Sayfa 1/3 123 SonSon
26 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: ÖlÜm ve Ötesİ

    Share
  1. #1
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart ÖlÜm ve Ötesİ

    ONU KÖTÜLEMEK
    Dünyayı zem hakkında inen âyetler ve emsali pek
    çoktur. Denilebilir ki, Kur'ân-ı Kerim'in ekserisi dünyayı
    aşağılamak, onu insanların gözünden düşürmek ve Ahirete yönelmelerini sağlamayı telkin eder. Hattâ peygamberlerin umacı da budur, onlar insanlığa ancak bunun için
    gönderilmişlerdir.
    E-J cihet açık olduğu için bu konuda âyet nakletmeyi
    yersiz gürdük, yalnız bu mesele ile ilgili olan hadislerin bir
    kısmını nakledeceğiz.
    Rivayete göre Peygamber'imiz (s.a.s.) bir gün yolda
    yüniıken bir koyun leşine rastlar, yanındakilere:
    -"Bu l-.oyun leşine, sahibinin önem vermediğini kabul
    eder misiniz?" diye sordu.
    ş Sahâbiler: "Evet kabul ederiz, önem vermediği için onu
    l çöpe attılar" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygam-
    ber'imiz sahâhilere buyurdu ki:
    "Nefsimi kudreti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,
    Allah katmda dünya, şu koyun leşinin sahibinin gözünde
    olduğundan daha değersizdir. Eğer Allah katmda dünya bir

    sivri sinek kanadı kadar değer taşısaydı, ondan kâfirlere bir
    içim su bile vermezdi."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    ''Dünya mü'minin zindanı ve kâfirin cennetidir."
    Peygamber'imiz (s.P.s.) buyuruyor ki:
    "Dünya lanete uğramıştır. Allah rızası için olan-
    lar dışında dünyadaki her şey de lanete uğramıştır."
    Ebû Musa el-Eş'arî'nin bildirdiğine göre; Peygam-
    ber'imiz (s.a.s.) söyle buyuruyor:
    "Dünyayı seven, Ahiretine zarar verir, Ahireti seven
    dünyasına zarar verir. Buna göre kalıcı (baki) olanı geçici
    (fani) olana tercih ediniz."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Dünyaya, gönül vermek, bütün günahların ba-
    şıdır.
    Sahâbilerden Zeyd İbni Erkam (r.a.) buyurur: "Bir gün,
    Hz. Ebû Bekr'in (r.a.) yanında oturuyordum. Bir ara su is-
    teyince ona bal ile tatlandırılmış su getirdiler. Şerbeti ağzına
    götürürken bir anda vazgeçerek ağlamaya başladı, onun
    gözyaşları yanındakileri de ağlattı. Yanındakiler sustu, fakat
    onun gözyaşları bir türlü dinmedi. Bir ara ağlamasının
    şiddeti daha da arttı. Devamlı hüngür hüngür ağladığı için
    yanındakiler, neden gözyaşı döktüğünü ona sormaya fırsat
    bulamayacaklarını sandılar.

    Fakat bir müddet sonra ağlamayı kesti ve gözlerini şi-
    lince yanındakiler ona: "Ey Allah'ın Rasûlü'nün halifesi! Seni
    ağlatan nedir?" diye sordular, O da şöyle cevap buyurdu:
    "Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte idim, O'nu ken-
    dinden bir şeyi kovarken gördüm, yanında başka kimse
    yoktu: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kendinden uzaklaştırmak
    istediğin şey nedir?" diye sordum, bana şu cevabı verdi:
    -"Şu dünya gözümün önüne dikildi, ona:
    -"Defol! Uzaklaş benden!" dedim, sonra bana dönerek:
    Sen beni başından savdın, ama senden sonra gelenler
    elimden yakalarını kurtaramayacaklardır, dedi."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki: -"Ebedilik yurdu-
    nun varlığına inandıktan sonra aldatma yurdunun peşinden
    koşan kimse, ne kadar şaşkındır!"
    Rivayet edildiğine göre, bir gün Peygamber'imiz
    (s.a.s.), bir çöplüğün başında durarak sahâbilere: -"Gelin
    dünyâyı görün" diye seslendi; sonra çöplükten çürük bir bez
    parçası ile kararmış bir kemik parçası aldı ve sahâ-bilere
    şöyle dedi: "Çöplük dünyayı temsil eder, şu paçavra dünya
    gü-zelliklerinin bir gün çürüyüp onun gib olacağını gösterir,
    dünyada gördüğüm canlı vücutlar da bir gün çürük kemiğe
    dönüşecektir."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    -"Dünya tatlı bir yeşilliktir, Allah yeryüzünü şimdi size
    devretti; ne yapacağınızı gözlüyor. Dünya israiloğullannın ö-


    nüne yayılınca ve üzerindeki hakimiyetleri pekişince şaşı-
    rarak süslere, elbiselere, tatlı kokulara ve kadınlara daldılar.
    Hz. İsa, onlara: "Dünyayı ilâh tutmayınız ki o da sizi
    köleleştirmesin. Hazinelerinizi, onlan kaybetmeyecek olan
    Allah'ın katında biriktiriniz. Çünki dünyada biriktirilen
    hazinelerin başına bir kaza geleceğinden her zaman endişe
    edilir. Oysa ki, Allah'ın katında hazine sahibi olanın kazadan
    kor-kusu yoktur.
    Yine Hz. İsa (a.s.) buyurur ki:
    -Ey Havarilerim! Dünyayı sizin için yüzüstü yere
    yatırdım, benden sonra bir daha belini doğrultmasına imkân
    vermeyiniz. Zira dünyanın çirkin taraflarından biri, orada
    Allah'a karşı gelinmesidir. Yine onun diğer bir çirkin yönü,
    ona yüz çevirmeden Ahiretin ele geçirilmemesidir.
    Ey havarilerim! Dünyayı üzerinde geçilip gidilecek
    bir köprü kabul ediniz, onu kalıcı bir yurt sayıp imar etmeye
    kalkışmayınız. Biliniz ki, her günahın kaynağı dünya sevgisi-
    dir. Nice bir anlık azgın arzular sahiplerine uzun acılara mal
    olmuştur.
    Dünyayı önünüzde çökerttim ve söz de sırtına bindiniz.
    Sakın orada krallar ile ve kadınlar ile çatışmaya girişmeyiniz.
    Krallar ile dünya üzerindeki çekişmeye kalkışmayınız, çünkü
    onları dünyâları ile başbaşa bıraktıkça size dokunmazlar. Ka-
    dınlara gelince onlara tutulmaktan namaz ve oruç sayesinde
    kaçınınız.

    Dünya hem isteyen, hem de istenen bir şeydir. Dün-
    yadaki azıklarını tamamlasınlar diye, âhireti gaye edinenlerin
    dünya, peşlerinden koşar. Buna karşılık dünya düşkünlerini
    de âhiret arar, ölüm gelip de yakalayıncaya kadar.
    Musa Bin Yesar'ın rivayetine göre: Peygamber'imiz
    (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Yüce Allah'ın, yarattıkları içinde en nefret ettiği varlık,
    dünyadır, yarattığından beri onun hiçbir tarafına bakma-
    mıştır."
    Rivayet edildiğine göre, bir gün Hz. Süleyman Bin
    Davud (a.s.) üzerini gölgeleyen kuşlar, sağında ve solunda
    insanlar ve cinlerden meydana gelmiş maiyyet kıtası ara-
    sında yürürken İsrailoğullarından bir abid ile karşılaşır.
    İsrailoğlu âbid ona der ki: "Yâ Süleyman İbni Dâvud,
    yemin ederim ki; Allah sana gerçekten muhteşem bir
    saltanat bağışladı."
    Hz. Süleyman bunu işitti ve İsrailoğlu âbide şu cevabı
    verdi: "Mü'minin amel defterine yazılan bir teşbih Süleyman
    İbni Davud'a verilen parlak saltanattan daha hayırlıdır.
    Çünkü Süleyman'a verilen saltanat geçicidir, ama mü'-
    minin teşbih sevabı kalıcıdır."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    -"Servet biriktirme hırsı sizi baştan çıkardı. Ademoğlu:
    "Malım, malım" der durur. Oysa ki, yiyip tükettiğinden, giyip


    eskittiğinden ve sadaka olarak verip geri kalanını bırak-
    tığından başka ne malın var ki?!"
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyurur ki:
    "Dünya yurtsuzların yurdudur ve züğürtlerin servetidir.
    Dünya için aklı olmayanlar, varlık biriktirir, onun uğruna câ-
    hiller çatışmaya girişir, ondan dolayı anlayışsızlar kıskançlığa
    kapılır, onun peşinden ancak kesin imana sahip olmayanlar
    koşar."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Birinci derecede dünyaya önem veren kimsenin, Al-
    lâh'dan hiç bir şey beklemeye yüzü olamaz. Ulu Allah dört
    hasleti onun kalbinden hiç çıkarmaz:
    1- Kurtuluşu olmayan bir endişe,
    2- Hiç boş vakit bırakmayan kesintisiz bir meşguliyet,
    3- Hiçbir zenginliğe varamayan fakirlik,
    4- Hedefine varması imkânsız bir ihtiras.
    Sahâbilerden Ebû Hureyre (r.a.) buyurur: f.
    -"Bir gün Peygamber'imiz bana: "Yâ Ebâ Hureyre!
    Sana bütün içyüzü ile dünyayı göstereyim, ister misin?" dedi,
    ben de "Evet isterim, yâ Rasûlallah" diye cevap verdim.
    Bunun üzerine elimden tutarak beni Medine'nin kuru
    derelerinden birine götürdü, karşımızda insan başları, insan
    tersi, paçavralar ve kemik parçalarından ibaret bir çöp yığını
    duruyordu.
    12

    Bu manzara karşısında Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
    "Yâ Ebâ Hureyre! Şu başlar da sizin gibi muhteris ve sizin
    qibi uzak vadeli emeller peşinden koşan insanların başlan
    idi şimdi çıplak kemik haline geldiler, daha sonra da
    rüzgârda uçuşan toza dönüşeceklerdir.
    Şu tersler de onların çeşit çeşit yiyecekleri idi, nereden
    kazanmışlar ise kazanmışlar ve midelerine indirmişlerdi,
    şimdi insanların, yanlarından tiksinti ile kaçıştığı pislikler
    haline girdiler.
    Şu paçavralar onların nişan takıntıları ve elbiseleri idi,
    şimdi rüzgârda uçuşuyorlar. Şu kemik parçaları da onların
    binek hayvanlarına ait idi, onların sırtında belde belde do-
    laşırlardı. Binaen aleyh dünya üzerine ağlamak isteyen ağ-
    layabilir."
    Önce sessizce dökülmeye başlayan gözyaşlanmız, git-
    gide yerini hüngür hüngür ağlamaya bıraktı.
    Rivayet olunur ki; Allah (c.c.) Hz. Adem(a.s.)'i yeryü-
    züne indirdiği zaman ona: 'Yıkılmak üzere bina yükselt ve
    ölmek için doğur" buyurmuştur.
    Davud İbni Hilâl (r.a.) der ki: "Hz. İbrahim'e indirilen
    sayfalarda şöyle yazar: "Ey dünya! Sen gözlerine girmek için
    süslenip püslendiğin iyi kullarımın gözünde ne kadar
    önemsizsin! Çünkü ben onların kalbine sana karşı nefret ve
    senden yüz çevirme duygusu koydum.
    Yarattığım varlıklar içinde nazarımda en önemsizi sen-
    sin, gelişmelerin cücedir ve yokluğa varır. Çünkü seni yarat-
    tığın gün devamlı kalmamana ve yok oluncaya kadar bir
    elde devamlı bulunmamana hüküm verdim, sana sahip
    olanların bütün cimrilik ve pintiliğine rağmen böyledir bu!
    Yürek-lerinden hoşnutluk doyarak kalblerini bağlılık
    istikameti üzerinde tutarak bana ibadet edenlere ne mutlu!
    Onlara müjdeler olsun ki, yaptıklarına vereceğim karşılık,
    kabirlerini üzerine dikilip huzuruma gelirlerken önlerinde
    yayılan göz kamaştırıcı bir nur, çevrelerini kuşatmış melekler
    kafilesi olacaktır, tâ ki dilekleri olan rahmetime ulaşmalarını
    sağlayıncaya kadar."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Allah dünyayı yarattığından beri O, yer ile gök ara-
    sında kendi halinde bırakılmıştır, Allah onun tarafına hiç
    bakmaz. Kıyamet günü, dünya: 'Yâ Rabb'i! Bu gün beni
    dostlarının en küçük rütbelisine ver" der, Yüce Allah: "Ey
    hiçlik, Sus! Ben seni onlara, dünyada lâyık görmemiştim,
    şimdi hiç lâyık görür müyüm?"
    Rivayete göre, Hz. Adem (a.s.) yasaklanmış ağacın
    meyvesini yediği zaman, midesi içindeki ağırlığı çıkarmak
    üzere guruldamağa başladı. Oysa ki yasak meyveye
    gelinceye kadar hiç bir cennet yiyeceği midesini böyle
    bozmamıştı, za-ten o ağacın meyvesini yemeleri bu yüzden
    yasaklanmıştı.
    Midesi rahatsızlanan Hz. Adem Cennet içinde dolaş-
    maya başladı. Allah meleklerden birini onun ile konuşmaya,
    gönderdi, gelen melek ona:

    -"Ne istiyorsun?" diye sordu. Hz. Adem meleğe: "Mide-
    me çöken ağırlığı boşaltmak istiyorum" diye cevap verdi.
    Allah'ın talimatı üzerine Melek Adem'e şöyle dedi: "Mi-
    dene çöken ağırlığı nereye boşaltmak istiyorsun? Döşeğine
    mi, yaygılara mı, nehirlere mi yoksa ağaçların altlarına mı?!
    Burada böyle bir şey için uygun bir yer görüyor musun hiç?
    Doğruca dünyaya in!"
    Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu:
    - "Kıyamet günü Allah'ın huzuruna öyleleri gelecektir ki
    "Tıhame" dağı kadar amelleri olduğu halde cehenneme
    atılmaları emrolunacaktır."
    Dinleyen sahâbiler: "Yâ Rasûlallah! Bu kimseler namaz
    da kılıyorlar mıydı?" diye sordular. Peygamberimiz sahâ-
    bilere şöyle cevap verdi: "Evet, bunlar, namaz kılarlar, oruç
    tutarlar, hattâ gecenin bir bölümünü de ibadetle geçirirlerdi.
    Fakat karşılarına bir dünya varlığı çıktığı zaman üzerine
    çullanırlardı."
    Peygamberimiz bir hutbesinde şöyle buyurdu:
    -"Mü'min iki korku arasındadır. Biri geçip giden ömür-
    dür ki,'onun hakkında Allah'ın ne yaptığını bilmez, diğeri
    kalan ömürdür ki onun hakkında .Allah'ın ne hüküm vere-
    ceğini bilmez."
    "O halde herkes kendi kendine, dünyasından âhiretine,
    hayatından ölümüne ve gençliğinden yaşlılığına azık hazır-


    lamalıdır. Zira dünya sizler için yaratıldı, siz ise âhiret için ya-
    ratıldınız.
    Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki:
    ölümden sonra suâli gerektiren bir şey yoktur. Dünyadan
    sonra da ya cennet, ya cehennemden başka bir diyar yok-
    tur."
    Hz. İsa (a.s.) der ki: "Su ile ateş aynı kabda nasıl ba-
    rmamazsa, dünya sevgisi ile âhiret sevgisi bir mü'minin kal-
    binde öyle bağdaşmaz."
    Rivayet edildiğine göre, Cebrail (a.s.) Hz. Nuh'a (a.s.):
    "Ey peygamberlerin en uzun ömürlüsü, dünyayı nasıl bul-
    dun?" diye sorar.
    Hz. Nuh da:
    -"Karşılıklı iki kapısı olan bir ev gibi, birinden girdim
    öbüründen çıktım." der.
    Hz. İsa'ya "içinde devamlı barınacağın bir ev tutsana"
    derler. Hz. İsa da "Bizden öncekilerin bıraktıkları yıkıntılar
    yeter bize" diye cevap verir.
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Dünyadan sakının, çünkü, o Hârut ile Mâruf-
    dan daha büyüleyicidir."
    Hasan el-Basrî (r.a.) buyurur: "Peygamber'imiz (s.a.s.)
    bir gün sahabilerin karşısına geçerek onlara şöyle hitap etti:

    "Aranızda Allah'ın kendisini körlükten kurtararak görür
    hale getirmesini isteyen var mı? Beni dinleyiniz. Dünyaya
    tutulanların ve dünya ile ilgili uzak vadeli emeller besleyen-
    lere tutkunluk vermiştir ve emelleri ölçüsünde Allah (c.c.)
    kalblerini kör etmiştir.
    Buna karşılık dünyada gözü olmayanlara, ondan fazla
    bir şey beklemeyenlere Allah, ders görmeden ilim ve kılavuz-
    suz hidâyet vermiştir.
    Beni dinleyiniz! Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir
    ki, saltanatları cinayet ve zulümsüz yürümeyecek, zengin-
    likleri cimrilik ve böbürlenmeden hali olmayacaktır. Sevgileri
    mutlaka azgın nefsi arzulara dayanacaktır.
    Beni iyi dinleyiniz! O günlere kalanlarınızdan zengin ol-
    mak ellerinde iken fakirliğe katlananlar, sevgiye layık iken
    nefrete karşı tahammül edenler, şöhret ve mevki elde ede-
    bilecekleri halde itilmeye kakılmaya hoşnutlukla dayananlar
    ve bütün bunları sırf Allah rızası için yapanlara Allah elli sıd-
    dık sevabı verir."
    Rivayet edildiğine göre bir gün Hz. İsa (a.s.) şimşekli,
    Sök gürültülü, sağnak bir yağmura tutulur, sığınacak bir yer
    arar, uzakta gözüne bir çadır ilişir, yanına varınca içerde bir
    kadının oturduğunu görür, bu yüzden oraya sığınmak iste-
    mez.
    Sağanak altında yürümeye devam ederken az sonra bir
    dağda bir mağaraya rastlar, kapısından içeri girmek üzere

    iken yerde bir arslanm yattığını görür, eli ile arslanın tüylerini
    okşayarak Allah'a şöyle seslenir:
    "Allah'ım! Her canlıya bir yuva verdin, tek bana bir
    yuva nasip eylemedin." Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.)
    vahiy yolu ile O'na şöyle bildirir:
    "Senin yuvan benim rahmetimin karargâhıdır. Seni Kı-
    yamet Günü kendi kudretimden yarattığım yüz huri ile ev-
    lendireceğim, düğününde her bir yılı dünya ömrü kadar
    uzun olan dört bin yıl ziyafet vereceğim. Bir tellâla, emir ve-
    receğim, şöyle seslenecek: Dünyaya yüz vermeyenler ne-
    rede? Dünyadan el-etek çekmiş olan Meryem oğlu İsa'nın
    (a.s.) düğününe buyurun." Bu vahiy üzerine Hz. Isa şöyle
    der: "Vay, dünyaya tapanların başlarına gelene! Nasıl ölecek,
    dünyayı ve dünyadaki yaratıkları nasıl bırakacaklar? Dünya
    onları aldatıp durduğu halde onlar yine de ona hiç bir tered-
    düde kapılmadan güveniyorlar.
    O aldanmışlara yazıklar olsun! Nasıl dünya onlara hoş-
    lanmadıkları şeyleri göstermiş, onları sevdiklerinden ayırmış
    ve korktuklarını başlarına getirmiştir.
    Ana hedefi dünya ve işledikleri hep günah olanların
    vay başlarına gelene! Yarın günahları yüzünden nasıl rezil
    ola-caklardır."
    Söylendiğine göre ulu Allah (c.c.) Hz. Musa'ya (s.a.s.)
    şöyle vahyetti:

    -"Yâ Musa! Zâlimler yurdu (dünya) ile senin işin ne?
    Orası sana göre bir yurt değildir. Onunla İlgini kes, onu
    aklından çıkar, o ne körü bir yurttur!
    Yalnız orada iyi amel işleyenlere göre, o, ne güzel bir
    yurttur. Ya Musa, mazlumun hakkını alasıya kadar, ben zâli-
    min peşini katiyyen bırakmam."
    Rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz Ebû Ubey-
    de'yi (r-a-) Bahreyn'e gönderir, o da seferden mal getirir.
    İnsanlar, Ebû Ubeyde'nin döndüğünü duyunca sabah nama-
    zını Peygamberimiz ile birlikte kılmaya koşarlar. Pey-
    gamber'imiz (s.a.s.) namazdan sonra Mescid'den çıkarken
    sahabiler önüne diklirler. Onları böyle gören Peygamber'imiz
    gülümseyerek: "Sanıyorum ki, Ebû Ubeyde'nin bir şeyler
    getirdiğini duydunuz" der.
    Ensar: "Evet, yâ Rasûlallah" diye cevap verirler. Bunun
    üzerine Peygamber'imiz onlara şöyle buyurur:
    "Sevinin ve mutluluk emellerine kaptırın kendinizi ba-
    kalım! Allah'a yemin ederim ki, sizden yana korkum, fa-
    kirlikten değildir. Tersine dünyanın sizden öncekilere oldu-ğu
    Sibi sizin de önünüze bolluk yaymasından korkarım, geç-miş
    milletler gibi ondan daha yüksek pay alma yarışına
    Sirişirsiniz de Allah onları helak ettiği gibi sizi de helak eder."
    Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) der ki:
    'Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden yana
    en büyük korkum, Allah'ın sizin için yerden çıkardığı

    bereketler ile ilgilidir" Sahâbiler O'na sordu: "Yâ Rasû-
    lallah, yerin bereketleri nedir?"
    Peygamber'imiz: "Her türlü dünya varlığı" diye
    cevap verdi.
    Peygamber'imiz (s.a.s.) bir hadiste: "Dünya düşün-
    cesi ve sözü ile kalbinizi oyalamayınız" buyuruyor.
    Görülüyor ki, Peygamber'imiz dünyaya, değil göz koy-
    mayı onu anmayı bile yasaklamıştır.
    Ammar ibni Said der ki: "Hz. İsa havarileri ile birlikte
    gezide iken bir köye uğrar, köyün halkını yollara, öteye
    beriye serilmiş, ölüler olarak bulur. Arkadaşlarına: "Ey hava-
    riler cemaati bu köyün halkı Allah'ın gazabına uğrayarak
    ölmüş olmalıdır, böyle olmasaydı biribirlerini gömerlerdi"
    der.
    Havariler ona: "Ey Rûhullah, biz onların başlarına ge-
    lenleri bilmek isterdik" derler. Bunun üzerine Hz. İsa Allah'a
    yalvarır Allah da ona: "Karanlık basınca onlara seslen, sana
    cevap verirler" diye vahyeder.
    Akşam olunca Hz. Isa bir tümseğin üzerine çıkarak: "Ey
    köy halkı" diye seslenir. Bir ses ona: "Buyur ya Rûhullah"-
    diye cevap verir.
    Hz. İsa:
    - "Ne durumdasınız, başınızdan neler geçti?" diye sorar,
    "Akşam tasasız ve endişesiz uykuya yattık, sabah olunca ce-
    henneme yuvarlandık" diye cevap verir.

    Hz. İsa: "Başınıza bu hal neden geldi?" diye sorar,
    "Dünya'ya tapmamızdan ve Allah'ın emirlerine karşı gelen-
    lere boyun eğmemizden dolayı" diye cevap verir.
    Hz. İsa: "Dünya sevginiz nasıldı?" diye sorar, "Bebeğin
    annesini sevdiği gibi, yüzünü bize doğru döndüğü zaman
    sevinir, arkasını döndüğü zaman (işlerimiz ters gidince)
    üzülür, ağlardık" diye cevap verir,
    Hz. İsa: "Niye arkadaşların bana cevap vermiyor?"
    diye sorar, gizli ses: "Çünkü onların ağızlarına ateşten gemler
    vurulmuş ve gemlerin öbür ucu kaba ve sert meleklerin
    elinde" diye cevap verir.
    Hz. İsa: "Sen bana nasıl cevap verebiliyorsun" diye
    sorar, gizli ses; "Çünkü ben onların arasındaydım, ama
    onlardan değildim. "Senin yuvan benim rahmetimin karar-
    gâhıdır. Seni Kıyamet Günü kendi kudretimden yarattığım
    yüz huri ile evlendireceğim, düğününde her bir yılı dünya
    ömrü kadar uzun olan dört bin yıl ziyafet vereceğim. Bir
    tellâla, emir vereceğim, şöyle seslenecek: Dünyaya yüz ver-
    meyenler nerede? Dünyadan el-etek çekmiş olan Meryem
    oğlu İsa'nın (a.s.) düğününe buyurun." Bu vahiy üzerine Hz.
    Isa şöyle der: "Vay, dünyaya tapanların başlarına gelene!
    Nasıl ölecek, dünyayı ve dünyadaki yaratıkları nasıl bıra-
    kacaklar? Dünya onları aldatıp durduğu halde onlar yine de
    ona hiç bir tereddüde kapılmadan güveniyorlar.
    Havariler ona: "Ey Rûhullah, biz onların başlarına
    Selenleri bilmek isterdik" derler. Bunun üzerine Hz. İsa Al-
    lah'a yalvarır Allah da ona: "Karanlık basınca onlara seslen
    sana cevap verirler" diye vahyeder.
    Akşam olunca Hz. İsa bir tümseğin üzerine çıkarak: "Ey
    köy halkı" diye seslenir. Bîr ses ona: "Buyur ya Rûhullah"
    diye cevap verir. Hz. İsa:
    - "Ne durumdasınız, başınızdan neler geçti?" diye sorar,
    "Akşam tasasız ve endişesiz uykuya yattık, sabah olunca ce-
    henneme yuvarlandık" diye cevap verir.
    Hz. Isa: "Başınıza bu hal neden geldi?" diye sorar,
    "Dünya'ya tapmamızdan ve Allah'ın emirlerine karşı gelen-
    lere boyun eğmemizden dolayı" diye cevap verir.
    Hz. İsa: "Dünya" sevginiz nasıldı?" diye sorar, "Be-
    beğin annesini sevdiği gibi, yüzünü bize doğru döndüğü za-
    man sevinir, arkasını döndüğü zaman (işlerimiz ters gidince)
    üzülür, ağlardık" diye cevap verir.
    Hz. İsa: "Niye arkadaşların bana cevap vermiyor?'
    diye sorar, gizli ses: "Çünkü onların ağızlarına ateşten gemler
    vurulmuş ve gemlerin öbür ucu kaba ve sert meleklerin
    elinde" diye cevap verir.
    Hz. İsa: "Sen bana nasıl cevap verebiliyorsun" diye
    sorar, gizli ses; "Çünkü ben onların arasındaydım, ama on-
    lardan değildim.
    Fakat onlara gazap inince beni de içine aldı, şimdi
    cehennemin ağzına ellerim ile tutunmuş sarkık vaziyette du-
    ruyorum, kurtulur muyum, yoksa içine mi yuvarlanırım, bil-
    miyorum" der.
    Bunun üzerine Hz. İsa havarilere der ki: "Acı tuza
    batırılmış arpa ekmeği yiyerek kaba işlemeden elbise giymek
    ve çöplükte yatmak, dünya ve Ahiret afiyeti olunca çoktur
    bile."
    Sahabilerden Enes (r.a.) der ki: Peygamber'imiz
    (s.a.s.) Adila isminde bir devesi vardı, hiç bir deve onunla
    yarışamazdı. Fakat bir gün taşralı bir Arap devesi ile geldi,
    yapılan yarış sonunda onun devesi Peygamber'imizin deve-
    sini geçti, bu durum müslümanlara (sahabilere) dokundu.
    Durumun farkına varan Peygamber'imiz bize şöyle buyurdu:
    "Dünyada Allah bir şeyi yükseltince bir gün onu
    düşürmek O'nun kaçınılmaz hükmüdür."
    Hz. İsa şöyle der: "Denizin dalgalan üzerinde kim ev
    yapabilir? İşte sizin dünyanız da böyledir, o halde onu yurt
    edinmeyin."
    Hz. İsa'ya: "Bize Allah'ın sevgisin kazandıracak bir ilim
    öğret" derler, Hz. İsa da: "Dünyadan nefret ediniz ki, Allah
    sizi sevsin" diye cevap verir.
    Ebû'd-Derdâ der ki: "Peygamberimiz bir gün bize,
    benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız. Dün-
    ya gözünüzde önemini kaybeder, Ahireti tercih ederdiniz"
    buyurdu, sonra Ebu'd-Derdâ kendisinden şunları söylemiştir:
    Şimdi de eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, başınızı alıp
    tepelere çıkar, halinize hüngür hüngür ağlayarak Allah'a
    yakanrdınız. Yanınıza yalnız zaruri ihtiyaçları alır kimseye
    emanet etmeksizin ve bir daha dönmemek üzere mallarınızı
    terkedip giderdiniz.
    Fakat uzun vadeli emeller kalbinizden Ahiret fikrini
    sildi, bütün emeklerinizin hedefi dünya oldu, bu yüzden hiç-
    bir şey bilmeyenler gibi oldunuz. Bazılarınız başına gelecek-
    lerden korktuğu için iç güdülerine körü körüne uyan hay-
    vanlardan daha kötü duruma geldi.
    Niye biribirinizi sevmiyorsunuz? Niye biribirinize doğru
    yolu tavsiye etmiyorsunuz? Oysa ki sizler Allah'ın dininde
    ortak olan kardeşlersiniz.
    Arzularınızın birbirlerinden ayrılmasının sebebi, içinizin
    bozukluğudur, oysa iyilikte birleşseniz biribirinizi severdiniz.
    Size ne oluyor ki, dünya işleri ile ilgili birbirinize nasihat
    verdiğiniz halde Ahiret konusunda birbirinize nasihat etmi-
    yorsunuz?! Hatta hiç biriniz sevdiği ve desteklediği kimseye
    bile Ahiret konusunda nasihat vermiyor.
    Bu durum, kalblerinizde iman zayıflığı olduğunu gös-
    terir. Ahiretin kâr ve zararına dünyanmki kadar yürekten
    inansanız, Ahiretin peşinden koşmayı, dünyaya tercih eder-
    diniz.
    Çünkü orası sizi daha çok ilgilendirir. Eğer: "Yakın
    menfaati sevmek kaçınılmaz bir insani temayüldür" derseniz,
    biz sizin dünyanın bir çok yakın vadeli menfaatlerinden,
    uzak vadeli hedefler uğruna fedakârlık ettiğinizi görüyoruz.

    Hatta belki de hiç bir zaman ulaşamayacağınız hedefler
    uğruna kendinizi türlü türlü sıkıntılara düşürüyor, değişik
    çarelere baş vuruyorsunuz. Ne fena kimselersiniz ki, içiniz-
    deki imanın tesir derecesinin bilinmesini sağlayacak derece-
    de imanınızı tatbiki hayatta gerçekleştirmiş değilsiniz.
    Eğer Muhammed'in (s.a.s.) getirdikleri hakkında bir
    şüpheniz varsa bize geliniz, size her şeyi açıklayalım, kalbleri-
    nizdeki kuşkuyu giderecek aydınlığı size gösterelim. Allah'a
    yemin ederim ki, siz akıldan yana eksik kimseler değilsiniz ki,
    sizi mazur görelim.
    Çünki dünyanızla ilgili konularda eğriyi doğrudan ayı-
    rabiliyor ve işleriniz karşısında isabetli tavır takınabiliyor-
    sunuz.
    Size ne oluyor ki, dünyanın elde ettiğiniz ufak bir ka-
    zancına seviniyor ve elden kaçırdığınız küçük kârlarına üzü-
    lüyorsunuz, budurum yüz ifadelerinizden belli olduğu gibi
    sözlü olarak da açığa çıkıyor, hoşunuza gitmeyen gelişmeleri
    "musibet" diye adlandırarak üzüntü sebebi yapıyorsunuz.
    Öte yandan çoğunuz dininde ağır kayıplara uğradığı
    halde hiç birinizin kılı kıpırdamıyor, bu alandaki kayıpların
    üzüntüsü hiç kimsenin yüzünde belirmiyor.
    Yemin ederim ki, Allah'ın sizin ile ilgisini kestiği
    kanatindeyim. Neden derseniz, çünkü hepiniz tanıdıklarını
    güleryüz ile karşılar, hiç biriniz dostunu, hoş görmeyeceği
    şekilde karşılamak istemez, "Aynı muameleyi de ben ondan
    görürüm" korkusu ile "İnsanlar arasındaki münasebetlerde
    bu inceliğin farkındasınız da Allah ile olan münasebet-
    lerinizde ayni hassasiyeti göstermemenin akıbetini bilmekten
    âciz misiniz?
    İşi gücü sahtekârlığa döktünüz, mer'alarınızda uzun
    vadeli ihtiraslardan dolayı hiçbir yeşillik bitmiyor! Ölümü in-
    kâr etmek üzere saf tutmuşsunuz. Allah'ın beni sizden kutra-
    rıp görmek istediğime (Peygamber'imize) kavuşturmasını ne
    ka-dar istiyorum!
    Eğer O sağ olsaydı, bu gidişinize katiyyen göz yum-
    mazdı.
    Eğer sizde hayra dönme temayülü varsa, ben size her
    şeyi duyurdum, Allah katmdakini (Ahiret sevabını) isterseniz,
    ona kolaylıkla kavuşursunuz. Gerek kendi hesabıma ve
    gerek sizin için Allah'ın yardımını diliyorum."
    Hz. İsa havarilerine der ki: "Ey havariler dünyaya
    gönül verenlerin dünya selâmeti uğruna din perişanlığını
    göze aldıkları gibi siz de din selâmeti uğruna dünya
    perişanlığını göze alın."
    Nitekim buna dair Abdullah İbni Mübarek, şöyle
    buyurur: "Çoklarını görüyorum ki, gayet zayıf bir dini .yeterli
    görüyorlar.
    Oysa dünya hayatında onları aza kanaat eder
    göremiyorum...
    O halde kırallar dünyaları uğruna dinden nasıl bigane
    kaldılarsa,

    Sen de din uğruna kırallann dünyasından bigane kal."
    Hz. İsa şöyle der: "Ey kendi iyiliğini görerek dünya
    peşinde koşan kimse, bilesin ki, senin hesabına en hayırlı
    olan dünyayı terketmektir."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Benden sonra öyle bir dünya ile yüzyüze geleceksiniz
    ki, ateş odunu nasıl yakarsa o da sizin imanınızı öyle yiye-
    cektir."
    Allah, Hz. Musa'ya şöyle vahyetti: "Sakın dünya sev-
    gisine meyletme, çünkü huzuruma getirebileceğin en ağır gü-
    nah odur."
    Bir gün Hz. Musa yolda yürürken ağlayan bir adama
    rastlar, biraz sonra aynı yoldan dönerken adamı yine ağlar
    vaziyette bulur, gördüğü manzara karşısında duygulanan Hz.
    Musa, Allah'a: "Yâ Rabb'i, kulun senin korkundan ağlıyor"
    diye yakarır. Allah Musa'ya şöyle bildirir:
    -"Yâ İmranoğlu Musa, o gördüğün adamın ağlamaktan
    beyni göz yaşlan ile birlikte aksa, ellerini kaldırsa da yere
    düşünceye kadar dua etse yine onu affetmem, çünkü o
    dünyayı seviyor."
    Hz. Ali (k.v.) buyurur ki: "Şu altı meziyeti nefsinde
    biraraya getiren kimse cennet için isteyecek bir şey, cehen-
    nemden de kaçacak bir yer bırakmamış olur.
    l- Allah'ı tanıyıp O'nun emirlerine uymak ve yasak-
    larından kaçınmak,
    2- Şeytanı tanıyıp onun arzularına karşı çıkmak,
    3- Hakkı tanıyıp ona bağlanmak,
    4- Batılı tanıyıp ondan sakınmak,
    5- Dünyây'ı tanıyıp ondan yüz çevirmek
    6- Ahireti tanıyıp ona tâlib olmak
    Hasan el-Basrî (rahimehullah) buyurur ki: "Allah
    o kullarına rahmet etsin ki, dünyayı bir emanet bilmişler onu
    güvendikleri kimselere teslim ederek mesuliyet yükü taşı-
    maksızın göçüp gitmişlerdir. Dinin hakkında seninle yarış-
    maya girişen ile sen de yarış. Dünya konusunda senin ile
    yarışa girenin dünyayı yüzüne fırlat."
    Hz. Lokman oğluna verdiği nasihatlerde şöyle der:
    'Yavrum, dünya derin bir denizdir, içinde çokları boğul-
    muştur. Buna göre ona açılırken bineceğin gemi, Allah
    korkusu, geminin yükü Allah'a iman ve yelkeni Allah'a te-
    vekkül etmek olsun.
    Böylelikle belki, boğulmaktan kurtulursun, başka türlü
    kurtulacağını sanmıyorum."
    Fudayl (r. a.) buyurur ki: "Şu âyet beni çok düşün-
    dürdü:
    "Biz kullardan hangisinin daha iyi amel işleyeceğini de-
    nemek için yeryüzü üzerindeki her şeyi zinet halinde yarattık.
    Hiç şüphesiz, biz onun üzerindeki her şeyi kupkuru bir
    toprak parçasına çevireceğiz." Kehf sûresi, 7-8

    Ehl-i hikmetten biri şöyle der: "Dünyada karşılaştığın
    her şey ile senden önce biri karşılaşmış ve senden sonra da
    başkası karşılaşacaktır. Senin dünyadan nasibin sadece bir
    akşam yemeği ile bir günlük gıdadır. O halde bir kaç öğün
    yemek uğruna kendini mahvetme. Dünyaya karşı oruçlu ve
    Ahiret ile ilgili olarak iftar etmiş davran. Çünkü dünyanın
    sermayesi hiçlik, kazancı cehennemdir."
    Bir keşişe: "Zamanı nasıl görüyorsun?" diye sorarlar,
    keşiş şöyle cevap verir: "Vücudları eskitirken, emelleri
    yeniler. Ölümü yaklaştırırken arzulanan hedefleri uzağa
    kaçırır" Yine ona: "Peki, dünya halkı hakkında görüşün
    nedir?" diye sorarlar, cevabı şöyle olur "Dünya kimin eline
    geçiyorsa yorgun düşer, kim ona ulaşamazsa var gücü ile
    peşinden koşar,"
    Nitekim aynı düşünceyi ,bir şâir şöyle ifade ediyor:
    'Yüzünü güldüren bir yaşayış için dünyayı öven kimse,
    Ömrün hakkı için çok geçmeden onu kınayacaktır. Dünya
    arkasını dönük tutunca insan özlem içindedir. Yüz verdiği
    zaman da sıkıntıları artar."
    Ehli hikmetten biri der ki: "Üzerinde ben yokken
    bu dünya vardı. O yok olurken de ben üzerinde
    bulunmayacağım. Burada kalmaktan da hoşnut değilim.
    Çünkü hayatı pintilik, durusu bulanıktır. Dünyalılar nimetinin
    elden kaçacağından, ya başa gelecek beklenmedik bir belâ-
    sından veya günü dolacak ömürden devamlı endişe
    içindedirler."

  2. #2
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    Başka bir ehli hikmet de şöyle der: "Dünyanın en
    büyük kusuru, herkese hak ettiğini değil, ya fazlasını, ya
    eksiğini vermesidir."
    Süfyan es-Sevri (r.a.) buyurur ki: Dünya nimet-
    lerini görmüyor musun, sanki Allah'ın gazabına uğramışlar
    gibi hep ehil olmayan ellere düşmüşlerdir."
    Ebû Süleyman ed-Daranî (r.a.) şöyle buyurur:
    "Dünyaya tutkunluk ile talip olan bir kimseye ondan birşey
    verilirse daha çoğunu ister. Ahirete de aşk ile talip olan
    ondan bir şey verilse daha çoğunu ister. Ne bunun ve ne de
    öbürünün sonu yoktur."
    Adamın biri Ebû Hazım'a (r.a.) dedi ki: "Benim
    yurdum olmadığı halde dünyayı sevdiğim için halimi beğen-
    miyorum, sana kendimi şikâyet ediyorum" der. Ebû Hazım
    adama şöyle cevap verir: "Allah'ın sana dünyadan ayırmış
    olduğu pay hakkında dikkatli ol, onu ona helâl yollardan
    kazanarak yerinde harca, o zaman dünya sevgisinin sana hiç
    bir zararı olmaz."
    Ebû Hazım'm adama böyle cevap vermesinin sebebi
    şudur: Çünkü eğer dünya sevgisinden dolayı onu kınayacak
    olsaydı, adamı o derece üzebilirdi ki, adamı dünyadan iyice
    soğuyarak ölmeyi isteyebilirdi.
    Yahya İbni Muâz (r.a.) şöyle buyurur: "Dünya şey-
    tanın ticârethanesidir. Şeytanın ticarethanesinden hiçbir şey
    çalmayasın, sonra onu aramaya çıkarak seni yakalar."

    Fudayl (r.a.) buyurur ki: "Dünya geçici bir altından
    ve Ahiret de kalıcı boncuktan olsa bize kalıcı boncuğu geçici
    altına tercih etmek gerekirdi."
    Biz geçici boncuğu kalıcı altına tercih ediyoruz; halimiz
    ne olacak!
    Ebû Hazım (r.a.) der ki, "Aman dünyaya tutul-
    mayınız. Çünki bilenlerden, öğrendiğime göre dünyayı gö-
    zünde ululaştıran kimse, Kıyamet günü Allah'ın huzuruna ge-
    tirilince ona: "İşte bu adam, Allah'ın önemsiz ilan ettiğini yü-
    ce kabul etti" denecektir.
    İbni Mes'ûd (r.a.) der ki: "Dünyada bulunan herkes
    bir misafir ve rnalı da emanettir. Misafir göçücüdür ve ema-
    net de geri verilecektir."
    Şu beyit bu gerçeği dile getiriyor:
    "Ma/ ve çoluk-çocuk birer emanetten başka bir şey
    değildir.
    Oysa ki, emanetleri bir gün mutlaka geri vermek
    gerekir."
    Hz. Râbiâ (r.a.) bir gün dostlarını ziyaret etmeğe varır,
    dostları sözü dünyaya getirerek onun kötülüklerini dile ge-
    tirirler. Hz. Râbiâ buyurur ki: "Dünyadan bahsettiğiniz ye-
    ter, susun. Eğer o kalbinizde yer etmiş olmasaydı, ondan bu
    kadar çok bahsetmezdiniz.
    Söyleyeceğim söze kulak verin. Bir şeyi çok seven, onu
    s'k sık anar."


    İbrahim İbni Edhem'e (r.a.) "Nasılsın?" diye sordular,
    aşağıdaki şiirle cevap verdi:
    "Yamadık dünyamızı, yırtarak dinimizden Sonunda din
    de gitti, dünya da gitti elimizden..."
    Başka bir beyit de şöyledir:
    "Dünya peşinde koşanı şöyle görüyorum:
    Ömrü ne kadar uzun olursa olsun
    Dünyanın nimet ve sefasına nerede ulaşırsa ulaşsın,
    Bir dülger gibidir ki, binasını yapar yapısını yükseltir
    Fakat çatısını çatınca kurduğu bina yıkılıuerir."
    Diğer bir beyitde de şöyle anlatılır:
    "Farzet ki,dünya sana bağış olarak sunuldu,
    Onun akıbeti yok olmak değil midir?
    Senin dünyan ancak bir gölge gibidir,
    Seni gölgelendirir bir müddet, sonra kayıp geçer."
    Lokman-ı Hekim, oğluna der ki: "Yavrum! Ahiretin
    uğruna dünyanı feda et, her ikisini de kazanırsın. Ama
    dünyan uğruna Ahiretini feda etme her ikisini de kay-
    bedersin."
    Mutarrıf İbni Srttıy (r.a.) der ki: "Kralların bolluk
    içinde geçen hayatlarına ve parlak kıyafetlerine bakma lâkin
    onların çabuk göçüşüne ve kötü akıbetine bak."
    32

    İbni Abbâs (r.a.) buyurur: "Allah dünyayı üçe
    ayırdı: Bir parçası mü'minin, bir parçası münafığın ve diğer
    parçası da kafirindir. Mü'min kendi payına düşeni azık
    yapar, münâfik hissesi ile süslenir, gösteriş yapar. Kâfir de
    kendine düşenden habire yararlanır."
    Ehli hikmetten biri der ki: "Dünya "bir leştir, buna
    göre ondan pay almak isteyenler, köpekler ile geçinmeye
    katlanmalıdırlar."
    Bu hususta şu beyit söylenmiştir:
    "Ey dünyayı kendisine eş olarak isteyen kişi,
    Onu, kendine istemekten vaz geç ki, selâmete eresin.
    Çünki kendine eş olarak talip olduğun gaddar bir
    dişidir.'
    Onunla yapacağın eulilik töreni yas törenine pek
    yakındır."
    Ebû'd-Derda (Rahimehullah) der ki: Allah katında
    dünyanın hor görülmesi sebeblerinden biri Allah'a ancak
    orada isyan edilmesidir.
    Diğer bir sebep de Allah katındaki derecelere ancak
    dünyadan yüz çevrilerek ulaşılabilmesidir."
    Bir şâirin bir beyti şöyledir:
    "Dünyayı, basiretli bir kimse ince/ediği zaman
    Karşısına dost elbisesi giymiş bir düşman çıkar."
    Diğer bir şair de şöyle der:
    "Ey gecenin ilk saatlerinde
    Halinden memnun uykuya dalan kişi
    Gelişmeler çoğunlukla tan yeri ağarırken kapıyı çalar,
    Nice bolluk ve saadet deuirîerini sona erdirmiştir,
    Talih yıldızlarının bazan yararlı ve bazan ters dönmesi
    Dünya olaylarının akışı nice mülkü yok etmiştir.
    Ki, o mülk uzun bir dönem /ayda ve zarar sağlamıştır.
    Ey dünyaya yanak yanağa sokulan kişi, o baki değildir.
    Akşamdan sabaha,
    Onun hayatından bir çok misafirler gelip geçer.
    Dünyaya yanak yanağa sokulmaktan vazgeçer misin?
    Ta ki, cennette bakireler ile yanak yanağa gelebilesin.
    Eğer ebedi cennet bahçelerine konmak istiyorsan
    Sana gereken cehennemden emin olmamaktır."
    Ebû Ümam el-Bahilî (r.a.) der ki. "Hz. Muham
    med'e (s.a.s.) Peygamberlik verildiği zaman, şeytanın yar-
    dakçıları iblise gelerek "Yeni bir peygamber gönderildi, yeni
    bir ümmet ortaya çıkıyor" diye haber verdiler.
    İblis yardakçılarına: "Bu ümmet dünyayı seviyor mu?"
    diye sorar. Yardakçıları ona "Evet" diye cevap verirler. Bu-
    nun üzerine şeytan yardakçılarına şunları söyler: "Eğer dün-
    34

    uayı seviyorlarsa putlara tapmamaları benim için önemli
    değil- Ben gece gündüz onlara sokulur ve ayartma gay-
    retlerimi şu üç nokta üzerinde yoğunlaştırırım:
    1- Malı haksız yollardan kazanmak,
    2- Haksız ve günah yerlerde harcamak,
    3- Haklı yerlere yapılması gereken harcamanın önüne
    geçmek, Zaten bütün kötülüklerin kaynağı da bu üç davra-
    nıştır."
    Adamın biri Hz. Ali'ye (r.a.) "Yâ emiralmü'minin, bize
    dünyayı anlat" der. Hz. Ali, adama şu cevabı verir, "Sana
    dünya hakkında ne söyleyeyim? Burada sıhhatli olan has-
    talanır, güvene Hasan el-Basrî: "Hayır, doğru olmaz. Bütün
    dünya onun olsa yine de zarurî ihtiyaçlarını karşılayacak
    şekilde hesaplı harcayarak biriken servetini fakirlik günlerine
    saklaması gerekir." dedi.
    Fudayl (r.a.) buyurur ki: "Eğer bütün dünya helâl
    olarak bana bağışlansa ve Ahirette ondan dolayı hesaba çe-
    kilmeyeceğim bana bildirilse yine de sizden biriniz önüne
    çıkan leşin elbisesine bulaşmasından nasıl tiksinip kaçınırsa
    ben de dünyadan öyle tiksinerek kaçınırdım."
    Bildirildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) Şam'a gelince Ebû
    Ubeyde (r.a.) kendisini sade bir iple yularlanan bir devenin
    sırtında karşıladı.
    Hz. Ömer Ubeyde'ye selâm verdikten sonra halini sor-
    du. Sonra kaldığı eve vardı. Ortalıkta kılıcından, kalkanından
    35

    ÖLÜM-KIYAMET-ÂHİRET
    ve binek takımından başka bir şey göremedi. Bunun üzerine
    Hz. Ömer, Ebû Ubeyde'ye: "Biraz mal edinseydin" der.
    Ebû Ubeyde'nin cevabı şu olur: "Ey Emiralmü'minin,
    bunlar bizi mezara ulaştırır."
    Süfyan es-Sevrî (rahimehullah) der ki: "Dünyadan
    be-denin için, Ahiretten de kalbin için al."
    Hasan el-Basrî buyurdu ki: "Allah'a yemin ederim,
    İsrailoğulları önce Allah'a kullak ettikleri halde dünyaya tu-
    tuldukları için sonradan puta tapmaya yöneldiler."
    Vehb (r.a.) der ki; "Bir kitapta okuduğuma göre dün-
    ya aklı başında kimseler için ganimet, cahiller için gaflet
    yeridir, oradan ayrılıncaya kadar onu tanıyamazlar, ayrıl-
    dıktan sonra yeniden oraya dönmek isterler, fakat döne-
    mezler.
    Lokman-ı Hekim oğluna şöyle nasihat eder:
    "Yavrum, dünyaya geldiğin ilk günden itibaren her ge-
    çirdiğin gün ile dünyayı arkada bırakıyor ve Ahireti karşı-
    lıyorsun. Her gün adım adım yaklaştığın bir ev, adım adım
    uzaklaştığın evden sana daha yakındır."
    Suayd İbni Mas'ud (r.a.) der ki: '!Dünyadan yana
    işleri gelişirken Ahiret konusundaki amelleri günden güne
    eksildiği halde bu durumdan hoşnut olan birini görürsen, bil
    ki, bu adam yüzüstü süründüğü halde farkında olmayan biri
    aldanmıştır."
    Amr İbni As (r.a.) bir gün hutbede cemaate şöyle
    seslendi: "Allah'a yemin ederim ki, Peygamberimizin uzak
    durduğu şeylere sizin kadar düşkün başka bir kavim görmüş
    değilim- Allah'a yemin ederim ki, Peygamberimiz (s.a.s.) ya-
    nında üç kişi varsa, bir şey almak için gelen, bir şey verme-
    ye gelenden çok olurdu."
    Bir gün Hasan el-Basrî:
    "Ey insanlar, hiç şüphesiz, Allah'ın va'di gerçektir. O
    halde dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Ayartıcı şeytan da
    Allah'ın bağışlayıcılığını ileri sürerek sizi aldatmasın" âyetini
    okuduktan sonra dedi ki, "Dünya sizi aldatmasın" diye kim
    buyuruyor?
    Dünyayı yaratan ve buna göre onu herkesten daha iyi
    tanıyan Allah buyuruyor. Sakın dünya meşguliyetlerine ken-
    dinizi kaptırmayınız. Çünkü dünya o kadar oyalayıcıdır ki,
    insan kendisine bir meşguliyet kapısı açsa arkasından ken-
    diliğinden nerede ise on meşguliyet kapısı daha açılır.
    Zavallı ademoğlu, helâlinin hesabı ve haramının azabı
    olan bir yurttan hoşnut görünüyor. Oysaki, kazancını he-
    lâldan sağlasa hesaba çekilecek, haram yollardan sağlasa
    azaba çarpılacaktır.
    Ademoğlu malını az görür, ama amelini az görmez.
    Dinine gelen musibeti umursamaz da dünyasına gelen mu-
    sibete üzülür."
    Hasan el-Basri (r.a.) halife Ömer İbni
    Abdulâziz'e (r.a.) bir mektup yazdı, mektupta şöyle
    diyordu: "Selâm üzerine olsun, sanki sen üzerine ölüm
    yazılıp da ölen son nesnesin."
    Ömer İbni Abdülâziz de ona şöyle cevap yazdı: "Selâm
    üzerine olsun. Sanki sen dünyadasın ama hiç bir zaman
    varolmamışsın ve sanki sen Ahirettesin ve halen oradasın."
    Fudayl ibni İyâz (r.a.) buyurur ki: "Dünyanın girişi
    kolay, fakat çıkışı zordur."
    Ehli halden biri der ki: "Ölümü gerçek bilen kimseye
    şaşarım, nasıl sevinebilir? Cehennemi gerçek bilene de şaşa-
    rım, nasıl gülebilir? Dünyanın insanlan nasıl değiştirdiğini
    görenlere şaşarım, ona nasıl güvenebilirler? Kaderi gerçek bi-
    lenlere dahi şaşarım, niye hırsla didinirler?"
    Bir gün iki yüz yaşında Necrân'ı bir ihtiyar Hz. Muâviye
    (r.a.)'yi ziyaret etmeye gelir. Hz. Muâviye ona dünyayı nasıl
    bulduğunu sorar. İhtiyar şu cevabı verir: "Afet ve kıtlık yılları,
    bolluk yıllarını, gün günü, gece geceyi kovaladı, kimi do-
    ğuyor, kimi ölüyor. Doğanlar olmasa insan soyu tükenecek.
    Ölen de olmasa dünya insanlara dar gelecek."
    Bunun üzerine Hz. muâviye ihtiyara: "Ne dileğin varsa
    söyle" der. İhtiyar Hz. Muâviye'ye der ki: "Geçen ömrü geri
    getirebilir yahut yaklaşan eceli savabilir misin?"
    Hz. Muâviye: "Bunlara gücüm yetmez" diye cevap
    verir. Bunun üzerine ihtiyar Muâyiye'ye: "O halde senden hiç
    bir isteğim yok" der.

    Dâvud ct-Taî (r.a.) şöyle buyurdu: "Ey ademoğlu!
    Emeline kavuştun diye seviniyorsun, ama ona ölümüne
    biraz daha yaklaşmak pahasına ulaşabildin. Sonra amelini
    erteledin, sanki o başkasının yaranna imiş gibi"
    Bişr (r.a.) buyurdu ki: "Allah'tan dünyayı isteyen
    kimse Kıyamet günü O'nün huzurunda uzun zaman dikili
    kalmayı istemiş demektir."
    Ebû Hazım (r.a.) buyurdu ki: "Dünyada seni sevin-
    diren her şeye Allah seni üzecek bir şey bitiştirmiştir."
    Hasan cl-Basrî buyurur: "İnsanın ruhu dünyadan üç
    hasretle ayrılır:
    1- Biriktirdiklerine doymaz,
    2- Arzu ettiklerine kavuşamaz,
    3- Varmakta olduğu yere yeterince azık hazırlayamaz."
    Ehli Ma'rifetten birine: "Zenginliğe kavuştun" derler, o
    da: "Zenginliğe kavuşanlar, ancak dünya köleliğinden azad
    olunabilenlerdir" diye cevap verir.
    Ebû Süleyman (r.a.) buyurur ki: "Kalbini Ahiret dü-
    şüncesi ile meşgul etmeyenler, dünyaya yönelen azgın ar-
    zulara karşı direnemezler."
    Mâlik İbni Dinar (r.a.) bir gün şöyle dedi: "Dünya
    sevgisi üzerine hepimiz uyuştuk. Ne biribirimize iyiliği emre-
    diyor ve ne de biribirimizi kötülükten alıkoyuyoruz. Allah bizi

    bu durumda olduğumuz gibi bırakmaz. Allah'ın bize ne azab
    indireceğini keşke bilseydim!"
    Ebû Hazım der ki: "Azıcık dünyalık, insanı bir çok
    Ahiret emelinden alıkoyar."
    Hasan el-Basrî der ki: "Dünyaya önem vermeyiniz.
    Allah'a yemin ederim ki, dünya yalnız ona önem vermeyen-
    lere yaramıştır. Allah bir kulun iyiliğini dilerse ona önce bir
    miktar dünyalık verir, sonra bir müddet arkasını keser. Veri-
    len bitince yine verir. Kul dünyalığa önem vermez olunca o
    zaman ona bol bol verir."
    Ariflerden biri Allah'a şöyle dua ederdi: "Ey senin iznin
    olmadan yere düşmesin diye göğü tutan Allah! Dünyayı tut
    ki, üzerime gelmesin."
    Muhammed İbni Münkedir (r.a.) buyurdu ki. "İn-
    san hiç bozmadan bütün günler oruç tutsa, hiç uyumadan
    geceleri ibadet ile geçirse, bütün malını sadaka olarak
    dağıtsa, Allah yolunda cihad etse ve Allah'ın haramlarından
    kaçınsa, fakat Kıyamet günü Allah'ın huzuruna getirilince
    onun için: "Bu adam Allah'ın hor gördüğünü gözünde
    yüceltti ve Allah'ın önem verdiğin gözünde küçümsedi"
    denirse durumu ne olur biliyor musun? Hangimiz öyle
    değiliz ki! Hepimiz işlediği kusur ve günahlar ile birlikte dün-
    yayı yüce görüyoruz."
    Ebû Hazım (r.a.) buyurdu ki: "Hem dünya ve hem
    de Ahiret kazancı çetinleşti. Ahiret kazancının zorluğu şun-
    dandır. O konuda yardım edecek kimse bulamıyorsun.

    Dünya kazancının çetinleşmesine gelince bu konuda nereye
    el atarsan senden daha önce konmuş bir eğri adam gö-
    rürsün."
    Ebû Hüreyre (r.a.) buyuruyor ki: "Dünya, gök ile
    yer arasında eski bir torba gibi asılıdır. Allah onu yarattığı
    günden onu yok edeceği güne kadar:
    -"Yâ Rabb'i, Ya Rabbi niye beni hor görüyor, tarafıma
    bakmıyorsun?" diye devinil olarak Allah'a seslenir. Allah da
    ona: "Sus, ey hiçlik" diye cevap verir."
    Abdullah İbni Mübarek (r.a.) buyurdu ki: "Bir ta-
    raftan dünya sevgisi, öbür yandan işlenen günâhlar kalbi ku-
    şatmışlardır, iyilik ona nereden sızabilsin ki!"
    Vehb İbni Münebbih (r.a.) der ki: "Dünyanın her-
    hangi bir şeyin kalbi sevinen kimse hikmetten sapmıştır.
    Azgın arzularını ayak altına alabilen kimse şeytanı gölge-
    sinden ayırmış olur. Ameli, havaî arzularına baskın çıkan
    kimse galiptir.
    Bişr'e: "Falan adam öldü" derler. O da: "Dünyada-birik-
    tirdi, Ahirete göçtü, kendine yazık etti" diye cevap verir. "O
    Şunu şunu yapardı" deyip adam hesabına birkaç kalem iyilik
    sayarlar. Bişr der ki, "dünyalık biriktirme peşinde koştuğuna
    Söre onların hiç bir faydası yok."
    Ariflerden biri der ki: "Dünya bizden nefret ettiği
    halde biz onu seviyoruz. Bir de bizi sevseydi o zaman ne
    yapardık acaba?"

    Ehli hikmetten bir zata: "Dünya kimindir?" diye
    sorarlar. O da: "Onun peşinden koşmayanlarındır" der.
    "Peki Ahiret kimindir?" diye sorarlar, o da. "Ona talip
    olanlarındır" diye cevap verir.
    Yine ehli hikmetten bir zat der ki: "Dünya bir yıkıntı
    yeridir. Onu onaranın kalbi daha köhne bir harabedir.
    Cennet bakımlı bir evdir. Onu arayan kalb ise daha alımlı bir
    ma'muredir."
    Cüneyd el-Bağdadi (r.a.) buyurdu ki: "İmam-ı Şafii
    (r.a.) dünyada hak dili ile konuşan müritlerden idi. Bir
    mü'min kardeşine Allah hakkında vaaz etti ve onu Allâhla
    korkutarak şunları söyledi:
    "Ey kardeşim! Dünya kaygan bir bataklık ve bir zillet
    yurdudur. Gösterişli yapıları yıkılışa doğru gider. Onun sa-
    kinleri mezarlık yolcularıdır. Düzeni dağınıklığa varır. Zen-
    ginliği fakirliğe çıkar. Oradaki bolluk kıtlıktır, kıtlığında ise
    bolluk vardır. Allâh'dan kork. O'nun sana ayırdığı rızka razı
    ol. Geçici yurdundan devamlı yurduna hazırlıksız göçme.
    Çünkü senin hayatın geçici bir gölge, yıkılmaya yüz tutmuş
    bir duvardır. Amelini çok ve emelini az eyle."
    ibrahim İbni Edhem (r.a.) adamın birine: "Rüyada bir
    dirhem parayı mı, yoksa uyanık iken eline geçen bir dinar
    parayı mı tercih edersin?" diye sorar.
    Adam: "Tabii, uyanık iken elime geçen dinarı tercih
    ederim" diye cevap verir. İbni Edhem adama der ki: "Doğru
    söylemedin Çünkü dünyada elde etmek istediğin her şey,

    rüyada elde etmek istediğin şey gibidir. Buna karşılık tercih
    etmediğin Ahiret ameli, uyanıkken ele geçecek şeyi
    istememen gibidir."
    İsmail İbni Ayyaş (r.a.) buyurdu ki: "Dostlarımız
    dünyaya dişi domuz adını verirler de: "Bizden ırak ol ey dişi
    domuz" derlerdi. Bundan daha çirkin bir isim bulsalardı,
    dünyaya onu takarlardı."
    Kâ'b İbni Ahbar (r.a.) der ki: "Dünyaya öyle tutu-
    lacaksınız ki, ona ve halkına köle olacaksınız."
    Yahya İbni Muaz er-Razî (r.a.) der ki: "Şu üç
    kimse akıllıdır:
    1- Dünya ona yüz çevirmeden önce kendisi ona yüz
    çeviren,
    2- İçine girmeden önce mezarını hazırlayan,
    3- Huzuruna varmadan önce yaradanının hoşnutlu-
    ğunu kazanan kimse.
    Dünya öyle uğursuzdur ki, içine dalman surda dursun,
    onun özlemi bile seni Allah'a ibadet etmekten ahkoyar."
    Bekir İbni Abdillah (r.a.) der ki: "Dünyaya yine
    dünya ile karşı koymak isteyenler, saman ile ateşi söndür-
    meye kalkışanlar gibidirler."
    Bindar (r.a.) der ki: "Dünya düşkünlerini dünya
    Peşine düşmemekten bahsederken gördüğüm zaman bilesin
    ki, onlar şeytanın maskaraları arasındadır. Dünyaya yöne-
    lenleri ihtiras ateşi yakar, küle çevirir.
    Ahirete yönelenleri Ahiret aşkı arıtıp yararlanılabilir sik-
    ke haline getirir. Allah'a yönelenleri Tevhit ateşi yakar, paha
    biçilmez bir cevher haline getirir."
    Hz. Ali (k.v.) buyurur ki:
    "Dünya şu altı şeyden ibarettir:
    l-Yiyecekler,
    2- İçecekler,
    3- Giyecekler,
    4- Binekler,
    5- Nikâhlıklar,
    6- Güzel kokular.
    Yiyeceklerin en değerlisi baldır. Halbuki o bir sineğin
    yiyeceğidir.
    İçeceklerin en değerlisi sudur, ama onda iyi kötü
    herkes müsavidir.
    Giyeceklerin en değerlisi ipekdir oda bir böcek
    dokumasıdır.
    Bineklerin en değerlisi attır, onunda sırtında adam
    öldürülür.
    Kadın en güzel yerini ziynetler; halbuki onun en çirkin
    yeri arzu edilir.
    Güzel kokuların en değerlisi misk'dir. O ise kandır."

  3. #3
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    CENAZE VE KABİR
    Bilesin ki, cenazeler basiret sahipleri için ibarettir. Ce-
    naze uyancı ve hatırlatıcıdır. Fakat bu uyancılık ve hatır-
    latıcılık gafiller için değildir. Çünkü cenazeleri görmek gafille-
    rin sadece gönül katılığını artırır. Çünkü onlar her zaman
    başkalarının cenazelerine bakacaklarını sanırlar ve kaçınıl-
    maz olarak bir gün kendi cenazelerinin de eller üstünde
    taşınacağını hesap etmezler. Ya da cenazelerinin taşınmasını
    yakın görmezler ve o anda cenazeleri taşınanların da öyle
    düşündüklerini, fakat hesaplarının tutmadığını ve sürelerinin
    çok erken dolduğunu göz önünde tutmazlar.
    Kendini bilen kimse, cenazeye, tabuta kendisi konmuş
    gibi bakmalıdır. Çünkü çok geçmeden, belki ertesi ve belki
    iki gün sonra tabuta girebilir.
    Rivayet edildiğine göre, Ebû Hüreyre (r.a.) bir cenaze
    görün ve: "Uğurlar olsun. Biz de peşindeyiz" derdi.
    Mekhul cd-Dimeşkî (r.a.) bir cenaze gördüğü
    zaman: "Önce siz geçiniz biz arkanızdayız. Bir yanda manâlı
    bir nasihat, öbür yanda kısa ömürlü bir gaflet. Biri gidiyor ve
    ötekinin ise aklı başında değil" derdi.
    46

    Üseyd İbni-Hudeyr (r.a.) buyurur ki: "Her cenaze
    aördüğümde içimden sadece gerçekleşen hâdise mahiyetinin
    ne olduğu ile nereye varılacak olduğunu düşünürüm."
    Kardeşi ölen Mâlik İbni Dinar (r.a.) cenaze töreninde
    qöz yaşı dökerken "Nereye varacağımı bilmeden, yüzüm gü-
    lemez. Yaşadıkça da bunu öğrenemem." diyordu.
    A'meş (r.a.) buyurur ki: "Cenaze törenlerine
    katıldığımızda hepimiz yaslı olduğunuz için hangimiz hangi-
    mizi teselli edeceğini bilmezdim."
    Sabit el-Bünânî (r.a.) buyurur ki: "Cenaze tören-
    lerine katıldığımızda başı önde olarak ağlamayan kimse
    göremezdik."
    İlk müslümanlar ölümden böyle korkarlardı. Şimdi ise
    cenazelerde çoğunluğu, gülen, eğlenen ve sadece ölünün
    geriye ne miras bıraktığı ve mirasının nasıl bölüşüleceği ko-
    nusunda konuşan kalabalıklar görüyoruz Günümüzün tö-
    renlerinde ölünün yakınları ve akrabaları sırf hangi yoldan
    giderek kalan mirastan pay alacaklarını düşünmekte, hiçbiri
    kendi cenaze töreni ile tabuta konunca başına neler geleceği
    konusunda kafa yormaktadır.
    Bu gafil hâlin, günah ve isyanlarla katılaşan kalplerden
    başka bir sebebi yoktur. Bu yüzden Yüce Allah'ı, ahiret
    Sununu ve önümüzdeki korkunç merhaleleri unutarak bize
    faydası olmayan şeylerle ilgilenir, oyalanır olduk.
    Allah'tan bizi bu gafletten uyandırmasını dileriz. Cenaze
    törenine katılanlardan baklenen en yerinde davranış, ölü için

    gözyaşı dökmektir. Aslında işin için yüzünü idrak
    ölüye değil, kendilerine ağlarlar.
    ibrahim ez-Zeyyad (r.a.) ölüye acıyanları görünce
    onlara "Kendinize acısanız size daha yararlı olur. Çünkü üç
    korkunç safhadan geçmiş bulunuyor. Birincisi ölüm meleği-
    nin yüzünü gördü, ikincisi ölüm acısını tattı. Üçüncüsü son
    nefesteki endişeden kurtuldu."
    • A
    Ebû Amr Ibni Âlâ der ki: " Birgün ünlü şair Cerir ile
    birlikte oturuyorduk. Kâtibine şiir yazdırıyordu. Bu sırada bir
    cenaze göründü. Cerir sustu. Sonra da: "Vallahi bu cenazeler
    beni kocalttı." dedi ve o anda şu beyitleri inşad etti:
    "Cenazeler bize doğru gelirken ürküyoruz. Onlar
    geçtikten sonra da eğlenceye dalıyoruz. Üzerine kurt düsen
    bir koyun sürüsü gibiyiz. Kurt sürüden uzaklaşır uzaklaşmaz
    Koyunlar yine otlamaya dalarlar."
    Düşünceli olmak, ibret almak ve fıkıh kitablarındaki
    cenazenin sünnet ve edeplerine uyarak alçak gönüllü bir eda
    ile cenazenin arkasından gitmeye hazırlanmak, cenaze tören-
    lerine katılmanın edeplerindendir. Yine kişinin ölü hakkında
    fasık da olsa iyi düşünmesi ve görünüşü iyi olsa bile kendisi
    hakkında kötümser olması cenaze edeplerindendir. Çünkü
    son nefesi verme ânı tehlikedir, nasıl geçeceği bilinmez.
    Nitekim Ömer İbni Zerr'in (r.a.) günahkâr tanınan bir
    komşusu ölür. Herkes cenazesine katılmaktan kaçınır. Buna
    karşılık Ömer komşusunun cenazesine katılır ve namazını
    kıldırır. Ölü toprağa verilince Ömer mezann başına dikilir ve

    öyle der: Ey Ebû Filan, Allah sana rahmet etsin. Ömrün
    boyunca Kelime-i Tevhid'den ayrılmadın, yüzünü secdeyle
    toprakladın. Senin için "Günahkâr ve kusurlu" diyorlar. Han-
    qimiz günahsız ve kusursuzuz ki?!"
    Söylendiğine göre Basra kasabalarından birinde
    qunaha düşkün biri bir gün ölür. Karısı cenazesini taşımakta
    kendisine yardım edecek hiç kimse bulunmaz. Çünkü gü-
    nahkârlığı ile tanındığından hiç kimse cenazesine katılmaz.
    Kadın ölüyü iki ücretli hamal ile musalla taşma taşır. Fakat
    hiç kimse namazını kılmak istemez.
    Bunun üzerine kadın, toprağa vermek üzere ölüyü sah-
    raya taşıtır. Yakınlardaki dağda büyük bir zâhid barı-nırmış.
    Kadın onu karşısında görür. Sanki cenazeyi bekliyor gibidir.
    Sonra da cenazenin namazını kılmaya hazırlanır.
    Kasabanın her yanına: "Zahid falan kişinin cenaze na-
    mazını kılmak üzere dağdan indi1 diye haber yayılır. Bunun
    üzerine bütün kasaba halkı da oraya toplanır ve zahidin
    imamlığı altında cenaze namazını kılarlar.
    Halk, zahidin bu cenazenin namazını kılmasına şaşar-
    lar. Bir soru üzerine davranışın sebebini şöyle açıklar: Rü-
    yamda bana falan yere in. Orada yanında bir kadından
    başka hiç kimsenin bulunmadığı bir cenaze göreceksin.
    Onun namazını kıl. Onun günahlan affedilmiştir." diye bil-
    dirildi.
    Bu sözleri duyan halkın şaşkınlığı daha da artar.



    Bunun üzerine zâhid, ölünün eşini yanına çağırır. Ona
    kocasının nasıl bir hayat yaşadığını ve ne gibi özellikleri
    olduğunu sorar. Kadın: "Herkesin bildiği gibi gününün çoğu
    kısmını meyhanede içki içerek geçirirdi" diye cevap verir.
    Zâhid kadına: "Düşün bakalım, hiçbir iyi amelini biliyor
    musun" diye ısrar eder.
    Kadın bu defa şu cevabı verir: "Evet, onun üç iyi hu-
    yunu hatırlıyorum: Birincisi sabahleyin ayılınca üstünü de-
    ğiştirir, abdest alır ve sabah namazını cemâatle kılar. Sonra
    yine meyhane döner, içki içmeye başlardı.
    İkincisi evinde her zaman bir veya iki yetim barın-
    dırırdı. Onlara çocuklarından da daha iyi davranırdı. Onların
    üzerine çok titrerdi. Üçüncüsü gece ortasında ayrılır ve
    gözyaşları arasında: 'Ya Rabb'i, bu murdar bedenimle hangi
    cehennem köşesini doldurmak istiyorsun?" derdi.
    Bunun üzerine zâhid ortadan kayboldu ve halkın
    adamı hakkındaki şaşkınlığı ve kararsızlığı da dağılmış olur.
    Dahhak şöyle der:
    "Adam'ın biri Peygamber'imize: "İn-sanların en zahidi
    kimdir, ya Rasûlallah?" diye sorar.
    Peygamberimiz adama şöyle cevap verir:
    -"Kabri ve çürümeyi hatırından çıkarmayan, dünya
    ziynetinin fazlasından uzak durup baki olanı fâni olana tercih
    eden, yarını ömründen saymayan ve kendini ölülerden biri
    sayan kimsedir."
    i 50

    Evini mezarlığa yakın seçen Hz. Ali'ye (k.v.):
    ."Niye mezarlığa yakın oturuyorsun?" diye sorulunca
    .. je cevap verir; "Ben onları en iyi ve en doğru komşu o-
    I rak kabul ediyorum. Çünkü konuşmaktan kaçınıyor ve âhi-
    reti düşünüyorlar."
    Hz. Osman (r.a.) bir kabrin başına varınca sakalı
    ıslanacak derecede ağlardı. Kendisine: "Sen cenneti ve
    cehennemi anınca ağlamıyorsun da kabrin başında durunca
    niye ağlıyorsun?" diye sorarlar. Hz. Osman şu cevabı verir:
    Ben Peygamber'imizin şöyle dediğini duydum: "Kabir, âhi-
    retin ilk konağıdır. Ölü bu safhadan kolay geçerse sonrası
    daha kolay olur. Fakat bu safha çetin geçtiği takdirde arkası
    daha zor gelir. Söylendiğine göre Amir İbni' As (r.a.) bir gün
    mezarlığın yanında atından inerek iki rek'at namaz kılar.
    Kendisine:
    -"Daha önce böyle yapmazdın, şimdiki davranışının
    sebebi nedir?" diye sorarlar. Bunun üzerine şu cevabı verir:
    -"Kabir halkını ve onlar ile kabir arasında neler
    Seçtiğini düşündüm de bu ikisi vesilesi ile Allah'a yaklaşmak
    istedim."
    Mücâhid (r.a.) der ki: "Ölü ile ilk önce kabri konuşur
    Ve der ki: "Ben böcek, yalnızlık, gariplik ve karanlık yuvası-
    pm. İşte senin için hazırladıklarım bunlardır, sen benim için
    !ne hazırladın?"
    Ebû Zerr (r.a.) buyurur ki: "Size fakirlik gününü
    ''direyim mi? Kabre konulduğun gündür.
    51

    O sırada bütün vahşî hayvanlar, başları öne eğik ola-
    rak, daha önce mahlûkattan kaçtıkları halde bu defa onların
    bütün canlılar, kırk yıl öylece berzahta kalırlar. Kırk yıl sonra arasına karışarak ve hiç bir günaha bulaşık olmadıkları halde
    Aniden diriliş emrine boyun eğerek dağlardan ve çöllerden
    ^ahşer'e doğru yönelirler.

  4. #4
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    SÛR'A ÜFÜRMEK, ÜRKMEK VE MEZARLARDAN KALKMAK

    Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: |
    "Nasıl rahat olayım ki, Sûr sahibi (Hz. İsrafil) boruyu
    ağzına almış, cepheye dönmüş ve kulak kesilmiş, ne zaman
    üfürme emri geleceğini beklemektedir."
    Mukatil'e (r.a.) göre: "Sûr" bir boynuzdur. Hz. İsrafil
    ağzını boru şeklindeki bu boynuzun üzerine koymuştur.
    Boynuzun başının çevresi yerle gök arası genişliğindedir. İs-
    rafil, gözünü Arş'a dikmiş ne zaman ona ilk üfleme emri ge-
    leceğini beklemektedir.
    İsrafil ilk defa Sûr'a üfleyince yerde ve göklerde
    bulunan her canlı, yere baygın düşer. Yani Allah'ın canlı
    kalmalannı diledikleri dışında bütün canlılar, şiddetli korku
    yüzünden oluverirler. Canlı kalacak olanlar Cebrail, Azrail,
    Mikâil ve İsrafil'dir. (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun.)
    Bundan sonra Azrail, alacağı emir uyarınca sırasiyk
    Cebrail, Mikâil ve İsrafil'in canını alır, en sonunda yine emir
    uyannca kendisi ölür. İlk sûr üflemesinin arkasından

    Allah (c.c.) İsrafil'i dirilterek ona Sûr'a ikinci sefer üflemesini
    rnreder. Bu durumu Kur'ân şöyle bildirir:
    "Sonra ona (Sûr'a) bir defa daha üflenir, o za-
    man onların (canlıların) hepsi ayaküstü dikilmiş bek-
    ler duruma gelirler." Zümer Sûresi, 68.
    Peygamber'imiz (s.a.s.) aynı bahisde şöyle buyuruyor:
    "Bana peygamberlik verildiği zaman Sûr'un sahibi
    geldi, Sûr'u ağzına aldı bir adımım öne, öbür adımını geriye
    doğru açtı, her an ne zaman üfleme emri alacağını bekliyor,
    aman Sûr'a üflemeden çekininiz."
    Şimdi kabirlerden doğrulurken ilk baygınlığın korkusu-
    nu hâlâ üzerlerinden atamamış olan ve haklarında verilecek
    olan hükmün iyi mi kötü mü olduğunun endişesine kapılan
    canlı-ların zavallılığını, hayal kırıklığını ve çaresizliğini düşün.
    Sen de aralarında olsan onlar gibi gönül kırıklığına
    uğrar, onlar gibi hayrette kalırsın. Hattâ yeryüzünün varlık-
    larından ve ileri gelenlerinden biri de olsan, aynı başkaları
    Sİbi şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde olacaksın, yeryüzünün
    kıralları o gün herkesten daha zavallı, daha cüce ve daha
    önemsiz olacak, tohum tanesi gibi kalabalığın ayaklan al-
    fanda ezileceklerdir.

    Sûr üfürüğünün ürküntüsünün doğurduğu
    şiddeti onlan da Mahşer'e sürükleyerek daha önce
    lardan kaçtıklarını ve canlılardan ürktüklerini onlara unutt
    rur. Nitekim Yüce Allah (c.c.) bu hususta şöyle buyuruyor.
    "Vahşî hayvanlar diriltilip biraraya toplandığı
    zaman..." Tekvîr Sûresi, 5
    Sonra manzaranın dehşeti karşısında ürpererek duru-l
    mun farkına varacak olan inatçı kâfir ile şeytanlar, Allah'ın ^|
    âyetini doğru çıkarmak üzere, belirirler.
    "Rabb'in hakkı için biz onları şeytanlar ile
    birlikte toplayacak ve cehennemin çevresinde dizüs
    tu çökmüş halde bekleteceğiz." Meryem Sûresi, 68.
    O zaman gerek kendi halini ve gerekse kalbinin
    oradaki halini düşün. Daha sonra bütün diriltilen canlılar çı-
    rılçıplak, yalın ayak ve başı kabak olarak Maşher yerine nasıi
    sevkediklerini düşün. Bir bakarsın ki Mahşer yeri dümdüz.
    bembeyaz, engebesiz ve apaçık bir yerdir. Üzerinde ne arka-
    sına saklanacak bir tümsek ve ne de içine girip saklanacal
    bir çukur var!
    Birinci sefer Sûr'a üflendikten sonraki ikinci Sûr üfle-
    mesi ile bütün canlı türlerini, aralarındaki bütün farklılıklara
    rağ-men biraraya getirip Mahşer yerine sevkeden Allah
    noksan sıfatlardan ne kadar uzaktır! Bu manzara karşısında
    bütün kalblerin ürkerek çarpması ve bütün gözlerin korku
    dan fal taşı gibi açılması gayet tabiidir. Nitekim Peygambe1
    (s. a. s.) şöyle buyuruyor ki:

    "Kıyamet günü bütün insanlar, bitkisiz, örtüsüz, sığınak
    ye işaretsiz, dümdüz ve bembeyaz bir alanda toplanırlar."
    Zaten bu alanı yeryüzü alanları gibi sanma, aralarında
    sadece isim ortaklığı var. Nitekim Yüce Allah (c.c.) şöyle bu-
    yuruyor:
    "Yerin ve göklerin olduklarından başka bir du-
    ruma çevrildikleri o gün onlar (insanlar) tek ve hük-
    münde ortaksız olan Allah'ın huzuruna dikilirler" İb-
    rahim Sûresi, 48.
    İbni Abbas (r.a.) der ki: "Bu değişiklik şöyle gerçek-
    leşir: Yeryüzünün bazı yerleri kırpılır, bazı yerlerine eklemeler
    yapılır. Ağaçları, dalları, vadileri ve bunlara benzer engebe-
    leri ortadan kalkarak, tabaklanmış deri yüzeyi ve kan damla-
    mamış bembeyaz bir yumurta kabuğu ve üzerinde hiç bir
    günah işlenmemiş bir alan olarak yayılır. Göklerin de güneşi,
    ayı ve yıldızlan ortadan kalkar."
    Ey zavallı insan, bu günün dehşet ve fevkalâdeliğine
    dikkat et. Bütün canlılar bu alanda toplandığı zaman gökteki
    yıldızlar kayıp, başlarına düşer, güneş ve ay kararır, bu arada
    bütün ışık kaynaklan söneceği için yeryüzü koyu bir karan-
    lığa gömülür.
    insanlar bu durumda iken diğer taraftan gökyüzü
    meleklerin kimi eteklerinde ve kimi de doruğunda dururken
    beş yüz yıl bovunca tepelerinde dönerek bütün katılık ve ka-
    lınhğma rağmen paramparça olur.
    55


    Kimbilir, gökyüzü parçalanırken kulaklarına ne korkunç
    bir ses gelir. Gök o kadar iri ve sert gök cisimlerinin param,
    parça olarak boşluğa düşmeleri ve yer yer sararmış sıvı gy.
    muş halinde akıp inmesi, göklerin sıvı bir maden haritasına
    dağların hallaç pamuğuna dönüşmesi, insanların pervaneler
    gibi öteye bireyi serpilmesi ve hepsinin yalın ayak çırılçıplak
    yürümesi kimbilir, ne korkunçtur!
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "İnsanlar yalınayak, çırılçıplak, sünnetsiz ola-
    rak ve kulak memelerine kadar tere batmış olarak
    yeniden dirilip biraraya getirilir."
    Bu hadisi rivayet eden Peygamber'imizin eşi Hz. Sevda
    şöyle diyor: Bu sözleri işitince Peygamberimize: "Ne çirkin
    şey!" Birbirimizin her tarafını göreceğiz" dedim. Bana şu
    cevabı verdi, "O gün herkesin kendi derdi, onları
    birbirine bakmaktan alıkoyar. Herkes başka şey ile
    ilgilenemeyecek derecede kendi basınının derdine
    düşer."
    Ne dehşetli bir gün ki, herkesin edep yeri açıkta olduğu
    halde kimse kimseye başını çevirip bakmaz. Nasıl baksın ki,
    insanların bir kısmı kann üstü ve yüz üstü sürünmekten takat
    bulup başkasına dönüp bakamaz bile!
    Sahâbilerden Ebû Hureyre (r.a.) der ki: Bir gün
    Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü insan-
    lar üç gurup halinde Mahşer yerine doğru giderler. Binek-
    liler, yayalar ve yüzüstü sürünenler."
    56

    Aramazdan biri: "Yâ Rasûlallah, üçüncü gurup
    "ızüstü sürüne sürüne nasıl yol alabilecek?" diye
    rdu, Peygamber'imiz ona: "O kimseleri ayaklan ile yürüten
    /Ulah yüzüstü süründürerek yol almalarını sağlamaya da
    muktedirdir."
    Gözleriyle görmediği, alışkanlık haline getirmediği şeyi
    inkâr etmek insanın değişmez huyudur. Eğer insanoğlu,
    yılanın karın üstü sürünerek şimşek hızı ile yol aldığını göz-
    leriyle görmese, ayaksız yol almayı tasavvur etmeye bile ya-
    naşmazdı.
    Aslında ayak üstü yürümeyi görmeyen bir kimse için o
    da olacak bir şey değildir.
    Buna göre dünya ölçülerine uymuyor diye Kıyamet
    günü hakkında bildirilen şaşırtıcı gelişmelerden herhangi bi-
    rini inkâr etmekten sakınmalısın. Çünkü eğer sen daha önce
    gözlerinle görmemiş olsaydın, sana sunulacak olan bir takım
    şaşırtıcı dünya gelişmelerini de şiddetle inkâr ederdin.
    O halde kendini çırılçıplak, perişan, zavallı, şaşkın, apı-
    şıp kalmış bir durumda hakkında verilecek hükmün iyi mi,
    fena mı olduğunu beklerken ayak üstü dikilmiş olarak göz-
    lerini önüne getir, kafanda kendini böyle canlandır ve bu
    manzarayı hiç bir zaman hafızandan silme, çünkü durum,
    her türlü tarifin üstünde kalan bir önem taşımaktadır.
    Sonra tasavvur etmeye devam ederek şu gerçekleri de
    Sözlerinin önüne getir: İnsan, melek, cin, şeytan, vahşî ve
    yırtıcı hayvan ve kuşlar, yerlerin ve göklerin bütün canlıları
    57

    toplanıp biraraya yığılıyor. Bilinegelen hafifliği giderilmiş ve
    ısısı kat kat yükseltilmiş olan güneş, canlı yığının neredeyse
    tepesine değecek şekilde yakınına indiriliyor. Arş'ın gölgesin,
    den başka hiçbir gölge kalmıyor ve bu gölgenin altına belirli
    ibadetleri işleyerek Allah'a yakın olma şerefini kazananlardan
    başkası alınmıyor.
    Arş'ın gölgesi altına alınanlar ile dışarıda kalanlar ara-
    sındaki fark, korkunç güneş ısısı altında başlananların baygın
    hali ve yüzlerinden okunacak olan ızdıraplarının şiddeti ile
    derhal farkediliyor.
    Bunlar yanında o günkü canlılar kalabalığını tasavvur
    et. Bir yandan tarife sığmaz kalabalık yüzünden öte yandan
    kimi yürürken kimi süründüğünden ötürü her canlı birbirini
    itip kakıyor. Bütün bu sıkıntılara bir de Allah'ın huzuruna
    dikilince içine düşülecek perişanlık ve rezilliğin doğuracağı
    korku, utanç ve mahcubiyet ekleniyor.
    Güneş alevi, nefeslerin yalazı, utanç ve endişenin hara-
    reti ile yükselen kalb ateşi bir araya geliyor. Teker teker her
    kıl dibinden boşanıp yere akarak denizleşen ter deryası canlı
    vücudlar boyunca yükseliyor. Her canlı Allah katındaki dere-
    cesine göre kimi diz kapaklarına kimi bellerine, kimi kulak
    memelerine ve kimi de nerdeyse içinde kaybolacak derecede
    bu ter deryasına batıyor.
    İbni Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygambe-
    rimiz buyuruyor ki: • «V-îoo

    "Kıyamet Günü insanlar Allah'ın huzuruna diki-
    lince yarı kulak hizasına kadar tere batar."
    Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz
    (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
    "Kıyamet Günü insanlar, öylesine terler ki, ter-
    leri bir yandan yetmiş kulaç yerin dibine sızarken bir
    yandan da kulak hizalanna yükselecek kadar her-
    kesi içine alır."
    Başka bir badiste Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "İnsanlar, Kıyamet günü kırk yıl gözlerini semaya
    dikmiş olarak ayakta dururlar ve çektikleri sıkıntıdan dolayı
    içinde gömülesiye ter akıtırlar."
    Ukbe bin Amir'in rivayetine göre Peygamberimiz
    (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
    "Kıyamet Günü güneş yere öyle yaklaşır ve insanlar
    öyle terler ki, kiminin teri topuğuna, kimininki ayak bileğine,
    kimininki dizlerine, kimininki kalçasına, kimininki böğrüne,
    kimininki ağzına varacaktır. Peygamber'imiz böyle derken eli
    ile ağzına gem vurdu, kimisi de terine tamamen gömülür (bu
    sırada da eli ile şöyle başına vurdu)"
    Ey zavallı insan, Mahşer yerinde toplanacak olanla-
    nn karşılaşacakları sıkıntıları ve dökecekleri terleri düşün. Bu
    ağır sıkıntılara dayanamayanların bir kısmı Allah'a seslenerek
    l "Yâ Rabb'i, cehenneme gönderecek bile olsan beni bu sıkıntı
    I ve bekleme azabından kurtar." diye yalvarırlar.

    Bütün bunlar, henüz hesaplaşmaya çekilmeden ve a,
    zaba çarpılmadan çekilecek olan sıkıntılardır. Sen de bu sı-
    kıntılar ile yüzyüze geleceklerden birisin. Terinin nerene ka-
    dar çıkacağını şimdiden bilmiyorsun.
    Bilmezsin malûmun olsun ki, hac, cihad, oruç, namaz,
    müslümanların sıkıntısını gidermeye koşmak, iyiliği emrede-
    rek kötülükten alıkoymak uğruna yorulmak gibi Allah yo-
    lunda gayretler vererek dökülmeyen terler, Kıyamet alanında
    korku ve utançtan dökülecek ve orada daha uzun müddet
    sıkıntıya katlanmaya yol açacaktır.
    İnsanoğlu cehalet ile aldanmadan kurtulsa, ibadet
    uğruna sıkıntı çekerek terlemenin doğuracağı yorgunluğun
    Kıyamet günü çekilecek sıkıntılarla bekleme azabının yol
    açacağı terlemenin yorgunluğundan hem daha kısa ve hem
    de daha kolay olduğunu anlamakta güçlük çekmez. Çünkü o
    gün hem pek çetin ve hem de çok uzundur!

  5. #5
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    MAHLUKAT ARASINDA VERİLECEK HÜKÜM

    Sahabilerden olan Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edil-
    diğine göre; Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Müf-
    lis, kimdir, bilir misiniz?" Biz: "Aramızda müflis, parası,
    pulu ve malı kalmamış kimsedir yâ Rasûlellah diye cevap
    verdik. Bunun üzerine Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
    "Ümmetimin asıl müflisi, Kıyamet günü Allah'ın
    huzuruna namaz, oruç ve zekât ile geldiği halde fa-
    lana küfrettiği, filâna iftira ettiği, berikinin malını
    yediği, ötekinin kanını döktüğü, bir başkasını döv-
    düğü ortaya çıktığı için yaptığı iyiliklerin bir kısmı
    falana, öbür kısmı filâna verilen ve borçları karşı-
    lanmadan iyiliği bittiği takdirde hak sahiplerinin gü-
    nahları kendisine devredilerek böylelikle cehenneme
    atılan kimsedir."
    Böyle bir hesaplaşma gününde başına gelecekleri şöyle
    bir düşün. Çünkü riyadan ve şeytanın öbür tuzaklarından
    kurtulmuş bir iyiliğin pek yok. Buna rağmen uzun bir süre
    içinde şeytan tuzaklarından ve riyadan kurtarılabilmiş bir iyi-
    liğin sahibi olursan onun başına da haksızlık ettiğin kimseler
    üşüşür ve onu bir anda elinden alırlar.



    Çünkü kul, Kıyamet günü dağ kadar ibadet ile Allah'ın
    huzuruna varır ve bu ibâdetlerin kendisini cehennemlik Q\.
    maktan kurtarmaya yeterli olduğunu, fakat çırada biri çıl^.
    gelerek:
    -"Yâ Rabb'i, bu adam bana karşı falan haksızlığı işledi"
    deyince Allah da: "O halde ondan şu iyiliği sil" diye buyurur.
    Böyle böyle defteri silinerek sonunda hiç bir iyiliği kalmaz.
    Bu durum şuna benzer. Bir yolcu kafilesi düşünün,
    kıraç bir yerde konaklamışlar, yanların da yakacak bir şeyleri
    yok. Fakat yolcular dört bir yana dağılarak odun toplamışlar
    ve çok geçmeden biraraya gelince ortaya bir yığın odun
    çıkarak ateş yakmışlar. İşte günahların birikmesi de böyle
    olur."
    "Sen de onlar da öleceksiniz. Sonra hepiniz Kı-
    yamet günü aranızdaki davalar ile ilgili olarak duruş-
    maya çıkacaksınız" Zümer Sûresi, 30-31. mealindeki âyetin
    indiği zaman sahâbilerden Zübeyr (r.a.):
    -"Yâ Rasûlallah, biribirimizi ilgilendiren günahlar
    yeniden dâva konusu mu edilecek?" diye sordu. Peygam-
    ber'imiz (s.a.s.) ona "Kesinlikle, her haklıya hakkı geri ve-
    rilmek üzere aranızdaki meseleler yemden dâva konusu edi-
    lecek" diye cevap verdi. Bunun üzerine Zübeyr: "Vallahi, çok
    çetin iş dedi.
    Sen de yanlış atılan bir tek adıma bile göz yumulma-
    yan, haksız yere atılan bir tek tokata veya söylenen bir

    kelimelik söze bile müsamaha gösterilmeyerek mazlumun
    hakkı zalimden alınan günün önemini iyi kavra.
    Sahâbilerden Hz. Enes (r.a.) der ki: Bir gün Pey-
    garnber'imiz şöyle dediğini duydum: "Allah bütün insanları
    çırılçıplak ve toprağa bulaşmış halde yenide dirilterek Mah-
    şer'de toplar. Sonra hem yakından ve hem de uzaktan duyu-
    lan bir ses ile şöyle seslenir:
    "Ben hem sultan hem de hâkimim! Cennetlik bir kimse,
    üzerinde cehennemlik birinin hakkı varsa, bu hak cehen-
    nemliğe verilmeden kendisi cennete giremez. Buna karşılık
    cehennemlik birinde cennetlik birinin hakkı varsa ben de bu
    hakkı cehennemlikten alıp cennetliğe vermedikçe o cehen-
    neme girmez. Bu haksızlık isterse bir tokat olsun."
    Biz Peygamberimize:
    -"Nasıl olur? Hani bizler çırılçıplak ve toz-toprak içinde,
    yani başka hiç bir şeyimiz olmaksızın Mahşer'e gideceğiz"
    diye sorduk. Peygamber'imiz bize:
    -"Hak alış-verişi iyilikler ve kötülükler ile olacak" diye
    cevap verdi.
    Ey Allah'ın kullan, başkalarının mallarına el koyarak,
    ırzlarına saldırarak, kalblerini kırarak ve onlarla kurduğunuz
    münasebetler sırasında körü huyluluk göstererek kullara
    haksızlık etmekten sakınınız. Çünkü sırf Allah ile kul arasında
    Kalan günahların affedilmesi çabuk olur.


    Üzerinde kul hakkı bulunup yaptıklarına tevbe etme-
    sine rağmen hak sahiplerinden helâllik olmak imkânı bula.
    mayanlar, hakların sahiplerine verileceği güne hazırlık olmak
    üzere iyi amel işlemeyi artırmalı, sırf Allah'ın bileceği, Allah
    ile kul arasında kalan iyilikler işlemeye eksiksiz bir ihlâs ile
    devam etmelidir. Böylelikle o kimsenin Allah'ın yakınlığını
    kazanarak O'nun haksızlığa uğrayanların isteklerini karşıla-
    mak üzere sevdiği kullar hesabına ayırdığı bağışlardan pay
    almaya nail olması umulabilir.
    Nitekim sahâbilerden Hz. Enes (r.a.) der ki:
    "Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte otururken bir ara
    azı dişleri görünecek şekilde O'nun güldüğünü gördük. Hz.
    Ömer: "Ya Rasûlallah, anam-babam sana feda olsun, neye
    güldün?" diye sordu. Peygamber'imiz şu cevabı verdi:
    "Ümmetimden iki kişi Allah'ın huzurunda diz
    çöktü, biri "Yâ Rabb'i, bu kardeşimden hakkımı al"
    dedi. Allah da ötesine "Kardeşinin hakkını kendisine
    ver" diye buyurdu. Verecekli adam "hiç bir iyi
    amelim kalmadı" dedi.
    Bunun üzerine Allah alacaklıya: "Ne yapacaksın,
    arkadaşının sana verecek hiç bir iyi ameli kalmadı" diye
    buyurdu. Alacaklı: "O halde hakkım kadar günahımı üzerine
    alsın" dedi. Böyle derken Peygamber'imiz yaşlı gözlerle: "O
    gün öyle yaman bir gündür ki, her günahını sırtına yük-
    leyeceği birini arar" diye buyurdu ve sözlerine şöyle devam
    etti:

    "Bu arada Allah alacaklı tarafa: "Kaldır başını da
    cennet bahçelerine bak" diye buyurdu. Adam başını
    kaldırarak: "Yâ Rabb'i, altından bir takım yüksek evler ile
    incilerle bezenmiş şehirler görüyorum. Bunlar acaba hangi
    peygambere veya hangi sıddıka yahut hangi şehide ayrıldı?"
    dedi.
    Yüce Allah: "Bu gördüğün ev ve köşkler bana bedelini
    ödeyenlere verilecek" diye buyurdu. Alacaklı adam "Yâ
    Rabb'i, onların bedelini sana kim ödeyebilir?" dedi. Allah
    "sen verebilirsin" diye buyurdu. Adam; "Nedir o bedel?" diye
    sor-du.
    Allah: "Arkadaşına hakkına bağışlaman" diye buyurdu.
    Bunun üzerine alacaklı Adam: "Yâ Rabb'i ona hakkımı
    bağışladım" dedi. Allah da alacaklıya: "O halde onun elinden
    tut ve onu cennete götür" diye buyurdu.
    Sonra Peygamber'imiz (s.a.s) bize dönerek: "Allah'tan
    korkun ve aranızda doğan anlaşmazlıkları barışçı yollardan
    halledin. Görüyorsunuz ki, Allah mü'minlerin arasını
    bulmak-tadır" diye buyurdu.
    Yukardaki hadis, helâlliği alınmamış hak sahipleri ile
    Allah'ın arabuluculuğu sayesinde hesaplaşmanın ancak in-
    sanlar arasında uzlaştırıcı olmak ve benzeri gibi ilâhî huylan
    benimsemekle mümkün olabileceğine dâir bir uyan mahiye-
    tindedir.
    Şimdi kendi kendine düşün. Eğer Kıyamet Günü, amel
    haksızlıklardan yana bos/ çıkarsa veya Allah'ın lüt-.

    funa mazhar olup affa uğrar da ebedi saadete erişmen ke
    sinleşirse muhakeme yerinden benzersiz bir sevinç ile ay.
    rılırsm. Artık "rıza" elbisesini giymiş, sonrası bedbahtlık olma-
    yan bir saadete ve her an sona erme tehlikesi ile karsı
    karşıya olmayan bir rahata ulaşmış olacaksın!
    İşte o zaman sevincinden kalbin yuvasından uçacak
    gibi atar, yüzün ayın on dördü gibi ak ve parlak bir gö-
    rünüme bürünüverir!
    O sırada her türlü yükü sırtından indirmiş olmanın
    rahatlığı içinde diğer canlılar arasında başı dik olarak yürü-
    yerek çalım satmana, alnında panldayacak olan mutluluk
    rüzgârı ile "hoşnutluk" serinliğinin tazeliğini tasavvur et.
    Dünyanın başından sonuna kadar gelmiş ve gelecek olan
    bütün canlılar sana ve haline bakar, güzellik ve saadetine im-
    renirler.
    Melekler etrafında dolaşarak şehidler huzurunda: "Bu
    falan oğlu filândır. Allah ondan razı oldu ve onu hoşnut etti.
    O artık sonrası bedbahtlık olmayan bir saadete kavuştu"
    derler. Bu mertebeyi dünyada iki yüzlülük, yaltakçılık, yap-
    macıklık ve süslenip püslenerek insanların kalbinde kazan-
    dığın itibardan daha üstün görmüyor musun? Eğer bu met-
    rebenin daha yararlı olduğunun farkında isen, daha doğrusu
    ikisini birbiri ile mukayese etmenin bile yersiz olduğunu
    kabul ediyorsan Allah ile aranda olan münâsebetlerini ka-
    tıksız samimiyet ve iyi niyete dayandırarak o mertebeye ubŞ
    maya çalış. İyi bilesin ki, bu mertebeye ulaşmanın başk3
    çaresi asla yoktur.
    68

    Maazallah! Bir de öbür türlü olur da, amel defterinde
    ana önemsiz gelen, fakat Allah katında ağır kabul edilen bir
    aünahmın varlığı ortaya çıkarsa ve bu günah yüzünden Al-
    lah'ın gazabına uğrar da O sana: "Ey kötü kul, lanet sana,
    senin ibadetini kabul etmiyorum" derse bu azan duyar duy-
    maz hemen yüzün kararır, Allah'ın gazabına uğradığın için
    melekler de sana gazab edederek "Bizim ve bütün canlıların
    laneti üzerine olsun" derler. O zaman zebaniler (azab
    melekleri) Allah'ın -gazabına uğradığından dolayı sana karşı
    duyacakları öfke ile üzerine yürürler, bütün kabalık, korkunç-
    luk ve ürkütücü görüntüleri ile üstüne çullanırlar, alnından
    yakalayarak herkesin gözü önünde seni yüzüstü sürüklemeye
    başlarlar, bütün kalabalık yüzünün kararmasına ve perişan-
    lığına seyirci olur. Bu arada sen feryadı basarak:
    -"Ah, ölsem, yok olsam da kurtulsam" dersin. Zebaniler
    senin bu feryadına: "Bugün bir defa ölüp yok olmayı değil,
    bir çok ölümü imdada çağır" diye cevap verirler.
    Bu arada melekler senin için: "Bu adam falan oğlu
    filândır. Allah bunun rezilliklerini ve çirkin işlerini ortaya dö-
    kerek kirli işleri yüzünden ona lanet etti. Artık o, sonrası
    saadet olmayan bir bedbahtlığa ebediyyen mahkum olmuş-
    tur" diye herkesin duyacağı bir şekilde seslenirler.
    Bu acı âkibet, dünyada insanlardan gizli olarak yahut
    başkalarının gözüne girmek için veya onlar, kullar nazannda
    kibarını yitirmekten çekindiğinden dolayı işlediğin bir günah
    yüzünden başına gelmiş olabilir. Dünyanın geçici ve Ahiret-
    göre çok daha az olan kalabalığı karşısında utanç
    69

    verici bir duruma düşmekten çekinip Ahiretin korkunç kala,
    balığı huzurunda rezil olmaktan korkmaman ne büy\ji
    cehalet! Üstelik işin sonunda Allah'ın gazabına maruz kal.
    mak, acı bir azaba çarpılarak zebanilerin elinde cehennemi
    boylamak da var! İşte Ahirette karşılaşacağın durumlar bun-
    lar, fakat sen tehlikenin farkında bile değilsin!

  6. #6
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    AMELLER, MİZAN VE CEHENNEM AZABI

    Kardeşim, amellerin tartılması ve amelleri kaydeden
    defter sayfalarının sağa-sola uçuşması bahislerini hiç bir an
    j-i hatırından çıkarma.
    Çünkü; insanların sorguya çekilme işleri bittikten sonra
    üç kısma ayrılırlar:
    1- Hiç bir ameli olmayanlar. Cehennemden simsiyah
    bir boyun çıkarak böylelerini kuşun taneleri devşirdiği gibi
    kapar, boyunlarına dolanarak onları ateşin içine atar, ateş de
    onlan hemen yu-tuverir. Kendilerine, sonu saadet olmayan
    bedbahtlığa uğradıkları yüksek ses ile duyurur.
    2- Hiçbir kötülüğü olmayanlar. Meleklerden biri yüksek
    sesle: "Her durumda Allah'a hamdedenler ayağa kalksın"
    diye ilân verir. Bu zümre böylece cennete yolcu edilir. Sonra
    aynı işlem gecelerini ibadet ile geçirenler için, arkasından
    alış-veriş ve ticaretin Allah'ı zikretmekten (namazdan)
    alıkoymadığı kimseler için tekrarlanır ve zümrelerin hepsine
    sonunda bedbahtlık olmayan bir saadete kavuştukları
    yüksek ses ile duyurulur.

    3- Hem iyiliği ve hem de kötülüğü olanlar. Çoğunluk
    bu kısma girer. Onlar bilmeseler bile iyiliklerinin mi, yoksa
    kötülüklerinin mi baskın olduğunu, hiç şüphesiz, Yüce Allah
    onları bilir. Fakat affettiği takdirde fazileti ve cezalandırdı^
    takdirde adaletinin titizliği açıkça ortaya çıksın diye Yüce
    Allah, amelleri hakkındaki kesin bilgisini mutlaka onlara da
    göstermek ister.
    İşte bunun için iyilik ve kötülüklerin kayıtlı olduğu amel
    defterlerinin durulmuş yapraklan rüzgârda uçuşur gibi hızla
    uçuşur ve terazi kurulur. "Sağ yüzünde mi, yoksa sol
    yüzünde mi kayıt var" diye gözler amel defterine dikilir. a^m
    anda "Acaba sağ kefesi mi, yoksa sol kefesi mi baskın
    çıkıyor" diye bakışlar terazinin diline dikilir.
    Bu sahne, insanların beynini kaynatacak derecede kor-
    kunçtur!
    Hasan el-Basrî'nin (r.a.) bildirdiğine göre bir gün
    Peygamber'imiz (s.a.s.) başını Hz. Ayşe'nin dizine koyarak
    uyuklar. Bu arada Ahireti hatırlayan Hz. Ayşe'nin gözleri
    yaşarır, yanağından süzülen damlalardan biri Peygamber'i-
    mizin yanağına düşünce uyanır ve: "Neye ağlıyorsun yâ
    Ayşe?" diye sorar.
    Hz. Ayşe de: "Ahiret aklıma geldi de ondan ağladım.
    Acaba siz erkekler kıyamet gününde eşlerinizi hatırınıza
    getirir misiniz?" diye sorar. Peygamber'imiz (s.a.s.) ona şöyle
    cevap verir:
    "Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,
    Ahiretin şu üç safhasında herkes sırf kendini düşünür:
    1- Teraziler kurulup ameller tartılırken, herkes amelinin
    qır mı yoksa hafif mi geldiğini görünceye kadar sadece
    kendisini düşünür.
    2- Amel defterleri dağıtılırken herkes defterinin sağdan
    mı yoksa soldan mı verildiğini görmeden başkasını
    düşünmez.
    3- Sırattan geçileceği zaman da herkes yalnız kendisini
    düşünür."
    Encs İbni Mâlik (r.a.) der ki: "Kıyamet günü,
    ademoğlu Allah'ın huzuruna getirilerek terazinin iki kefesi
    arasında ayak üstü durdurulur, başına da bir melek dikilir.
    Tartıda sevapları ağır bastığı takdirde başındaki melek her-
    kesin duyabileceği yüksek bir sesle: "Falan kimse sonunda
    bedbahtlık olmayan ebedi bir saadete kavuştu" diye seslenir.
    Buna karşılık tartıda sevapları hafif geldiği takdirde
    aynı melek bu defa: "Falan kimse, sonu saadet olmayan
    ebedi bir bedbahtlığa uğramıştır" diye seslenir. Sevap kefesi
    hafif kalınca elleri demir topuzlu ve ateşten elbiseli zebaniler
    ileri çıkarak cehennem yolcusunu cehenneme götürmek
    üzere teslim alırlar.
    Peygamber'imiz (s.a.s.) bir gün Kıyamet günü hakkında
    konuşurken buyurdu ki: "Kıyamet günü gelince Yüce Allah
    Hz. Adem'e: "Yâ Adem, yerinden doğrul da cehennem kafi-
    lesini cehenneme gönder" buyurur.

    Hz. Adem: "Cehennem kafilesi ne kadardır?" diye
    sorar. Yüce Allah ona: "Her bin kişide dokuz yüz doksan do-
    kuz kişi" diye cevap verir.
    Peygamberimizin son cümlesi sahâbileri öyle derin bir
    üzüntüye sürükledi ki, ağızlarını bıçak açmaz oldu. Pey.
    gamber'imiz onların üzerine çöken bu ağır kederi farkedincc
    buyurdu ki:
    -"Siz iyi amel işlemeye devam ediniz ve
    sevininiz. Muhammed'in (s.a.v.) nefsini kudret elinde
    tutan Allah'a yemin ederim ki, sizinle birlikte iki
    halk. kesimi var ki, bunlar hangi ümmetin devrinde
    yaşasalar o ümmetin sayısını bütün insan ve şeytan
    ölüleri kadar yükseltirler."
    Sahâbiler: "Bu iki halk kesimi kimlerdir?" diye
    sorunca Peygamber'imiz: "Ye'cüc ve Me'cüc'dür," dedi.
    Bunun üzerine ashap biraz ferahlamışlar. Peygamber (s.a.s.)
    sözlerine şöyle devam eder: "İyi amel işlemeye devam
    ediniz, sevininiz. Muhammed'in nefsini kudret elinde 'tutan
    Allah'a yemin ederim ki, Kıyamet günü siz, insanlar içinde
    devenin karnındaki benek yahut atın bacağındaki yara izi
    kadar kalacaksınız."
    Ey nefsi farkında olmayarak zevale ve son bulmaya
    mahkûm olan şu dünyanın oyalayıcı yanlarına aldanan kişi!
    Göçüp gideceğin yer hakkında kafa yormaktan vazgeçerek
    aklını varacağın yere yönelt. Çünkü cehennemin herkesin

    varacağı bir yer olduğu sana bildirilmiştir. Nitekim Yüce Al-
    lah (c.c.) Şöyle buyuruyor:
    "Her biriniz oraya (cehenneme) mutlaka varır-
    sınız- Bu Rabb'inin kesin karara bağlanmış bir hük-
    müdür. Sonra takva sahiplerini kurtarırız da zâlim-
    leri Orada dİZÜStÜ bekletiriz" Meryem Sûresi, 71-72.
    Buna göre senin cehenneme varacağın kesin olmasına
    rağmen geri çıkacağın şüphelidir. O halde oraya girmenin
    korkunçluğunu kalbinde duy ki, belki oradan kurtulup çık-
    mak için şimdiden tedbir alırsın.
    Mahlukatın halini düşün; insanlar Ahiret sıkıntıları al-
    tında inlerken o gün korku ve endişeler içinde ayak üstü di-
    kilmiş başlarına neler geleceğini öğrenmeyi ve kurtarıcılarını
    şefaat etmesini bekler, bu arada günahkârları kavurucu bu-
    lutlar kaplar, yalazlı ateş onları gölgesi altına alır, bu ateşin
    horlamaları herkes tarafından duyulur, öfke ve kin saçan çı-
    tırtıları apaçık belirirken o anda günahkârlar başlarına çöken
    felâketi kesinlikle onlar, bütün ümmetler dizüstü yere çök-
    türülür. Öyle ki, iyiler bile durumlarının bir anda kötüye
    dönüşmesinden korkuya düşer, bu arada zebanilerden biri:
    "Dünyada iken uzak vadeli emeller peşinden koşarak
    ömrünü kötü işler uğruna harcayan falan oğlu filân nerede?"
    diye seslenir; azap melekleri (zebaniler) demir topuzlar ile
    adamın üzerine yürürler, ağır tehditler ile karşısına dikilerek
    onu çetin azaba sürüklerler, başını cehennemin derinliklerine
    , doğru çe-virirler ona Kur'an-ı Kerim'in dili ile:


    "Tat bu azabı, hani sen (ileri sürdüğüne göre)
    çok güçlü ve her işi yerli yerinde olan biri idin" diye
    Seslenirler" Duhân Sûresi, 49
    Sonra adam dar, çıkış yolu görünmeyen tehlikeleri be-
    lirsiz bir yere kapatılır, burası esirlerin devamlı barınağıdır,
    orada ateş yakılır, cehennemliklerin oradaki içecekleri kay-
    namış sudur, barınakları da câhim (cehennemin katlarından
    biri)dir. Cehennemlikleri bir yandan zebaniler topuzlarken, '
    öte yandan Haviye (harlı ateş) onlan bir noktada toplar.
    Bütün ümitleri helaktir. Oradan hiç bir yere kımıl-
    dayamazlar, ayaklan alınlarına bağlanmıştır. Günahlar yüz-
    lerini karartmıştır, cehennemin yanlarından seslenirler,
    oranın ötesinden-berisinden:
    "Ya Malik, korkunç akibet üzerimizde gerçekleşti. Ya
    Malik, demir topuzlara artık katlanamaz olduk. Ya Malik,
    derilerimiz pişti. Ya Malik, bizi buradan çıkar, bir daha yap-
    mıyacağız, diye feryad ederler.
    Zebaniler bu feryadlara şöyle cevap verirler: "Heyhat,
    geçmiş olsun. Bu zillet yuvasından size çıkış yok, susun;
    orada konuşmayın ve gevezelik edip durmayın. Eğer bura-
    dan çıkarılsanız, yine size yasaklanan şeylere dönerdiniz."
    Zebanilerin bu cevaplan üzerine cehennemlikler kurtul-
    maktan ümitlerini iyice keserler, dünyada Allah'a karşı iş-
    ledikleri aşırı günahlara hayıflanırlar. Fakat onları ne pişman-
    lık kurtarır ve ne de bu hayıflanma onların acılarına çare
    olur. Tersine zincirlere vurulmuş olarak yüzüstü yere kapa-
    nirlar altlarından, üstlerinden, sağlarından ve sollarından a-
    tes üe kuşatılmışlar, ateş deryası içinde boğulmuşlardır.
    Yedikleri ateş, içtikleri ateş, giydikleri ateş ve yatacak
    yerleri ateştir. Onlar ateş kümeleri, katrandan elbiseler,
    demir topuzu darbeleri ve zincirlerin yükü altında ezilirler.
    Cehennemin sıkıntılarında kıvranır, bataklarında parçalanır,
    biribirini kovalayan acılar altında kıvranırlar, ateş onları
    ocaktaki kazan gibi kaynatır.
    "Ah, eyvah" gibi acı sözler ile feryad ederler, fakat ne
    zaman ahûzar etseler başlarından aşağı iç organları ile deri-
    lerini eritip akıtan kaynar sular dökülür. Onlar için orada
    yüz-lerinde yarıklar açan demir topuzlar vardır, ağızlarından
    irin kaynar, susuzluktan ciğerleri doğranır, göz bebekleri
    eriyip yuvalarından yanaklarına akar, şakaklarının etleri dü-
    şer, etraftan saçlan hatta derileri dökülür.
    Derileri her yandıkça eskisinin yerine yeni deri tabakası
    ile kaplanırlar, etleri döküldüğü için kemikleri çıplak kalır;
    ruhları sadece damarlara tutunmuş ve sinirlere asılmıştır. Bu
    ateşlerin yalazası içinde, fıkır fıkır kaynarlar, ölmek isterler fa-
    kat ölçmezler.
    Onları bu durumda görsen acaba ne hale düşersin.
    Baş-larından aşağı dökülen kaynar sular yüzlerini kapkara
    etrniş, gözleri kör olmuş, dilleri tutulmuş, belleri kırılmış,
    kemikleri dağılmış, kulakları kesilmiş, derileri param parça
    olmuş; elleri, boyunlarına bukalı, ayaklan alınlarına yapışık,
    yüzüstü ateş üzerinde sürünürler, göz bebekleriyle demirden

    oklar üzerine basarlar ateşin yalazı için organlarını sarmış
    cehennemin yılanları ve akrepleri dış azalarına yapışmıştır.
    Bu tasvir ettiğimiz manzara cehennemliklerin acıklı
    durumunun bazı görüntülerini aksettiriyor, şimdi onların kor-
    kunç hallerinin tafsilatına bak, bu arada cehennemin vadi-
    lerini ve kollarını da düşün.
    Peygambcr'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Cehennemin yetmiş bin vadisi ve her vadinin yetmiş
    bin kolu vardır. Her vadi kolunda yetmiş bin yılan ve yetmiş
    bin akrep bulunur. Kâfir ve münafıklar bu kolların herbi-
    rinden ayrı ayrı geçmedikçe yerlerine ulaşamazlar.
    Hz. Ali'nin (k.v.) rivayet ettiğine göre Peygamber'imiz
    (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Hüzün kuyusu veya vadisinden Allah'a sığınınız"
    Dinleyenlerden biri O'na: Yâ Rasûlallah, hüzün vadisi veya
    kuyusu nedir?" diye sordu. Peygamber'imiz ona şöyle cevap
    verdi: "O, cehennemde öyle bir vadidir ki, cehennemin
    kendisi günde yetmiş kere ondan Allah'a sığınır, Allah onu
    riyakâr Kur'an okuyucuları için hazırlamıştır."
    İşte yedi kat cehennem ile onun vadileri ve her vadinin
    kollan bunlardır. Bu vadi ve kolların sayısı yeryüzündeki
    vadiler ile vadi kollan sayısı ile günaha sürükleyen azgın
    nefsî arzuların sayısına denktir. Cehennem kapıları ise günah
    işlerken kullanılan yedi azanın sayısıncadır (yedi azaya
    karşılık yedi kapı).

    Cehennem kapı ve katlan üstüstedir. En üstekinin adı:
    »Cehennem ", sonrasının: "Sakar", sonrasının: "Lczza" daha
    alttakinin: "Hutamc", daha alttakinin: "Sair", daha
    alttakinin: "Câhim", ve en alttakinin adı ise: "Haviye"dir.
    Şimdi cehennemin derinliğini bir düşün, dünya ile ilgili
    azgın arzuların nasıl dibi bulunmaz ise ve yine dünyada her
    ulaşılan amaç daha uzak bir hedefe kavuşma arzusunu
    körüklüyorsa, cehennem çukurlarının derinliği de ölçüsüz-
    dür, her aşılan dipsiz derinlik daha dibi bulunmaz derinlik-
    lere ulaştırır.
    Nitekim Sahâbilerden Hz. Ebû Hureyre (r.a.) der ki:
    "Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte iken kulağımıza derin bir
    yankı sesi geldi. Peygamber'imiz bize: "Bu sesin ne olduğunu
    biliyor musunuz?" diye sordu. Biz de: "Allah ve Rasûlü
    bilir" diye cevap verdik.
    Bunun üzerine Peygamber'imiz buyurdu ki: "Duyduğu-
    nuz bu yankılı ses, cehennemin dibine şu anda varan bir
    taşın sesidir, bu taş cehenneme yetmiş sene önce atılmıştı."
    Ayrıca cehennemdeki kat farklılıklarına da dikkat et.
    Hiç şüphesiz ki Ahiret, en ince ve detavlı derece
    farklılıklarına sa-hiptir. İnsanların dünyaya dalışı nasıl farklılık
    gösteriyorsa, yani kimi boğulurcasma içine batarken kimi de
    nasıl belirli bir derinliğe kadar dalarsa cehennemin
    Sünahkârlan kapması da öyle farklıdır.
    Çünkü Allah zerre ağırlığı kadar bile hiç kimseye hak-
    s»zlık etmez.

    Cehennemliklere uygulanacak azâb şekilleri rastgele
    tekrarlanıp durmaz, tersine her bir azabın günahların dere-
    cesine göre değişen belirli bir ölçüsü vardır. Ancak cehen-
    nemin azabı genel olarak öyle şiddetlidir ki, en hafif azab
    çeken cehennemliğe dünya ile birlikte onun bütün varlığ
    bağışlansa, bunları çektiği azabtan kurtulmak için fidye ola-
    rak verirdi.
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Kıyamet günü cehennemlikler içinde en hafif azap çe-
    kecek olanlar, ateşten iki nalınla gezinecek olanlardır ki, ta-
    banlarından giren ateşin harareti beyinlerini kaynatacaktır."
    Şimdi sen, hafif azaba çarpılanın çekeceğine bak da
    ağır azaba çarpılacakların başına neler geleceğini hesap et.
    Ce-hennem azabının ağırlığı konusunda ne zaman şüpheye
    dü-şersen parmağını ateşe yaklaştır ve çekeceğin acıyı
    cehennem ile kiyaset. Hem unutma ki sen, bu kıyaslamada
    yanılıyorsun. Çünkü dünya ateşi ile cehennem ateşi birbi-
    rinden çok ayndır. Fakat dünyanın en ağır acısı bu ateşte
    yanma acısı olduğu için cehennem azabı onunla tarif edilir.
    Yoksa cehennemin en üst tabakasında azap çekenler
    bile dünyadaki ateş gibi ateş bulsalar, çektikleri ağır acıdan
    kurtulmak için bu ateşe gönüllü olarak katlanırlardı.
    Bundan dolayıdır ki bazı haberler de dünya ateşi can-
    lıların katlanabileceği bir dereceye düşürülünceye kadar, yet-
    miş kere rahmet suyundan geçirildi" denilmiştir.

    Peygamber'imiz (s.a.s.) cehennemi tanıtırken: "Allah
    cehennem ateşinin bin sene boyunca devamlı yakıl-
    masını emretti, sonunda kıpkırmızı kesildi. Arkasın-
    dan bin yıl daha yakılmasını emretti, sonunda bem-
    beyaz kesildi; arkasından bin yıl daha yakılmasını
    emretti, sonunda simsiyah oldu. Şu anda cehennem
    ateşi gayet koyu kara renklidir."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Cehennem ateşi Rabbine şikayet etti: "Ya Rabbi içim-
    deki soğuk ve sıcak bölümleri biribirini yiyor" Bunun üzerine
    Yüce Allah (c.c.) cehenneme biri yazın, öbürü kışın olmak ü-
    zere senede iki defa nefes almaya izin verdi. Yazın duy-
    duğunuz en şiddetli sıcaklık cehennemin hararetinden ileri
    geldiği gibi kışın geçirdiğiniz en şiddetli soğuk da cehen-
    nemin zemherisindendir.
    Enes İbni Mâlik (r.a.) der ki: "Dünyanın en yüksek
    refahı içinde yaşayan kâfir, Allah'ın huzuruna getirilince "onu
    bir kere cehennem ateşine daldırın" diye buyurulur. Çıkarı-
    lınca ona:
    "Hiç refah gördün mü?" diye sorulur, kâfir: "hayır" diye
    cevap verir.
    Buna karşılık dünyada en çok maddî sıkıntı çeken
    mü'min Allah'ın huzuruna getirilince onun hakkında:
    'Kendisini bir sefer cennete koyup geri getirin" diye bu-
    r. Çıkarılınca mü'min de:

    "Dünyada hiç geçim darlığı çektin mi?" sorusuna-
    "Hayır" diye cevâb verir."
    Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: "Şu bizim mescitte yüz
    bin veya daha fazla kişi toplansa da bunların üzerine bir
    cehennemliğin nefesi salınsa hepsi yanarak ölürdü."
    Alimlerden biri Kur'an'ın "Yüzlerini cehennem
    yalazı yalar, onlar orada kavrulur" Mü'minûn sûresi, 104
    mealindeki âyeti hakkında der ki; "Cehennem yalazı cehen-
    nemlikleri bir kere yalayınca kemiklerini çırılçıplak bırakarak
    bütün etlerini eritip ayak topuklarının yanına akıtıverir."
    Şimdi de cehennemliklerin vücûdlanndan akacak olan
    ve içinde boğulacakları "gassak" adını taşıyan irinin koku-
    suna dikkat et. Nitekim Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'nin rivayet
    ettiğine göre, Peygamber'imiz buyuruyor ki:
    "Gassak" adlı cehennem irininden bir kova dünyaya
    dökülse yeryüzünün bütün canlılarını kokuştururdu."
    İşte cehennemliklerin içeceği budur. Onlar susuzluktan
    yanarak: "Su, su" diye yalvarmca içlerinden birine bu kanlı
    irin sunulur. Adam irini ağzına alır, fakat bir türlü yutamaz.
    Her yönden üzerine ölüm acıları üşüşür, ama ölmesi asla
    mümkün değildir! Nitekim şöyle rivayet edilmiştir:
    "Cehennemlikler: "Su, su" diye yalvardıklan zaman
    kendilerine kızgın katran gibi bir sıvı "unulur. O ne kötü bit
    içecek ve orası ne fena bir barınaktır."

    Bir de cehennemliklerin yiyeceğine bak, onun adı:
    "Zakkum" dur. Nitekim Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
    "Sonra ey hakkı inkâr eden sapıklar, hiç şüp-
    hesiz, siz "zakkum" ağacından yiyeceksiniz. Mideleri-
    nizi onunla dolduracaksınız. Onun üzerine de, susa-
    mış develerin içişi gibi, kaynar su içeceksiniz" vakıa
    Sûresi, 51-55.
    Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
    "Zakkum" kökü "cahim"in dibinde olan ve to-
    murcukları şeytan başlarına benzeyen bir ağaçtır.
    Hiç şüphesiz onlar (cehennemlikler) bundan yiyecek-
    ler ve onunla midelerini dolduracaklardır." Sonra on-
    lara, bunun üzerine kaynar bir içecek vardır. Sonra
    da, hiç şüphesiz varacakları yer "cahim" olacaktır."
    Sâffât Sûresi, 64-68.
    Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
    "O gün onlar 'kızgın ateşin alevlerine girerler. Ken-
    dilerine kaynar bir pınardan su verilir." Gâşiye Sûresi, 45.
    Yine Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
    "Hiç şüphesiz, bizim katımızda bukağılar, kız-
    ateş, boğazdan bir türlü geçmeyen yiyecek ve acı
    Vardir." Müzzemmil Sûresi, 12-13.

  7. #7
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    İbni Abbas'ın (r.a.) rivayet ettiğine göre, Peygarn
    ber'imiz buyuruyor ki:
    "Zakkum'"un bir damlası dünya denizlerine dökülse
    bütün canlıların sağlığını bozardı, yiyeceği bu maddeden
    ibaret olanların halini düşünün."
    Enes İbni Mâlik'in (r.a.) rivayet ettiğine göre; Pey,
    gamber'imiz buyuruyor ki:
    "Allah'ın sizi talip olmaya teşvik ettiği şeylerin peşinde
    koşunuz, sizi korkuttuğu azapdan, işkenceden ve cehennem-
    den korkup kaçınınız; zira içinde yaşadığınız dünyaya
    cennetten bir damla düşürüise tatlı kokular sarardı Buna
    karşılık dünyaya cehhennemden bir damla akıtılsa dünyanızı
    baştanbaşa berbat ederdi."
    Ebû'd-Derdâ'nm (r.a.) rivayet ettiğine göre Pey-
    gamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Cehennemlikler öyle bir açlığa mahkûm edilirler ki, bu
    açlığın azabı, çektikleri diğer bütün azaba denk gelir. "Ye-
    mek, yemek" diye yalvardıkları zaman kendilerine ne karın
    doyuran ve ne de açlıklarını gideren kaynatila kaynatila piş-
    memiş bir yemek verilir.
    Yine: 'Yemek, yemek" diye yalvarırlar, bu defa da
    kendilerine gırtlaklarından geçmeyen bir yiyecek verilir, dün-
    yada gırtlaklarına tıkanan lokmaları içecek sayesinde boğaz-
    larından geçirdiklerini hatırlayarak: "Su, su" diye yalvarırlar.
    Kendilerine su yerine demir kıskaçlar ile kaynar katran

    nlllur, yüzlerine yaklaşınca çehrelerini kavurur,, boğazla-
    dan geçer geçmez bütün sindirim sistemlerini parçalar."
    "Bize cehennem bekçilerini çağırın" diye yalvarırlar,
    bekçiler gelince onlara: "Rabb'inize dua edin de bir gün-
    lüğüne üzerimizdeki azabı hafifletsin" derler. Cehennem bek-
    çileri onlara: "Size açık açık delillerim ortaya seren peygam-
    berleriniz gelmedi mi?" diye sorarlar.
    Cehennemlikler bu soruya: "Evet, geldiler" diye cevap
    verirler. Bunun üzerine bekçiler onlara: "O zaman kendiniz
    Allah'a dua edin. Ama kâfirlerin duası, hiç şüphesiz boşu-
    nadır" diye cevap verirler.
    Bekçilerden de bir fayda göremeyen cehennemlikler:
    "Bize Mâlik'i çağırın" derler. Mâlik gelince hep birlikte ona
    yalvararak: "Yâ Mâlik, Rabb'in şu azabımıza son versin" der-
    ler, Mâlik de onlara: "Siz burada kalacaksınız" diye cevap
    verir. (A'meş'in söylediğine göre cehennemlikler Mâlik'i ça-
    ğırdıktan ancak bin yıl sonra ondan cevap alabilirler.)
    Başka çare kalmayınca cehennemlikler biribirine: "Rab-
    b'inize dua edin, Allah'dan başka hiç kimseden hayır yok"
    derler. Bunun üzerine hep birlikte: "Ey Rabb'ımız, bizi bu-
    radan çıkar, eğer yine küfre dönersek biz kendi kendimize
    zulmetmiş oluruz" diye Allah'a yalvarırlar, Allah (c. c.) onlara:
    "Kalın olduğunuz yerde ve gevezelik etmeyin" diye cevap
    buyurur.


    Bu son cevabı aldıktan sonra her türlü kurtuluş ümidini
    yitirerek: "Vay başımıza gelenlere, keşke şöyle keşke böyle.,
    yapsaydık." diye acı acı feryad etmeye koyulurlar."
    Ebû Ümame'mh riva'yet ettiğine göre; "Onun için
    ölümün sonrası cehennemdir. Orada kendisine içecek olarak
    irinli su verilir, onu ağzına alır, fakat bir türlü bo-ğazmdan
    geçmez. Her yönden üzerine ölüm üşüşür, ama artık ölecek
    değildir. Önünde çetin bir azab vardır ibrahim Sûresi, ıs-ıv,
    mealindeki âyet hakkında Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyle
    buyuruyor:
    "Cehennemliğe irinli kaynar su yaklaştırılınca ondan
    tiksinir. İyice önüne getirildiği zaman yüzü kavrulur ve
    başının derisi eriyip düşer, ondan içince de bağırsakları
    parçalanıp akar dübüründen çıkar."
    Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
    "Takva sahiplerine vadedilen (cennetin hâli şu): Orada
    tabii özellikleri bozulmamış su ırmakları, tadı bozulmamış süt
    ırmakları, lezzeti içenlerin damağında kalan içki ırmakları,
    süzülmüş bal ırmakları vardır. Onlara orada her çeşit yemiş
    ve Allah'ın bağışlayıcıhğı vardır. Bunların durumu ile ebedi
    cehennem azabına mahkûm edilen ve yerine kendilerine
    verilen irinli sıvı ile parçalananların durumu bir olur mu?"
    Yüce Allah (c. c.) buyuruyor ki:
    "Deki, hak Rabb'inizden gelendir, dileyen inanır, is-
    teyen inkâr eder. Biz zâlimlere, duvarları arasında sıkışıp
    kalacakları bir cehennem hazırladık. "Su" diye yalvardıklan

    zaman onlara kaynar katranı andıran, çehreleri kavurucu bir
    sıvı verilir. O ne kötü bir içecektir ve orası ne fena bir
    barınaktır!"
    İşte acıktıkları ve susadıkları zaman cehennemliklerin
    yiyecekleri ve içecekleri bunlardır. Şimdi de cehennemdeki
    yılanlara ve akreplere, akıttıkları zehirin şiddetine, iriliklerine,
    görünüşlerinin korkunçluğuna gelelim. Bunlar cehennem-
    liklerin üzerine kışkırtılarak salınır, biran bile aman verme-
    den, durmadan cehennemlikleri ısırır ve sokarlar.
    Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz
    (s. a. s.) buyuruyor ki: "Allah'ın kendilerine bağışladığı malın
    zekâtını vermeyenlerin serveti Kıyamet günü, kudurgan bir
    yılan kılığına girerek boynuna sarılır ve avurtlarından tutarak
    ona: "Ben senin malınım, ben senin biriktirdiğin servetim"
    der."
    Bu sözlerden sonra Peygamberimiz şu âyeti okur:
    "Allah'ın kendilerine bağışladığı varlığı cimrilikle ellerin-
    de tutanlar, bu pintiliklerinin kendilerine fayda sağlayacağını
    sakın sanmasınlar, bu tutum kendi hesaplarına kötüdür.
    Kıyamet günü, o cimrilikle ellerinde tuttukları mal (yılan
    olup) boyunlanna dolanır. Hiç şüphesiz, yeryüzünün mirası,
    yalnız Allah'ındır. Allah işlediklerinizden (inceden inceye)
    haberdardır." ÂM imrân Sûresi, ıso.
    Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Cehennemde deve boynu kalınlığında öyle yılanlar
    vardır ki, bir ısırıklarının acısı kırk yıl sürer. Yine cehennem-
    de semerli katır iriliğinde öyle akrepler vardır ki, bir kere
    soktular mı, acısı kırk yıl sürer." (
    Bu yılanlar ve akrepler, dünyadaki pintilerin, ahlâk-
    sızların ve başkalarına zarar verenlerin üzerine salınır. Saydı-
    ğımız kötülüklerden uzak duranlar, oranın yılan ve akreple-
    rinden de kendilerini korumuş olur, onlar ile karşılaşmazlar
    bile.
    Bütün bunlar yanında bir de cehennemliklerin vücûd-
    larının irileştirilip boylarının uzatılacağını hesaba kat. Allah,
    cehennemlikleri, bu yoldan azabın acısını artırmak için, vü-
    cûdlarım irileştirip boylarını uzatır. Böylece ateş yalazının
    dağlayışını, yılan ve akrepleri sokusunu irileşecek olan vü-
    cûdlarmın her tarafından aynı anda ve devamlı olarak duy-
    maları mümkün olur.
    Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre, Peygam-
    berimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Cehennemde kâfirin azı dişi Uhud dağı kadar, de-
    risinin kalınlığı ise üç günlük yol kadardır."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Cehennemde kâfirin alt dudağı, göğsünü örtecek şe-
    kilde sarkık ve üst dudağı da yüzünü kaplayacak şekilde
    kalkık olur."
    Yine Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Kıyamet günü kâfirin dili o kadar uzar ki, yerlerde sü-
    rüklenerek halkın ayaklan altında kalır."
    Cehennemlik vücûdlar, bütün iriliklerine rağmen dur-
    madan ateşte yanıp erirler, fakat her eriyişten sonra derileri
    ve etleri yenilenir.
    Yüce Allah'ın:
    "Ayetlerimizi inkâr edenleri öyle bir ateşe atacağız ki,
    daha çok acı çeksinler diye, derilerini her eriyip dökül-
    düklerinde yenisi ile değiştireceğiz. Şüphesiz ki, Allah her
    şeye kadir ve bütün yaptıkları yerli yerindedir" Nisa Sûresi, 56
    âyeti hakkında Hasan el-Basrî (r.a.) der ki: Cehennemlikleri
    ateş, günde yetmiş bin kerre yiyip eritir, fakat her seferinde
    onlara: "Eski durumlarınıza dönün" diye emir verilince he-
    men daha önceki gibi olurlar."
    Şimdi de cehennemliklerin ağlamalarını, feryad etmele-
    rini: "Ah, vah, keşke ölüp yok olsak da kurtulsak" diye sız-
    lanmalarını düşün. Bu durum onlarda cehenneme girer gir-
    mez başlar.
    Nitekim Peygamber'imiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
    "Kıyamet günü cehennem, her birini yetmiş bin me-
    leğin çektiği yetmiş urgan ile çekilerek yerine kurulur.
    Enes İbni Mâlik'in (r.a.) rivayet ettiğine göre, Peygam-
    ber'imiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
    "Cehennemliklere ağlama gönderilir, onlar da göz
    yaşlan kuruyuncaya kadar ağlarlar, göz yaşlan kalmayınca
    kan ağlamaya başlarlar; öyle ki yüzleri, içine gemi salınca
    yüzecek kadar derin bir kan çanağına döner."
    Ağlayabildikleri, feryad edebildikleri: "Ah, eyvah, keşKe
    ölsem de bu azabdan kurtulsam" diye bağırıp çağırabildikleri
    müddetçe biraz ferahlık duyarlar, fakat bir müddet sonra bu
    davranışlar da kendilerine yasak edilir.
    Muhammed İbni Kâ'b'ın söylediğine göre, cehennem-
    liklerin yapacağı dört çağrının Yüce Allah dördünü de ce-
    vaplandıracak, arkasından bir beşinci çağrıda bulunmaya
    dilleri varmayacaktır.
    Cehennemliklerin bu çağrıları ile Yüce Allah'ın onlara
    vereceği cevaplar Kur'an'da şöyle bildirilmektedir:
    İlk çağrıda cehennemlikler diyecekler ki:
    "Onlar, Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa di-
    rilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten)
    çıkmaya yol var mıdır? derler." Mümin Sûresi, ıı
    Allah (c. c.) onlara şöyle cevap verir:
    "Onlara, Bir Allah'a çağrıldığınız zaman inkâr ettiniz,
    O'na ortak koşulunca inanıp tasdik ediyorsunuz. Artık
    hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır (denir.)" Mümin sûresi, 12
    İkinci çağrıda cehennemlikler diyecek ki:
    "Ey Rabb'imiz, artık gördük ve duyduk. Şimdi bizi geri
    gönder de iyi amel işleyelim. Çünkü artık kesin inanç sahibi
    Olduk bİZ..." Secde Sûresi. 12
    Allah (c. c.) onlara şöyle cevap verir: "Size hiç bir zeval
    yoktur" diye yemin etmemiş miydiniz?!" ibrahim sûresi, 44
    Üçüncü çağrıda cehennemlikler diyecek ki:
    "Ey Rabb'imiz, bizi buradan çıkar da daha önce işle-
    diklerimizin tersine iyi ameller işleyelim." Fâtır sûresi, 37.
    Allah (c,c.) onlara şöyle cevap verir:
    "Size dünyada düşünenin düşüncesine yetecek kadar
    ömür vermedik mi? Size kötü akıbeti bildiren elçi de geldi. O
    halde şimdi çekin azabın acısını! Zâlimlerin hiçbir koruyu-
    cusu yoktur.." Fâtır Sûresi, 37
    Dördüncü çağrıda cehennemlikler diyecek ki:
    "Kötülük üzerimizde baskın çıktı da sapık bir kavim
    olduk. Ey Rabb'imiz, bizi buradan çıkar, eğer bir daha küfre
    dönersek hiç şüphesiz, bizler zâlimiz." Muminûn Sûresi, ıoe-107
    Allah (c.c.) onlara şöyle cevap verir:
    "Kalın orada ve hiç sesinizi çıkarmayın!" Mü'minûn Sûresi, ıos
    işte o zaman çektikleri azabın şiddeti, doruğuna varır. Artık
    ebediyen konuşamazlar.
    Mâlik İbni Enes'in söylediğine göre; Zeyd İbni Eşlem,
    Yüce Allah'ın: "Şimdi artık sızlansak da, katiansak da, bizim
    i-çin farketmez, bizim için kurtuluş yoktur" mealindeki âyeti
    hakkında der ki:
    "Cehennemlikler, önce yüz sene azaba ses çıkarmadan
    Katlanırlar, arkasından yüz sene kadar sızlanıp feryad eder-
    'er, daha sonra da yine bir yüz sene daha ses çıkarmadan
    çekerler ve bunun üzerine:
    5izıaıibar\ da sabretsek de bizim için farketmez
    kurtuluşumuz yok" derler." ibrahim Sûresi, 21
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Kıyamet" günü ölüm semiz bir koç şeklinde huzura
    getirilerek cennet ve cehennem arasında boğazlanır ve gerek
    cennetliklere ve gerekse cehennenemliklere "Ebedî barına-
    ğınız burasıdır, artık size ölüm yok!" diye seslenilir."
    Hasan el-Basrî (r,a.) der ki:
    "İlk salıverilen cehennemlik, bin yıllık azabdan sonra
    çıkar. O adam keşke ben olsam."
    Yine Hasan el-Basrî'yi bir köşede ağlarken gördüler.
    Ona: "Neye ağlıyorsun?" diye sordular. O da: "O'nun (Al-
    lah'ın) beni cehenneme atıp da artık benim ile ilgilenmeme-
    sinden korkuyorum' dedi.
    Deminden beri belirttiklerimiz genel olarak cehennem-
    de çekilecek azablarm çeşitleridir. Oradaki acıları, kederleri,
    sıkıntıları ve pişmanlıkları inceden inceye sayıp bitirmek
    mümkün değildir.
    Karşılaştıkları azabın çetinliği ile birlikte cehennemlikler
    hesabına en acı gerçek, cennet saadetini, Allah'a kavuşma
    imkânını ve O'nun hoşnutluğunu kazanma mazhariyetini
    kaçırmaktır; üstelik bütün bu kayıpların sayıya vurulabilir,
    ucuz karşılıklar pahasına olduğunu bile bile. Çünkü bu de-
    ğerli nimetleri, kısa süreli, arıtılmamış, acı ile karışık, yarım
    yamalak ve basit dünya arzuları uğruna kaybetmişlerdir.
    Sı Bu yüzden o gün içlerinden: "Eyvah, 'Allah'ın emir-
    ı rjne karşı gelerek niye kendi kendimizi mahvettik. Niye
    efsimizi bir kaç günlüğüne sabretmeye zorlayamadık? Eğer
    sabretseydik, o günler şimdi arkada kalacak ve bugün Al-
    lah'ın hoşnutluk ve bağışına kavuşmanın saadeti içinde
    O'nun yakınlığını kazanmış olacaktık."
    Oysa ki, o anda artık her fırsatı kaçırmışlar, başlanna
    türlü belâların çökmesine yol açmışlardır ve dünya sade-tinin
    hiçbir nimeti de yanlarında kalmamıştır. Eğer cennet saa-
    detini görmeseler, hayıflanmaları o kadar acı olmayabilirdi.
    Oysa ki, cennet onlara sunulur.
    Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Kıyamet günü cehennemlik bir grup, cenneti görmeye
    getirilir. Bunlar cennete yaklaşıp bayıltıcı kokusunu burunla-
    nna çeker çekmez köşklerine bakıp Allah'ın cennetliklere
    sunduğu nimetleri görür görmez onlara:
    "Gidin, uzaklasın buradan, sizin orada hiçbir payınız
    yok" diye ses gelir. Bu ses üzerine eşi ne daha önce duy-
    ulmuş ve ne de daha sonra duyulabilecek bir hayıflanma
    duygusu içinde geri dönerler.
    Bu sırada: "Ey Rabb'imiz! Eğer cennetini ve dostlanna
    orada sunduğun nimetleri göstermeden bizi cehenneme
    kayşaydın, daha kolay gelirdi" derler. Yüce Allah (c.c.) da
    onlara: "Bunun böyle olmasını ben istedim. Çünkü dünyada
    şınıza kalınca bana ululuk taslayarak kafa tuttunuz.

    Yemin ederim ki, âyet-i kerime Kıyamet gününe, daha
    A örusu ezelin ezelinde verilerek, Kıyamet günü açıklanan
    hükme işaret etmektedir.
    Ezelde seninle ilgili olarak ne hüküm verildiğini bilme-
    ı- _.--,uv>;imnr eğlenebiliyor ve basil
    Oysa insanlar karşısında duygularınızın tersine w
    görünüşe bürünerek gerçek kimliğinizi saklıyordunuz. Ben
    den değil, insanlardan çekindiniz, beni değil, insanları sa\ı
    dmız. İnsanları düşünerek bazı davranışlardan kaçındığın,
    halde benim yasaklanma uymadınız."
    Şimdi ben sizi bitmez mükâfattan mahrum tuttuğum
    gibi; acı bir azaba da çarptırıyorum" diye buyurur."
    Ahmed İbni Harb (r.a.) der ki: "Gölgeyi güneşe ter
    cih ederiz de cenneti cehenneme tercih etmeyiz."
    Hz. İsa (a.s.) der ki: "Nice sağlam vücûd, sağlıklı
    çehre ve tatlı sözlü dil, yarın cehennem katlan arasında fer-
    yad edecektir."
    Dâvud Tâi (r.a.) der ki: "Allah'ım! Ben senin güne-
    şinin sıcaklığına dayanamıyorum da cehennemin ısısına nasıl
    katlanabileyim? Ben senin rahmetinin sesine dayanmazken
    azabının gürleyişine nasıl takat getireyim?"
    Ey zavallı! Kıyametin belirttiğimiz korkunç gerçeklerini
    İyi düşün. Bilesin ki, Yüce Allah bütün korkunç gerçekleri ile
    cehennemi yarattığı gibi kesin sayısı ile mahlûkatı da yarat-
    mıştır. Bu gerçek hükme bağlanarak kesinleştirilmiştir.
    Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
    "Sen onları hesap görüldüğü zamanın dehşeti
    ile, pişmanlık günü ile korkut. Onlar hâlâ gaflet
    içindedirler ve hâlâ inanmıyorlar." Meryem Sûresi, 39
    Ezelde seninle ilgili oıaicm no ,.^
    diğin halde nasıl böyle gülebiliyor, eğlenebiliyor ve basit
    dünya nimetleri ile oyalanabiliyorsun, şaşılır sana doğrusu?!
    "Keşke gideceğim yeri, durağımı, sığınağımı ve ezelde
    hakkımda verilen hükmü bilseydim" diyorsan, elinin altında
    bulunan ve isteğini cevaplandırmana yardımcı olabilecek ö-
    nemli alâmet vardır.
    Bu alâmet iş ve davranışlarım gözetlemektir. Herkese,
    uğrunda yaşatıldığı davranış ve iş çeşidi nasip olur. Eğer
    iyilik yolu, önüne açılıyor, iyilikleri işlemek sana nasip olu-
    yorsa sana müjdeler olsun. Sen cehennemden uzaksın de-
    mektir.
    Fakat giriştiğin her iyiliğin önüne bir engel dikiliveriyor
    ve seni o iyiliği işlemekten alıkoyuyorsa, buna karşılık yap-
    mayı tasarladığın her kötülüğü, hiçbir terslik önüne çıkma-
    dan rahat rahat gerçekleştirebiliyorsan bil ki, aleyhinde kesin
    hüküm verilmiştir. Verdiğim bu ip ucunun akıbetini belirt-
    mesi, yağmurun yeşilliğe ve dumanın ateşe delil olması gibi
    kesindir.
    Yüce Allah. "Hiç şüphesiz, iyiler cennette ve
    kötüler de cehennemdedir" buyuruyor, infitâr Sûresi, ıs-u.
    Kendini bu iki âyete arzet, her iki dünyada yerini tespit
    üş olursun. Doğrusunu Allah bilir.

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    herkesin okuyup ders çıkarması gereken bilgiler.
    ellerin dert görmesin allah c.c razı olsun
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #9
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    ÖLÜMÜN ŞİDDETİNİN BEYANI

    Hasan el-Basrî'nin (r.a.) bildirdiğine göre Peygamberi-
    miz (s.a.s.) ölümü, onun sıkıntı ve acısını anlatırken: "Onun
    yol açtığı acı üçyüz kılıç darbesininkine bedeldir"
    buyurdu.
    Peygamber'imiz (s.a.s.)'e bir gün ölüm acısı hakkında
    sormuşlar. O da buyurmuş ki: "En kolay ölüm, yünlü kuma-
    şa batmış dikene benzer. Yünlü kumaşa batmış diken, ya-
    nında yün lifleri söküp almadan çıkar mı?"
    Yine Peygamber'imiz (s.a.s.) bir gün ağır bir hastayı
    ziyaret ederken buyurur ki:
    "Ben bunun ne çektiğini biliyorum. Tek tek bütün da-
    marları aynı anda ölüm sancısı içindedir."
    Hz. Ali (k.v.) mücâhidleri savaşa teşvik ederken der ki:
    "Eğer öldürmezseniz, ölürsünüz. Nefsimi kudret elinde tutan
    Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, bin kılıç darbesi in-
    dirmek, bana göre, yatakta ölmekten daha kolaydır."
    Evzaî (r.a.) der ki: "Duyduğumuza göre; ölü tekra*
    dirilip mezarından doğruluncaya kadar, ölüm acısı çekmeVe
    devam eder."

    Şeddat İbni Evs (r.a.) der ki: "Mü'min için dünya
    e âhiretin en korkunç olayı ölümdür. Onun acısı, testere ile
    biçilmekten, makas ile doğranmaktan ve kazanda kayna-
    vnaktan daha şiddetlidir. Eğer ölü diriltilerek yaşayanlara ba-
    şından geçenleri anlatsa, dünyalılar ne yiyip içip eğlenebilir
    ve ne de uykudan tad alabilirdi."
    Zeyd İbni Eslem'den, o da babasından naklen
    rivayet eder ki:
    "Mü'min dünyadaki ameli ile ulaşabileceği dereceler-
    den birisine ulaşamamışsa kendisine şiddetli ölüm acısı çek-
    tirilir de ölümün sarsıntı ve acısı sayesinde cennetteki de-
    recesini elde eder.
    Kâfirin de karşılığı verilmemiş bir iyiliği varsa canı kolay
    alınır da iyiliğin sevabını tüketerek cehenneme gönderilir."
    Bir çok ağır hastalara ölmek üzere iken neler hisset-
    tiklerini sormayı alışkanlık haline getiren bir ma'rifet ehline
    komada iken "Sen ölümü nasıl buluyorsun?" diye sorarlar.
    Cevabı şöyle olur: "Sanki gökler yere kapaklar\mış ve sanki
    canım iğnenin deliğinden çıkıyor."
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Anî ölüm, mü'min için rahata kavuşma ve ağır
    9ünahkâr için de hayıflanma vesilesidir."
    Mekhul'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber-
    lrniz (s.a.s.) buyuruyor ki:

    "Ölünün bir tek kılı gök ve yer halkı arasına düşse hep.
    si, Allah'ın izni ile ölürdü. Çünkü ölünün her kılında ayn bir
    ölüm vardır, ölümün değdiği her canlı da ölür."
    Rivayet edildiğine göre ölüm acısının bir damlası yet-
    yüzü dağlanna düşse hepsi erirdi.
    Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) ölünce Yüce
    Allah (c.c.) ona: "Ey dostum, ölümü nasıl buldun?" diye
    sordu.
    Hz. İbrahim de:
    - "Yaş yüne batırılmış geri çekilen şiş gibi" diye cevap
    verdi. Bunun üzerine Allah ona:
    -"Üstelik biz onu senin için kolaylaştırdık" buyurdu.
    Yine rivayet edildiğine göre ruhunu Allah'a teslim ettiği
    zaman Rabbi Hz. Musa'ya (a.s.):
    -"Yâ Musa, ölümü nasıl buldun?" diye sorar. Musa da
    şu cevabı verir:
    - "Kızartılmak üzere canlı canlı tavaya konmuş ne ölüp
    huzura kavuşan ve ne de uçup kurtulabilen bir serçe gibi
    hissettim."
    Başka bir rivayete göre de: "Kendimi kasabın eli
    altında canlı canlı yüzülen bir koyun gibi hissettim" diye
    cevap verir. Rivayet edildiğine göre Peygamber'imiz (s.a.s.)
    ölmek üzere iken sonra alnını silerek: "Allah'ım! Ölüm krizini
    " benim için kolay kıl" diye dua ederdi.

    Hz. Fâtıma (r. anha) bu arada:
    -"Ah babacığım, acı çekiyor" diye ağlamaya başlayınca
    pgygamber'imiz ona:
    -"Bu günden sonra babana acı yok" diyerek teselli
    etmişti.
    Hz. Ömer (r.a.) bir gün Kâ'b el-Ahbar'a (r.anhuma):
    -"Bize ölümden bahset" dedi. Kâb da:
    -"Peki, yâ Emirelmü'minin. Ölüm çok dikenli bir ağaç
    dalı gibidir, bu dal insanın karın boşluğuna sokulmuş, her
    diken bir damara takılmış. Arkasından güçlü kuvvetli bir
    adam bu dalı geri çekmiş, böylece dal aldığını almış, bırak-
    tığını bırakmış dedi.
    Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Mü'min kul, ölümün sıkıntı ve krizine karşı çare bulur.
    Onun eklemleri: "Selâm sana, Kıyamet günü yeniden buluş-
    mak üzere birbirimizden ayrılıyoruz" diye birbirleri ile selâm-
    laşırlar."
    Buraya kadar Allah dostları ve O'nun yakınlığını kaza-
    nanlar hesabına ölüm krizinin ve acısının keyfiyetini anlat-
    maya çalıştık. Ölüm onlar için bile böyle olunca bizim gibi
    günahkârların hali acaba nice olur? Ölüm krizi ile birlikte
    Pe§peşe başka felâketlerle de yüzyüze gelinir. Ölüme eşlik
    başlıca felâketler üçtür:


    Birincisi, yukarıdan beri anlattığımız gibi şiddetli c^
    çekişmedir, ikincisi, ölüm meleğini (Azrail'i) apaçık görmek
    ve bu görmenin kalbe salacağı korku ve ürpertidir. Ölüm
    meleğini günahkâr bir insanın ruhunu alırken büründüöü
    kılık içinde, en dayanıklı kimseler bile görse buna tahammül
    edemez.
    Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) bir gün
    Azrail'e. "Günahkâr insanın canını alırken büründüğün
    kılığı bana gösterebilir misin?" diye sorar. Azrail (a.s)
    ona: "Bunu görmeye dayanamazsın" diye cevap verir.
    Hz. İbrahim: "Dayanırım, sen göster" diye ısrar edince
    Azrail ona: "Başını çevir" der. Bir müddet arkasını
    döndükten sonra tekrar yüzünü dönünce Hz. İbrahim, kap-
    kara yüzlü, saçlan diken diken, kötü kokulu, siyahlara
    bürünmüş, ağzından ve burun deliklerinden ateş ve duman
    çıkan bir adam ile karşılaşarak yere baygın düşer.
    Ayılmca Azrail ilk kılığına dönmüştür. Hz. İbrahim ona
    der ki: "Ey ölüm meleği, günahkâr insan ölüm anında senin
    bu kılığınla yüzyüze gelmekten başka bir felâket ile karşı-
    laşmasaydı, bu ona yeterdi" der.
    Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygam-
    ber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Hz. Dâvûd (a.s.) eşine karşı kıskanç bir erkek olduğu
    için kendisi evden çıkarken karısının üzerine kapıyı kilitlerdi.
    Bir gün kapıyı kilitleyip gittikten sonra kansı başını kaldırınca
    yabancı biri ile yüzyüze gelir. Bunun üzerine kadın hizmetcj-
    100

    ,• "Bu adamı kim içeri aldı, eğer Dâvud gelirse ondan
    çekeceği var" der.
    Bu arada Hz. dâvud çıkagelir, yabancıyı görür, ona:
    <en kimsin?" diye sorar. Yabancı da ona:
    -"Ben krallardan korkmayan ve onlann koyduğu
    perdelerle yolu engellenemeyen bir kimseyim" diye cevap
    verir. Bu cevabı alan Hz. Dâvud:
    -"Vallahi, o halde sen ölüm meleğisin" diyerek olduğu
    yere yığılıp kalır."
    Rivayet edildiğine göre Hz. İsa (a.s.) bir gün yolda
    yürürken bir kafatasına rastlar, ayağı ile ona vurarak:
    "Allah'ın izni ile konuş" der. Bunun üzerine dile gelen kafa-
    tası şöyle konuşur: "Yâ Rûhullah! Ben falan zamanda kral-
    dım. Bir gün başımda tacım, çevremde muhafızlarım ve
    devlet adamlarım bulunduğu halde tahtımda oturuyorken
    ansızın karşıma ölüm meleği çıktı.
    Böylece bütün canlı uzuvlarım üzerimden aynlarak
    canımla birlikte ona gitti. Keşke bütün o kalabalık çevrem
    olmasaydı. Keşke o kadar ha-hareketli münâsebetler içinde
    değil de yalnız başıma yaşasaydım." "İşte âsilerin başına ge-
    len musibet budur. Bu musibet itaatkârların başına gelme-
    yecektir."
    Peygamberler ölüm meleğini görenin içine düştüğü
    dehşeti değil sadece ölüm krizini anlatmışlardır. Oysa ki,
    insan ölüm meleğini rüyasında görse ölünceye kadar yeme-
    101 .

    den içmeden kesilir. Ölüm anında ve o korkunçlukta gör_
    menin dehşetini var hesap et.
    Allah'a kulluk görevine bağlı kalanlar ise ölüm meleğini
    en güzel ve alımlı görüntüsü ile görürler.
    İkrime'nin İbni Abbas'dan (r.anhuma) rivayet ettiğine
    göre Hz. İbrahim titiz bir zât idi. Evinde müstakil bir ibadet
    odası vardı. Çıkarken bu odanın kapısını kilitlerdi. Bir gün
    içeri girince odanın ortasında bir yabancı ile karşılaşır.
    Yabancıya:
    -"Seni evine kim aldı?" diye sorar. Yabancı:
    -"Sahibi içeri aldı" diye cevap verir. Hz. İbrahim:
    -"Sahibi benim" der. Yabancı:
    -"Senden de benden de daha önce evin mülkiyetini
    elinde tutan beni içeri aldı" diye karşılık verir. Bunun üzerine
    Hz. İbrahim ona:
    -"Bana müminlerin ruhlarını alırken büründüğün
    kılığın ile görünür müsün" die rica eder. Ölüm meleği:
    -"Peki, o zaman arkanı dön" der. Hz. İbrahim de
    arkasını döner. Bir müddet sonra yüzünü dönünce bir genç
    ile karşılaşır. Hz. İbrahim hadiseyi naklederken yüzyüze
    geldiği delikanlının yüz güzelliğini, elbisesinin alımlılığını ve
    güzel kokusunu zikretmişti. Gördükleri karşısında ölüm
    meleğine:


    -"Mü'min ölüm anında sadece senin yüzünle karşılaşsa
    bu mükâfat ona yeterdi." der.
    Ölüm sırasında karşı karşıya gelinecek bir diğer gelişme
    de iki muhafız meleğim görmektir. Bu konuda Süheyb (r.a.)
    der ki:
    -"Duyduğumuza göre hiçbir kimse amellerini yazan iki
    muhafız meleğini görmeden can vermez. Eğer adam kulluk
    görevine bağlı kalmış biri ise melekler ona:
    -"Allah bizden yana sana hayır versin. Bizi nice iyi
    mecliste oturttun ve nice iyi amelin işlenişine şahit eyledin"
    derler.
    Eğer adam günahkâr biri ise ona: "Allah bizden sana
    kötülük versin. Bizi nice kötü yerlerde oturmak zorunda
    bıraktın, nice kötü işleri ister istemez görmemize sebep oldun
    ve nice kötü sözü duymamıza yol açtın. Bu yüzden Allah
    hayrını vermesin" derler.
    İşte bu anda ölmek üzere olan kimsenin gözleri sırf o
    meleklere dikilir ve artık bir daha dünyayı göremez.
    Ölüm anında karşılaşılan felâketlerin üçüncüsü ise gü-
    nahkârların cehennemdeki yerlerini görmeleri ve bu görme-
    den önce korkmalarıdır. Çünkü onların ölüm krizi esnasında
    bütün enerjileri boşalmış ve kendileri canlarının çıkışına bo-
    yun eğmişlerdir.
    Fakat insanlar ölüm meleğinin yüksek sesli bildirisini
    Duymadıkça ölmezler. Ölüm meleğinin bu bildirisi ya:



    -Ey Allah'ın düşmanı, cehennem olarak sana müjdelet
    olsun" veya: "Ey Allah'ın dostu, cennet olarak sana müjdelet
    olsun" şeklindedir.
    işte derin akıl sahiplerinin ölüm korkusu bu sebeplere
    dayanır. Nitekim Peygamber'imiz (s.a.s.) buyuruyor ki;
    "Hiç biriniz akıbetini öğrenmedikçe, Cennet veya ce-
    hennemdeki yerini görmedikçe dünyadan ayrılmaz."
    ***

  10. #10
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: ÖlÜm ve Ötesİ

    KABİR KORKUSU

    Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "İçine ölü gömüldüğü zaman kabir ona der ki:
    -"Ey Ademoğlu! Yazık sana, beni ne kadar hesaptan
    çıkardın. Benim sıkıntı, karanlık, yalnızlık ve böcek yurdu
    11 olduğumu bilmiyor muydun? Yolun bana düştüğünde ayak-
    ı -i
    r lann geri geri giderken beni ne kadar hesap dışı bıraktın."
    Eğer ölü iyi amel işlemiş biri ise onun adına kabre
    denir ki: "Peki, ya bu adam iyiliği emreden ve kötülükten
    alakoyan biri ise o zaman ona karşı tutumun ne olur?" Kabir
    der ki, "O zaman ben onun için yeşil bir bahçe olurum, onun
    vücudu nurlanır ve ruhu Allah'a yücelir."
    Ubeyd İbni Umcyr cl-Leysî (r.a.) der ki:
    -"Kabir, içine giren herkese seslenerek der ki: "Ben
    karanlık ve yapayalnızlık yurduyum. Eğer hayatta iken
    Allah'a itaat halinde idiysen şimdi ben sana rahmet olurum.
    Eğer hayatta iken Allah'a karşı baş kaldırdıysan bu gün ben
    senin için felâketim. Allah'a itaatkâr olarak bana gelen bir
    Sun buradan memnun ayrılır. Allah'a karşı gelmiş biri olarak
    t>ana gelen biri ise bir gün buradan feryadu figan kopararak
    Çıkar."


    Muhammed İbni Şirin (r.a.) der ki: Öğrendiğimize göt
    kişi mezara gömülerek azab çekmeye başlayınca veya bit
    takım acılar ile yüzyüze gelince diğer kabirlerde yatan ölü
    komşulan ona şöyle seslenir: "Ey dost ve komşularının ölü-
    münden sonra dünyada kalan kimse, bizden niye ibret alma-
    dm? Henüz fırsat elindeyken bizim amel defterimizin ölümle
    kapandığını görmedin mi? Dostlarının kaçırdığı fırsattan sen
    değerlendiremez miydin?"
    Diğer yandan yer tabakalan da ona şöyle seslenir:
    -"Ey dünyanın görünüşlerine aldanan kişi: Ailenden
    dünyaya aldanıp senden önce toprağın kamına gömülmüş
    olanlardan ibret alsaydın ya! Oysa ki senden öncekilerin
    cenazelerinin sevdikleri tarafından bu kaçınılmaz durağa ta-
    şındığını görüyordun."
    Yezid er-Rekkaşî (r.a.) der ki:
    "Öğrendiğime göre ölü mezara girince amelleri üzerine
    üşüşür ve Allah'ın izni ile dile gelerek sahiplerine derler ki:
    "Ey çukurunda tek başına kalan kimse! Dostların ve ailen
    senden ayrıldı, bu gün bizden başka hiç bir yoldaşın yok
    senin."
    Kâ'b el-Ahbar (r.a.) der ki:
    "İyi kul mezara gömülünce namaz, oruç, hac, cihad ve
    sadaka gibi iyi amelleri çevresine üşüşür. Bu arada azab
    melekleri ona ayaklan tarafından sokulmak isteyince namaz
    der ki: "Uzak durun ondan, ona sokulmanıza yol yok. Bu

    Baklan üzerinde uzun müddet dikilerek Allah Rızası için
    benikıldıydı."
    Bunun üzerine azab melekleri ona başı tarafından
    sokulmak isteyince oruç:
    -"Onun yanına girmenize yol yok. Dünyada Allah rızası
    için uzun müddet susuz kaldıydı, bu yüzden yol yok size
    onun yanına sokulmaya" der. Azab melekleri bunun üzerine
    yan taraftan ona sokulmaya girişince hac ve cihad birlikte
    derler ki:
    -"Uzak durun ondan. Nefsini feda ederek ve bedenini
    yorgunluğuna katlanarak hacca gitti cihad etti. Bu yüzden
    yanma girmeye yol yok size."
    Bu sefer azab melekleri ona elleri tarafından sokul-
    maya kalkışınca sadaka der ki: "Uzak durun efendimden. .
    Nice sadaka şu iki elden çıkarak Allah rızası uğruna yoksulun
    eline girdi. Bu yüzden size Ona varmaya yol yok."
    Bunun üzerine o ölüye: "Müjdeler olsun! Diriyken
    saadet içinde yaşadığın gibi ölüyken de saadete kavuşur"
    diye seslenilir. Arkasından rahmet melekleri gelerek ona
    cennet yatağı sererler, cennet yaygıları yayarlar. Kabri,
    Sözünün alabileceği kadar genişletilir, kendisine bir cennet
    kandili sunularak bir daha dirileceği güne kadar kabrinde
    aydınlık içinde zaman geçirir."
    Ubeydullah İbni Ubeyd İbni Ömer (r.a.) bir cenaze
    namazında der ki:

    -"Duyduğuma göre Peygamber'imiz (s.a.s.) şöyj
    buyurur:
    "Ölü mezara konulunca, kendisini toprağa verenlerin
    ayak seslerini duyar oturur, kendisi ile konuşacak hiç kimse
    yoktur. Yalnız kabir ona seslenir ve der ki:
    -"Ey ademoğlu, yazıklar olsun sana! Dünyada benim
    hakkımda, darlığım hakkında, pis kokum hakkında, dehşe-
    tim ve kurtlarım hakkında korkunç şeyler duymadın mı? Be-
    nim için ne hazırlık yaptın?"
    Bera İbn-i Azib (r.a.) der ki:
    "Bir gün Peygamber'imiz ile birlikte ensardan birinin
    cenazesini toprağa vermiştik. Peygamber'imiz başını öne e-
    ğerek mezarın başına oturdu ve üç kere:
    "Allah'ım, kabir azabından sana sığınırım" dedi ve
    sonra sözlerine şöyle devam etti:
    -"Mü'min Ahirete göçerken Allah ona yüzleri güneş gibi
    parlak bir grup melek gönderir. Ellerinde onun kefeni ve
    kokusu vardı.
    Gözünün görebileceği yere kadar sıra halinde oturur-
    lar, mü'minin ruhu çıkınca gerek yer ile gök arasında bulu-
    nan ve gerekse gökteki bütün melekler ona dua ederler,
    göklerin bütün kapılan onun ruhuna açılır, her gök kapısı ru-
    huna geçit vermeye can atar.
    108

    Ruhu göğe yüceltilince: "Yâ Rabb'i, filân kulunu getir-
    dik" diye seslenilir. Allah: "Geri götürün ona hazırladığım
    yüksek dereceleri gösterin. Çünkü ben dünyada ona,
    -"Biz sizi topraktan yarattık, oraya döndürürüz ve yine
    sizi yeni baştan oradan çıkarırız" diye vaad etmiştim" diye
    buyurur. Tâhâ Sûresi, 55 Kendisini mezara getirenlerin dönüp
    giderken ayak seslerini işitir bir halde iken sorgu melekleri
    yanına giderek onu:
    -"Hey adam, Rabb'in kim, dinin nedir, Peygamber'in
    kim?" diye sorarlar,
    O da: "Rabb'im Allah, dinim İslâm ve Peygamberim
    Hz. Muhammed'dir" diye cevap verir. Sual sırasında ona ol-
    dukça sert davranırlar, ama bu onun karşılaşacağı son im-
    tihan olur. Soruların cevabını verince "Doğru söylüyorsun"
    diye bir ses işitilir, işte Yüce Allah:
    "Allah dünyada ve âhirette iman edenleri, sabit sözde
    (kelime-i şehadet) sebat ettirir, zalimleri de şaşırtır. Allah di-
    lediğini yapar" ibrahim sûresi, 27 âyeti ile bu hadiseye işaret
    etmektedir.
    Arkasından yanına güzel yüzlü has kokulu, alımlı
    elbiseli biri girerek ona: "Allah'ın rahmeti ve ebedî nimet-
    lerinin bulunduğu cenneti olarak sana müjdeler olsun!" der.
    Ölü olan:
    -"Allah seni de hayırla müjdelesin, kimsin sen?" diye
    sorar. Yeni gelen der ki:

    -"Senin iyi amelinim. Allah'a yemin ederek söylüyorum
    ki, senin ibadet işlemeye nasıl can attığını, buna karşıl^
    günah işlememe karşı nasıl gönülsüz davrandığını iyi biliy0,
    rum. O yüzden Al'ah da sana iyilik verdi."
    Arkasından:
    -"Onun altına bir cennet yatağı serin ve mezarından
    cennete bir kapı açın" diye bir ses gelir. Gelen emir uyannca
    altına bir cennet yatağı serilerek yattığı yerden cennete bir
    kapı açılır. Bunun üzerine o der ki:
    -"Allah'ım! Kıyamet Gününü çabuklaştır da bir an önce
    çoluk-çocuğuma kavuşayım."
    Kâfir ise dünyadan ayrılıp Ahirete göç etmeye yönelin-
    ce yanına kaba ve sert görünüşlü bir grup melek girer. Elle-
    rinde ateşten elbiseler ile katrandan iç çamaşırları vardır, he-
    men çevresini sararlar.
    Son nefesini verince gerek gökle yer arasında ve gerek-
    se gökteki bütün melekler ona lanet okurlar. Ruhuna karşı
    bütün gök kapılan kilitlenir. Hiçbir gök kapısı ruhuna yol
    vermek istemez, bu yüzden yukarıya çıkan ruhu, yarı yoldan
    geri çevrilir. Ve:
    -'Yâ Rabb'i, falan kulunu ne gök ve ne de yer kabul
    ediyor" diye duyurulur.
    Bunun üzerine Yüce Allah: "Geri götürerek ona hazır-
    ladığım azabları gösterin. Çünkü ben ona: "Sizi topraktan

    arattık, oraya döndürürüz ve yine yeni baştan oradan çıka-
    nrız" diye vaad etmiştim buyurur.
    Ölü, kendisini geri getirip mezanna bırakanların ayak
    sesleri henüz kaybolmadan sual meleklerinin: "Hey adam,
    Rabb'in kim, dînin nedir, peygamber'in kimdir?" sorulan ile
    karşılaşır. Sorulara: "Bilmiyorum" diye karşılık verince sorgu
    meleklerinden: "Bilmen gerekirdi" diye karşılık alır.
    Arkasından yanına çirkin yüzlü, pis kokulu ve çirkin
    elbiseli biri girer, ona: "Allah'ın gazabını ve daimi acı azabını
    sana müjdelerim!" der.
    Bunun üzerine o yeni gelene:
    "Allah belânı versin kimsin sen?" diye sorar. Yeni gelen
    der ki:
    "Senin kötü amelin. Allah'a ye min ederek söylüyorum
    ki, sen günah işlemeye can atar, buna karşılık ibadet işle-
    meye karşı gönülsüz davranırdın. Şimdi Allah cezam verdi."
    O da: "Allah senin de belânı versin" diye cevap verir.
    Daha sonra karşısına sağır, kör ve dilsiz bir azab meleği
    dikilir. Elinde insanlarla cinler bir araya gelseler kaldırama-
    yacakları kadar ağır ve üzerine indirilebileceği bir dağı bile
    altında ezip toprağa çevirebilecek olan demir bir topuz var-
    dır. Topuzla ona bir darbe indirince altında ufalanarak toz
    olur. Sonra yeniden can gelir. Alnına bir topuz darbesi daha
    indirilir. Darbeler arasında kopardığı feryadı insanların ve
    inlerin dışında kalan bütün yeryüzü canlılan duyar.
    111


    Arkasından: "Onun altına iki ateş tabakası serin ve ya+
    tığı yerden cehenneme bir kapı açın" diye bir ses duyulur
    Bunun üzerine altına iki ateş tabakası serilerek kabrinden
    cehenneme bir kapı açılır."
    Muhammed İbni Ali (r.a.) der ki: "Her ölüye, gerek
    iyi amelleri ve gerekse kötü amelleri mutlaka gösterilir, iyi,
    likleri karşısında gözleri dikilir, kötülükleri karşısına da başım
    öne eğer."
    Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygam-
    berimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
    "Mü'min ölmek üzere iken bir grup melek, yanlarına
    misk ve reyhanlı bir ipek parçası ile ona gelirler. Ruhu
    hamurdan kıl çeker gibi çıkarılır.
    Ona:
    -"Ey huzura ermiş, tatmin olmuş ruh! Sen Rabb'inden
    ve Rabb'in de senden hoşnut olarak Allah'ın ululuk ve
    kerametine çık" denir.
    Ruhu çıkarılınca meleklerin yanındaki misk ve reyhana
    konarak ipek parçasına sarılır ve "İlliyûn'"a gönderilir.
    Kâfir ölmek üzere iken bir grup melek, yanlarına içinde
    yanar ateş parçası bulunan bir bez parçası ile ona gelir, ruhu
    hoyratça çıkarılırken ona:
    -"Ey pis ruh! Sen Rabb'inden uzak ve Rabb'inin gazabı
    üzerinde olarak O'nun azab ve ezasına çık denir. Çıkarılan

    hu meleklerin getirdiği ve harıl harıl yanan bu ateş parçası
    üzerine konarak bez parçasına sarılır ve "siccin"e gönderilir."
    Muhammed İbni Kâ'b el-Kurâzî (r.a.)'den rivayet edil-
    diğine göre; şayet onlardan birine ölüm gelirse:
    "Nihayet onlardan birine ölüm gelince: Ey Rabb'im,
    beni geri gönder de terkettiğim konularda iyi amel işleyeyim"
    der, mealindeki âyeti yorumlarken der ki:
    -"Allah böyle diyen kula: "Ne istiyorsun, arzun neyedir?
    Mal biriktirmek, ağaç dikmek, bina yapmak ve nehir yatak-
    ları açmak için mi yeniden dünyaya dönmek istiyorsun?"
    diye sorar.
    Kul, "Hayır, ihmal ettiğim hususta da iyi amel işlemek
    için geri dönmek istiyorum" diye cevap verir.
    Fakat Yüce Allah bu dileğe karşılık:
    "Hayır, hayır. O sadece kendinin söylediği boş bir söz-
    dür" diye cevap verir.
    Yani bu kimseler, bu sözü ölmek üzere iken mutlaka
    söylerler, fakat reddedilirler.
    Ebû Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Peygambe-
    rimiz (s. a. s.) buyuruyor ki:
    "Mü'minin mezarı yeşil bir bahçedir ve yetmiş arşın
    u genişliğindedir. Ayın ondördüncü gecesi gibi aydınla-
    tılır.


    "Onun için sıkıntı bir hayat vardır" âyeti kim hakkında
    indirildi, biliyor musunuz? Oradakiler: "Allah ile O'nun
    Râsûl'ü bilir" deyince Peygamber'imiz şöyle buyurdu:
    "Bu âyet kabirdeki kâfirin çekeceği azabı anlatmak-
    tadır. Üzerine doksan dokuz musallat edilir. Tinriîn ne
    demektir bilir misiniz? Doksan dokuz yılan (ejderha) demek-
    tir. Her yılanın yedi başı vardır hepsi onu ısırır, yalar ve
    vücûduna nefes üfler. Bu hal kabirden kalkıncaya kadar de-
    vam eder. Sayının doksan dokuz olarak belirtilmesine
    şaşmamalı. Çünkü bu yılan ve akreplerin sayısı kibir, riya,
    kıskançlık, dargınlık, kin ve benzeri kötü huyların sayısınca-
    dır. Çünkü bunların sayılı asılları vardır. Sonra kötü huylar
    bu asıllardan sayılı dallara ve her daldan çeşitli budaklara
    ayrılırlar. İşte bu sıfatlar asıl mahvolma sebebidir. Ki (bunlara
    mühlikât denilir.) Bunlar aynen akrep ve yılanlara dönü-
    şürler. Kuvvetlileri yedi başlı doksan dokuz yılan kadar ısırır,
    zayıfı da akrep gibi sokar, ikisi arasında kalanlar da bildiği-
    miz yılan gibi ısırır.
    Kalb gözü açık, basiret sahipleri gerek bu mahvedici
    ana gövdeleri ve gerekse bu gövdelerden çıkan dallan görür-
    ler. Fakat bunların sayısı ancak Nübüvvet Nuru ile bilinir
    Bu çeşit haberlerin gerçek bir dış yüzü ve gizli bir iç yüzü
    basiret sahiplerine açıktır. Bu çeşit haberlerin mahiyetini kav-
    ramakta güçlük çekenler, bunların dış yüzünü inkâr etme-
    melidirler. Tersine imanın en alt basamağı, doğrulayıp teslim
    olmaktır.

Sayfa 1/3 123 SonSon

Benzer Konular

  1. Gerçek Ölüm ve Görünen Ölüm
    By Konyevi Nisa in forum Ölüm
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.11.09, 11:58
  2. BebeĞİn Evrİmİ İlgİnÇ Ötesİ
    By SiLa in forum Çocuk Sağlığı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 29.07.09, 12:30
  3. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.07.08, 16:24
  4. ÖlÜm Ve Ötesİ
    By Konyevi Nisa in forum Ölüm
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.07.08, 13:15
  5. Ölüm Nedir? İslamda Ölüm
    By SiLa in forum Ölüm
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 12.07.08, 11:26

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •