2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 16. MEKTUP

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 16. MEKTUP

    بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
    Onaltinci Mektub
    بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
    Su mektub فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًاsirrina mazhar olmus, siddetli yazilmamis.
    Çoklar tarafindan sarihan ve manen gelen bir suale cevaptir.
    (Su cevabi vermek benim için hos degil, arzu etmiyorum. Her sey'imi, Cenâb-i Hakk'in tevekkülüne baglamistim. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat birakilmadigim ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said degil, bilmecburiye Eski Said lisaniyla, sahsim için degil, belki dostlarimi ve Sözlerimi ehl-i dünyanin evham ve eziyetinden kurtarmak için; hakikat-i hâli hem dostlarima, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için "Bes Nokta"yi beyan ediyorum.)
    BIRINCI NOKTA: Denilmis: "Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanasmiyorsun?
    Elcevap: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasitasiyla dine ve ilme hizmet edecegim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meskûk ve müskilâtli ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarli bir yoldur. Çogu yalancilik ve bilmeyerek ecnebi parmagina âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafik olur veya muhalif olur. Eger muvafik olsa; mâdem
    sh: » (M: 65)
    memur ve meb'us degilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir seydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karisayim. Eger muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karisacagim. Eger fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmis, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasizdir. Eger kuvvet ile ve hâdise çikarmak ile muhalefet etsem, husulü meskûk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düser. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumlari günaha atmak; vicdanim kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat'î sahid, o vakitten beri sekiz senedir birtek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okudugumu ve dinledigimi, biri çiksin söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem bes senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir teressuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve
    اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasiz, alâkasiz bir insanin, degil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete istihasi ve arzusu olsaydi; tedkikata, taharriyata lüzum birakmayarak top güllesi gibi sada verecekti.
    IKINCI NOKTA: Yeni Said ne için bu kadar siddetle siyasetten tecennüb ediyor?
    Elcevap: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-i ebediyeye çalismasini ve kazanmasini; meskûk bir-iki sene hayat-i dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karisma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatli olan hizmet-i îman ve Kur'an için siddetle siyasetten kaçiyor. Çünki diyor: "Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yasayacagimi bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim is, hayat-i ebediyeye çalismak lâzim geliyor. Hayat-i ebediyeyi kazanmakta en birinci vasita ve saadet-i ebediyenin anahtari îmandir; ona çalismak lâzim geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için ser'an hizmete mükellef oldugumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-i içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem firtinali bir zamanda saglam hizmet edilmez. Onun için o ciheti
    sh: » (M: 66)
    birakip, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan îmana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandigim hakaik-i îmaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettigim manevî ilâçlari, sair insanlarin eline geçmek için o kapiyi açik birakiyorum. Belki Cenâb-i Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahima keffaret yapar. Bu hizmete karsi seytan-i racîmden baska hiç kimsenin, -mü'min olsun kâfir olsun, siddik olsun zindik olsun- karsi gelmeye hakki yoktur. Çünki îmansizlik baska seylere benzemiyor. Zulümde, fiskta, kebairde birer menhus lezzet-i seytaniye bulunabilir. Fakat îmansizlikta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azab içinde azabdir.
    Iste böyle hadsiz bir hayat-i ebediyeye çalismayi ve îman gibi kudsî bir nura hizmeti birakmak, ihtiyarlik zamaninda lüzumsuz tehlikeli siyaset oyuncaklarina atilmak; benim gibi alâkasiz ve yalniz ve eski günahlarina keffaret aramaga mecbur bir adamda ne kadar hilaf-i akildir, ne kadar hilaf-i hikmettir, ne derece bir divaneliktir, divaneler de anlayabilirler.
    Amma Kur'an ve îmanin hizmeti ne için beni men'ediyor dersen, ben de derim ki: Hakaik-i îmaniye ve Kur'aniye birer elmas hükmünde oldugu halde, siyaset ile âlûde olsa idim; elimdeki o elmaslar igfal olunabilen avam tarafindan, "Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset degil mi?" diye düsünürler. O elmaslara, âdi siseler nazariyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kiymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer. Iste ey ehl-i dünya! Neden benim ile ugrasiyorsunuz? Beni kendi hâlimde birakmiyorsunuz?
    Eger derseniz: Seyhler bazan isimize karisiyorlar. Sana da bazan seyh derler.
    Ben de derim: Hey efendiler! Ben seyh degilim, ben hocayim. Buna delil: Dört senedir buradayim; bir tek adama tarîkat verseydim, süpheye hakkiniz olurdu. Belki yanima gelen herkese demisim: Îman lâzim, Islâmiyet lâzim; tarîkat zamani degil.
    Eger derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var; o isimize gelmiyor.
    Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said'in yazdiklari meydanda. Sahid gösteriyorum ki: Ben

    sh: » (M: 67)
    َاْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ ferman-i kat'îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverlige, Avrupa'nin bir nevi firenk illeti oldugundan, bir zehr-i katil nazariyla bakmisim. Ve Avrupa, o firenk illetini Islâm içine atmis; ta tefrika versin, parçalasin, yutmasina hazir olsun diye düsünür. O firenk illetine karsi eskiden beri tedaviye çalistigimi, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Mâdem böyledir; hey efendiler!. Herbir hâdiseyi bahane tutup, bana sikinti vermeye sebeb nedir acaba? Sarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya Istanbul'da bir esnafin cinayetiyle, Bagdad'da bir dükkânciyi esnaflik münasebetiyle mahkûm etmek nev'inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sikinti vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?
    ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hâlimi, istirahatimi düsünen ve her musibete karsi sabir ile sükûtumu istigrab eden dostlarimin söyle bir sualleri var ki: "Sana gelen zahmetlere, sikintilara nasil tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, edna bir tahkire tahammül edemezdin?"
    Elcevap: Iki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabini aliniz:
    Birinci hikâye: Iki sene evvel benim hakkimda bir müdür sebebsiz, giyabimda tezyifkârane, hakaretli sözler söylemisti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damariyla müteessir oldum. Sonra Cenab-i Hakk'in rahmetiyle söyle bir hakikat kalbe geldi, sikintiyi izale edip o adami da bana helâl ettirdi. O hakikat sudur:
    Nefsime dedim: Eger onun tahkiri ve beyan ettigi kusurlar, sahsima ve nefsime ait ise; Allah ondan razi olsun ki, benim nefsimin ayiplarini söyler. Eger dogru söylemis ise, beni nefsimin terbiyesine sevkeder ve gururdan beni kurtarmaya yardimdir. Eger yalan söylemis ise, beni riyadan ve riyanin esasi olan söhret-i kâzibeden kurtarmaya yardimdir. Evet ben nefsim ile musalaha etmemisim. Çünki terbiye etmemisim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulundugunu biri söylese veya gösterse; ondan darilmak degil, belki memnun olmak lâzim gelir. Eger o adamin tahkirati, benim îmana ve Kur'ana hizmetkârligim
    sh: » (M: 68)
    sifatima ait ise, o bana ait degil. O adami, beni istihdam eden Sahib-i Kur'ana havale ediyorum. O Aziz'dir, Hakîm'dir. Eger sirf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev'inden ise; o da bana ait degil. Ben menfî ve esir ve garib ve elim bagli oldugundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalismak bana düsmez. Belki misafir oldugum ve bana nezaret eden su köye, sonra kazaya, sonra vilayete hükmedenlere aittir. Bir insanin elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder. Mâdem hakikat budur, kalbim istirahat etti.
    وَاُفَوِّضُ اَمْرِى اِلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ dedim. O vakiayi olmamis gibi saydim, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlasildi ki, Kur'an onu helâl etmemis...
    Ikinci hikâye: Su senede isittim ki, bir hâdise olmus. O hâdisenin vukuundan sonra yalniz icmalen vukuunu isittigim halde, o vakia ile ciddî alâkadar imisim gibi bir muamele gördüm. Zâten muhabere etmiyordum; etsem de pek nadir olarak bir mes'ele-i îmaniyeyi bir dostuma yazardim. Hattâ dört senede kardesime birtek mektub yazdim. Ve ihtilattan hem ben kendimi men'ediyordum, hem de ehl-i dünya beni men'ediyordu. Yalniz bir-iki ahbab ile, haftada bir defa görüsebiliyordum. Köye gelen misafirler ise; ayda bir-ikisi, bazi bir-iki dakika bir mes'ele-i âhirete dair benimle görüsüyordu. Bu gurbet halimde; garib, yalniz, kimsesiz, nafaka için çalismaya benim gibilere muvafik olmayan bir köyde, her seyden herkesten men'edildim. Hattâ dört sene evvel, harab olmus bir câmiyi tamir ettirdim. Memleketimde imamlik ve vaizlik vesikam elimde oldugundan, o câmide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlik ettigim halde, su mübarek geçen Ramazanda mescide gidemedim. Bazan yalniz namazimi kildim. Cemaatle kilinan namazin yirmibes sevabindan ve hayrindan mahrum kaldim.
    Iste basima gelen bu iki hâdiseye karsi, aynen iki sene evvel, o memurun bana karsi muamelesine gösterdigim sabir ve tahammülü gösterdim. Insâallah devam da ettirecegim. Söyle de düsünüyorum ve diyorum ki: Eger ehl-i dünya tarafindan basima gelen su eziyet, su sikinti, su tazyik; ayipli ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum. Benim nefsim belki bununla islah-i hâl eder; hem ona keffaret-üz zünub olur. Dünya misafirhanesinin safasini


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 16. MEKTUP

    sh: » (M: 69)
    çok gördüm; azicik cefasini görsem, yine sükrederim. Eger îmana ve Kur'ana hizmetkârligim cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaasi bana ait degil, onu Aziz-i Cebbâr'a havale ediyorum. Eger asilsiz ve riyaya sebeb ve ihlâsi kiracak bir söhret-i kâzibeyi kirmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkimda bozmak murad ise onlara rahmet. Çünki teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halklarin nazarinda söhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardir zannederim. Benim ile temas edenler beni bilirler ki; sahsima karsi hürmet istemiyorum, belki nefret ediyorum. Hattâ kiymetdar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tekdir etmisim. Eger beni çürütmek ve efkâr-i âmmeden düsürtmek, iskat ettirmekten muradlari, tercümanlik ettigim hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeye ait ise beyhudedir. Zira Kur'an yildizlarina perde çekilmez. Gözünü kapayan yalniz kendi görmez, baskasina gece yapamaz.

    DÖRDÜNCÜ NOKTA: Evhamli birkaç sualin cevabidir:
    Birincisi: Ehl-i dünya bana der: "Ne ile yasiyorsun? Çalismadan nasil geçiniyorsun? Memleketimizde tenbelce oturanlari ve baskasinin sa'yi ile geçinenleri istemiyoruz."
    Elcevap: Ben iktisad ve bereketle yasiyorum. Rezzakimdan baska kimsenin minnetini almiyorum ve almamaga da karar vermisim. Evet günde yüz para, belki kirk para ile yasayan bir adam, baskasinin minnetini almaz. Su mes'elenin izahini hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhostur. Fakat mâdem ehl-i dünya evhamli bir surette soruyorlar, ben de derim ki: Küçüklügümden beri halklarin malini kabul etmemek -velev zekat dahi olsa- hem maasi kabul etmemek -yalniz bir-iki sene Dâr-ül Hikmet-il Islâmiye'de dostlarimin icbariyla kabul etmeye mecbur oldum ve o parayi da manen millete iade ettik- hem maiset-i dünyeviye için minnet altina girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatimdir. Ehl-i memleketim ve baska yerlerde beni taniyanlar bunu biliyorlar. Bu bes seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalistilar, kabul etmedim. "Öyle ise nasil idare edersin?" denilse, derim: Bereket ve ikrâm-i Ilâhî ile yasiyorum. Nefsim çendan her hakarete, her ihanete müstehak ise de; fakat Kur'an hizmetinin kerâmeti olarak, erzak hususunda ikrâm-i Ilâhî olan berekete mazhar
    sh: » (M: 70)
    oluyorum. وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ sirriyla, Cenâb-i Hakk'in bana ettigi ihsânâti yâdedip, bir sükr-ü manevî nev'inde birkaç nümunesini söyleyecegim. Bir sükr-ü manevî olmakla beraber, korkuyorum ki, bir riya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin. Çünki müftehirane gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebeb olur. Fakat ne çare, söylemeye mecbur oldum.
    Iste birisi: Su alti aydir otuzalti ekmekten ibaret bir kile bugday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemis. Ne mikdar kifayet (Hâsiye) edecek, bilmiyorum.

    Ikincisi: Su mübarek Ramazanda, yalniz iki haneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti. Anladim ki, baskasinin yemegini yemekten memnû'um. Mütebâkisi, bütün Ramazanda benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadik bir arkadasim olan o hane sahibi Abdullah Çavus'un ihbari ve sehadetiyle; üç ekmek, bir kiyye (kilo demek) pirinç bana kâfi gelmistir. Hattâ o pirinç, onbes gün Ramazandan sonra bitmistir.
    Üçüncüsü: Dagda, üç ay bana ve misafirlerime bir kiyye tereyagi, -hergün ekmekle beraber yemek sartiyla- kâfi geldi. Hattâ Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardi. Benim ekmegim de ve onun ekmegi de bitiyordu. Çarsamba günü idi; dedim ona: Git ekmek getir. Iki saat, her tarafimizda kimse yok ki, oradan ekmek alinsin. "Cum'a gecesi senin yaninda bu dagda beraber dua etmek arzu ediyorum" dedi. Ben de dedim:
    تَوَكَّلْنَا عَلَى اللَّهِ kal." Sonra hiç münasebeti olmadigi halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dagin tepesine çiktik. Ibrikte bir parça su vardi. Bir parça seker ile çayimiz vardi. Dedim: "Kardesim, bir parça çay yap." O ona basladi, ben de derin bir dereye bakar bir katran agaci altinda oturdum. Müteessifane söyle düsündüm ki: Küflenmis bir parça ekmegimiz var; bu aksam ancak ikimize yeter. Iki gün nasil yapacagiz ve bu sâfi-kalb adama ne diyecegim? diye düsünmede iken, birden bire basim çevrilir gibi basimi çevirdim; gördüm ki: Koca bir ekmek, katran agacinin üstünde, dallari içinde bize bakiyor. Dedim: "Süleyman müjde!
    (Hâsiye): Bir sene devam etti.
    sh: » (M: 71)
    Cenâb-i Hak bize rizik verdi." O ekmegi aldik; bakiyoruz ki, kuslar ve hayvanat-i vahsiye hiçbiri ilismemis. Yirmi-otuz gündür hiç bir insan o tepeye çikmamisti. O ekmek, ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sâdik bir siddîkim olan müstakim Süleyman, ekmekle asagidan çikageldi.
    Dördüncüsü: Su üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak almistim. Bes senedir elbise, çamasir, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket-i iktisad ve rahmet-i Ilâhiye bana kâfi geldi.
    Iste su nümuneler gibi çok seyler var ve bereket-i Ilâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy halki çogunu bilirler. Fakat sakin bunlari fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz, belki mecbur oldum. Hem benim için iyilige bir medar oldugunu düsünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanima gelen hâlis dostlarima ihsandir veya hizmet-i Kur'aniyeye bir ikramdir veya iktisadin bereketli bir menfaatidir veyahut "Yâ Rahîm, Yâ Rahîm" ile zikreden ve yanimda bulunan dört kedinin riziklaridir ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet hazîn mirmirlarini dikkatle dinlesen, "Yâ Rahîm, Yâ Rahîm" çektiklerini anlarsin. Kedi bahsi geldi, tavugu hatira getirdi. Bir tavugum var. Su kista, yumurta makinesi gibi pek az fasila ile her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi; ben de hayrette kaldim. Dostlarimdan sordum: "Böyle olur mu?" dedim. Dediler: "Belki bir ihsan-i Ilahîdir." Hem su tavugun yazin çikardigi küçük bir yavrusu vardi. Ramazan-i Serifin basinda yumurtaya basladi, tâ kirk gün devam etti. Hem küçük, hem kista, hem Ramazanda, bu mübarek hâli bir ikrâm-i Rabbanî olduguna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin sübhemiz kalmadi. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o basladi.. beni yumurtasiz birakmadi.
    Ikinci vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sana nasil emniyet edecegiz ki, sen dünyamiza karismayacaksin? Seni serbest biraksak, belki dünyamiza karisirsin. Hem nasil bilecegiz ki, sen kurnazlik yapmiyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkin malini zâhiren almaz, gizli alir bir kurnazlik olmadigini nasil bilecegiz?
    Elcevap: Yirmi sene evvelki Dîvan-i Harb-i Örfî'de ve Hürriyet'ten daha evvel zamanda çoklara malûm hal ve vaziyetim
    sh: » (M: 72)
    ve "Iki Mekteb-i Musibetin Sehâdetnamesi" naminda o zaman Dîvan-i Harb'deki müdafaatim kat'î gösterir ki, degil kurnazlik belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmisim. Eger hile olsaydi, bu bes sene zarfinda sizlere temellukkârane bir müracaat edilecekti. Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez; igfal ve aldatmaya daima çalisir. Halbuki bana karsi en mühim hücumlara ve tenkidlere mukabil tezellüle tenezzül etmedim. "Tevekkeltü Alallah" deyip, ehl-i dünyaya arkami çevirdim. Hem de âhireti bilen ve dünyanin hakikatini kesfeden; akli varsa pisman olmaz, yeniden dünyaya dönüp ugrasmaz. Elli seneden sonra, alâkasiz, tek basiyla bir adam; hayat-i ebediyesini dünyanin bir-iki sene gevezeligine, sarlatanligina feda etmez.. feda etse, kurnaz olmaz, belki ebleh bir divane olur. Ebleh bir divanenin elinden ne gelir ki, onun ile ugrasilsin. Amma zâhiren târik-i dünya, bâtinen tâlib-i dünya sübhesi ise,
    وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ sirrinca "Ben nefsimi tebrie etmiyorum, nefsim her fenaligi ister. Fakat su fâni dünyada, su muvakkat misafirhânede, ihtiyarlik zamaninda, kisa bir ömürde, az bir lezzet için; ebedî, daimî hayatini ve saadet-i ebediyesini berbad etmek, ehl-i aklin kâri degil. Ehl-i aklin ve zîsuurun kâri olmadigindan, nefs-i emmarem ister istemez akla tâbi olmustur.
    Üçüncü vehimli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Begeniyor musun? Eger seversen, neden bize küsüp karismiyorsun?
    Eger begenmiyorsan bize muarizsin; biz muarizlarimizi ezeriz?
    Elcevap: Ben degil sizi, belki dünyanizi sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanizi begenmiyorum. Fakat karismiyorum. Çünki ben baska maksaddayim; baska noktalar benim kalbimi doldurmus, baska seyleri düsünmeye kalbimde yer birakmamis. Sizin vazifeniz ele bakmaktir, kalbe bakmak degil! Çünki idarenizi, asayisinizi istiyorsunuz. El karismadigi vakit, ne hakkiniz var ki, hiç lâyik olmadiginiz halde "kalb de bizi sevsin" demeye... Kalbe karissaniz... Evet ben nasil bu kis içinde bahari temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye tesebbüs edemiyorum. Öyle de: Hâl-i âlemin salahini temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanin islahini arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, çünki elimden gelmiyor. Bil
    sh: » (M: 73)
    fiil tesebbüs edemiyorum; çünki ne vazifemdir, ne de iktidarim var.
    Dördüncü sübheli sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belâlar gördük ki, kimseye emniyetimiz kalmadi. Sana nasil emin olabiliriz ki; firsat senin eline geçse, arzu ettigin gibi karismazsin?
    Elcevap: Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber.. memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni dinleyenlerin ortasinda, heyecanli hâdiseler içinde dünyaniza karismadigim halde; diyar-i gurbette ve yalniz, tek basiyla, garib, zaîf, âciz, bütün kuvvetiyle âhirete müteveccih, ihtilattan, muhabereden kesilmis, îman ve âhiret münasebetiyle uzaktan uzaga yalniz bazi ehl-i âhireti dost bulan ve baska herkese yabani ve herkes de ona yabani nazariyla bakan bir insan; semeresiz tehlikeli dünyaniza karissa, muzaaf bir dîvâne olmak gerektir.
    BESINCI NOKTA: Bes küçük mes'eleye dairdir:
    Birincisi: Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-i hayatimizi ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarizsin?
    Ben de derim: Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten iskat etmis gibi, haksiz olarak bes sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnu' bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi sehirlerde dost ve akrabasiyla beraber biraktiniz ve sonra vesika verdiginiz halde, sebebsiz beni tecrid edip, bir-iki tane müstesna hiçbir hemsehri ile görüstürmediniz. Demek beni efrad-i milletten ve raiyetten saymiyorsunuz. Nasil kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayi bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle seyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapisini kapadiniz; ben de âhiret kapisini çaldim; rahmet-i Ilâhiye açti. Âhiret kapisinda bulunan bir adama, dünyanin karmakarisik usûl ve âdâti ona nasil teklif edilir? Ne vakit beni serbest birakip memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini isteyebilirsiniz.
    Ikinci Mes'ele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-i diniyeyi ve hakaik-i Islâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salahiyetle nesriyat-i diniye yapiyorsun? Sen mâdem nefye
    sh: » (M: 74)
    mahkûmsun, bu islere karismaya hakkin yok.
    Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altina alinmaz! Îman ve Kur'an nasil inhisar altina alinabilir? Siz dünyanizin usûlünü, kanununu inhisar altina alabilirsiniz. Fakat hakaik-i îmaniye ve esasat-i Kur'aniye, resmî bir sekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelati suretine sokulmaz; belki bir mevhibe-i Ilâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-i nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizligi kabul ettim, fakat maasini terkettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlik vesikasiyla her yerde amel edebilirim; çünki benim nefyim haksiz olmustur. Hem menfîler mâdem iade edildi, eski vesikalarimin hükmü bâkîdir.
    Sâniyen: Yazdigim hakaik-i îmaniyeyi dogrudan dogruya nefsime hitab etmisim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhlari muhtaç ve kalbleri yarali olanlar, o edviye-i Kur'aniyeyi arayip buluyorlar. Yalniz medar-i maisetim için, yeni huruf çikmadan evvel, hasre dair bir risalemi tab'ettirdim. Bunu da, bana karsi insafsiz eski vali, o risaleyi tedkik edip, tenkid edecek bir cihet bulamadigi için ilisemedi.

    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    Said Nursî


    Seni çok Özledim Annem

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •