Kur’an´ın öncülüğünde mutlu bir yaşamı yakalamak bir süreçtir. Bu sürecin adım adım takip edilmesi kaçınılmazdır. İmanın amele dönüşmesi, okunan ayetlerin günlük hayatta anlamını bulması zamana ve mekâna ihtiyaç duyulmaktadır.
İlahi vahyin toplum hayatında değer kazanması için bireylerin tercihlerini, zevklerini, alışkanlıklarını ve ihtiyaçlarını görmezden gelmek mümkün değildir.
Olayların ve meselelerin insanların zihinlerinde anlaşılması ve yüreklerinde yer edinebilmesi için zaman mefhumuna gereksinim vardır. Bu sebeple bireylere düşünme ve değerlendirme fırsatı sağlamak ADALET açısından da önem arz etmektedir. Meseleyi bireyin tercihine ve kabulüne sunmak ALLAH’ın insana verdiği değerdendir.
İnsanlara düşünme fırsatı vermeden, ilgili meseleyi dikte etmek ve gereklerini baskıcı yöntemlerle yerine getirtmeye çalışmak ilahi hikmetle bağdaşmaz. Baskıcı yöntemler uygulamak irade sahibi olarak yaratılan insanoğlunun tabiatına da terstir. Bireyleri bu tarzla mükellefiyet altına sokmak ve sorumluluk bilinci vermek mümkün değildir.
Bireyleri, davanın gereklerini yerine getirmek ve ağır yükünü omuzlamak için terbiye etmek açısında iyi ile kötüyü bireylerin tercihlerine sunmak, zaman mefhumu açısında önemlidir
Bu itibarla Kur’an tedricen, ayet ayet, sure sure, vuku bulan günlük olayları ve insanların ihtiyaçlarını dikkate almak ve sorunlarını çözmek için yirmi üç yılda nazil oldu.
Kur’an-ın tedrici olarak nazil olmasının hikmetini en iyi bilen Allah’tır. Bu hakikatin muradını tam olarak Allah’tan başkası bilemez. Ancak Allah’ın insana verdiği sınırlı bilgilerle olayların mahiyetine ve künhüne vakıf olabilir. Bu sebeple biz, Allah’ın verdiği mahdut bilgilerle Kur’an-ın tedrici olarak nazil olmasının birkaç hikmetini zikretmeye çalışacağız.
Birincisi; Cahiliye adetleri ve FESADın kötü izleri Arap toplumunu o kadar etkilemiştir ki, bir anda onların bu hastalıktan kurtulmaları mümkün değildi. Bu hastalığı tedavi etmek için zamana ihtiyaç vardı. Bundan dolayı Kur’an, toplumun ihtiyacına binaen aşama aşama nazil oldu.
İkincisi; Resulullah’ın ve sahabenin kalbini güçlendirmektir. Resulullah, müşriklerin eziyet, inkâr ve alaylarına maruz kalmıştır. Bu sebeple inen vahiy, adeta müslümanların kalbine sükûnet indirmiş ve büyük bir teselli kaynağı olmuştur.
Müşrikler kur’an-ın tedricen indirilmesine itiraz ettiler. “ İnkar edenler: Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? Dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk”([1])
İlk inen vahiyden sonra belirli bir dönem vahiy kesildi. Bu süre üç ay mı yoksa üç yıl mı? olduğu konusu tartışmalıdır. Vahyin ınkıtaya uğraması Resulullah’ı derinden üzdü. Müşrikler illeri giderek propagandalar yaptılar. Rabbin seni terk etti ve sana küstü gibi yakışıksız sözler sarf ettiler. Hatta bazı rivayetlere göre vahyin kesildiği dönemde Resulullah intihara bile kalkışmıştır. Hiç şüphesiz vahyin kesilmesi hadisesi Resulullah’ın şahsına münhasır bir imtihandı. Allah onu zorluklara ve sıkıntılara alıştırıyordu. Sağlam bir inancın kalbe nüfuz edebilmesi zorlukların aşılması ile mümkün idi. “Fetret-i vahiy” döneminin sonunda inen ayetler, adeta Resulullah’ın kalbine sükûnet ve huzur vermiştir. Bu süreci yaşayan Resulullah kendisine inen şu ayetlerle teselli bulmuştur.
“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın. O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Seni fakir bulup da zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın azarlama. Ve rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.”([2])
Resulullah’ın pak ve iffetli hanımı olan Aişe’ye atılan iftira, münafıkların asılsız propagandası ve bu iftira kampanyasında etkilenen zayıf müslümanların tavırları Resulullah’ı çok üzdü. Hatta bu propagandadan Resulullah bile etkilendi. Dolayısıyla Resulullah Aişe’nin yanına uğramaz oldu. Bu durum Aişe’yi kahrediyordu. Münafıklar amacına ulaşmış ve ortalıkta cirit atıyorlardı. İşte böyle bir atmosferde ve sisli havada ayetler adım adım iniyor, bu çirkin ve asılsız iddiaları ret ederek şüpheleri bertaraf ediyor kalplere sükûn ve huzur veriyordu.
“ Peygamberin eşine bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse ( onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan elebaşlık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.”([3])
Böylece yaşanan ve gelişen olaylara hem çözüm hem de müslümanların kalbini güçlendirmek için ayetler bir defa da inmedi. Görüldüğü gibi gerek “Fetret-i vahiy gerekse de ifk hadisesine nazil olan ayetler inanılmaz derecede başta Resulullah’ ve müslümanları rahatlatmıştır.
Üçüncüsü; Vahyin ezberlenmesi ve anlaşılması kolaylaştırmaktır. Eğer vahiy bir defada nazil olsaydı onu ezberlemek mümkün olmayacaktı. İnen ayetleri önce Resulullah, daha sonra vahiy kâtiplerine ezberleterek muhafaza ederdi. Kur’an okuma ve yazma bilmeyen bir topluma indi. O zamanın şartlarında onu korumak ezberlemekle mümkündü. Bu itibarla Arap edebiyatı yazılı değil, sözlü idi. Yani Arap toplumu “Ümmi” (okuma-yazma) bilmeyen bir toplum idi. Bu nedenle okuma ve yazma bilmeyen Araplar hafızaya önem verirdi.
Dördüncüsü; Kur’an bir defa nazil olsaydı, anlaşılması ve uygulanması güçleşecekti. Kur’an-ın en önemli hedefi hayata tatbik etmekti. Bu bakımda Kur’an-ın hayatta anlam bulması açısından ihtiyaca binaen nazil oldu. Gelen rivayetlere göre sahabenin Kur’an-ı beşer ve onar ayet olarak okuması ve hayat tatbik etmesi bu gerçeği ortaya koymaktadır. Ku’an-ın tamamını bir anda önünde bulan insanlar nasıl hareket edeceklerine dair şaşırabilirlerdi. Hangi sureyi ya da hangi ayeti nasıl ve ne zaman hayata aktaracağını karıştırabilirdi.
Beşincisi; Kur’an kanunlar manzumesi değildir. İnsanları ıslah etmenin yolu ne yeni kanunlar koymak, ne de polisiye yöntemler uygulamaktır. Bu yöntemlerin hepsi baskıcı ve bıktırıcıdır. İnsanları ıslah etmenin tek yolu Kur’an yoludur. İnsanın ruhuna ve tabiatına hitap etmek, insanı ilahi hikmetlerle dolu olan hakikatlere yöneltmek, insanın doğal ihtiyacını karşılamak adaletin de gereğidir.
Altıncısı; Zina, fuhuş, içki, ahlaksızlık gibi kötü alışkanlıklar Arap toplumun kuşatmıştı. Bu toplumun kısa bir zamanda bu kötü alışkanlılardan vazgeçmesi mümkün görünmüyordu. Kur’an-ın bu hikmetli yöntemi ve aşama aşama nazil oluşu sayesinde insanlar zamanla bu alışkanlılardan vazgeçtiler. Vahşetin, kinin, şirkin hakim olduğu yürekler, zamanla yerini adalete, sevgiye, tevhide ve itaate bıraktı.
Arap toplumunun içkiden vazgeçmesini düşünmek neredeyse imkânsız görünüyordu. Bu toplumun kısa bir süre içerisinden tamamen içkiden vazgeçmesi eşsiz kur’an yönteminin bir sonucudur. Bu konuda baskı ve şiddet kullanmadan, insan sağlığı için oluşturduğu zararlar zamana yayarak anlatması etkili olmuştur.
Öncelikle içkinin “zarar ve faydasından”([4]) bahsedilmiştir. Daha sonraki aşamada “Sarhoşluğun ibadete engel teşkil ettiği ve bu şekilde namaza devam edilmemesi”([5]) gerektiğini vurgulamıştır. Beş vakit namaz kılan müminlerin içkiyi tamamen bıraktıklarını görüyoruz. Çünkü namaz vakitleri arasındaki zaman kısa olduğunda alkol alan bir insan bu zaman içerisinde tamamen saorhoşlıktan kurtulamaz. Bu nedenle içkiyi tamamen bıraktılar. En son aşamada “İçkinin birer pislik olduğunu ve bundan kaçınılması”([6]) gerektiğini beyan eden Kur’an, artık içkiyi tamamen hayatlarından kaldırdılar.
Eğer içki bir defada yasaklansaydı, o dönemde ciddi sıkıntılar yaşanırdı. İçki, o toplumunda büyük bir ekonomik değere sahipti. Toplumun büyük bir kesimi bu işin ticaretini yapıyordu. Bunun bir defada yasaklanması büyük tepkilere yol açacaktı. Arap toplumu içkiye müptela olmuştu. Hatta şarap ile ilgili şiirler, Arap edebiyatında önemli yer alıyordu. İçki müptelası olmuş kişiler bir anda vazgeçmeyeceklerdi. Bu itibarla belirli bir süre içkinin Zararları anlatıldı. Dolayısıyla içki bir örnektir. Kötü alışkanlıklar, Zararlı maddeler ve toplumu ifsat eden her mesele kur’an-ın bu yöntemiyle ortadan kaldırıldı.
Kişilerin uzun yıllar elde etmiş oldukları alışkanlıklardan, zevklerden, düşünce ve fikirlerden bir anda vazgeçmesi mümkün değildir. Eski alışkanlıklar tıpkı insan vücudunda bağımlılık yapmış hastalıklar gibidir. Bu hastalıkları zamana yayarak tedavi edilmesi gereklidir. Arap toplumu Kur’an-ın tedriciliği sayesinde asırlardan beri içine saplandıkları kördüğümü çözmüş, ufukları açılmış, anlayışlarında ve dünya görüşlerinde büyük bir inkılâp meydana gelmiştir.
Netice itibariyle; Kur’an kimseye şiddet uygulamadan, kimseyi korkutmadan, bireylerin psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını dikkate alarak ıslah yöntemini uygulayarak merhale merhale hedefe ulaşmayı amaçlamıştır. Basamaklar atılmadan ve her basamakta yapılması gerekeni mutlaka yapmıştır.
Herhangi bir boşluk ve gelişigüzel uygulamaya gidilmemiştir. Hakikatleri bireyin idrakine sunmuştur. Öncelikle zihinler tedavi edilmiş ve ahlaki olgunluk nevzuhur etmiştir. Duygular bastırılmamış, istek ve arzular hapsedilmemiştir. Böylece toplum aşağıdan yukarı doğru zirveye tırmanmıştır.
Toplum ahlaki meziyetlere, sorumluluk bilincine ve zihinsel olgunluğa ulaşınca kendileri için yararlı ya da zararlı olan her şeyi fark etmiştir. Bütün bu sebeplerden dolayı Kur’an bir defada değil, tam yirmi üç yılda nazil oldu.
[1] -Furkan : 25/32
[2]-Duha :93/1-11
[3] -Nur :24/11
[4] -Bakara :2/219
[5] -Nisa : 4/43
[6]Maide :5/90