***
DIŞARDA
Points: 155.310, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


MEKTUBÂT / Risale-i Nur'dan 09. MEKTUP
سْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Dokuzuncu Mektub
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
(Yine o hâlis talebesine gönderdigi mektubun bir parçasidir.)
Sâniyen: Nesr-i envar-i Kur'aniyedeki muvaffakiyetin ve gayretin ve sevkin, bir ikrâm-i Ilâhîdir, belki bir keramet-i Kur'aniyedir bir inayet-i Rabbâniyedir. Sizi tebrik ediyorum. Kerâmet ve ikram ve inayetin bahsi geldigi münasebetiyle, kerâmet ve ikramin bir farkini söyleyecegim. Söyle ki:
Kerâmetin izhari, zaruret olmadan zarardir. Ikramin izhari ise, bir tahdis-i nimettir. Eger kerâmet ile müserref olan bir sahis, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eger nefs-i emmaresi bâki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve kesfine itimad etmek ve gurura düsmek cihetinde istidrac olabilir. Eger bilmeyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir sual var, intak-i bilhak nev'inden ona muvafik bir cevab verir; sonra anlar. Anladiktan sonra kendi nefsine degil, belki kendi Rabbisine itimadi ziyadelesir ve "Beni benden ziyade terbiye eden bir hafîzim vardir." der, tevekkülünü ziyadelestirir. Bu kisim, hatarsiz bir kerâmettir; ihfasina mükellef degil, fakat fahr için kasden izharina çalismamali. Çünki onda zâhiren insanin kesbinin bir medhali bulundugundan, nefsine nisbet edebilir. Amma ikram ise; o, kerâmetin selâmetli olan ikinci nev'inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. Izhari, tahdis-i nimettir. Kesbin medhali yoktur, nefsi onu kendine isnad etmez.
Iste kardesim; hem senin hakkinda, hem benim hakkimda, bahusus Kur'an hakkindaki hizmetimizde eskiden beri gördügüm
sh: » (M: 33)
ve yazdigim ihsanat-i Ilahiye bir ikramdir; izhari, tahdis-i nimettir. Onun için sana karsi tahdis-i nimet nev'inden ikimizin hizmetimize ait muvaffakiyâti yaziyorum. Biliyordum ki sende fahr degil, sükür damarini tahrik ediyor.
Sâlisen: Görüyorum ki: Su dünya hayatinda en bahtiyar odur ki: Dünyayi bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rizayi çabuk elde edebilir. Kirilacak sise pahasina, daimî bir elmasin fiatini vermez; istikamet ve lezzetle hayatini geçirir. Evet dünyaya ait isler, kirilmaga mahkûm siseler hükmündedir; bâkî umûr-u uhreviye ise, gayet saglam elmaslar kiymetindedir. Insanin fitratindaki siddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehsetli hirs ve inadli taleb ve hâkeza sedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmistir. O hissiyati, siddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kirilacak siselere, bâkî elmas fiatlarini vermek demektir. Su münasebetle bir nokta hatira gelmis, söyleyecegim. Söyle ki:
Ask, siddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih oldugu vakit ya o ask kendi sahibini daimî bir azab ve elemde birakir veyahut o mecazî mahbub, o siddetli muhabbetin fiatina degmedigi için bâkî bir mahbubu arattirir; ask-i mecazî, ask-i hakikîye inkilab eder.
Iste insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin ask gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endise-i istikbal hissi herkeste var; siddetli bir surette endise ettigi vakit bakar ki, o endise ettigi istikbale yetismek için elinde sened yok. Hem rizik cihetinde bir taahhüd altinda ve kisa olan bir istikbal, o siddetli endiseye degmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkinda taahhüd altina alinmamis bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karsi siddetli bir hirs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmis o fâni mal ve âfetli söhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o siddetli hirsa degmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-i kurbiyeye ve zâd-i âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hirs-i mecazî ise, âlî bir haslet olan hirs-i hakikîye inkilab eder.
Hem meselâ: Siddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karsi hissiyatini sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada
sh: » (M: 34)
degmeyen birsey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararli, zehirli bir sey'e inad namina sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle seyler için verilmemis. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O siddetli inadi, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâkî olan hakaik-i îmaniyeye ve esasat-i Islâmiyeye ve hidemat-i uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-i mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta siddetli sebata- inkilab eder.
Iste su üç misal gibi; insanlar, insana verilen cihazat-i maneviyeyi, eger nefsin ve dünyanin hesabiyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-i rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eger hafiflerini dünya umûruna ve siddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-i hamîdeye mense', hikmet ve hakikata muvafik olarak saadet-i dâreyne medar olur.
Iste tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatlari su zamanda tesirsiz kaldiginin bir sebebi sudur ki: Ahlâksiz insanlara derler: "Hased etme! Hirs gösterme! Adâvet etme! Inad etme! Dünyayi sevme!" Yani, fitratini degistir gibi zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eger deseler ki: "Bunlarin yüzlerini hayirli seylere çeviriniz, mecralarini degistiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarinda bir emr-i teklif olur.
Râbian: Ulema-i Islâm ortasinda "Islâm" ve "îman"in farklari çok medar-i bahsolmus. Bir kismi "ikisi birdir", diger kismi "ikisi bir degil, fakat biri birisiz olmaz" demisler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmisler. Ben söyle bir fark anladim ki:
Islâmiyet, iltizamdir;îman, iz'andir. Tabir-i digerle: Islâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkiyaddir; îman ise, hakki kabul ve tasdiktir. Eskide bazi dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-i Kur'aniyeye siddetli tarafgirlik gösteriyorlardi. Demek o dinsiz, bir cihette hakkin iltizamiyla Islâmiyete mazhardi; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazi mü'minleri gördüm ki; ahkâm-i Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar.. "gayr-i müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.
Acaba Îslâmiyetsiz îman, medar-i necat olabilir mi?
Elcevap: Imansiz Islâmiyet, sebeb-i necat olmadigi gibi; Islâmiyetsiz iman da medâr-i necat olamaz. Felillahilhamdü vel
sh: » (M: 35)
minnetü, Kur'anin i'caz-i manevîsinin feyziyle Risale-i Nur mizanlari, din-i Islâmin ve hakaik-i Kur'aniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermislerdir ki; dinsiz dahi onlari anlasa, taraftar olmamak kabil degil. Hem îman ve Islâmin delil ve bürhanlarini o derece kuvvetli göstermislerdir ki; gayr-i müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir. Gayr-i müslim kaldigi halde, îman eder. Evet Sözler, Tûba-i Cennet'in meyveleri gibi tatli ve güzel olan îman ve Islâmiyetin meyvelerini ve saadet-i dâreynin mehasini gibi hos ve sirin öyle neticelerini göstermisler ki, görenlere ve taniyanlara nihayetsiz bir tarafgirlik ve iltizam ve teslim hissini verir. Ve silsile-i mevcudat gibi kuvvetli ve zerrat gibi kesretli îman ve Islâmin bürhanlarini göstermisler ki, nihayetsiz bir iz'an ve kuvvet-i îman verirler. Hattâ bazi defa Evrad-i Sah-i Naksibendî'de sehadet getirdigim vakit, عَلَى ذَلِكَ نَحْىَ وَ عَلَيْهِ نَمُوتُ وَ عَلَيْهِ نُبْعَثُ غَدًاdedigim zaman, nihayetsiz bir tarafgirlik hissediyorum. Eger bütün dünya bana verilse, bir hakikat-i îmaniyeyi feda edemiyorum. Bir hakikatin bir dakika aksini farzetmek, bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim olsa, bir tek hakaik-i îmaniyenin vücud bulmasina bilâ tereddüd vermesine, nefsim itaat ediyor. وَ آمَنَّا بِمَا اَرْسَلْتَ مِنْ رَسُولٍ وَ آمَنَّا بِمَا اَنْزَلْتَ مِنْ كِتَابٍ وَ صَدَّقْنَا dedigim vakit nihayetsiz bir kuvvet-i îman hissediyorum. Hakaik-i îmaniyenin herbirisinin aksini aklen muhal telakki ediyorum, ehl-i dalaleti nihayetsiz ebleh ve divane görüyorum.
Senin valideynine pek çok selâm ve arz-i hürmet ederim. Onlar da bana dua etsinler. Sen benim kardesim oldugun için, onlar da benim peder ve validem hükmündedirler. Hem köyünüze, hususan senden "Sözler"i isitenlere umumen selâm ediyorum.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî