Ramazan, temizlik ayıdır. Gönülleri temizler, temiz gönülleri heyecanla dalgalandırır. Hep hayra, iyiliğe, güzelliğe kanatlandırır…
Ramazan, Arapça “ramda” kelimesinden doğmuştur. Bu kelime, sonbaharın başında yağarak, yeryüzünü yaz tozlarından temizleyen yağmur manasına gelir. Ramazan ayı da, mü’min gönülleri günah kirlerinden temizlediği için aynı kökten isimlenmiştir.
Ramazan’ın Arapça “ramad” kelimesinden geldiğini söyleyenler de vardır. Ramad, güneşin şiddetli sıcaklığından dolayı taşların yanıp kızması manasınadır. Mü’minlerin günahlarını yakıp yok eden bu mübarek ay da, bu özelliği sebebiyle Ramazan adını almıştır.
Ramazan adı hangi kökten doğmuş olursa olsun, manası, temizlik demektir. On bir ayın kiri, pisi, pası Ramazan’da tertemiz olur, ruh arınır, özüne döner. Ramazan’a evlerimiz, sokaklarımız, camilerimiz de tertemiz girer.
Demek oluyor ki, Ramazan hem maddi hem manevi, hem iç, hem de dış temizliğin simgesi olan tertemiz bir aydır. Ramazan su gibidir; tertemiz gelir ve tertemiz eder mü’minleri…
Sevgi ayı…
Bizi seven Rabbimiz, Ramazan’da, bizi sevilecek hale getirir. Oruçla, Kur’an’la, namazla, hayırlı işlerle, fakirleri sevindirip dualarını almakla, melekleşir mü’minler.
Bu sebeple Ramazan, Sevgi Ayı’dır.
Ramazan’da, ruhunun sesini dinleyen insanlar, barışa daha yatkın olurlar. Kendi özlerine dönmüş, kendileriyle barışmış olanlar, başkalarıyla olan küskünlüklerini de bitirirler.
Ramazan, kavganın, kanın, kinin en aza indiği bir zaman dilimidir. Güzeller Güzeli , “Ramazan’da, biri sana gelip sataştığında, BEN ORUÇLUYUM de” buyurur.
Yani, “Şu an yapmakta olduğum oruç ibadeti, kabalık, katılık, kırıcılık ve saldırganlıkla bağdaşmaz; zedelenir, sakatlanır, değersizleşir. Bu yüzden, senin seviyene düşemem, sana senin tarzında karşılık veremem” demek ister.
Böyle bir davranış, Ramazan’ın sadece takvime değil, kalbimize de geldiğini göstermiş olur. Biz oruç tutarken, oruç da bizi tutar; bizi özümüze, gönlümüze, Rabbimiz’e döndürür. Dünyevileşmekten, bencilleşmekten ve cimrilikten kurtarır bizi.
Evet, Ramazan, sadece takvimimize değil, kalbimize de gelmeli. Ramazan, bir eğitim ayıdır. Doğrultur, düzeltir ahlâkımızı ve insanlığımızı çoğaltır.
Veda ederken Ramazan, bizden memnun gitmeli ve gözü arkada kalmamalı. Sonraki aylarımızı da, Ramazanlaştıracağımıza inanmalı… Getirdiklerini geri götürmemeli...
Hazreti Mevlana, hepimize şu çok ilginç soruyu sorar: “Ramazan’da Allah’ın helallerini bile, belli bir süre için terk eden Müslümanlar, Ramazan’dan sonra Allah’ın haram kıldığı şeyleri nasıl yaparlar?”
Öyle ya, Ramazan’ın gündüzlerinde, “Şimdi yasaktır” diye, suya elini uzatmayan bir Müslüman, Ramazan’dan sonra, nasıl haram olan içkileri içebilecektir?
Kulluktan kaytarılır mı?
İslâm, Allah’a teslim olmak ve emirlerine tabi olmak demektir. Ancak bu teslimiyetin belli bir zamanı, mekânı yoktur. Kulluğumuz bir ömür boyu sürecektir. Zira dünya imtihan dünyasıdır. Şeytan ve nefis işbirliğini devam ettirdikçe, mümin de iman ve salih amelle kendini korumayı sürdürecektir.
İnsan dünyada durdukça; imtihanı, ya da asıl deyimiyle kulluğu devam edecektir. Dünya hayatı içinde biz, tebaiyet değiştiremeyiz. Teslimiyeti başka odaklara yapamayız.
Biz Yüce Yaratan’ın eseriyiz; Malikimiz, Sahibimiz, Yaratıcımız O’dur. Onun verdiği varlığımızla, aklımızla, kalbimizle Onu tanıyor, idrak ediyor ve seviyoruz. Onun verdiği bu dünyada, Onun nasip ettiği süre kadar kalacağız. Şimdi bu mola yerinde, serbest bırakıldık diye, hemen kaytarmaya mı bakacağız, okulu kıran talebe gibi?
Sınıfa girip hocasından istifade etmek yerine, sinemaya kaçan zevzek talebeler gibi ders yerine eğlenceyi mi seçeceğiz? Ne kaybettiğini bile bilemeyen, tam tersine serseriliğini marifet sanıp bir de iftiharla anlatan, toy cahiller gibi olmaz mıyız o zaman?
Ramazan Müslümanlığı (!)
İşte, bu geçersiz düşüncenin hayattaki asıl temsilcileri, Allah’a teslimiyeti, kulluğu, ibadeti, sadece belli bir zamana, özellikle de RAMAZAN’a mahsus kılanlardır. Hâlbuki İslâmiyet, mevsimlik değildir. İnsanın her an, her yerde ve her şartta İslâm’a ihtiyacı vardır. İslâm, insan için nefes almak gibidir; ruha açılan penceredir.
Bazı Müslümanların sandığı gibi İslâm’ın mevsimi sadece Ramazan değildir. Bu yanılgıda olanlar, namazı sadece Ramazan’da kılar, Kur’an’ı yalnız Ramazan’da ve kutsal gecelerde açar; zekâtı, sadakayı ancak Ramazan’da hatırlar, alışkın olduğu günahları da sadece Ramazan’da terk eder. Ramazan bayramıyla birlikte, Kur’an kılıfına girer, seccade katlanıp hürmetle bir dahaki Ramazan’a kadar kalacağı temiz köşesinde yerini alır.
Bu davranışın altında, İslâmiyet’i ‘mevsimlik bir din’ olarak görmek yok mudur? Belki, bu yanılgıyı dil söylemez, kalp onaylamaz ama sonuçta ortaya çıkan görüntü böyledir…
Gerçi, “Her zaman tembel olmaktansa bari hiç değilse Ramazan’da kulluğu hatırlamak daha uygun değil mi?” diye de düşünülebilir. Bu düşünce bir bakıma doğru olabilir de… Hiçbir zaman, hiçbir ibadeti yapmamaktansa Ramazan’dan Ramazan’a kulluğu hatırlamak da imanın bir işaretidir en azından.
Ama bilelim ki, asıl olan Ramazan’ın güzelliklerini diğer aylara da taşımaktır. Her ayı mümkün olduğunca Ramazanlaştırmaktır. Yani geriye değil, ileriye doğru gitmek; azla yetinmek değil, onu çoğaltmaya bakmaktır gereken. Fakat nefis, insanın az ibadetini çok gösteriyor; çok günahını da az gösteriyor. Böyle görenlerden birine sormuşlar:
— Seni camide göremiyoruz, yoksa namaz kılmıyor musun? Adam, hiç bozuntuya vermemiş:
— Olur mu namazsız Müslümanlık? Demiş ve aceleyle eklemiş:
— Ben bayramdan bayrama, bayramdan bayrama, hep kılarım namazımı!
Ramazan eğlence zamanı değil
Unutmayalım ki, Şeytan sadece Ramazan’da mesai yapmaz. Asıl azgınlığına Ramazan’dan sonra başlar. Çünkü Ramazan’da şeytanlar bağlanır, zararları sınırlanır ve ruha avantaj sağlanır. Dolayısıyla, müminin asıl dikkati, tedbiri ve uyanıklığı hemen de bayramdan itibaren başlamalıdır.
Müslüman Ramazan’dan sonra kendini bırakıyorsa, gevşiyorsa, manevî dinamiklerini göz ardı ediyorsa bindiği dalı kesiyor demektir. Böyle biri, Şeytan’ın ve nefsin işini kolaylaştırıyor demektir.
Bir aylık kulluktan sonra, nefsine köle olanlar, bu gafletten bir an önce kurtulmalıdır. Bu insanları düştükleri bataklıktan çıkarmak için onların ellerinden, gönüllerinden sevgiyle tutmalı… Ramazan iklimi, gönülleri zaten manevî bir uyanışa hazır hale getirmektedir. Müslüman, bu fırsatı iyi değerlendirip gönüllere girmeye, insanları kul ve ümmet etmeye çalışmalıdır.
Fakat Ramazan’ı bir de oyun eğlence, çalgı çengi ortamı olarak gören çarpık zihniyet var. Bunlar, bu manevî fırsatı göz göre göre heba ediyorlar. Ruhun rahatını sağlama mevsimi olan Ramazanı, bedenin his ve heveslerine feda edip müthiş bir kayba sebep oluyorlar. Ramazan’ın hakkını verenler, diğer ayları da Ramazanlaştırırken, onlar Ramazanı sıradanlaştırıyorlar. Böyle bir gafletin izahı olabilir mi?
Müslüman, mevsimlik değil, ömürlük yaşar İslam’ı. Ramazan’ı hakkı ve hakikatiyle yaşayalım ki Ramazan da müteakip aylarda bize arkadaş olsun.
Ramazan’da Neler Yapılmalı?
Ramazan ayında neler yapmamız gerektiğini, Efendimiz (sav) birçok hadis-i şerifinde açıklamıştır. Meselâ, Ramazan’ın henüz girdiği bir gün, bu ayın, hayır yarışmalarıyla yaşanmasını şöyle istemiştir:
“Size bereket ayı olan Ramazan geldi. Bu ayda Allah sizi kuşatıp rahmetini indirir. Günahları bağışlayıp, duaları kabul eder. Allah bu ayda, sizin hayır hususunda yarışmanıza bakar ve sizinle meleklerine karşı iftihar eder. Allah’a hayırlı ameller takdim ediniz. İsyankârlar ve günahtan vazgeçmeyenler, bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum kalacak kimselerdir.” (Et-Terğib, ll. 99)
Bir başka hadiste de şöyle buyurulur: “Ramazan’da bir hayır işleyen kimse, diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda 70 farz işleyen gibidir. O, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise Cennet’tir. O, yardımlaşma ayıdır. O ayda, mü’minin rızkı bollaştırılır. O ayda kim bir oruçluya iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve Cehennem’den kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez.”
Ashap’tan bazıları, “Ey Allah’ın Resulü! Hepimizin, bir oruçluyu iftar ettirecek imkânı yoktur” deyince de sözlerine şöyle devam etti: “Allah bu sevabı, oruçluyu kuru bir hurma ile veya bir yudum su ile ya da bir yudum süt ile iftar ettirene de verir. Ramazan’da hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi, Allah bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır.” (Et-Terğib, ll. 94-95)
Güzeller Güzeli, yine buyurur ki: “Eğer Ramazan’ın size neler kazandırdığını bilseydiniz, diğer ayların da Ramazan olması için Rabbinize yalvarırdınız.”
Kuran’la donanmalı
Ramazan, Kuran’la donanmalı. Kutsal Kitabımız, lâfzı ve manasıyla, Ramazan’ın süsü, sesi ve neşesi olmalı…
Camiler dolmalı; teravihler ailecek kılınmalı…
Çocuklar, lütufkâr davetiyelerle Allah’ın evlerine cezbedilmeli…
Müminler, camiyi ve cemaati çocuklarına sevdirmek için maddî ve manevî ikram yarışına girmeli…
Mabetlerin müminlerle ruhlandığı bir mevsime dönüşmeli Ramazan…
Oruçlar, çocuk cıvıltılı sahurlarla ve iftarlarla bereketlenmeli…
Ramazan’ın geceleri ve gündüzleri, müminlere yaptığımız dualara şahitlik etmeli…
Atalarımızın zor zamanlarda yaşadığı Ramazan’lar unutulmamalı, unutturulmamalı… Mesela, Çanakkale cephesinde Ramazan’ı yaşayan kahramanlar ibretle anılmalı, ruhlarına Fatihalarla ziyafetler çekilmeli…
Kısacası, öyle bir yaşanmalı ki Ramazan, daha bayramı gelmeden, her anı, coşkun bayram sevinçlerini gönüllere taşımalı…
Ramazan’dan kalanlar, iç dünyamızı kavrayıp kuşatmalı, hayatımıza damgasını vurmalı, gelecek aylara da güzellikleriyle ulaşmalı…
VEHBİ VAKKASOĞLU
GÜLİSTAN DERGİSİ