Gece, insanların üzerine bir örtü gibi bürünmüş, ortalık zifiri karanlıktı. Bu karanlık içerisinde yüreği nur kesilmiş bir Allah dostu, nurdan bir abide gibi Lübnan dağında yürüyordu.
Bir anda geriye dönerek aksi istikamete yol almaya başladı. Onun alabildiğine güçlü alıcıları, ters istikametten gelen sese doğru yönelmişti. Bu sese yönelen zat, tacını ve tahtını hiç düşünmeden Allah için terk eden İbrahim Edhem’den başkası değildi. İbrahim Edhem’i yolundan çeviren ses ise bir gence aitti.
Genç, gecenin sessizliğinde şöyle dua ediyordu:
- Ya İlahi, ya İlahi! Kalbim Sana müştaktır, nefsim Sana itaatkârdır. Ben senin Cemal-i pâkinle ne zaman müşerref olacağım! Beni ne zaman dergâh-ı izzetine alacak ve vuslata erdireceksin?
Nur yüzlü genç, hem böyle yalvarıyor, hem gözyaşı döküyor hem de büyük vuslat için Rabb’ini diliyordu. Eski Belh Sultanı, çocuktan bu iniltileri duyunca yüreği yandı, beyni tutuştu. Çocuğun yanına gidip:
- Ey gönlü yüce çocuk! Daha gençsin, bu haldeyken seni bu kadar Allah’a çeken sır nedir? Kişinin Allah’ı sevdiği nasıl anlaşılır? Diye sordu.
Rabb’ini asla unutma!
Gencin yüreğinde Allah’a karşı öyle derin bir sevgi vardı ki o, bu sevgiden dolayı yerinde duramıyordu. Islak gözlerini İbrahim Edhem Hazretleri’nin gözlerine perçinleyerek şöyle cevap verdi:
- Allah’ı zikretmeyi yürekten arzulamak ve sevmektir. Büyük veli yine sordu:
- Peki, Allah’a kavuşmayı sevmek nasıl olur? Nur yumağı gencin dudakları bir yay gibi gerildi ve şöyle dedi:
- Allah’ı hiçbir zaman ve şartta asla unutmamak, hep O’nunla olmak ve her an O’nu anmaktır! Bu ifadeler, zaten Allah’a âşık olan İbrahim Edhem’i yürekten vurmaya yetmişti. Kendi kendine:
- Ey İbrahim! Dedi kendine, Allah’ı seveceksen, bu genç gibi sev!
KAYNAK : GÜLİSTAN DERGİSİ