için ısrar etti. Bu ısrar üzerine Adiyy deriden şiltenin üzerine geçip oturdu. Hz. Resûlullah ise, bu değerli misafiri karşısında çıplak yerde oturdu.
    Efendimizin tevazuunu ve misafire karşı gösterdiği alâka ve nezaketini ortaya koyan bu davranışı Adiyy'in gönlünü biraz daha yumuşattı ve îmâna bir nebze daha yaklaştırdı.
    Bundan sonra Hz. Resûlullah, onu Müslüman olmaya davet etti. Bu dâvetini üç defa tekrarladı. Ne var ki Adiyy, bu dâvete o anda müsbet cevap vermekten kaçındı:
    "Ben" dedi, "Hıristiyanım!"
    Bunun üzerine Kâinatın Efendisi şöyle konuştu:
    "Ey Adiyy! Belki de, 'Onun dinine insanların zâif, fakir ve güçsüzleri giriyor' diye söylenmiş olmasından dolayı İslâma girmekten geri duruyorsun.
    "Vallahi, öyle bir gün gelecek ki, o Müslümanlar, bol servete kavuşacaklar, hattâ mala talib olacak kimse bile bulamayacaklardır.
    "Yine Müslümanlar az, düşmanları çok diye düşünmüş olabilir ve bunun için de Müslüman olmaktan çekiniyor olabilirsin!
    "Sen Hîre'yi bilir misin? İşte bu din, öylesine bir emniyet, bir asayiş temin edecek ki, bir kadın tek başına Allah korkusundan başka hiç bir korku duymayarak Hire'den kalkıp Kâbe'yi tavaf etmeye gidecektir!"(İsâbe, 2:468; Üsdü'l-Gabe, 3:393.)
    Bu konuşma, Adiyy'in gönül kapısını İslâma açtı ve orada Müslüman olmakla şereflendi.
    Ashabı Kirâmın büyüklerinden olan Adiyy bin Hâtem işte bu zâttır.



    680. Sîre, 4:246; Tabakât, 2:160.
    681. İnsanü'l-Uyûn, 3:216.
    682. Sîre, 4:246-247; Tabakât, 2:160
    683. Tabakât, 7:89; İbn-i Kesîr, Sîre, 4:72
    684. Sîre, 4:205; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:76
    685. Tabakât, 1:161
    686. Sîre, 4:208.
    687. A.g.e., 4:208-209; Taberî, 3:151.
    688. Sîre, 4:212; Taberî, 3:152.
    689. Sîre, 4:212; Taberî, 3:152.
    690. Sîre, 4:212-213; Tabakât, 1:294.
    691. Tabakât, 1:292; İbn-i Kesîr, 4:170
    692. Hucûrat Sûresi, 17.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #22
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HİCRETİN SEKİZİNCİ SENESİNİN DİĞER MÜHİM HADİSELERİ



    Umene bin Hısn'ın Müslüman Olması
    Uyeyne bin Hısn, Gatafanların reisi idi. İslâm nûrunun gün geçtikçe etrafa parlak bir surette yayılması onu da düşündürüyordu. Bir gün hatırı sayılır birinden şunları dinlemişti:
    "Ey Uyeyne! Sen bu dar görüşlülükten hâlâ vazgeçmeyecek misin? Muhammed, memleketler fethedip duruyor, sen ise hâlâ başka şeylerle meşgulsün."
    Benî Nadirlerin, Hendek günü Benî Kurayzaların, ondan önce de Benî Kaynukaların, nihâyet Hayberlilerin işlerini sen de gördün. Halbuki, bunların hepsi de, Hicaz Yahudilerinin ileri gelenleri ve kuvvetlileri idiler.
    "Uyeyne adamı tasdik etti:
    "Evet! Bütün bunlar, aynen oldu.
    "Nihayet, Hicretin sekizinci senesinde, Mekke'nin fethinden az önce Medine'ye gelerek Müslüman oldu.(Taberî, 3:99; Üsdü'l-Gâbe, 4:166-167)
    Benî Süleymlerin Müslüman Olması
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Mekke'yi fethe gittiği zaman sıradaydı. Kudeyd mevkiinde Süleymoğullarından 900-1000 kadar kişi gelip Peygamber Efendimizle buluştular ve orada Müslüman oldular. Mekke'nin fethinde, Huneyn ve Tâif savaşlarında İslâm ordusunda bulundular.(İbni Sa'd, Tabakât, 1:307-308.)
    İlk Kısas Hükmü
    Tâif Seferi esnasında idi. Peygamber Efendimize Benî Leyslerden bir adam getirildi. Bu adam, Huzeyllerden birini haksız yere öldürmüştü.
    İki taraf Peygamber Efendimizin (a.s.m.) huzurunda iddialarını sıralayıp savunmalarını yaptılar.Sonunda Peygamber Efendimiz (a.s.m.), öldürülen adama karşılık, katilin de öldürülmesine hüküm verdi. Hüküm infaz edildi. Bu, İslâmda kısas ile neticelenen ilk kan dâvâsı idi.





    (İbni Hişam, Sîre, 4:125; Taberî, 3:133.)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #23
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    ŞAİR KA'B BİN ZÜHEYR'İN MÜSLÜMAN OLMASI




    Kâ'b bin Züheyr, büyük bir şâirdi. Babası Züheyr, sayılı Arap edip ve şâirleri arasında yer alırdı. İki oğlu Kâ'b ile Büceyr'i de kendisi gibi edip ve şâir yetiştirmişti.
    Şâir Züheyr bin Ebî Sülmâ, ehli kitap kimselerin sohbetine devam ederken, âhirzamanda bir peygamberin geleceğini onlardan işitmişti.
    Bir gece rüyâsında gökten bir ip uzatıldığını, ipe tutunmak için elini uzattığı halde, onu tutamadığını görmüştü. Bu rüyâsını, ahirzamanda gelecek olan peygambere kendisinin yetişemeyeceğine yormuştu.
    Bu sebeple vefatından önce oğullarına, "Gelecek olan peygambere iman ediniz!" diye vasiyette bulunmuştu.699
    Kur'an'ın fesahat ve belagatı karşısında gözleri kamaşan bir çok kuvvetli edip, şâir ve hatip, İslâmiyetle müşerref olmuştu. Bununla beraber, şirkte direnen, Peygamberimizle Müslümanlara karşı besledikleri kin ve düşmanlığı şiir ve hitabeleriyle dile getirmekten geri durmayanlar da vardı.
    Kâ'b bin Züheyr bunlardan biri idi. Babasının ölümü üzerine, şöhretine kendisi vâris olmuştu. Kardeşi Büceyr, Resûl-i Ekrem safında yer almışken, Kâ'b bir türlü şirkten vazgeçmiyordu. Zaman zaman yazdığı şiirleriyle Efendimizi ve Müslümanları hicvederek, onları üzüyordu.
    Bir gün yine kardeşi Büceyr'e Müslüman olmasından dolayı duyduğu kin ve kızgınlıkla inkâr saçan bir şiir yazıp göndermişti. Büceyr (r.a.), şiiri Peygamber Efendimize okuyunca, son derece müteessir oldular. Kâ'b'ın şiirleriyle Müslümanlara hakareti artık tahammül sınırını aşmıştı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Ashabına şu emri verdi:
    "Kim Kâ'b bin Züheyr'e rastgelirse, onu öldürsün! Kanı şu andan itibaren mübah kılınmıştır."670
    Bu müsaadenin verilmesinden sonra, Kâ'b'ın uğrayacağı âkıbet şüphesiz dehşetli olacaktı. Bunu düşünen kardeşi Büceyr, son bir defa kendisini ikaz edip nasihatta bulunmak üzere bir mektup yazdı. bundan kurtulabilmenin tek çaresinin de ancak, Hz. Resûlullaha gelip af dilemek olduğunu bildirdi.671
    Mektubu alan Kâ'b, yerinde duramaz bir hale gelmişti. Âdeta kocaman yeryüzü kendisine dar gelmeye başlamıştı. Her an son nefesini verecekmiş gibi ecel teri döküyordu. Aleyhinde verilen bu karar üzerine, kurtulamayacağını anlamıştı. İki şeyden birini tercih etmek zorundaydı: Ya şirkte devam edecek ve ele geçmemek için köşe bucak kaçacaktı, veyahut Hz. Resûlullahın huzuruna çıkarak sadakât elini uzatıp, o âna kadar yaptıklarından pişmanlık duyduğunu itiraf edecek ve af dileyecekti.
    Ka'b akıllı davranıp ikinci yolu tercih etti. Zaten kardeşinden mektup gelir gelmez de, iç âlemini bir pişmanlık duygusu kaplamıştı.
    Uzun mesafeyi kısa zamanda katedip Medine'ye gelen Ka'b, Resûl-i Ekremin huzuruna çıktı. Peygamberimiz, onu şahsen tanımıyordu. Kâ'b, bu durumu akıllıca kullandı. Peygamber Efendimizin, huzurunda diz çöküp mübârek elini tuttuktan sonra zekice şöyle bir teklifte bulundu:
    "Kâ'b bin Züheyr, tevbe etmiş ve Müslüman olarak huzuru saadetinize gelmek istiyor. Ben, onu size getirsem, ona emân verir, tevbesini ve Müslümanlığını kabul eder misiniz?
    "Kâ'b, şiirleriyle Müslümanları üzmekten vazgeçer ve bundan pişmanlık duyup Müslüman olursa artık Resûl-i Kibriyâ ile arasında bir mesele kalmamış demekti. Nitekim, Resûl-i Ekrem bu teklife, "Evet" cevabı vererek bu kanâatını izhar buyurdu.
    Bu cevap üzerine, Ka'b'ın mânâ âlemi birden bire parladı ve elini Hz. Resûlullahın elinden ayırmadan şehâdet getirdi:
    "Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur! Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın Resûlüdür."
    Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ve etrafında bulunan Sahabîler bir anlık bir hayrete kapıldıktan sonra, Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Sen kimsin?" diye sordu.
    Kâ'b, "Ben, Kâ'b bin Züheyr'im Yâ Resûlallah" diye cevap verdi.
    O sırada Ashabdan biri ortaya atıldı. "Yâ Resûlallah! İzin ver de şu Allah düşmanının boynunu vurayım" dedi.
    Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Bırak onu! O, şu âna kadar içinde bulunduğu durumdan pişmanlık duymuş ve Hakka dönmüş olarak gelmiştir"672 buyurdu.
    Gönül ülkesi İslâmın manevî kılıcı ile fethedilen Ka'b hemen o anda Arap edebiyatında şaheser parçalar arasında yer alan "Banet Süâdü" isimli kasidesini Hz. Resûlullaha sundu.
    "Suad'ın ayrılığın yetmiyormuş gibi, iki taraf arasında söz taşıyanlar bana; 'Ey Ebû Sülmâ'nın oğlu! Sen, artık kendini ölmüş bil' dediler.
    "Kendilerine güvenip de başvurduğum her dost ise bana; 'Seni oyalayıp teselli edemem, başının çaresine bak' dedi.
    "Ben de, 'Çekilin yolumdan' dedim. Rahman'ın takdir ettiği her şey elbette olacaktır.
    "İnsanoğlunun mes'ud hayatı ne kadar uzun olursan olsun, mutlaka bir gün bir tabutta taşınacaktır.
    "Resûlullahın beni öldüreceğini haber aldım.
    "Resûlullahın yanında bağışlanmak en çok umulan şeydir.
    "Özür beyân ederek Allah Elçisinin yanına geldim.
    "Resûlullahın katında özür daima kabule şayandır.
    "Merhamet ve teenni ile muâmele et bana!
    "İçinde bir çok nasihat ve hükümler bulunan Kur'an hediyesini sana ihsan eden Allah, hidâyetini arttırsın!
    "Rakiplerimin dedikodusuyla beni muâheze etme!
    "Hakkımda bir çok dedikodular yapılmışsa da, ben pek o kadar suçlu değilimdir.
    "Ben şimdi öyle bir makamda bulunuyorum ki, burada gördüğüm ve işittiğim şeyleri bir fil görüp işitseydi, muhakkak titrerdi.
    "Burada, beni mutlak Allah'ın izniyle Peygamberin affına nâil olmak kurtarabilir.
    "Ben, Yüce Peygambere karşı hiçbir itirazda bulunmadan sağ elimi, onun adâletli eline uzatıyorum.
    "Şimdi, söz onun sözüdür
    "Şüphe yok ki, Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah'ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır..."673
    Ka'b, Resûl-i Ekrem ve Müslümanların kahramanlık ve yiğitliklerinden bahsederek kasidesine devam ediyordu.
    Kaside içinde bir beyt var ki, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ondan son derece memnun olmuştu. O "Tâc Beyit" şuydu:
    "Şüphe yok ki, Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah'ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlardan bir kılıçtır."
    Bu beyti duyan Hz. Resûlullah, o anda üzerinde bulunan mübarek bürdesini [hırkasını] çıkarıp bu büyük şâire hediye ederek memnuniyeti yanında tebrik ve takdirlerini de izhar etti.
    Bundan sonra "Banet Süâdü" adlı kaside "Kaside-i Bürde" olarak anılmaya başlandı.
    Ka'b bin Züheyr, Hz. Resûlullahın bu hediyesi ile her zaman, her yerde iftihâr ederdi. Ömrünün sonuna kadar onu yanında muhafaza etti.
    Bir seferinde Hz. Muâviye, on bin dirhem vererek onu almak istemişti.
    Ka'b, "Resûlullahın hırkasını giymek hususunda kimseyi nefsime tercih etmem"674 diye cevap vermişti.
    Fakat Hz. Muaviye, Ka'b'ın vefatından sonra bu arzusuna nâil oldu. Mirasçılarına yirmi bin dirhem göndererek, Hz. Resûlullahın bu mübarek Hırka-i Saadetlerini kendilerinden aldı.675
    Daha sonra bu mübârek hırka Emevilerden Abbasilere, onlardan da Yavuz Sultan Selim eliyle Osmanlılara geçti.676
    Bugün, Hz. Resûlullahın bu mübarek hırkası "Mukaddes Emânetler" arasında Topkapı Sarayının "Hırka-i Saadet" dairesinde muhafaza altında bulunmaktadır.677
    "Hırka-i Saadet; 1,24 metre boyunda geniş kollu olup siyah yünlü kumaştan yapılmıştır.
    "İçi, kaba dokunmuş krem renk yünlü kumaş kaplıdır.
    "Önünde, sağ tarafında 0,23 x 0,30 ebâdında bir parçası noksandır. Sağ kolunda da eksiklik vardır. Yer yer haraptır.
    "Hırka-i Saadet, müteaddit bohçalara sarılmış olduğu halde (0,57 x 0,45 x 0,21) ebâdında üstten açılır çifte kapaklı altın bir çekmece içindedir.* Bunun üzerinde, Sultan Aziz tarafından yaptırıldığı ve şefaat talebini havi uzunca bir kitabe de bulunmaktadır.
    "Bu çekmece Ayrıca bohçalar içinde olarak büyük bir altın sandukaya konulur. Bu da Sultan Aziz tarafından yaptırılmış olup üzerinde 'Lâ ilâhe illallah. Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'lâlemin. Lâ ilâhe illallah el-Melikü'l-Bakkü'l-Mübîn Muhammedün Resûlullah Sadıku'l-Va'di'l-Emîn' yazılıdır.
    "Dört ayaklı kâidesi de altın kaplamalıdır."678
    Topkapı Sarayı Müzesi sabık müdürü Tahsin Öz, daha sonra kitabında şu satırlara yer verir:
    "Saltanat devrinde, hükümdar, Ramazan'ın on beşinci günü, Topkapı Sarayına gelir. Hırka-i Saadet, merasimi mahsusa ile açılır ve başucunda bizzat hükümdar bulunduğu halde devlet ricali ve saray memurları tarafından ziyaret olunur ve destimaller hediye olunurdu. Bilâhare saray kadınları da ziyâret ederlerdi.
    "Hırka-i Saadetin başmuhafızı hükümdar olup, onun gaybubetinde bu vazife Tülbent Ağasına âittir. Hırka-i Saadet hademe teşkilâtı, Topkapı Sarayı müze haline intikal edinceye kadar (3 Nisan 1924) aynı gelenek ile devam etmiştir."679





    669. İnsanü'l-Uyûn, 3:238
    670. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:705; Mevahibü'l-Ledünniye, 1:221.
    671. Sîre, 4:144; Ibn-i Kesîr, 3:699.
    672. Sîre, 4:146-147; ibn-i Kesîr, Sîre, 3:700-705; Uyunü'l-Eser, 2:209-212.
    673. Sîre, 4:147-156; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:701-705; Uyunü'l-Eser, 2:209-212.
    674. Mevahibü'l-Ledünniye, 2:222; İnsanü'l-Uyûn, 3:240.
    675. Mevahibü'l-Ledünniye, 2:222; İnsanü'l-Uyûn, 3:240.
    676. İ. Hami Danişmend, izahlı Osmanlı Tarih Kronolojisi, 2:43.
    677. Tahsin Öz, Hırkâ-i Saadet Dairesi ve Emânât-ı Mukaddese, s. 23.
    * Hırka-i Saâdetin bu ebadda Sultan Murad tarafından yaptırılmış olan altın bir mahfazası daha mevcuttur. Bu sanat itibariyle fevkalâde olup, Ayrıca zümrütlerle de bezenmiştir. Fakat Sultan Aziz yeni mahfazayı yaptırınca, birincisi boş kalmış ve şimdi bu hazinenin üçüncü salonunda teşhirdedir. (Tahsin Öz, A.g.e., s. 23. Dipnot: 10)
    678. Tahsin Öz, Hırkâ-i Saadet Dairesi ve Emânât-ı Mukaddese, s. 23-24
    679. Tahsin Öz, Hırkâ-i Saadet Dairesi ve Emânât-ı Mukaddese, s. 24.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #24
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HZ İBRAHİM'İN DÜNYAYA GELİŞİ




    Hicretin 8. senesi, Zilhicce ayı.
    Bu tarihte Peygamber Efendimizin oğlu İbrahim dünyaya geldi. Hz. Mâriye'den olan Hz. İbrahim, Peygamber Efendimizin en son evlâdı idi.664
    Medine'nin yukarı tarafında, Avâli diye anılan kısmında annesine tahsis edilen bir hurma bahçesindeki evinde hayata gözlerini açan Hz. İbrahim'in doğum müjdesini Peygamberimize, oğluna ebelik vazifesini yapan Selmâ Hatunun kocası Ebû Rafi getirdi. Bu mes'ud hadisenin müjdesinden fazlasıyla memnun olan Peygamberimiz, Ebû Rafi'e bir köle bağışladı.665
    Nur topu yavrusunun doğumunun yedinci günü bir kurban kestiren Resûl-i Ekrem, aynı gün oğluna ismini de verdi ve bu ismi şöyle açıkladı:
    "Ona, ceddim İbrahim'in ismini koydum!"666
    Emzikli Ensar kadınları Hz. Resûlullahın evlâdını emzirme bahtiyarlığına ermek için âdeta birbirleriyle yarış eder gibiydiler. Sonunda Resûl-i Ekrem Efendimiz nur topu evlâdını Ümmü Bürde Havle binti Münzir'e emzirmek üzere teslim etti.667 Bu vazifeyi üzerine almasından dolayı da Ümmü Bürde Havle'ye bir hurmalık tahsis etti. Hz. İbrahim vefâtına kadar sütannesi Ümmü Bürde Havle'nin yanında kaldı.
    Peygamber Efendimiz, mübarek evlâdı Hz. İbrahim'i sık sık ziyârete gider, şefkat ve merhametini izhar ederek, başını okşar, bağrına basardı.
    Peygamber Efendimizin hizmetkârı Enes bin Mâlik (r.a.), ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:
    "Ben, ev halkına Resûl-i Ekremden (a.s.m.), daha şefkatli, daha merhametli davranan bir kimse hayatımda görmedim.
    "İbrahim, Medine'nin Avâli kısmında sütannesinin yanında bulunurken, Peygamberimiz onu görmeye gider, biz de beraberinde bulunurduk. İbrahim'in sütbabası [Ebû Seyf Bera' bin Evs] demirci idi. Evinin her tarafı dumanlanmışken, Resûlullah içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.
    "Yine bir gün Resûlullah onu görmek için yola çıkmıştı. Ben de kendisini takib ediyordum. Evine vardığımızda Ebû Seyf körüğüne asılıp duruyordu. Evin içi dumana bürünmüştü. Hemen önden koştum, ona 'Körüğünü durdur! Resûlullah (a.s.m.) geldi' dedim. O da körüğünü durdurdu.
    "Resûlullah çocuğunu getirtti, bağrına bastı. Ona bazı sözler söyledi, onunla konuştu."668




    664. Tabakât, 1:135; Taberî, 3:139.
    665. Tabakât, 1:135.
    666. A.g.e., 1:135-136; Müslim, 4:1807.
    667. Müslim, 4:1808.
    668. Müsned, 4:194; Müslim, 4:1807.




    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #25
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    BAHREYN HÜKÜMDARININ MÜSLÜMAN OLUŞU



    Hicretin 8. senesi, Zilkâde ayı sonları.
    Peygamber Efendimiz, İslâma dâvet etmek üzere, Alâ bin Hadramî'yi bir mektupla Bahreyn hükümdarı Münzir bin Sâva'ya gönderdi. Alâ bin Hadremî ile birlikte Hz. Ebû Hüreyre de bulunuyordu.658
    Bahreyn, Hindistan'la Basra ve Uman arasında bulunan deniz sahilindeki memleketlerin hepsine verilen addır. Halkının bir kısmı mecusî, bir kısmı Yahudi, diğer bir kısmı ise Hıristiyandı.
    Alâ bin Hadremî, Münzir bin Sâva'nın yanına vararak Peygamber Efendimizin mektubunu teslim etti. Mektupta şunlar yazılı idi:
    "Bismillahirrahmanirrahim. Hidâyete uyanlara selâm olsun!Ben, seni İslâma dâvet ederim! Müslüman ol, selâmete er! Allah, iki elinin altında bulunanı [hükümdarlığını] yine sende bırakır.
    "Şunu da bilmiş ol ki; benim dinim develerin ve adamın gidebilecekleri yerlere kadar uzanacak, hâkim olacaktır."659
    Alâ bin Hadremî ile aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra Münzir bin Sâva, mecusî din Başkanı Sibuht ile birlikte Müslüman oldu.660 Böylece Münzir, dünya saltanatı yanında uhrevî saltanatı da temin edecek imanı elde ediyordu.
    Hükümdar ve dini reisle birlikte halktan bir çok kimse de İslâmla şereflendi.
    Hükümdar Münzir, Peygamber Efendimize bir mektup gönderdi. Müslüman olduğunu, peygamberliğini de tasdik ettiğini bildirdikten sonra, Müslüman olmayanlar ve ülkesinde bulunan mecusîlerle Yahudiler hakkında nasıl davranması gerektiğini soruyordu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz Münzir'in bu mektubuna şu cevabı verdi:
    "Bismillahirrahmanirrahim. Muhammed Resûlullahtan, Münzir bin Sâva'ya!
    "Allah'ın selamı üzerine olsun! Ben, sana olan hidâyet nimetinden dolayı kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a hamdederim.
    "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederim! Mektubunu aldım. Okuyup içindekileri dinledim.
    "Sana, Yüce Allah'ı ve Onun emir ve yasaklarına göre hareket etmeni hatırlatırım. Muhakkak ki, nasihat eden kimse, onunla kendisi de nasihat almış, sevabından istifade etmiş olur. Elçilerime itaat eden ve onların emirlerine riâyet eden kimse, bana itaat etmiş sayılır. Ünları öğütleyen, dinleyen, beni dinlemiş olur.
    "Elçilerim, seni bana övdüler ve hayırla andılar. Senin kavmin hakkındaki şefâat ve iltimasını kabul ettim. Onlardan Müslüman olanları, Müslüman oldukları şeylere göre bırak.
    "Günahkâr olanların, geçmişteki suçlarını geç. Onları geçmişte işlediklerinden mes'ul tutma! Şunu bilmiş ol ki; sen iyi davrandıkça, işinden seni uzaklaştırmayız, vekilimiz olarak orada kalırsın! Yahudilik ve mecusîliklerinde devam etmek isteyenlere gelince, onları cizyeye bağlarsın.
    "Selâm ve Allah'ın rahmeti üzerine olsun."661
    Peygamber Efendimizin, muhtelif tarihlerde Münzir bin Sâva'ya bir kaç mektup daha gönderdiği ve Münzir'in ise bunlara cevap verdiğini de burada kaydedelim.662
    Resûl-i Ekrem Efendimizin emri gereğince, Alâ bin Hadremî burada kaldı ve Müslüman olanlarından öşür, müşrik olanlarından ise cizye almakta devam etti.
    Yine Hicretin bu sekizinci yılında etraf kabilelerden bir çok heyetler Medine'ye gelerek Müslüman olduklarını Hz. Resûlullahın huzurlarında açıkladılar.663



    658. Sîre, 4:254; Tabakât, 1:263.
    659. Prof. Dr. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1:272.
    660. Ravdü'l-Ünf, 7:520; İnsanü'l-Uyûn, 3:301.
    661. Zâdü'l-Mead, 3:73; Mevahibü'l-Ledünniye, 1:294; İnsanü'l-Uyûn, 2:267-300; Taberî, 3:102.
    662. Tabakât, 1:263-276; Taberî, 3:102-103; İsâbe, 3:460.
    663. Tabakât, 1:298, 326-327; Zâdü'l-Mead, 3:60; isâbe, 3:423.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #26
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    UMMAN HÜKÜMDARI VE KARDEŞLERİNİN İSLAMA DÂVET EDİLİŞİ




    Hicretin 8. Senesi, Zilkâde ayı.
    Peygamber Efendimiz, Mekke'nin fethi ve Huneyn muzafferiyetinin verdiği sevinç ve huzur içinde Ashabıyla Medine'ye dönmüştü. Şirkin beli kırılmış, kabileler dalga dalga İslâm nuruna koşmuşlardı. Müslümanlara âdeta yeni bir heyecan ve cihad ruhu gelmişti. Arabistan'ın hemen hemen her tarafında İslâmın şerefli bayrağının dalgalanmaya başlaması, onlara huzur ve saadet veriyordu.
    Bununla birlikte, kendilerine henüz İslâm dâveti ulaşmamış hükümdarlar da vardı. Resûl-i Ekrem bu maksatla Medine'ye döner dönmez, Amr bin Âs Hazretlerini Uman'a gönderdi. Vazifesi, hükümdar Ceyfer ve kardeşi Abd'e kendisine verilen mektubu teslim etmek ve kendilerini İslâma dâvette bulunmaktı.653
    Uman, Yemen-Hind Denizi sahilinde, Basra Körfezinin darlaştığı yerdeki büyük şehirlerden biri idi. Hurma bahçeleri ve ekinleriyle meşhur olan bu şehirde o zaman Ezdîler hakîm durumda bulunuyorlardı. Bunlar yanında başka ırktan halk da vardı.
    Amr bin Âs Hazretleri emir gereği Uman'a vardı ve mektubu hükümdar ve kardeşine teslim etti. Açılan mektupta Hz. Resûlullahın kendilerine şöyle hitap ettiğini gördüler.
    "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın Resûlü Muhammed bin Abdullah'tan Cülendâ'nın oğulları Cevfer ve Abd'e. Hidâyete uyanlara, doğru yolu tutmuş olanlara selâm olsun.
    "Bundan sonra derim ki; ben her ikinizi İslâma dâvet ediyorum! Müslüman olun ki, selâmete eresiniz! Ben sağ olanları âhiret azabıyla korkutmak, kâfirler hakkında da Allah'ın hükümlerini tatbik etmek için Allah'ın bütün insanlara gönderdiği Resûlüyüm.
    "Eğer, İslâmı kabul ederseniz, hükümdarlığınız size bağlı kalacaktır. Eğer Müslüman olmaktan uzak durursanız, şüphesiz hükümdarlığınız elinizden çıkacak, süvariler, topraklarınızı çiğneyecek ve Peygamberliğim sizin mülk ve saltanatınızı mağlup edecektir!"654
    Ceyfer ile kardeşi Abd önce Müslüman olmamak hususunda tereddüt geçirdiler. Bir müddet sonra da bu tereddütlerinden kurtularak, İslâmiyetle şereflendiler ve Peygamber Efendimizin Risâletini tasdik ettiler. Bununla da kalmayan Cülendâoğulları, halkı da Müslüman olmaya çağırdılar. Bu dâveti duyan halk da seve seve Müslüman olmayı kabul etti.655
    Bunun üzerine, Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyeleri gereğince Amr bin Âs Hazretleri buranın idarî işlerini üzerine aldı. Amr (r.a.), Müslüman zenginlerden zekât ve sadaka toplayacak, onları fakirlerine dağıtacaktı. Ayrıca mecusîlerden cizye alacak, Müslümanlar arasındaki davaları da halledecekti.656
    Peygamber Efendimizin vefâtına kadar, Hz.Amr bu işleri yürütmek üzere Uman'da kaldı.657




    653. Sîre, 4:254; Tabakât, 1:262.
    654. Zâdü'l-Mead, 3:73; Mevahibü'l-Ledünniye, 1:294.
    655. Tabakât, 1:263; Zâdü'l-Mead, 3:74; İnsanü'l-Uyûn, 3:303.
    656. Taberî, 3:139.
    657. Tabakât, 1:263.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #27
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    AMR BİN ÂS HALİD BİN VELİD OSMAN BİN TALHA'NIN MÜSLÜMAN OLMASI



    Hicretin 8. senesi, Sefer ayı.
    Peygamber Efendimizle Müslümanların, Hz. Zeyneb'in vefâtıyla Hicretin sekizinci senesine üzüntü ile girdiklerini söylemiştik. Ancak bu acı olayı, tatlı hâdiseler takib edince, üzüntü ve keder de ortadan kalkıyordu. Bu üzücü hadiseden hemen sonra, Arabın üç meşhur şahsiyeti olan siyaset dâhisi* Amr bin Âs, harp dahisi Hâlid bin Velid ve Osman bin Talha Medine'ye geldiler ve Hz. Resûlullahın peygamberliğini tasdik ederek İslâm dairesine girdiler.
    Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Amr bin Âs Hicretin yedinci yılında Habeşistan'da, Habeş Necaşîsinin telkin ve tavsiyesiyle Müslüman olmuş ve orada Peygamberimiz adına Necaşîye bîat vemişti.442 Bu gelişi ise, Hz. Resûlullaha bizzat bîat etmek ve Müslüman olduğunu bildirmek içindi.
    Necaşînin telkini ile Müslüman olan Arabın siyâset dâhisi Amr bin Âs, Habeşistan'da bundan sonra fazla durmak istemiyor ve Resûl-i Ekreme bizzat bîat etmek üzere Medine yolunu tutuyordu.
    Bu sırada Mekke'den yine aynı gayeyle iki kişi daha çıkmıştı: Halid bin Velid ve Osman bin Talha. Kader bu üçünü Hadde denilen mevkide bir araya getiriyordu.
    Amr bin Âs, Hz. Hâlid bin Velid'e, "Ey Ebû Süleyman! Nereye ve ne için gidiyorsun?" diye sorarak maksadını öğrenmek istedi.
    Hz. Hâlid maksadını şöyle anlattı:
    "Doğru yol artık apaçık belli oldu. Mesele aydınlığa kavuştu. Bu zât şüphesiz ki peygamberdir. Vallahi, ben hemen gidip Müslüman olacağım. Bundan sonra bekleyip durmam mânâsız. Zâten, aklı başında olanlardan İslâmiyete girmeyen pek kimse de kalmadı."443
    Amr bin Âs rahat bir nefes aldı. "Vallahi, ben de Muhammed'in yanına gitmek ve Müslüman olmak istiyorum," diyerek aynı maksadı paylaştıklarını söyledi. Sonra da hep beraber Hz. Resûlullahın huzuruna çıkıp Müslüman olmak istediklerini bildirmek üzere Medine'ye vardılar.
    Bir zamanlar "Bütün Kureyş Müslüman olsa, ben yine Müslüman olacağımı sanmam" diyen, Peygamberimizin en şiddetli düşmanlarından hattâ bir ara vücudunu ortadan kaldırma fırsatını bile arayan Amr bin Âs. Yine bir zamanlar, müşrik ordularının başında, Müslümanlara karşı olanca cesaret ve maharetiyle çarpışan, İslâm ordusunun Uhud'da mağlûbiyeti tatmasına sebep olan Hâlid bin Velid ve bir başka şahsiyet Osman bin Talha. Şimdi Bütün kötü niyetlerini bir tarafa bırakarak, hattâ unutarak, geçmişte yaptıklarının mahcubiyeti içinde Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzurunda bulunuyorlardı. Müslümanlarda sevinç dalga dalga idi. Resûl-i Ekremin Müslümanlara söylediği şu idi:
    "Mekke ciğerpârelerini kucağınıza attı."444
    Manzara ulvî olduğu kadar, ibretli ve ders de verici idi. İslâmın kılıçla, tahakküm ve zorla, tehdit ve korkuyla yayılmadığının, bilâkis ruh ve gönüllere tesir ederek, onları mânen fethederek, kendini onlara beğendirerek intişar etmiş olduğunun açık ve seçik bir ifadesiydi bu kudsî manzara. Savaştan, kılıçtan, kavgadan korkmayan bu bahadırlar, hiç bir korku, hiç bir tehdit ve hiç bir aldatma olmadan, gönüllerinden gelen samimi bir arzu ile Hz. Resûlullahın huzurunda diz çökmüş duruyorlardı.
    Gerçi zor ve zulüm ile zahirî bir hâkimiyet, bir tahakküm kısa bir zamanda elde edilebilir. Ama bu hâkimiyet geçici olur, devam etmez, ruh ve vicdanlara da tesir etmez.
    En büyük ve devamlı hâkimiyet ise, bütün fikirleri, kalb ve ruhları tesiri altına alarak ve kendini onlara zahiren ve bâtınen beğendirmek suretiyle elde edilen hâkimiyettir. İşte bunu İslâmiyet namına Peygamber Efendimiz (a.s.m.) gerçekleştirmiştir.
    Teker Teker Bîat
    Önce Halid bin Velid, Peygamber Efendimize (a.s.m.) sadakat elini uzattı ve Müslüman olarak saadet dâiresine girme şerefine erişti.
    Resûl-i Ekrem, böyle bir bahadırın İslâmla müşerref olup kendi safında yer almasından dolayı Allah'a hamd ve senâdan sonra Hz. Halid'e şöyle dedi:
    "Ben, zaten senin akıllı biri olduğunu biliyordum. Bu akıllılığın seni er geç hayra kavuşturacağını da ümit ediyordum."445
    Ancak, Hz. Hâlid, o anda huzurunda bulunduğu Hz. Resûlullaha karşı geçmişte yapmış olduklarından dolayı mahçup ve mahzundu. Utancından başını kaldırıp Efendimize bakamıyordu. Yaptıklarının kalb ve ruhuna yüklediği ağır vebâl yükünü üzerinden atıp mânen hafiflik ve huzura kavuşturacak bir yol arıyordu. Server-i Kâinat Efendimize bu halini şöyle arzetti:
    "Yâ Resûlallah! Sana karşı yapılmış olan harblerin hepsinde bulunduğumu biliyorsun. Benim bu husustaki vebal ve günahımın affı için Allah'a dua etsen."
    Resûl-i Ekrem, "Ey Halid! İslâmiyet kendisinden evvel işlenmiş olan bütün günahları siler, temizler," deyip Hz. Halid'i mânen rahatlattı. Arkasından da şöyle duâ etti:
    "Allah'ım, Hâlid'in, kullarını Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün gayretlerinden dolayı, yüklenmiş olduğu günahlarını affeyle."446
    O andan itibaren Hâlid, güç ve kuvvetini ve harp dehasını İslâm dininin yücelip yayılması, Hz. Resûlullahın muhafazası ve Müslümanların huzur içinde yaşayıp çoğalmaları için kullanacak ve bu uğurda gösterdiği kahramanlıklarından dolayı da Peygamber Efendimizden "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı)" ünvanını almaya hak kazanacaktır.
    Hz. Hâlid bin Velid'den sonra, Peygamber Efendimizle soyu dördüncü dedesi Kusay'da birleşen Osman bin Talha, Müslüman olduğunu ilân ederek Resûl-i Ekreme bîat etti.447
    Amr bin Âs'ın Bîatı
    Müşriklere bir çok siyasî taktik verip öğreten ve Müslümanlara en çok eziyet eden Benî Sehm Kabilesine mensup Amr bin Âs da, mahcup ve o âna kadar yaptıklarının pişmanlığı içinde Peygamber Efendimizin huzurunda bulunuyordu. Utancından başını kaldırıp Efendimize bakamıyordu.448
    Kendi tâbiriyle Resûl-i Ekrem Efendimize geçmiş günahlarının ve İslâma karşı yaptıklarının affı şartı ile "şartlı bîat" etmek istiyordu.
    Peygamber Efendimiz de, "Bîat et ey Amr" dedi ve ilâve etti:
    "Şüphesiz İslâm, daha önce olmuş olanları siler, yok eder. Hicret de daha önce olanları siler, yok eder."449
    Bu sözler, mahcup mahcup duran Amr'ın gönlünü rahatlattı. Daha dün, Hz. Resûlullaha düşmanlıkta en şiddetliler arasında yer alan Amr; ruh, kalb, akıl ve bütün lâtifeleri iman nuruyla nurlandıktan sonra, "İnsanlardan hiç biri, bana Resûlullahtan (a.s.m.) daha sevgili ve daha yüce olmamıştır"450 diyecektir.
    Hz. Resûlullaha bîat ettikten sonra, Amr bin As (r.a.) Mekke'ye geri döndü.451
    Resûl-i Ekrem ilerde göreceğimiz gibi Hz. Amr bin Âs'ı birçok askeri birliklerin başında vazifelendirecek ve Cenâb-ı Hak onun eliyle İslâma bir çok zaferler kazandıracaktır. En meşhur fethi de Mısır Fethi olacak; bu sebeple de "Mısır Fâtihi" diye anılacaktır. Şöyle demiştir: "Vallahi Müslüman oluşumuzdan beri mühim işlerde Resûlullah Aleyhisselâm, beni ve Hâlid bin Velid'i, Ashabının hiç birinden ayırmadı.452

    * Arapların kabul ettiği diğer dâhiler şunlardı: Acele davranmayıp, işlerin neticesini beklemekte ve uslulukta Muâviye bin Ebî Süfyan, ânında karar vermekte Mugîre bin Şu'be, büyük küçük her işte üstün görüşlü olmada Ziyâd bin Ebih.


    442. Sîre, 3:290; Taberî, 3:103.
    443. Sîre, 3:290; İnsanü'l-Uyûn, 2:778.
    444. İnsanü'l-Uyûn, 2:778.
    445. Tabakât, 7:395; ibn-i Kesîr, Sîre, 3:453.
    446. Tabakât, 7:395; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:453.
    447. Tabakât, 5:448..
    448. ibn-i Kesîr, Sîre, 3:449.
    449. Sîre, 3:291; Tabakât, 4:259.
    450. Müslim, 1:112.
    451. Sîre, 3:291.
    452. ibn-i Kesîr, Sîre, 3:449.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #28
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HZ ZEYNEP'İN VEFÂTI





    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin sekizinci senesine kızı Hz. Zeyneb'in vefatı hadisesi ile girdi.
    Hz. Zeyneb, Resûl-i Ekrem Efendimizin Hz. Hatice ile evliliklerinin kızlardan ilk meyvesi idi. Gariptir ki, Peygamberimizin İbrahim hariç, diğer erkek çocukları İslâmdan evvel ve henüz küçükken vefat ettikleri halde, kızları muhterem babalarının risalet devresine yetişmişlerdir. Yine Hz. Fâtıma hariç onlar da Resûl-i Ekrem hayattayken vefât etmişlerdir. Hz. Fâtıma ise, Resûl-i Kibriyânın bekâ âlemine irtihalinin teessürüyle ancak altı ay yaşayabilmişti.
    Hz. Zeyneb, Resûl-i Ekrem Efendimiz henüz otuz yaşlarında iken dünyaya gelmişti.436 Annesi Hz. Hatice ile birlikte iman etmişti. Peygamber Efendimize risâlet kırk yaşında verildiğine göre, Hz. Zeyneb Müslüman olduğunda henüz on yaşlarında bulunuyordu demektir.Hz. Zeyneb'in kocası Ebû'l-Âs bin Rebi', Hz. Hatice'nin kızkardeşi Hâle'nin oğlu idi. Zaten evlilikleri de Hz. Hatice'nin arzusu üzerine olmuştu.
    Ebû'l-Âs, henüz bu evlilik sırasında Müslüman olmamıştı. Buna rağmen Resûl-i Ekrem, Hz. Zeyneb'in onunla evlenmesine muhalefet etmedi. Çünkü, henüz o sıra Cenab-ı Hak tarafından bu tarz bir evliliği yasaklayıcı hükmü gelmemişti.437
    Hz. Resûl-i Ekrem, Medine'ye hicret ettiği halde, kocasının müsaade etmeyişi sebebiyle değerli kerimesi Hz. Zeyneb Mekke'de kalmak zorunda bırakılmıştı. Ancak, rahmet-i İlâhî Ebû'l-Âs'ı Bedir Muharebesinde Müslümanların eline esir düşürmekle, Hz. Zeyneb'in imdadına yetişiyordu. Resûl-i Zişan Efendimiz, esirler arasında bulunan Ebû'l-Âs'ı fidye almaksızın serbest bırakınca o da bu taltife bir karşılık olsun diye Hz. Zeyneb'i Mekke'ye varır varmaz, Medine'ye muhterem pederinin yanına göndermişti.
    Hicretin 7. yılında Ebû'l-Âs da Medine'ye gelerek Müslüman oldu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Zeyneb'i tekrar kendisine mehirsiz geri verdi.438
    Hz. Zeyneb vefât edince, kalbi şefkat ve merhamet dolu Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, kerimesine iç gömlek yapılması için beline bağladığı fotasını çıkarıp yıkayanlara verdi ve namazını da bizzat kendisi kıldırdı.439 Sonra kazılan kabrine düşünceli ve teessür içinde indi. Biraz durduktan sonra, sevinç içinde dışarı çıktı ve şu müjdeyi verdi:
    "Zeyneb'in zâifliğini düşünüp, ona kabir sıkıntısı ve hararetini hafifletmesi için Yüce Allah'a yalvardım. O da bu isteğimi kabul buyurdu."440
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Zeyneb'i ilk defa üzerinde taşıdığı sedirde kabre koydu. Kabre de Hz. Zeyneb'in kocası Ebü'1-As bin Rebi'in yardımıyla indirdi.
    Hz. Zeyneb Mekke'den Medine'ye deve üzerinde hevdeç içinde hicret ederken, Zîtuvâ mevkiinde, Kureyş müşriklerinden iki kişi mızrakla vurup onu bir kayanın üzerine düşürmüşlerdi. Bu hadise çocuğunun düşmesine sebep olmuş, kendisi de akan kan yüzünden hastalanmıştı. Vefâtına sebep olarak bu hastalık zikredilir.441




    436. İsâbe, 312.
    437. Sîre, 2:306.
    438. Tabakât, 8:33.
    439. A.g.e., 8:36.
    440. Üsdü'l-Gâbe, 7:131.
    441. Sîre, 2:309; Uyunü'l-Eser, 2:177.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #29
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HİCRETİN YEDİNCİ SENESİNİN DİĞER BAZI ÖNEMLİ HÂDİSELERİ



    Hz.Ömer'in Türebe'ye Gönderilmesi
    Peygamber Efendimiz, Havazin Kabilesinden dört oymağın, Medine'ye takriben 10 km. uzaklıkta bulunan Türebe Vadisinde bir araya geldiklerini haber aldı. Bu oymaklardan biri olan Sa'd bin Bekroğulları, Hayber Yahudilerinin Hicretin altıncı yılında Medine'ye yapacakları baskında kendilerine yardım edecekleri va'dinde de bulunmuşlardı.
    Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin 7. senesi Şaban ayında Hz. Ömer'i otuz kişilik bir askeri birliğin başına kumandan tayin ederek Türebe'ye gönderdi.
    Düşman, mücahidlerin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber almış ve kaçmıştı. Oraya varan İslâm birliği kimseye rastlamadı.
    Hz. Ömer, emrindeki birlikle buradan ayrılarak Medine yolunu tuttu. Cedr denilen mevkie geldiklerinde kılavuz, orada bulunan Has'amoğulları üzerine yürümesini teklif edince, Hz. Ömer, "Resûlullah (a.s.m.), onlarla çarpışmamı emretmemiştir" dedi.
    Hiç bir çarpışma olmadan Hz. Ömer birliğiyle Medine'ye döndü.432
    Hz. Ebû Bekir'in Havazinlilere Gönderilmesi
    Bir bakıma Hz. Ömer'in Türebe'ye yaptığı seferi tamamlamak mahiyetini taşıyan bu seferde, Peygamber Efendimiz, yine Şaban ayında Hz. Ömer döndükten sonra Hz. Ebû Bekir'i Necd bölgesindeki Havazinliler üzerine yürümek için vazifelendirdi. Beraberindeki askeri birlikle Havazinlilerin yurduna varan Hz. Ebû Bekir, onlara ansızın bir baskın düzenledi. Bazılarını öldürdüler, bazılarını da esir aldılar. Bir kısım ganimet de ele geçirerek Medine'ye geri döndüler.433
    Eban bin Said bin Âs'ın Müslüman Olması
    Eban bin Sâid bin Âs, Peygamber Efendimizin akrabası idi. Soyu, Efendimizle üçüncü dedesi Abdülmenâf'ta birleşiyordu.
    Babası Ebû Uhayha, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerindendi.
    Hudeybiye seferinden önce idi. Eban, ticaret maksadıyla Şam'a gitmişti. Orada karşılaştığı bir Hıristiyan papazına, "Ben Kureyşliyim. İçimizden biri çıktı; Peygamber olduğunu söylüyor. Senin bu husustaki fikrin nedir?" diye sorar.
    Papaz, "Onun ismi nedir?" der.
    Eban, "Muhammed'dir" cevabını verince, Papaz, "Dur, sana onu tarif edeyim" diye söyler ve Resûl-i Ekrem Efendimizin şekil ve şemâlini, sıfatlarını, babasının, dedesinin soyunu tek tek anlatır.
    Eban, Peygamber Efendimizin aynen anlattığı gibi olduğunu söyleyince de Papaz şöyle der:
    "Öyle ise, vallahi, o önce Araplara, sonra da yeryüzüne hâkim olacaktır! Sen, o salih zâta benden selâm söyle."
    Bunun üzerine Eban Mekke'ye gelir ve bir takım araştırma ve soruşturmalardan sonra Hicretin yedinci yılı başlarında islâmiyetle şereflenir.434
    Hz. Ömer'in Cemile Binti Sabit'le Evlenmesi
    Hz. Ömerü'l-Faruk Hicretin yedinci yılında, Medineli Müslümanlardan Sabit bin Aklah'ın kızı Cemile ile evlendi.
    Önceki ismi Asiye olan Cemîle Hatun, Peygamber Efendimiz hicretle Medine'ye gelince, ona ilk bîat edip Müslüman olan on kadından biri idi.
    Hz. Ömer, evlendikten sonra onun ismini beğenmeyip, Cemîle diye değiştirdi. Ancak o, bunu kabul etmek istemedi. Annesinin kendisine taktığı isimle yâd edilmesini arzu ediyordu.
    Durumu Peygamber Efendimize iletti. Hz. Resûl-i Ekrem ona, "Bilmez misin ki, Allah hakkı Ömer'in diline ve kalbine yerleştirmiştir" dedikten sonra, "Senin ismin Cemîle'dir" buyurdu.
    Hz. Ömerü'l-Faruk'un (r.a.) Âsım adındaki oğlu bu Cemîle Hatundan dünyaya gelmiştir.435





    432. Tabakât, 2:89-117; Taberî, 3:99; ibn-i Kesîr, Sîre, 3:418.
    433. Tabakât, 2:89-117; Taberî, 3:99; İnsanü'l-Uyûn, 3:191.
    434. Üsdü'l-Gâbe, 5:417.
    435. Tabakât 5:15, 8:12; Üsdü'l-Gâbe, 5:417
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #30
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    KAZÂ UMRESİ



    Hicretin 7. senesi, Zilkâde ayı. (Milâdî 628.)
    Bu tarihten bir sene önce, Peygamber Efendimiz ve Ashab-ı Kiramın Kâbe'yi ziyaret edip umre yapmalarına, Kureyş müşrikleri mani olmuşlar ve imzalanan Hudeybiye Anlaşmasıyla Resûl-i Ekrem ve Müslümanların bu niyet ve arzularının tahakkuku bir sene sonraya bırakılmıştı.
    Cenab-ı Hakkın yardımıyla Peygamber Efendimiz bu bir sene zarfında bir çok muzafferiyetler elde etmişti. Devrin hükümdarlarını İslâmdan haberdar etmiş ve onları İslâma dâvette bulunmuştu. Bunlardan bir kısmı İslâmiyetle müşerref olmuşlardı. Ayrıca Hayber'i fethederek, hemen hemen Arabistan Yarımadasında bulunan bütün Yahudileri tesirsiz hale getirmişti. Yine, İslâmiyetin gittikçe güç kazandığını, kuvvet elde ettiğini göstermek babında da bir çok kabilelere askeri birlikler göndererek onları itaat altına almıştı.
    Bütün bunlardan sonra, Kâbe'yi ziyaret ve umrenin yerine getirilmesi zamanı artık gelmiş bulunuyordu.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Zilkâde ayı girince, Ashabına umre için hazırlanmalarını emretti. Bu emre göre, Hudeybiye Seferine katılmış bulunanlardan hayatta olanların hiç biri geri kalmayacaktı.404
    O sırada Medine'ye gelmiş kimsesiz ve yardıma muhtaç bir çok Müslüman vardı. Efendimize başvurarak, "Yâ Resûlallah! Bizim ne azığımız, ne de bizi doyuracak bir adamımız var" diyerek durumlarını arzettiler.
    Resûl-i Ekrem, ihtiyacı olanlara yardım etmelerini, onlara bakmalarını Medine halkına duyurdu. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram, "Yâ Resûlallah" dediler, "biz, sadaka olarak neyi verelim? Verecek hiç bir şey bulamıyoruz ki."
    Resûl-i Zişan Efendimiz, "Ne olursa, isterse yarım hurma olsun" buyurdu.
    Serveri Kâinat Efendimiz, yerine Uveyf bin Azbat'ı vekil tayin ederek, umre için hazırlanmış bulunan 2000 civarındaki Müslüman ile Medine'den Mekke'ye, Beytullaha doğru yola çıktı.405 Müslümanlar yanlarında altmış kurbanlık deve götürüyorlardı. Peygamber Efendimiz, kendi kurbanlık devesini bizzat mübarek elleriyle işaretlemişti.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ayrıca, Kureyş müşrikleri tarafından herhangi bir saldırı ve karşı koymaya maruz kalabilirler düşüncesiyle yüz at ve miğfer, zırh gömlek ve mızrak gibi harp silahları da almıştı. Halbuki, yapılan anlaşma gereği, beraberinde sadece yolculuk silahı sayılan kılıç olacak o da kınına sokulu vaziyette bulunacaktı. Öyle ise va'dinde hiç bir zaman hulf etmeyen Hz. Resûlullah neden böyle hareket ediyordu. Bu husus Sahabîlerin nazarından kaçmadı. Sordular:
    "Yâ Resûlallah! Müşriklerle, sadece kınına sokulu kılıçla geleceğine dâir ahdin vardı. Halbuki sen silah taşımaktasın?" dediler.
    Hz. Fahr-i Âlem, sebebini şöyle izah etti:"Biz, bu silahları Hareme, Kureyşlilerin yanına götürmeyeceğiz. Fakat her ihtimâle karşı yanımızda bulunduracağız!"406
    Müslümanların kalbi heyecan ve sevinçle atıyordu. Muhacirlerin duydukları sevinç ve heyecan ise tarife sığacak gibi değildi. Yedi sene önce terk etmek zorunda kaldıkları baba ocağına kavuşacaklar, Kâbe-i Muazzamayı ziyaret edeceklerdi. Hepsinden de mühimi kendilerini hakir gören, kendilerine olmadık eziyet ve işkencelerde bulunan Kureyş müşriklerine İslâmın izzet, şeref, azamet ve haşmetini göstereceklerdi. Bu sebeple gönülleri heyecan doluydu.
    Zülhuleyfe mevkiine varılınca Resûl-i Ekrem Efendimiz Muhammed bin Mesleme'nin kumandanlık ettiği süvarilerle birlikte silah yüklerini ve kurbanlık develeri önden gönderdi ve orada ihrama girdi.*
    Artık, etraf Allah Resûlü ve Müslümanların telbiye sadalarıyla âdeta sarsılıyordu:
    "Lebbeyk Allahümme lebbeyk!
    "Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk!
    "İnnel hamde venni'mete leke ve'l-mülk! Lâ şerike leke."407
    Önden giden Muhammed bin Mesleme komutasındaki yüz atlı birliği ve beraberinde götürdükleri silahlar, Merruzzehran mevkiinde müşriklerin bir kaç adamı tarafından görüldü. "Nedir bunlar?" diye sordular.
    Muhammed bin Mesleme, "Resûlullah Aleyhisselâmın süvarileridir" dedi ve devam etti:
    "Kendileri de inşaallah yarın sabah burada olacaklardır."408
    Adamlar şaşkına döndüler ve son sür'at yol alarak haberi Mekke'ye ulaştırdılar. Müşrikleri, bir korku ve telaş sardı. Ve "Muhammed üzerimize yürüyor" diyerek durumdan birbirlerini haberdar ettiler.
    Gerçi Hz. Resûlullah Hendek Harbinden sonra, "Artık, onlar bizim üzerimize değil, biz onların üzerine yürüyeceğiz" buyurmuşlardı, ama bu sefer, o gaye ile tertip edilmiş değildi. Sadece, anlaşmada da belirtildiği gibi Kâbe'yi tavaf etmek, umrelerini yapmak maksadıyla yola çıkmışlardı.
    Buna rağmen müşrikler fazlasıyla endişeye kapıldılar. Derhal Resûl-i Ekrem Efendimize işin gerçek mahiyetini öğrenmek için adamlarını gönderdiler.
    Telbiye sadalarıyla Zülhuleyfe'den ayrılan Peygamber Efendimiz, Müslümanlarla birlikte Merruzzehran'a geldi. Oradan bütün silahlarını Batn-ı Ye'cec mevkiine gönderdi. Silahları beklemek üzere de Evs bin Havlî başkanlığında iki yüz kişiyi vazifelendirdi.409
    Daha sonra Peygamber Efendimiz, Ashabıyla yol alarak oradan Mekke'nin rahatlıkla görüldüğü Batn-ı Ye'cec mevkiine vardı.
    Bu sırada Kureyş temsilcileri çıkıp geldi. "Yâ Muhammed," dediler, "herhalde sana, bizim küçük veya büyük herhangi bir hıyânetimiz, vefâsızlığımız haber verilmiş değildir. Buna rağmen, Hareme, kavminin yanına, böyle silahlı mı gireceksin?
    "Halbuki, oraya, yolcu silahı olan kınlarına sokulu kılıçlardan başka bir şeyle girmemek şartını kabullenmiştin?"
    Peygamber Efendimiz meseleyi şöyle izah etti:
    "Harem'e kınlarında sokulu kılıçlardan başka bir silahla girecek değiliz. Ben çocukluğumdan beri hayatımın her safhasında ancak verdiğim sözde durmakla, vefakârlıkla tanınmış, bilinmişimdir. Fakat, silahların bana yakın bir yerde bulunmasını isterim."
    Kureyş baştemsilcisi Mikrez bin Hafs, aynı sözleri tasdik etti:
    "Senden beklenen, sana yaraşan da iyilik ve vefakârlıktır."410
    Durum, temsilciler tarafından süratle Kureyşlilere ulaştırıldı. İçlerini kemiren düşmanlık duygusunun eseri olarak, Müslümanların bu muhteşem sevinç ve nuranî bayramlarını yakından temaşa etmemek için, Kureyşliler Mekke'yi boşalttılar.411
    Peygamber Efendimiz Mekke'de
    Hz. Resûlallah, müstesnâ bir ihtişam ve vekarla devesi Kasvâ'nın üzerinde Mekke'ye girdi. Müslümanlar etrafında tecessüm etmiş nurdan yıldızları andırıyorlardı. Bu yıldızların arasında Server-i Kâinat Efendimiz bir güneş gibi parlıyordu. Tam bir intizam ve haşmet içinde adım adım Kâbe'yi Muazzamaya, Beytullaha yaklaşıyorlardı. "Lebbeyk Allahümme lebbeyk" nidâları Mekke'nin her tarafına yayılıyor, dağlar, taşlar bu nûranî sadaya cevap veriyorlardı. Müşrikler ise kuytu yerlerde, dağ başlarında âdeta bu ulvî sadaya kulaklarını tıkamış, bu haşmetli manzara karşısında gözlerini kapatmışlardı.
    Kasvâ'nın yuları şâir Abdullah bin Ravâha'nın elindeydi. Hz. Resûlullahın önünde gidiyor ve şu şiirini söylüyordu:
    "Ey kâfir oğulları, Resûlullahın yolundan çekiliniz!
    "Rahman olan Allah, onun Hak Peygamber olduğuna dâir âyetler indirdi.
    "Bütün hayır ve iyilik Allah Resûlünde ve onun yolundadır.
    "En hayırlı, en şerefli ölüm de onun yolunda çarpışarak ölmektir!"412
    Bu ulvî ve nurânî manzara arasında Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar telbiyelerle Beytullaha vardılar. Resûl-i Ekrem, Mescid-i Harama girince, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altına alıp, sol omuzunun üzerine atarak sağ omuzunu açtı ve "Bugün, kendisini, şu şirk ehline kuvvetli ve zinde gösterecek kahramanları Allah rahmetiyle yarlığasın, esirgesin"413 buyurdu.
    Sonra, Sahabîlere, Kâbe-i Muazzamayı üç kere koşa koşa ve omuzlarını silke silke tavaf etmelerini emretti.**414 Zira, Kureyş müşrikleri; "Yanımızdan çıkıp gittikten sonra Muhammed ve Ashabı hastalık ve yoksulluğa uğramıştır" diyerek dedikoduda bulunarak, bir nevi kendilerini teselli etmeye çalışıyorlardı.
    Cenab-ı Hak, bütün bu dedikodularını sevgili Resûlüne bildirdiği için, o da Ashab-ı Kirama güçlü ve kuvvetli görünmelerini emrediyordu.
    Kâbe'yi Tavaf
    Hâtemü'l-Enbiya Efendimiz Kasvâ'nın üzerinde idi.
    Kasvâ'nın yuları ise Abdullah bin Ravâha'nın elindeydi. Sahabîler de sağ omuzlarını açmış, tavaf için bekliyorlardı.
    Peygamberimiz, Hacerü'l-Esved'in yanına vardı ve elindeki değnekle dokunarak onu istilâm etti. Sonra da değneği öptü. Ashab-ı Kiram da aynı şeyi yaptı.
    Ashab-ı Güzin tavafın ilk üç devresinde Peygamberimizin emri gereği, hızlı hızlı ve çalımlı yürüdüler. Üç tavafı böylece tamamladılar.
    Abdullah bin Ravâha, hem Kâbe'yi tavaf ediyor, hem de şiir söylemeye devam ediyordu:
    "O Allah'ın ismiyle başlarım ki, dininden başka gerçek din yoktur Onun.
    "O Allah'ın ismiyle başlarım ki, Muhammed Resûlüdür Onun.
    "Çekilin, ey kâfir oğulları Resûlullahın yolundan!"415
    Hz. Ömer, bu hareketinden hoşlanmadı:
    "Ey İbni Ravâha! Sen, Resûlullahın önünde, Allah'ın Hareminde bu şiiri söyleyip duracak mısın?" diyerek susmasını istedi.
    Hz. Ömer'e, Resûl-i Zişân Efendimiz cevap verdi:
    "Ey Ömer! Ona manî olma! Vallahi, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çok tesirlidir."416
    Sonra da Abdullah bin Ravâha'ya dönerek, "Devam et! Devam et! Ey İbni Ravâha" dedi.417
    Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Zişan Efendimiz, Abdullah bin Ravâha'ya şu duayı okumasını emretti:
    "Allah'tan başka İlâh ve Ma'bud yoktur! Bir olan Odur! Va'dini gerçekleştiren Odur! Bu kuluna nusret veren Odur! Askerlerine kuvvet veren Odur! Toplanmış bulunan kabileleri bozguna uğratan da yalnız Odur."418
    Ashab-ı Kiramda Hz. Resûlullahın öğrettiği bu duayı hep bir ağızdan söylemeye başladılar.
    Müşriklerin Şaşkınlığı
    Yürekleri düşmanlık, hınç ve kıskançlık dolu müşrik ileri gelenleri, Hz. Resûlullah Efendimizle Ashab-ı Kiramı gözetlemek maksadıyla dağ başlarına çıkmışlardı.
    Müslümanların, koşa koşa ve omuzlarını silke silke Kâbe-i Muazzamayı üç kere tavaf ettiklerini görünce, şaşkınlık ve hayretlerini şöyle izhar ettiler:
    "Demek, Medine'nin humması, sıtması onları zâif düşürmemiş!
    "Baksanıza yürümeye kanaat etmeyip, silkine silkine koşuyorlar!"419
    Peygamber Efendimiz, Kâbe'yi yedi kere tavaf ettikten sonra Makam-ı İbrahim'de iki rekât tavaf namazı kıldı. Daha sonra sa'y yapmak üzere Safa Tepesine çıktı. Yine devesi Kasvâ'nın üzerinde olduğu halde, Safâ ile Merve tepeleri arasında yedi kere sa'y yaptı. Merve'de sa'y tamamlandıktan sonra da kurbanların kesilmesine geçildi. Müslümanlar da Merve'de Hz. Resûlullah'la birlikte kurbanlarını kestiler. Yine burada Ashabdan Hıraş bin Ümeyye, Resûl-i Ekrem Efendimizin başını kazıdı. Sahabîler de başlarını tıraş ettiler.420
    Böylece Hz. Fahr-i Âlem Efendimizin Hudeybiye seferinden önce, görmüş olduğu rüyâ aynen çıkmış oluyordu.
    Hz. Bilâl'in Ezan Okuması
    Umre tamamlandıktan sonra, Hz. Fahr-i Kâinat, Kâbe'nin içine girmek istedi. Ancak müşrikler, "Bu, anlaşmamızda yoktu" diyerek müsaade etmediler.
    Öğle vakti girmişti. Kâbe'ye girmesine müsaade edilmeyen Resûl-i Ekrem, Hz. Bilâl'e Kâbe'nin üzerine çıkarak öğle ezanını okumasını emretti. Peygamberimiz ve Müslümanlar, Hz. Bilâl'in yanık sesiyle okuduğu ezanı huşû ve huzur içinde dinlerken, müşrik ileri gelenleri tedirgin ve üzgün görünüyorlardı. Herbirinin ağzından nahoş laflar çıkıyordu. Ebû Cehil'in oğlu İkrime, "Allah, Ebû Cehil'e bu kölenin söylediğini işittirmemek ihsanında bulunmuştur" dedi.
    Müşrik Safvan bin Ümeyye, "Şükür ki Allah, bunları görmeden babamı aldı, götürdü" diyerek tedirginliğini ifâde ediyordu.
    Halid bin Esîd ise, hadiseden duyduğu üzüntüyü, "Şükürler olsun Allah'a ki babamı öldürdü de, Bilâl'in Kâbe üzerine dikilip bağırdığı bu zamanı görmedi!" diyerek ifâde ediyordu.
    Bu arada ezanı işitince hiç bir şey söylemeden yüzünü kapayanlar da görülüyordu.421
    Onlar kin, düşmanlık ve kıskançlıklarından dolayı böyle çirkin lâflar ederken, Ashab-ı Kirâm ise saf bağlamış, âlemlerin Rabbi Allah'ın huzurunda el pençe namaza duruyorlardı. Öğle namazı burada edâ edildi.
    Hz. Meynûne'nin Peygamberimize Nikahlanışı
    Asıl ismi Berre olan Hz. Meymûne, Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü'1-Fadl ile Hz. Câfer'in hanımı Esmâ'nın kızkardeşi idi. Kocasının ölümüyle dul kalmıştı.422
    Hz. Abbas, Peygamber Efendimizin onu almasını arzu ediyordu. Bu nedenle Efendimizi her gördüğünde ondan medih ve takdirde bahsederdi.
    Son olarak Resûl-i Ekrem Efendimiz, umre için Medine'den yola çıkıp Cuhfe'ye gelip konduğu sırada, Hz. Abbas gidip orada kendisiyle buluşmuştu. O sırada Efendimize, "Yâ Resûlallah! Meymûne binti Hâris, dul kaldı. Onu kendine zevceliğe kabul buyursan olmaz mı?" diye teklifte bulundu.423 Peygamber Efendimiz de bu teklifi kabul etti.
    Resûl-i Ekrem henüz Mekke'den ayrılmamıştı. Hz. Resûlullahın kendisine dünür olduğu haberini devesinin üzerinde iken alan Hz. Meymûne, "Deve de, üzerindeki de Resûlullah Aleyhisselâmındır" diyerek memnuniyet ve sevincini açıkladı.424
    Hz. Abbas da bunun üzerine, Peygamberimizden dört yüz dirhem mehir alarak Hz. Meymûne'yi ona nikâhladı.425
    Peygamber Efendimizin (a.s.m.), Hz. Meymûne ile evlenmesinden Kureyş müşrikleriyle arasında bulunan gerginliği bir derece yumuşatmak maksadını güttüğü de söylenebilir. Zirâ, bir müddet daha kalıp Kureyşlilerle konuşma fırsatını elde etmek için bunu vesile kılmak istediğini görüyoruz. Hudeybiye Muâhedesine göre tesbit edilen kalma müddeti üç gündü. Üç gün dolunca Efendimiz, Kureyş ileri gelenlerine şöyle bir teklifte bulundu:
    "İsterseniz, âilemle evlenme merasimi yapmak üzere burada üç gün daha kalayım ve teptipleyeceğim düğün ziyafetine sizi de dâvet edeyim."
    Fakat, Kureyş ileri gelenleri bunu kabul etmediler. Temsilci göndererek, Peygamberimizden Mekke'den çıkıp gitmesini istediler.
    O sırada Efendimizin yanında Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden Sa'd bin Ubâde vardı. Kureyş temsilcilerinin Resûl-i Kibriyâ Efendimize sert konuştuklarına tahammül edemedi ve onlardan biri olan Süheyl bir Amr'a şöyle çıkıştı:
    "Burası ne senin, ne de babanın toprağıdır.
    "Vallahi, Resûlullah Aleyhisselâm buradan ancak anlaşma hükmü gereği kendi rızasıyla çıkar. Yoksa zorla çıkıp gitmez."
    Bunun üzerine Kureyş'in iki temsilcisi seslerini kestiler.
    Peygamber Efendimiz ise bu manzaraya tebessüm buyurdular.426
    Mekke'de kalma müddeti dolunca
    Hudeybiye Anlaşması gereğince, Mekke'de kalma müddeti olarak tayin edilen üç gün dolmuştu.
    Hayatı boyunca düşmanı ile dahi ahdini bozmamış bulunan Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz, gönülden kalmayı arzu ettiği halde, ahdine ters düşmemek için Mekke'yi, Kâbe-i Muazzamayı terk etmek zorunda kalıyordu. Aslında bu bir mânâda uzaklaşmak değil, Mekke'yi fethetme zamanına gün be gün yaklaşmaktı. Bundan sonraki her gün, her saat Mekke'nin fethini, onunla birlikte gönüllerin fethini de yakınlaştıracaktı.
    Bu üç gün zarfında Müslümanlar, Mekke'deki bir çok akrabalarıyla görüşme imkânına da kavuşmuşlardı. İman hakikatlarını ve İslâm ahlâkının güzellik, yücelik, nezaket ve nezahetini dürüst davranışlarıyla ortaya koyma fırsatını bulmuşlardı. Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu müşriklerin de gözleri önünde nuranî bir manzara halinde sergilemişlerdi. Bunun neticesinde müşrik azılıları hariç, halktan bir çok kimsenin gönlünde iman ve İslâma karşı sıcak bir ilgi, samimi bir istek uyanmıştı. Âdeta, Mekke fethedilmeden evvel, halkından bir çoğunun gönlü fethe hazır hale gelmişti.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ashabıyla Mekke'den ayrıldığı sırada arkasından mâsum bir ses duydu:
    "Amca! Amca!"
    Dönüp baktılar. Sesin sahibi şehidlerin efendisi Hz. Hamza'nın biricik kızı Ümâme idi. Mekke'de bulunuyordu. Sesinde bir imdat, bir "Beni kurtarın bu şirk diyarından" ifâdesi ve mânası vardı. Ve sanki, Bütün Mekke, bir ağız olmuş, "Beni bırakma" diye bu biricik yavruyla birlikte imdat diliyordu.
    Kalbi, şefkat ve merhamet deryasını andıran Resûl-i Ekrem, döndü, minicik yavrunun elinden tutup Medine'ye beraberinde getirdi.427
    Resûl-i Ekrem Efendimiz Ashabıyla Mekke'den ayrıldıktan sonra Serif mevkiinde konakladı. Orada Hz. Meymûne ile evlendi.428
    Medine'ye Dönüş
    Peygamber Efendimiz, akşamleyin Şerif'ten ayrılıp geceleri yola devam etti. Zilhicce ayı içinde Medine'ye geldi.429
    Hz. Hamza'nın Selma binti Ümeys'ten doğan kızı Ümâme, Mekke'ye getirilince üzerinde münakaşa çıktı.
    Peygamber Efendimiz, Hz. Zeyd bin Hârise ile Hz. Hamza'yı birbirine kardeş yapmıştı. Hz. Zeyd buna istinaden şehâdetlerinden sonra Hz. Hamza'nın çocuklarının velisi ve vasisi kendisi olduğunu söyledi ve "Kardeşimin kızını görüp gözetmeye, ben daha lâyık ve haklıyım" dedi.
    Hz. Câfer bunu duyunca hemen itiraz etti: "Teyze de bir annedir. Hanımım Esmâ binti Ümeys, Ümâme'nin teyzesidir. Bu bakımdan onu görüp gözetmeye ben daha lâyık ve haklıyım."
    Hz. Ali ise buna kendisinin daha lâyık olduğunu iddia etti. "Amcamın kızını müşriklerin arasından çıkarıp getiren benim" dedi. "Siz ona, neseben benim kadar yakın değilsiniz. Onu görüp gözetmeye ben, sizden daha haklı ve lâyıkım!"
    Meseleyi neticeye bağlamak Hz. Resûlullaha kalmıştı,
    "Ey Zeyd! Sen, Allah'ın ve Resûlünün dostusun
    "Ey Ali! Sen de benim kardeşim ve arkadaşımsım.
    "Ey Câfer! Sen de bana yaratılış ve huyca en çok benzeyensin" dedikten sonra şu kararı verdi:
    "Ey Câfer! Ümâme'yi görüp gözetmeye, sen daha lâyık ve haklısın! Çünkü; onun teyzesiyle evli bulunuyorsun. Kadın ne teyzesi, ne de halası üzerine nikâhlanıp gelemez! "430
    Hz. Resûlullah bu hükmü verince, Hz. Câfer sevincinden birden ayağa kalktı. Peygamber Efendimizin çevresinde tek ayak üzerinde seke seke yürümeğe başladı.
    Resûl-i Ekrem, "Ey Câfer! Nedir bu yaptığın?" diye sorunca, Hz. Câfer şöyle izah etti:
    "Yâ Resûlallah! Habeşliler, sevinçlerinden, krallarına böyle yaparlardı. Necaşî de bir kimseden hoşlandı mı kalkıp böyle hareket ederdi."431






    404. Tabakât, 2:120.
    405. A.g.e., 2:120.
    406. Tabakât, 2:121.
    * İhrama girme yerleri şunlardır: Medinelilerin Zülhuleyfe, Şamlıların Cuhfe; Iraklıların, Zât-ı Irk; Necidlilerin Kam, Yemenlilerinki ise Yelemlem.
    407. Tabakât, 2:121; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:435.
    408. Tabakât, 2:121.
    409. A.g.e., 2:121.
    410 Taberî, 3:101; ibn-i Kesîr, Sîre, 3:436.
    411. Tabakât, 2:121; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:436.
    412. ibn-i Kesir, Sîre, 3:432.
    413. Sîre, 4:12-13.
    ** Buna 'Reml' denir.
    414. Tabakât, 2:123; Müsned, 1:306; Müslim, 2:923.
    415. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:432.
    416. Tabakât, 2:123; İnsanü'l-Uyûn, 2:784.
    417. Tabakât, 2:122.
    418. A.g.e., 2:122.
    419. Tabakât, 2:122.
    420. A.g.e., 2:122.
    421. Megazi, 2:738.
    422. Tabakât, 8:137; istiab, 4:1915-1916.
    423. İstiab, 4:1916.
    424. Tabakât, 8:132; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:439.
    425. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:439.
    426. A.g.e., 3:433; İnsanü'l-Uyûn, 2.783.
    427. Zâdü'l-Mead, 2:171; İbn-i Kesîr, Sîre, 3:443.
    428. Sîre, 4:14; Tabakât, 2:122, 8:133-134.
    429. Tabakât, 2:122.
    430. Tabakât, 8:159-160.
    431. A.g.e., 8:160.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Sayfa 3/7 İlkİlk 12345 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Siyer-i Nebi (s.a.v)
    By MaHiR 01 in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 53
    Son Mesaj: 05.10.10, 06:00
  2. Islâm davasının tarihi; siyer-i nebi
    By Reyhani in forum Efendimizin Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 07.04.10, 20:05
  3. Ey Nebi
    By ArzuNur in forum Sevgi Defteri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 07.04.09, 19:11
  4. NebÎ
    By Konyevi Nisa in forum N -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 25.12.08, 11:19

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •