Sayfa 2/7 İlkİlk 1234 ... SonSon
68 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HALİD BİN VELİD'İN NECRAN'A GÖNDERİLMESİ



    Hicretin 10. senesi, Rebiülevvel ayı. (Milâdî 631.)
    Resûl-i Ekrem Efendimiz bu tarihte Hz. Halid bin Velid'i dört yüz mücahidle Yemen civarındaki Necran'da oturan Haris bin Ka'boğullarına gönderdi.(İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât 1:339; Taberî, 3:156)
    Resûlullahın Halid bin Velid'e emri şöyleydi:"Onları üç gün İslâma dâvet et, icâbet ederlerse, gerekeni yap. Şayet icabet etmekten kaçınırlarsa onlarla savaş!"(İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât, 1:339)
    Hz. Halid, emrindeki mücahidlerle Necran yakınına vardı. Bir kaç taraftan süvari elçiler göndererek Hâris bin Ka'boğullarını üç gün üst üste İslâmiyete dâvet etti. Necran halkı, sonunda dâvete icabet ederek Müslüman oldu.(İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât, 1:339; Taberî, 3:156)
    Bunun üzerine Hz. Halid, İslâmın ahkâmını, mesuliyetlerini öğretmek üzere aralarında bir müddet kaldı. Sonra da durumu Resûl-i Ekrem Efendimize bir mektupla bildirdi. Mektubunda ne yapması gerektiğini soruyordu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Halid'in mektubuna şu cevabı yazıp gönderdi:
    "Bismillahirrahmanirrahim. Resûlullah Muhammed'den Halid bin Velid'e:
    "Allah'ın selâmı üzerine olsun! Senden [yaptığından] dolayı kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a hamdederim! Elçinin getirdiği mektubunu aldım. Mektubunda, Hâris bin Ka'boğullarının karşı koymadan Müslüman olduklarını, tek ve ortağı olmayan Allah'a îmân ettiklerini, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet getirdiklerini, Allah'ın onları doğru yola hidâyet ettiğini haber veriyorsun. Onları, Allah ve Resûlünün emirlerine göre hareket ettikleri takdirde, âhiret nimetleriyle müjdele! aykırı hareket ettikleri takdirde, âhiret azabının dehşetiyle korkut. Artık dön gel! Onların elçileri de seninle birlikte gelsin! Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun."(İbni Hişâm, Sîre, 4:239-240; Taberî, 156)
    Resûl-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) emri üzerine Hz. Halid, Hâris bin Ka'boğullarından bir heyetle Medine'ye geldi. Elçiler, Hz. Resûllullahın huzuruna çıkıp Müslüman olduklarını haber verdiler.
    Peygamber Efendimiz, Benî Hâris bin Ka'boğullarına elçiler arasında bulunan Kays bin Husayn'ı vali ve kumandan tayin etti. Elçiler, Medine'de bir müddet kaldıktan sonra, Resûl-i Ekrem Efendimizin verdiği hediyelerle birlikte yurtlarına döndüler.(İbni





    Hişâm, Sîre, 4:241; Taberî, 3:157.)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HZ İBRAHİM'İN VEFATI




    Hicretin 10. senesi, Rebiülevvel ayının onuncu günü, Salı.
    Peygamber Efendimizin mübârek kalbi, bütün insanlara karşı bir şefkat ve merhamet kaynağını andırıyordu. Mini mini yavrulara, şipşirin çocuklara karşı ise bambaşka bir muhabbet, apayrı bir şefkat besliyordu. Hele kendi çocuklarına karşı âdeta bir şefkat ve sevgi deryâsıydı.
    Hz. Hatice'den dünyaya gelen üç oğlu Kasım, Abdullah ve Tahir'i henüz Mekke'de iken ve bebek yaşta ebedî âleme uğurlamıştı. Onların ebedî âleme göçü ile mübarek kalbleri oldukça teessür duymuştu. Fakat, Hz. Mâriye'den sevgili oğlu İbrahim'in dünyaya gelişi onu bir derece teselli ediyordu. Bu sebeple, bu biricik oğlunu fazlasıyla seviyordu. Mübarek elleriyle başını okşuyor, kucağına alıp göğsüne basarak bu sevgi ve şefkatini izhar ediyordu.
    Evet, şefkat "rahmet-i İlâhiyye'nin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerindendir." Şefkatin en şirini de evlâda karşı duyulanıdır. Çocuk ise, Cenab-ı Hakkın, anne-babaya muvakketen teslim edilmiş bir emânetidir.
    İşte, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, her emânet gibi, bu emânete karşı da gereken alâkayı esirgemiyordu. Çocuğunu, Cenab-ı Hakkın rahmetinin bir cilvesi olarak görüyor ve onun için seviyor, bağrına basıyordu.
    Hz. İbrahim on altı ayına henüz ayak basmıştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz onun hastalandığı haberini aldı. Sevgili oğlunun annesi Hz. Mâriye ile birlikte oturdukları bağ içindeki evine gitti.
    Peygamber Efendimiz, hasta yatan nur topu oğlunun gözlerinde eski parlaklığı ve hareketli bakışlar. göremiyordu. Gürbüz ve hareketli İbrahim, bir anda sessiz, sakin ve dünyadan küsmüş gibi duruyordu. Bu haliyle ebedî âleme yolcu olduğunu âdeta ifade etmek istiyordu.
    Bunu fark eden Efendimiz, kucağında tuttuğu sevgili oğlunun yavaş yavaş kayan gözlerine bakarak, "Allah'ın takdirine karşı elden ne gelir, ey İbrahim!" buyurdu. Az sonra Hz. İbrahim fani dünyaya gözlerini yumdu.
    Bu esnada Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Hz. Abdurrahman bin Avf, "Yâ Resûlallah! Siz de mi ağlıyorsunuz? Böyle ağlamaktan halkı men etmemiş miydiniz?" deyince, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdular:
    "Ey ibni Avf? Ben size günah ve ahmaklığın ifadesi olan şu iki ağlayış ve bağırışı yasakladım: Nimete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun bağırışından ve musîbet ve felâket sırasındaki bağırışla yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmaktan. Benim bu ağlamam ise, şefkatin eseridir, acımadan ibârettir. Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!"829
    Peygamber Efendimiz yukarıdaki dersinden sonra da göz yaşlarına hâkim olamadı. Gözleri yaşla dolunca şöyle buyurdu:
    "Göz yaş döker, kalb teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Vallahi, ey İbrahim! Senin ayrılığın bizi fazlasıyla mahzun etti!"830
    Bir erkek evlâda doyamamanın hasretli gözyaşlarını akıtan Efendimiz, daha sonra karşısındaki dağa bakarak şöyle buyurdu:
    "Ey dağ! Eğer, bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak yıkılmış gitmiştin. Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: 'İnnâ lillahi ve İnnâ ileyhi râciûn"'831
    Teçhiz ve tekfininden sonra, en mûtenâ ve mübârek eller üzerinde Hz. İbrahim, Baki' mezarlığına götürüldü. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) orada cenaze namazını kıldırdı.
    Kabir hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kabirde bir delik gördü. Kabir kazanın dikkatini çekti ve oranın kapatılmasını emretti. Kabiri kazan, "Yâ Resûlallah! O delik mevtaya ne zarar verir, ne de fayda!" deyince, Kâinatın Efendisi şu dersi verdi:
    "Evet, o ölüye fayda da vermez zarar da. Ancak, dirinin gözüne zarar verir, rahatsız eder. Allah kul bir iş yapınca onu mükemmel yapmasını ister."832
    Bundan sonra Hz. İbrahim kabre kondu. Server-i Kâinat Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (a.s.m.), mübarek elleriyle göz yaşları arasında kabrin üzerine toprak serpti, su serpti.
    Peygamberimizin Müslümanları İkazı
    Hz. İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu.
    Halk bunun, onun vefâtıyla ilgili olduğunu sanarak, "İbrahim'in ölümü sebebiyle güneş tutuldu" dedi.
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah'a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirama şu dersi verdi:
    "Ey insanlar! Biliniz ki, güneş ve ay; Allah'ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar.
    "Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescidlere gidiniz. Onlar açılıncaya kadar da Allah'a duâ ediniz, namaz kılınız!"833
    Hz. İbrahim'in ölümü ile Peygamber Efendimizin çocuklarından sadece kızı Fâtıma hayatta kalmış oluyordu. Bu da onun neslinin hikmete binâen oğullarından değil, kızından devam edeceğinin bir ifadesiydi. Böylece; "Muhammed, hiçbirinizin babası değildir; o Allah'ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusudur"834 âyet-i kerimesinin işârî mânâsı da anlaşılmış oluyordu:
    "Bir kısım, şu âyetten şöyle bir işâreti gaybiyeyi fehmeder ki; Peygamberin (a.s.m.) evlâdı zükûru [erkek çocukları], rical derecesinde kalmayıp, rical olarak nesli bir hikmete binâen kalmayacaktır. Yalnız 'Rical' tâbirinin ifâdesiyle nisânın [kadınların] pederi olduğunu işâret ettiğinden, nisâ olarak nesli devam edecektir. Felillahilhamd, Hz. Fâtıma'nın (r.a.) nesl-i mübareki, Hasan ve Hüseyin gibi iki nuranî silsilenin bedri münevveri, Şemsi Nübüvvetin mânevî ve maddî neslini idame ediyorlar."835




    829. Tabakât, 1:138.
    830. Tabakât, 1:138-139; Müslim, 4:1808.
    831. Belâzurî, Ensab, 1:452.
    832. Tabakât, 1:142.
    833. Tabakât, 1:142; Müslim, 2:630.
    834. Ahzab Sûresi, 40.
    835. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 384.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HİCRETİN DOKUZUNCU SENESİNİN DİĞER MÜHİM HÂDİSELERİ



    Urve Bin Mes'ud'un Müslüman Olması Ve Şehadeti
    Urve bin Mesûd, Tâiflilerin ileri gelenlerindendi. Peygamber Efendimiz ordusuyla Tâif'i muhasara altına aldığı sırada o, Yemen'in Cüreş şehrinde bulunuyordu. Orada, Tâif müdafaası için mancınık vesaire yapma sanatını öğreniyordu.
    Peygamber Efendimiz Tâif'ten muhasarayı kaldırıp ayrıldıktan sonra Tâif'e döndü. Bir müddet sonra da Cenâb-ı Hak, kalbine İslâmın sevgisini düşürünce çıkıp Medine'ye geldi. Hicretin dokuzuncu yılı Rebiülevvel ayında Resûl-i Ekrem Efendimizin huzurunda İslâmiyetle şereflendi.(İbni Hişâm, Sîre, 4:182; İbni Sa'd, Tabakât, 5:503)
    Efendimiz, bu değerli insanın Müslümanlar safına katılmasından fazlasıyla memnun oldu.
    Hz. Urve bin Mesûd, Medine'de bir müddet kaldıktan sonra bir gün Resûl-i Ekrem Efendimize, "Yâ Resûlallah! Müsaade buyurun da, gidip kavmimi İslâmiyete dâvet edeyim" dedi.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Tâif halkının kibir ve gururlarının esiri olup, Müslümanlıktan kaçındıklarını biliyordu. Bu sebeple, "Onlar seni sağ bırakmazlar" buyurdu.
    Hz. Urve, "Yâ Resûlallah! Onlar, beni öz evlâtlarından daha çok severler!" dedi ve gitmek istediğini tekrarladı.
    Peygamber Efendimiz yine, "Onlar seni sağ bırakmazlar" buyurdu.
    Hz. Urve, Tâif halkının kendisine karşı gösterdikleri sevgi ve hürmete güveniyordu. "Yâ Resûlallah! Vallahi, değil öldürmek, beni uykudan uyandırmaya bile kıymazlar" diye konuştu.
    Sonra dileğini üçüncü kere tekrarladı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Madem istiyorsun, git" diye izin verdi.
    Hz. Urve, derhal yola koyulup Tâif'e vardı. Tâiflileri Müslüman olmaya dâvet etti. Kibir ve gururlarının zebunu olmuş Tâifliler bu ulvî dâvete ok yağmuru ile karşılık verdiler. Ve çok sevdikleri Hz. Urve bin Mesûd'u şehid ettiler.(İbni Hişâm, Sîre, 4:182; İbni Sa'd, Tabakât, 1:312)
    Onun şehâdet haberini duyan Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
    "Onun kavmi ile olan hali, Sahibi Yasinin kavmi arasındaki haline benzer. Sahibi Yasin, kavmini, Allah Teâlâ'ya imâna dâvet etmişti de, kavmi onu öldürmüştü. Allah'a hamdolsun ki, ümmetimin içinde, Sahibi Yâsin gibi birini bulundurdu."(İbni Hişâm, Sîre, 4:182; İbni Sa'd, Tabakât, 5:504)
    Hz. Ebû Bekir'in Zevcesi Ümmü Rûman'ın Vefâtı
    Hz. Ebû Bekir'in asıl ismi Zeynep olan zevcesi Ümmü Rûman, Mekke'de ilk sıralarda Müslüman olmuş ve Peygamberimize bîat etmişti. Kendisinden Abdurrahman ve Âişe dünyaya gelmişti.
    Ümmü Ruman, Hicretin dokuzuncu senesinde vefât etti. Peygamber Efendimiz kabrine inip onun için Cenâb-ı Haktan mağfiret niyaz etti.(İbni Sa'd, Tabakât, 8:277; Üsdü'l-Gabe, 7:331; İsâbe, 4:451.)
    Mestler Üzerine Meshin Emredilmesi
    Peygamber Efendimiz Tebük Seferi esnasında mestler üzerine meshetmeyi emir buyurdu.(Müsned, 6:27)
    Bunun müddeti misafirler için geceli gündüzlü üç gün (72 saat), misafir olmayanlar için bir gün bir gecedir (24 saat).
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HACCIN FARZ KILINMASI




    İslâmın beş şartından biri olan hac, Hicretin dokuzuncu senesinde farz kılındı.814
    "Muhakkak ki, insanların ibâdeti için kurulan ilk mâbed, Mekke'deki o çok mübârek ve insanların kıblesi olup âlemlere doğru yol gösteren Kâbe'dir.
    "Onda, Allah katındaki şeref ve hürmetini gösteren apaçık deliller ve İbrahim'in makamı vardır. Ona giren her türlü tecâvüzden emin olur. Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kâbe'yi tavaf etmesi ise, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Her kim bu hakkı tanımaz ve haccı inkâr ederse, doğrusu Allah bütün âlemlerden müstağnîdir, kimsenin ibâdetine ihtiyacı yoktur"815 meâlindeki âyet-i kerimeler Hicretin dokuzuncu yılında nâzil olunca, Hz. Resûlullah bir hutbe irad ederek Müslümanlara bu mükellefiyetlerini şöyle bildirdi:
    "Ey insanlar, hac üzerinize farz kılındı. O halde haccediniz."816
    Resûl-i Ekremin bu tebliği üzerine Sahabîler, "Yâ Resûlallah, her yıl mı?" diye sordular.
    Peygamber Efendimiz, cevap vermeyerek sustu.
    Aynı sualin Sahabîler tarafından üçüncü kere tekrarlanmasından sonra Peygamberimiz, "Hayır! Her yıl değil.
    "Şayet 'Evet' demiş olsaydım, muhakkak ki her sene haccetmek üzerinize farz olurdu. Ve siz buna güç yetiremezdiniz."817
    Peygamber Efendimiz, Âshabı Kiramın aynı şeyi tekrar tekrar sormasından dolayı da şu dersi verdi:
    "Ben bir şey teklif etmeyerek sizi kendi halinize bıraktıkça, siz de beni kendi halime bırakınız. Muhakkak ki, sizden evvelki milletler ancak çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı muhalefetleri yüzünden helâk olmuşlardır.
    "Binaenaleyh, ben size bir şey emrettiğimde, siz bundan gücünüzün yettiği kadar yapınız. Bir şeyden de sizi nehyettiğimde, artık onu terk ediniz."818
    Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
    "İslâm beş şey üzerine binâ edildi: Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak."819
    Hacc farz kılınınca Peygamber Efendimiz hac yapmak istedi. Fakat sonra, "Beytullahta müşrikler de bulunacaklar ve onu çıplak tavaf edecekler. Bu hal ortadan kalkmadıkça, ben haccetmek istemem"820 buyurarak şimdilik bu isteğini tehir etti.
    Gerçekten müşrikler, geceleyin Kâbe'yi kadın erkek karışık ve çıplak olarak tavaf ederlerdi. Üstelik bunu, Kâbe'ye hürmet sayarlardı.821
    Hz. Ebû Bekir'in Hac Emirliğine Tayini
    Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, kendisi gitmeyince, Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ebû Bekir'i Müslümanlara haccettirmek ve hac yapma usûlünü öğretmek üzere Hac Emîri olarak tayin etti.822
    Hz. Ebû Bekir, hac yapmak üzere hazırlanmış bulunan üç yüz Müslümanla Medine'den yola çıktı. Medinelilerin ihrama girme yeri olan Zülhuleyfe'ye varınca orada ihrama girdi ve "Lebbeyk Allahümme Leybeyk lâ şerike leke Lebbeyk. İnnelhamde vennimete leke ve'l-Mülk. Lâ şerike leke" diye telbiye getirdi.
    Üç yüz kişiden ibâret İslâmın ilk hacı kafilesi Medine'den hareket ettikten bir müddet sonra "Tevbe Sûresi" nâzil oldu. Ashab-ı Kiram, "Yâ Resûlallah! Bu sûreyi, halka okumak üzere Ebû Bekir'i gönderseniz" dedi.
    Peygamber Efendimiz, "Bu tebliği ya ben, veya ev halkımdan birisinin yerine getirmesi lâzımdır" buyurdu.823
    Arapların âdet ve geleneklerine göre, herhangi bir anlaşmayı ancak kabilenin reisi veya onun akrabasından biri yapabilir veya bozabilirdi. Hz. Ali akrabalık cihetiyle Peygamberimize Hz. Ebû Bekir'den daha yakın bulunuyordu.
    Bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ali'yi huzuruna çağırdı ve "Tevbe Sûresinin baş tarafından şu yazılmış olanları götür" diye emrettikten sonra şöyle buyurdu:
    "Kurban kesme günü Mina'da toplandıkları zaman halka yüksek sesle ilân et ki: Hiç bir kâfir Cennete giremez.
    "Bu yıldan sonra hiç bir müşrik hac yapmayacak!
    "Hiç bir çıplak Beytullahı tavaf etmeyecek!
    "Kimin Resûlullahla anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar geçerli olacaktır.
    "Müddetsiz anlaşmalar için dört ay müddet tanınacaktır."824
    Hz. Ali neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğrenmek istiyordu. "Yâ Resûlallah," dedi, "ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim?"
    Peygamber Efendimiz, "Bunu, mutlaka ya ben ya da sen götüreceksin. Fakat sen git. Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!" 825 buyurdu.
    Bunun üzerine Hz. Ali, derhal Medine'den hareket etti. Beraberinde Hz. Ebû Hüreyre'de vardı. Yolda Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Hz. Ebû Bekir ona, "Âmir misin, memur mu?" diye sordu.
    Hz. Ali, "Memurum" dedi ve geliş maksadını şöyle izah etti:
    "Resûlullah (a.s.m.) beni, halka Tevbe Sûresini okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanacağını haber vereyim diye gönderdi."826
    Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki ilk hacı kafilesi Mekke'ye girdi. Hz. Ebû Bekir, bir hutbe irad buyurdu. Hutbesinde, halka haccın nasıl yapılacağım anlattı.
    Hz. Ebû Bekir, konuşmasını bitirince, Hz. Ali ayağa kalktı ve "Ey insanlar! Ben size Resûlullahın elçisiyim" dedikten sonra Tevbe Suresinin ilk otuz veya kırk âyetini okudu.
    Bu sûrenin ilk âyetlerinden birkaçı şu meâldedir:
    "Müşriklerden aranızda anlaşma bulunanlara, Allah ve Resulünden bir ihtardır.
    "Dört ay müddetle yeryüzünde dolaşın. Ve bilin ki Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz ve Allah elbette kâfirleri rezil edecektir.
    "Büyük hac gününde Allah ve Resulünden insanlara şunu ilân edin ki, Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Tevbe ederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, bilin ki, Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri ise acı bir azapla müjdele.
    "Ancak, müşriklerden aranızda antlaşma olup da bunu hiçbir şekilde ihmâl etmemiş ve kimseye size karşı yardım etmemiş olanlar müstesnâdır. Onlarla olan antlaşmalarınızı, müddetlerinin sonuna kadar tamamlayın. Muhakkak ki Allah, haksızlıktan sakınanları sever.
    "Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, hapsedin ve onların bütün yollarını tutun. Ancak onlar tevbe eder, namazlarını dosdoğru kılar ve zekâtlarını verirlerse, siz de onları serbest bırakın. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
    "Eğer müşriklerden biri emân dileyecek olursa, sen de ona emân ver ...tâ ki Allah'ın kelâmını dinlesin. Sonra da, îmân etmeyip yurduna dönmek isterse, onu emin olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar hak ve hakikatı bilmez bir topluluktur."827
    Daha sonra Hz. Ali, "Ben, size dört şeyi bildirmeye memurum" dedi ve memur bulunduğu hususları halka şöyle ilân etti:
    "Hiç bir kâfir Cennete giremez! Bu seneden sonra hiç bir müşrik haccetmeyecek! Beytullah çıplak tavaf edilmeyecek! Kimin Resûlullahla (a.s.m.) anlaşması varsa onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar mu'teber olacak!
    "Bunlar dışındakilere dört ay daha mühlet tanınmıştır. bundan sonra hiç bir müşrik için ne ahd, ne de himâye vardır."828
    Hz. Ali yanında, Hz. Ebû Hüreyre de yukarıdaki hususları zaman zaman halka yüksek sesle ilân ediyordu.
    Haclarını tamamladıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve beraberindeki Sahabîler Medine'ye döndüler.

    814. Tecrid Tercemesi, 6:11-12.
    815. Âl-i imran Sûresi, 96-97.
    816. Müsned, 1:255; Müslim, 2:975.
    817. Müsned, 2:113; Müslim, 2:975.
    818. Müslim, 4:102.
    819. Buharî, 1:11; Müslim, 1:45; Tirmizî, 5:5.
    820. İbn-i Kesîr, Sîre, 2:332.
    821. İnsanü'l-Uyûn, 3:233.
    822. Sîre, 4:188; İbn-i Kesîr, Sîre, 4:65.
    823. Sîre, 4:190.
    824. Sîre, 4:190; Tirmizî, 3:222.
    825. ibn-i Kesîr, Tefsir, 2:333.
    826. Sîre, 4:190; Tabakât, 2:168.
    827. Tevbe Sûresi, 1-6.
    828. Sîre, 4:190-191; Zâdü'l-Mead, 3:30.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #15
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    ABDULLAH BİN ÜBEY'İN ÖLÜMÜ




    Abdullah bin Übeyy bin Selûl, münâfıkların reisi idi. Hz. Resûlullahın aziz şahsiyetini nazarlardan düşürmek, İslâmiyetin inkişâfına mâni olmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için elinden gelen bütün gayreti ömrü boyunca göstermekten geri durmamıştı. Bu menhus maksadını tahakkuk ettirmek için de bir çok iftiralarda bulunmuştu. Müslümanların tesanüde en çok muhtaç olduğu bir zamanda bu adam tesanüdleri bozucu hareketlerde bulunurdu. Fakat Cenâb-ı Hakkın inayeti ve Resûlullahın tedbir ve himmeti ile bu teşebbüsleri hep sonuçsuz kalırdı.
    Başında bulunduğu nifak şebekesinin yaptıklarından dolayı haklarında âyet-i kerimeler, hattâ "Münafıkûn" adında müstakil bir Sûre nazil olmuştu.
    Bu sebeple Hz. Resûlullah bunlara karşı hep ihtiyatlı davranır, hâl ve hareketlerini kontrol altında bulundurur ve İslâm camiasının ittifak ve tesanüdünü bozucu planları karşısında hep tedbirli olurdu.
    İşte, İslâm camiasının birliğini bozmak için eline geçen her fırsatı kullanmaktan geri kalmayan bu adam Hicretin dokuzuncu senesi Zilkâde ayında öldü.803
    Peygamberimizin Cenaze Namazını Kıldırması
    Abdullah bin Übeyy, münâfıkların reisi iken, oğlu Abdullah son derece samimi ve müttaki bir Müslümandı. Bu, "Ölüden, diriyi, diriden ölüyü çıkaran" Cenâb-ı Hakkın kudret ve hikmetinin bir tecellisi idi. Baba münafıkların reisi, oğul mücahid bir Müslüman.
    Babası vefât ettikten sonra, oğlu Abdullah babasının vasiyeti üzerine Hz. Resûlullahın huzuruna çıkarak, "Yâ Resûlallah! Gömleğini bana versen de, babamı onunla kefenlesem" dedi. Sonra da, "Yâ Resûlallah! Onun namazını kılıp istiğfarda bulunsanız"804 diye ricada bulundu.
    Gariptir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde plânların tasavvuru ve tahakkuku ile meşgul olan bu adamın kefenlenmesi için Resûl-i Ekrem Efendimiz sırtından gömleğini çıkarıp Hz. Abdullah'a verdi ve "Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım"805 buyurdu.
    Hz. Ömer'in İkâzı
    Cenaze hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz namazı kılmaya kalkarken Hz. Ömer, arkasından ridasına yapıştı, "Yâ Resûlallah! Allah sizi münâfıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?"806 dedi.
    Peygamber Efendimiz gülümseyerek şöyle dedi:
    "Ben, istiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım. Allah Taâlâ, 'Onlar adına ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen yine Allah onları bağışlayacak değildir...' (Tevbe Sûresi, 80) buyurmuştur."807
    Daha sonra Resûlallah (a.s.m.), Abdullah bin Übeyy'in cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.808
    Nâzil Olan Âyet
    Aradan çok zaman geçmeden Peygamberimize münâfık ölüleri hakkında Cenâb-ı Hak tarafından şu kesin emir verildi:
    "Onlardan ölen hiçbir kimsenin asla namazını kılma ve kabrinin başında durma. Onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr etmişler ve Allah'a itaatten çıkmış olarak ölüp gitmişlerdir."809
    Bundan sonra Peygamber Efendimiz, hiç bir münâfığın cenaze namazını kılmadı. Kabrinin başında da durmadı.810 Peygamberimizin böylesine ömrünün her safhasında İslâm cemâatını bölmek gayretiyle yaşayan bir adamın cenazesine karşı bu alâkasının şüphesiz bir çok hikmetleri vardı.
    En mühim hikmeti onun etrafında toplanmış olanların samimi iman etmelerini temin etmekti. Nitekim, Efendimize, gömleğini niçin verdiği ve cenaze namazını niçin kıldığı sorulduğunda, şu cevabı vermişti:
    "Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım, kendisini Rabbimden gelecek azabdan kurtaramayacaktır. Fakat ben, bu sayede onun kavminden bin kişinin samimi Müslüman olmasını umuyorum."811
    Gerçekten de Abdullah bin Übeyy'in vefât ederken peygamberimizden medet umduğunu gören bin kişi samimiyetle Müslüman olmuştur.812
    Bunu gören Hz. Ömer de, davranışından pişmanlık duymuş, "Allah ve Resûlü elbette daha iyi bilir"813 demiştir.




    803. İbn-i Kesîr, Sîre, 4:64.
    804. Müsned, 2:18.
    805. A.g.e., 2:18; Buharî, 2:76; Tirmizî, 5:280.
    806. Müsned, 2:18; Müslim, 4:1865.
    807. Sîre, 4:197; Müsned, 4:1865; Tirmizî, 5:279.
    808. Sîre, 4:197; Müsned, 1:16; Tirmizî, 5:279.
    809. Tevbe Sûresi, 84.
    810. Sîre, 4:197; Müsned, 1:16.
    811. Taberî, Tefsir, 10:206.
    812. Umdetü'l-Kari, 8:54.
    813. Sîre, 4:197.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #16
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    BENİ HİLÂL HEYETİ



    Resûl-i Ekreme, bîat etmek üzere Medine'ye gelen heyetler arasında Benî Hilâl Kabilesi temsilcileri de bulunuyordu. Bunlar, Abd-i Avf bin Asram ve Kabîsa bin Muhârık adında iki kişi idi.(İbni Sa'd, Tabakât, 1:309)
    Abd-i Avf, arkadaşlarıyla gelip Peygamberimizin huzurunda Müslüman olunca, Efendimiz, "İsmin nedir?" diye sordu.
    "Abdi Avf'tır" dedi.
    Peygamber Efendimiz, "Sen, Abdullah'sın" buyurarak ismini değiştirdi (İbni Sa'd Tabakât, 1:309)
    Hilâloğulları temsilcilerinden Kabîsa bin Muhârık, bir ara Peygamberimize, "Yâ Resûlallah, ben, kavmimden birisine kefil olup borçlandım. Bu hususta bana yardım et!"(Müsned, 3:477) diyerek yardım talebinde bulundu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kabîsa'nın isteğine, "Olur! Biraz bekle! Bir yerden zekât mallarından gelirse borcunu öderim" diye cevap verdi.
    Sonra da, "Ey Kabîsa! Bilesin ki, halktan bir şey istemek şu üç durumdan birinde bulunan kimseden başkasına doğru değildir:
    1) İki kişinin (veya iki kavim ve kabilenin) arasını bulmak için borçlanan,
    2) Mali bir âfet sebebiyle mahvolan,
    3) Kavim ve kabilesinden aklı başında üç adamın şehâdetiyle fakir olduğu tebeyyün eden.
    "Ey Kabîsa, dilenmenin bundan ötesi haramdır"(Müslim, 2:722.) buyurdu. Böylece Kabîsa'nın bu isteği, içtimaî hayatta mühim bir esas ve ölçünün ortaya konmasına vesile oldu.
    İslâm nazarında dilencilik, ihtiyacı olmadan bir kimseden bir şey istemek, en kötü ahlâktan biri sayılmıştır. Bu hususta Resûl-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) bir çok hadisleri mevcuttur.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #17
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    SAKİF KABİLESİ HEYETİNİN MEDİNE'YE GELİŞİ



    Hicretin 9. senesi, Ramazan ayı. Urve bin Mesûd Sakif Kabilesinin en çok sevilen reislerinden biri idi. Mekke fethinden sonra Hicretin 9. senesinde Medine'ye gelerek Müslüman olmuştu. Sonra da kabilesini İslâma dâvet etmek üzere Peygamberimizden izin istemişti. İzin verilince de Tâif'e dönerek kabilesini İslâma dâvet etmişti. Ancak hakkı kabul etmemekte direnen Sakîfliler tarafından ok yağmuruna tutularak şehid edilmişti.(İbni Hişâm, Sîre, 4:182.)
    Urve'nin şehid edildiği haberini alan Peygamber Efendimiz, "Urve de Yâsin ehli(Yâsin ehli; kavmini Hz. İsâ'nın Havarilerinin dâvetine çağırmış, ancak kavmi tarafından şehid edilmiş olan Antakya halkından Habibi Neccar'dır.) gibi kabilesini Müslüman olmaya dâvet etti ve sonunda şehid oldu"(İbni Hişâm, Sîre, 4:182; İbni Sa'd, Tabakât 1:312) diye buyurmuşlardı.
    İşte bu şehâdet hadisesinden sonra Peygamber Efendimiz Sakiflilerin takibini daha da arttırmıştı. Bu vazifeyi Müslüman olan Havazinlilerin reisi Mâlik bin Avf'a yaptırıyordu. Sakiflileri öylesine baskı altında tutuyordu ki, bir ara kalelerinden dışarı çıkamaz olmuşlardı.
    Nitekim bu takip kısa zamanda tesirini göstermişti. Sakifliler, dalâlet ve şirk üzere yaşadıkları müddetçe rahat yüzü görmeyeceklerini kesinlikle anlamışlardı.
    Ancak Müslüman olurlarsa rahat edebileceklerinin idrakine varan Sakifliler, Hicretin dokuzuncu yılı Ramazan ayında Medine'ye, Peygamberimize bir heyet gönderdiler.(İbni Hişâm, Sîre, 4:182; İbni Sa'd, Tabakât 5:505.)
    Peygamber Efendimiz, okunan Kur'an'ları duyabilmeleri, Müslümanların cemâat halindeki huşû ve huzur içinde kıldıkları namazları görebilmeleri maksadıyla bu heyet için mescidin yan tarafına çadırlar kuruldu.(İbni Hişâm, Sîre, 4:184; Taberî, 3:141)
    Devamlı surette kendileriyle meşgul oldu, konuştu, İslâmiyeti anlattı.Osman bin Ebî As, heyette bulunanların yaşça en küçüğü idi.Diğer arkadaşları çadırlarına gittikleri sırada bu genç, Peygamberimizin yanına gidiyor, dinî sohbetlerini dinliyor, diğer arkadaşlarının haberi olmadan Kur'an okumasını öğreniyordu. Hz. Resûlullahı bulamadığı zamanlarda ise Hz. Ebû Bekir'den ders alıyordu.
    Heyettekiler Peygamberimizle konuşup Müslüman oldukları sırada Osman bin Ebî As Kur'an okumasını öğrendiği gibi, bir hayli de ezber yapmıştı. Heyettekiler kendileri için namaz kıldıracak bir imam istediklerinde de, Peygamberimiz, kendilerinden olan bu genci imam olarak vazifelendirdi.(İbni Hişâm, Sîre, 4:185; İbni Sa'd, Tabakât, 5:508)
    Bir müddet kaldıktan sonra, Abdi Yalil başkanlığındaki Sakif heyeti Müslüman olarak Medine'den yurtlarına döndü. Olup bitenleri anlatınca Sakifliler de Müslüman oldular.(İbni Kesîr, Sîre, 4:62)
    Lât Putunun Yıktırılışı
    Sakifliler, kendi putları Lât'ı elleriyle kırmak istemediklerinden, Peygamberimiz bu putu yıkmak için Ebû Süfyan bin Harb ile Muğire bin Şu'be'yi gönderdi.(İbni Hişâm, Sîre, 4:186; Taberî, 3:141-142)
    Daha düne kadar, Lât ve Uzza önünde eğilen Ebû Süfyan, şimdi kendi eliyle aynı putu kırıp dağıtmaya gidiyordu. Çünkü gönlündeki şirk putu kırılmıştı. Onun yerine saf, ter temiz Tevhid bayrağı dikilmişti. Bunun için gitmekte tereddüt göstermedi.
    Ebû Süfyan ile Muğıre bin Şu'be Taif e varıp Lât putunu kırarak darmadağın ettiler.(İbni Kesîr, Sîre, 4:63.)
    Sakifoğullarının putu Lât'ın da Tevhid nuruyla darmadağın edilmesinden sonra Arabistan putlardan ve puthanelerden tamamıyla temizlenmiş oluyordu. Artık Bütün yollar, Tevhid âlemine uzanıyor, bütün gönüller oraya bağlanmış oluyordu.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #18
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    HZ ÜMMÜ GÜLSÜM'ÜN VEFATI



    Hicretin 9. senesi. Resûl-i Ekrem Efendimiz kerimesi ve Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Ümmü Gülsüm Hicretin dokuzuncu senesinde vefat etti.(İsabe, 4:489.)
    Yıkanıp kefenlendikten sonra, namazını bizzat Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kıldırdı.(İbni Sa'd, Tabakât, 8:38-39)
    Defnedildikten sonra kabrinin başında bir müddet oturdu. Bu sırada gözlerinden yaşlar aktığı görüldü.Hz. Ümmü Gülsüm, Peygamber Efendimizin en küçük kızı Fâtıma'nın büyüğü idi. Annesi Hz. Hatice Müslüman olduğu sırada Müslüman olmuştu.
    Hz. Osman'ın, Hz. Ümmü Gülsüm'den çocuğu olmamıştı.



    (İbni Sa'd, Tabakât, 8:37-38.)
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #19
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN BİR AY HANIMLARINDAN UZAK KALMASI




    Hicretin dokuzuncu senesinde, İslâm nûru bütün haşmetiyle Arabistan Yarımadasını kucaklamıştı. Hz. Resûlullahın elinde artık bir çok maddî imkânlar vardı. İslâm Devletinin serveti çoğalmış, Müslümanların maddî durumları oldukça düzelmişti.
    Her türlü imkâna kavuşmuş olmasına rağmen Hz. Resûlullah, sade hayatından ayrılmıyor, mütevazi yaşayışına devam ediyor, lüks ve debdebeye iltifat etmiyordu.
    Fakat, Ezvâc-ı Tâhirat, kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil saikiyle dünyanın refah ve bolluğundan, giyim kuşam ve ziynetinden, bol nimetler içinde yaşamaktan nasiplerini almak istiyorlardı. Bunun için de zaman zaman Peygamberimizin etrafında toplanarak, "Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetleri isteriz" derlerdi.
    Sonra da herbiri bir takım şeyler isterdi. Fakat, Peygamber Efendimiz, kendisi sâde yaşadığı gibi hanımlarının da sâde bir hayat sürmelerini ve buna rıza göstermelerini arzu ediyordu. Bunun için de isteklerine müsbet cevap vermiyordu. Ayrıca Ezvâc-ı Tâhiratın bu tarz isteklerde bulunmasından da mübârek gönülleri rahatsızlık duyuyordu.
    Efendimizin mutad bir âdeti vardı: Her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal ve hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tesbit ederdi. Akşam da sıra hangi hanımında ise, o hanımının odasında diğer bütün hanımları da toplanır, sohbet ederlerdi. Sonrada herkes kendi hücresine çekilirdi
    Bu mutad ziyaretlerinde Evzâc-ı Tâhiratın her biri de yanlarında bulunanlardan kendilerine ikram ederlerdi. Günün birinde Hz. Zeyneb binti Cahş Validemize bir tulum bal hediye getirmişti. Hz. Zeyneb de her gelişinde Resûl-i Ekreme çok sevdiği baldan şerbet yaparak ikramda bulunurdu. Bu sebeple o, Hz. Zeyneb'in yanında her zamankinden fazla kalırdı.
    Bu durum Hz. Âişe'nin nazarından kaçmadı. Sebebini merak etmeye başladı. Bir ara cariyesi vasıtasıyla bu fazla duruşun sebebinin ikram edilen bal şerbeti olduğunu öğrendi.696
    Hz. Âişe ile Hz. Zeyneb arasında her nedense bir rekabet vardı. Hattâ bu yüzden Peygamberimizin pâk zevceleri iki gruba ayrılmışlardı. Hz. Sevde, Hz. Safiyye ve Hz. Hafsa Hz. Âişe'nin tarafını, Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe, Meymune ve Cüveyriye (r.a.) ise Hz. Zeyneb binti Cahş'ın grubunu teşkil ediyorlardı.697
    Resûl-i Ekremin, Hz. Zeyneb'in odasında fazla kalmasından müteessir olan Hz. Âişe gayrete geldi. Taraftan olan diğer hanımları toplayarak kendilerine şu talimatı verdi:
    "Resûlullah hangimizin yanına gelirse, kendisine şöyle soracağız: 'Yâ Resûlallah! Megafır mi yediniz?' Resûlullah, 'Hayır' diyecektir. Biz de o zaman, 'O halde bu koku ne' diye soracağız. Tabiî ki o, 'Zeynep bana bal şerbeti içirmişti' cevabında bulunacaktır. O zaman da biz, 'Demek o balın arısı urfut ağacından yayılmış, bal toplamış' deriz."698
    Megafir, 'mağfur'un çoğuludur. Mağfur, fenâ kokulu urfut ağacının yapışkan, tatlı, fakat fena kokulu bir zamkıdır.
    Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu kokudan fazlasıyla rahatsız olurdu. Hz. Âişe bunu bildiği için bu tarz bir talimatta bulunmuştu.
    Kâinatın Efendisi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz bir gün Hz. Hafsa'nın odasına girerken, "Yâ Resûlallah! Megafir mi yediniz?" sorusuyla karşılaştı.
    Peygamber Efendimiz, "Hayır!" dedi.
    Hz. Hafsa, "O halde bu koku ne?" diye sordu.
    Peygamber Efendimiz, "Zeynep binti Cahş'ın evinde bal şerbeti içmiştim" buyurdu.
    Hz. Hafsa, "Demek ki, o balın arısı Urfut ağacından yayılmış, bal toplamış" dedi.
    Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Onu bir daha içmem" diyerek yemin etti.
    Sonra da, "İşte, yemin ettim. Sakın bunu başka bir kimseye duyurma" buyurdu.699
    Böylece Peygamber Efendimiz sırf "hanımlarını memnun etmek ve aralarındaki iki hizb halinde hissolunan fitrî kadınlık gayret ve kıskançlığının aile nizamı üzerinde aksi tesir icrasından çekinmek maksadına mebnî"700 olarak kendisine helâl bir gıda olan baldan faydalanmamaya yemin etmiş oluyordu.*
    Bunu verdiği bir kaç sır ile** birlikte gizli tutmasını Hz. Hafsa'ya sıkı sıkıya tembih eyledi. Hattâ ondan bu hususta söz aldı.
    Peygamberimizin baldan istifade etmemeye yemin etmesi üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu: "Ey Peygamber! Niçin hanımlarının hoşnutluğunu arayıp da Allah'ın helâl kıldığı şeyi kendine yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."701
    Hz. Hafsa, Resûl-i Ekremin bu sırlarını gizleyemedi. Çok geçmeden anlaştıkları Hz. Âişe'ye duyurdu. Duruma bundan sonra diğer hanımları da muttali' oldu.
    Mahremiyetinin muhafazasını istediği vakıânın ifşâ edildiğini Cenâb-ı Hak, Resûlüne vahiy ile bildirdi:
    "Hani Peygamber, hanımlarından birine gizlice bir söz söylemişti. Hanımı bu sözü açığa vurunca Allah da peygamberine sırrının açıklandığını bildirdi. Sonra Peygamber o hanımına, açığa vurmuş olduğu şeyin bir kısmını bildirdi, bir kısmını da yüzüne vurmadı. Ona durumu böylece anlatınca, hanımı 'Bunu sana kim bildirdi?' diye sordu Peygamber de 'Herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Allah bildirdi' diye cevap verdi."702
    Bunun üzerine Hz. Resûlullah, Hz. Hafsa'ya serzenişte bulundu. Sonra da Ezvâc-ı Tâhirattan bazıları dünya hayatının ziynet ve refahı ile ilgili bazı istek ve tekliflerde bulundular.
    Peygamberimiz hem bu duruma üzüldü, hem de hanımlarının birbirlerini kıskanmalarından fazlasıyla rahatsız oldu.
    Bunun üzerine, dünya hayatının nazarındaki ehemmiyetsizliğini anlatmak, hanımlarına bir ders vermek, aynı zamanda aralarındaki kıskançlık ve çekememezliğe bir derece mani olabilmek düşüncesiyle ve neticede onların zâtına besledikleri muhabbet ve sadakâtlarını ölçmek maksadıyla onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti.703 Bu yeminden sonrada, Meşrebe diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.704
    İşte bu hadiseye İ'lâ Hadisesi denir. İ'lâ'nın lûgat mânâsı "mutlak yemin" dir. Fıkıh dilinde ise, erkeğin cinsî muamelede bulunmamak üzere hanımına yaklaşmamaya yemin etmesi demektir.
    Ashabı Kiramın Telâşı
    Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Meşrebe'de yalnız başına kaldığını duyan Sahabîler, "Hanımlarını boşamıştır" düşüncesiyle telâşlandılar. Hz. Ömer, bu telâşını şöyle anlatır:
    "Medine'nin Avâli semtinde oturuyordum. Ensardan bir komşum vardı. İkimiz birer gün arayla Resûlullahı ziyaret ederdik. Ben inersem, o gün vahiy ve saireye dair ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O indiği zaman da aynı şeyi yapardı.
    "Sıra komşumda idi. Gecenin bir kısmı geçmişti. Gelerek kapıyı şiddetle çaldı. Telâşla açtım:
    "'Ne var?' diye sordum.
    "'Büyük bir felâket' dedi.
    '"'Ne oldu?' dedim, 'Gassanîler Medine'ye hücuma mı geçtiler?
    '"'Hayır,' dedi, 'daha fena bir şey oldu. Resûlullah, zevcelerini boşamış!
    '"Bunun üzerine sabah namazını kıldıktan sonra, giyinip kuşandım ve Medine'ye indim. Hafsa'nın yanına vardım. Ağlıyordu. 'Ne diye ağlıyorsun?' dedim. 'Ben, seni Resûlullaha karşılık vermekten, kendisinden bir şey istemekten sakındırmamış mıydım?' Sonra sordum: 'Allah Resûlü sizleri boşadı mı?
    '"'Bilmiyorum' dedi.
    "'Resûlullah şimdi nerede?' diye sordum.
    "'Şuradaki Meşrebe'de. İnzivaya çekilmiş' dedi.
    "Kalktım, Resûlullahın bulunduğu yere yaklaştım. Kapıda hizmetçisi Rebâh vardı. 'Ey Rebah' dedim, Resûlullahın yanına girmem için izin iste.
    "Rebâh içeri girip çıktı: 'Arzunuzu arz ettim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
    "Dönüp Mescide gittim. Ashab-ı Kiramdan bazıları minberin etrafında üzgün üzgün oturuyorlardı. Bazısı ise ağlıyordu. Ben de biraz oturdum. Fakat, canımın sıkıntısı bir türlü geçmiyordu. Resûlullahın odasına tekrar yaklaştım. Rebâh'a 'Ömer'in içeri girmesi için izin iste' dedim.
    "Köle içeri girip çıktı, 'Seni kendisine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
    "Tekrar mescide döndüm. Minberin yanında bir müddet oturdum. Endişe ve üzüntümden bir türlü kurtulamıyordum.
    "Yine Resûlullahın bulunduğu odaya yaklaştım. Sesimi yükselterek, 'Ey Rebâh' dedim, 'ben Resûlullahı görmek istiyorum. Müsaade iste. Şayet Resûlullah benim Hafsa lehinde tavassutta bulunacağımı zannediyorsa, yemin olsun ki, eğer Resûlullah emrederse onun boynunu uçururum.'Rebâh içeri girdi. Çıkınca, 'Kendilerine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
    "Bunun üzerine dönüp giderken, kölenin ikinci sesini işittim: 'Gir, artık sana izin verdi!'
    "İçeri girdim, Allah Resûlüne selâm verdim. Hasırdan örtülü bir yatak üzerinde idi. Hasır derisinin üzerinde izler bırakmış, çizgiler belli oluyordu. Etrafıma bakındım. Bir yanda bir avuç arpa, diğer yanda asılı bir post gördüm. Gözlerim yaşardı. Resûlullah, 'Niçin ağlıyorsun?' diye sordu.
    'Yâ Resûlallah! Nasıl ağlamayayım ki? Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ü sefasını sürerken, siz Allah'ın en sevgili kulu olduğunuz halde bu basit şartlar içinde yaşıyorsunuz!'
    "Resûlullah, 'Ey Hattab'ın oğlu Ömer!' dedi. 'Dünya nimeti onların, âhiret saadeti de bizim olmasına râzı değil misin?'
    "Sonra, 'Yâ Resûlallah! Hanımlarını boşadın mı?' diye sordum.
    "Mübarek başlarını bana doğru kaldırarak, 'Hayır' buyurdular.
    "Bu cevap karşısında birden bire 'Allahü Ekber' dedim.
    Sonra da, 'Bütün Ashab keder içindeler. Gidip kendilerine hakikatı söyleyeyim mi?' dedim.
    "Resûlullah, 'Olur' dedi ve yüzünden üzüntüsü dağılıncaya kadar konuştu. Nihayet şenlendi ve gülmeye başladı.
    "Bunun üzerine çıkıp mescidin kapısına dikildim ve yüksek sesle bağırdım, 'Resûlullah, hanımlarını boşamamıştır."'705
    Resûlullahın Meşrebe'den Ayrılışı
    Bir ay dolunca Resûlullah, inzivadan çıkarak hanımlarıyla görüşmeye başladı. Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:
    "Ey Peygamber, hanımlarına de ki: 'Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelinizi verip sizi güzellikte serbest bırakayım.'
    "'Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır."'706
    Buna göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), hanımlarını, dünya ve dünya zîneti ile Allah ve Resûlünü tercihte serbest bırakmaya memur edilmiş oluyordu.
    Âyet, nâzil olduğu sırada Efendimiz hanımlarından Hz. Âişe'nin yanında idi. İlk önce meseleyi ona açtı. Hattâ bu konuda babasına anasına danışabileceğini de beyân etti. Hz. Âişe derhal cevabını verdi:
    "Ben, bu hususta mı anneme babama danışacağım! Ben elbette ki, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum!"707
    Peygamber Efendimiz bu cevaba gülümsedi.
    Diğer Ezvâc-ı Tahirât da aynı şekilde Allah ve Resûlünün rızasını ve âhiret yurdunu, dünya ve zînetine tercih ettiler. Böylece Fahr-i Kâinat Efendimize muhabbet ve sadakâtlarını ispatlamış oldular.
    Benî Beliy Heyetinin Müslüman Oluşu
    Hicretin 9. senesi, Rebiülevvel ayı. Bu tarihte, Benî Beliy Kabilesinden bir heyet Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizle görüşüp huzurda Müslüman oldular.(İbni Sa'd, Tabakât, 1:330)
    Heyetin büyüğü Ebüddabib bu arada Peygamber Efendimize bazı sorular sordu."Yâ Resûlallah" dedi, 'ben, misafirleri ağırlamayı seven biriyim. Bundan dolayı bana âhirette bir sevap var mıdır?"
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Evet, zengine olsun fakire olsun, yapacağın her iyilik sadakadır"(Uyunü'l-Eser, 2:252) buyurdu.
    Bu cevaptan memnun olan Ebüddabib bu sefer, "Yâ Resûlallah! Misafirliğin müddeti ne kadardır?" diye sordu.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Üç gündür. Bundan sonra oturmak misafir için uygun olmaz" buyurdu.(Uyunü'l-Eser, 2:252)
    Peygamber Efendimiz, bu hadisleriyle misafirliğin hududunu çizmiştir. Mü'min, misafir mü'min kardeşini üç gün yedirip içirip, barındırmakla vazifelidir. Üç günü geçtikten sonra bu mükellefiyet üzerinden düşer. Bundan sonra onu ağırlayıp ağırlamamakta serbesttir.
    Beliy Heyeti, üç gün kaldıktan sonra Resûl-i Ekrem Efendimizin verdiği hediyelerle yurtlarına döndüler.(İbni Sa'd, Tabakât, 1:330.)

    696. Aynî, Umdetü'l-Kâri, 20:244.
    697. Buharî, 3:132.
    698. Tabakât, 8:85; Buharî, 6:167; Müslim, 2:1101-1110.
    699. Tabakât, 8:85; Buharî, 6:167; Müslim, 2:1102.
    700. Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11:209.
    * Burada Hz. Resûlullahın helâl olan şeyi haram kılmasından murad, nefsini o şeyle faydalanmaktan alıkoymaktır. Yoksa Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi hakikatta haram kılmak ve haram itikat etmek değildir. Zira, Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi kimse haram kılamaz, haram kıldığı bir şeyi de kimse helâl edemez. Ancak bir insan helâl olan bir şeyden faydalanmaktan kendisini alıkoyma müsaadesine sahiptir. Buna binâen Resûlullah kendisine helâl bir gıda olan balı veya şerbetini içmeyi yasaklamıştır. Dolayısıyla "Allah'ın helâl kıldığını Resûlullah nasıl haram kılar?" diye bir soru akla gelmemelidir.
    ** Bir kısım rivâyetlere göre, Peygamberimiz, Hz. Hafsa'ya kendisinden sonra Hz. Ebûbekir'in, ondan sonra da Hz. Ömer'in Halife olacağını haber vermişti. (İbni Kesîr, Sîre, 4:390)




    701. Tahrim Sûresi, 1.
    702. Tahrim Sûresi, 3.
    703. Buharî, 7:230; İnsanü'l-Uyûn, 3:406
    704. Buharî, 7:230; İnsanü'l-Uyûn, 3:406
    705. Buharî, 1:31-33, 6:70; Müsned, 1:33; Müslim, 2:1109-1112; Tirmizî, 5:421; İnsanü'l-Uyûn, 3:404
    706. Ahzab Sûresi, 28-29.
    707. Buharî, 6:23; Müslim, 2:1113.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #20
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Siyer-i Nebi (s.a.v) Medine Devri.

    PEYGAMBERİMİZİN NECÂŞİNİN CENAZE NAMAZINI KILMASI



    Hicretin 9. senesi, Recep ayından bir gündü.
    Hz. Resûlullahın etrafında birçok Sahabî vardı.
    Bu sırada, "Bugün sizin salih bir kardeşiniz vefat etti. Kalkın onun namazını kılın!"693 buyurdu.
    Sahabîler derhal hazırlandılar ve Hz. Resûlullahın arkasında saf bağlayarak "salih kardeşleri" üzerinde gâib namazı kıldılar. Namazdan sonra Resûl-i Ekrem, "Kardeşiniz Necaşî Ashame için Allah'tan mağfiret taleb ettik."694 buyurdu.
    Bunun üzerine Sahabîler "salih kardeşlerinin" Habeş hükümdarı Ashame olduğunu öğrenmiş oluyorlardı.
    Medine'ye yaklaşık bir hafta sonra gelen haber; Habeş Hükümdarının aynı günde vefat ettiğini bildiriyordu.
    Habeş Necaşîsi Ashame, Hz. Resûlullah tarafından bir mektupla Hicretin yedinci senesinde İslâma dâvet edilmiş ve derhal Müslüman olmuştu. Müslüman elçiye de, "Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabinin (a.s.m.) hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanattan çok daha üstündür"695 demişti.

    693. Müsned, 3:400.
    694. Müslim, 2:657.
    695. İbn-i Kesîr, Sîre, 2:30.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Sayfa 2/7 İlkİlk 1234 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Siyer-i Nebi (s.a.v)
    By MaHiR 01 in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 53
    Son Mesaj: 05.10.10, 06:00
  2. Islâm davasının tarihi; siyer-i nebi
    By Reyhani in forum Efendimizin Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 07.04.10, 20:05
  3. Ey Nebi
    By ArzuNur in forum Sevgi Defteri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 07.04.09, 19:11
  4. NebÎ
    By Konyevi Nisa in forum N -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 25.12.08, 11:19

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •