2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Islâm’ın neresindeyiz? Neresinde olmalıyız?

    Share
  1. #1
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Islâm’ın neresindeyiz? Neresinde olmalıyız?



    Dağılmış tespih tanelerine benziyoruz



    ‘Dünyada en büyük nimet nedir?’ diye sorsalar hiç tereddüt etmeden ‘Müslümanlık’ derim.

    Gerçekten de öyle değil midir? İslâm, iki cihan saadetini sağlayan bozulmamış tek inanç sistemidir? Onun içindir ki İslâm’ın alternatifi yoktur. İslâm’ın alternatifi yine İslâm’dır.

    Bizler bu nimeti hazır bulduğumuz için kıymetini bilmiyoruz. Bu inanç yolunda çilelere katlanmayı, fedakârlık göstermeyi denemediğimiz için onu yeterince önemsemiyoruz.

    Dünyada yaşayan Müslümanların sayısı bir milyarın üzerinde olsa da bu rakam ne yazık ki Müslümanlığın etki sahasına yansımamaktadır. Dünyada Müslüman çok ama dinini dert edinen ve derdini seven, güçlü Müslüman yok denecek kadar az. Günümüzde Müslümanlık geriliği, fakirliği, üçüncü dünya ülkelerini çağrıştırıyorsa bunun suçlusu bu inanç sistemini hücrelerine sindiremeyen, gereğini yapamayan Müslümanlardır.

    Suçluyu Avrupa’da ya da Amerika’da aramaya gerek yok. Bizler gönüllü sömürge olduk dünyanın sözde efendilerine. Özgürlüğümüzü ellerimizle teslim ettik. Paryalığı sultanlığa tercih ettik.

    Dünya Müslümanları Kur’an hakikatleri etrafında birleşebilseler, tek yumruk olabilseler, kalpler uhuvvetle atabilse bizi kimse esaret zincirleriyle bağlayamaz. Aslında bizi bize bağlayan o kadar güçlü bağlar vardır ki hepsi de çelik kuvvetindedir. Dinimiz bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir… Bu kadar bir’in olduğu yerde, niçin ikilik olsun ki?

    Kur’an Müslümanların manifestosudur

    Müslümanların manifestosu şüphesiz ki Kur’an’dır; onu hadisler takip eder. Ötesi de icma (âlimlerin ortak görüşü) ve kıyastır. Kur’an ve hadis dünyevî ve uhrevî pek çok meselemizi izaha muktedirdir. Ayrıntılardaki sis perdelerini kaldırmak ulemanın işidir. Durum bu iken sırat-ı müstakimden ayrılanların durumunu nasıl izah edebilirsiniz?

    Müslüman âdetince az çok birbirinden değişik algılarla ve kavrayışlarla beslenen anlayışlar, bizi bizden koparıyor. Emirler ve yasaklar (farzlar ve haramlar) şahsîleştirilmeye çalışılıyor. Oysa Müslümanlıkta hangi konumda olursa olsun hiç kimseye farklı ahkâm uygulanmaz. İslâm’da ahkâm umumîdir.

    Bazı kesimler, İslâm’ı ayrıntılara boğarak puslu hava oluşturup hakikatleri perdelemektedir. Bu kişilere baktığınızda nafileleri farzların önüne geçirip gereksiz ayrıntılarla lâf ebeliği yaptıkları, zihinleri bulandırdıkları görülür. Bu durum, dinin esasını zedelemekte, insanların zamanını çalmakta ve inançlarını sis perdesi altında bırakmaktadır.

    Önceliklerini yanlış belirleyen kişilerin akıbetinin hüsran olacağı açıktır. Bu durum Müslümanların inanç akideleri için de geçerlidir. Perişanlığımızın, dağınıklığımızın, uyuşukluğumuzun temel nedeni önceliklerin yanlış belirlenmesi ve ayrıntıların esas hükümleri gölgede bırakmasıdır. Bu, kişiler ve cemaatler arası ilişkilere de yansımakta zeminin kaymasına yol açmaktadır. Bizi aynı paydada birleştiren dinî hakikatlere sarılarak, bu ayrılık uçurumundan uzaklaşıp selâmete koşabiliriz. Aksi takdirde ancak uçurumun dibinde buluşabiliriz.

    Türkiye başta olmak üzere bütün Müslüman ülkelerin en büyük meselesi inanç akideleriyle gelenekleri birbirine karıştırmasıdır. Dini, gelenekle bütünleştirme çabaları geleneğin kutsallaştırılması sonucunu doğurmuştur. Bu durum dinin doğru anlaşılmasını engellemiş, geleneksel kanaatler ayet ve hadislerin önüne geçmiştir.

    Gelenek ve görenekler İslâm zannediliyor

    Türkiye’de gelenek ve görenekler, töre kanunları Müslümanlığın akidelerinin önüne geçmiştir. Müslümanlık dinî hüviyetini kaybederek töreye ve geleneğe büründürülmüştür. Daha doğrusu gelenek ve görenekler Müslümanlık boyasına boyanmış, öylece özden uzak farklı bir Müslümanlık sentezi oluşturulmuştur.

    Bunun biraz daha ötesine geçilerek İslâm dinine hurafeler sokulmuş, tertemiz İslâm pınarı bulandırılmaya başlanmıştır. Gelenekler bazı çevrelerin zorlamalarıyla Müslümanlık sayılmıştır. Böylece kafalar iyice karıştırılmıştır.

    Müslümanlık saf, arı duru bir dindir. Daha doğrusu yozlaşmamış İslâm dini böyledir. Bazı çevreler bu dini ifsat etmek için içine çer çöp kabilinden bir sürü lüzumsuz, hatta zararlı düşünceler sokmuşlardır.

    Son yıllarda İslâm denince akla şiddet, işkence, kadını eve hapseden ve sosyal hayattan soyutlayan bir anlayış geliyor. Benim Peygamberim Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği İslâm’da böyle bir düşünce yoktur. İslâm şiddeti, şiddetle yasaklamıştır. Sadece insanlara değil, diğer canlılara bile işkence yapmak İslâm’ın günah saydığı eylemlerdendir.

    M. NİHAT MALKOÇ
    GÜLİSTAN DERGİSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Cevap: Islâm’ın neresindeyiz? Neresinde olmalıyız?

    ALP DEĞİL, ALPEREN OLMAK

    Türk devletlerinde “alp” olanlar İslâm’la birlikte tasavvuf terbiyesi ve tarikat ehli olunca “alperen” unvanına, yâni İslâm devletinin varlık sebebini ve gayesini tebliğ etme mesuliyetine terfi ettiler. İslâmlaşınca başlayan bu irtifa sebebiyle din-i İslâm uğrunda savaşanlara alperen denir.



    Müslümanla Türk’ün aynı mânaya gelmesinin en cerbezeli, en mühim tipi olan alperen, İslâmlaşan Türklüğün sadrından doğmuştur ki vazifesi İslâm devletinin yürürlüğe girmesi için siyasî ve fikrî her türlü faaliyette bulunmaktır.

    “Alp”, eski Türklerde bahadır, yiğit sıfatlarını ifade eder. “Eren”, tasavvuf ve tarikat terbiyesi almış insan-ı kâmil ve derviş vasfını haizdir. Allah’a doğru fethini tamamlayan ve “alp” lik vasfıyla “eren” liği şahsında bütünleştirip İslâm’ı tebliğ etmek vazifesini hak eden kişi alperenlik mertebesine çıkmış olur.

    ALP DEĞİL, ALPEREN OLMAK

    Alp’lik; cesaret, şecaat, kuvvet sahibi olmaktır. Alperenlik, İslâm üzere hikmet adâlet, gâzavat bilgisiyle tasavvufî terbiyeyi şahsında terkipleştirmek demektir. Öyle ki hem dünyevî, hem uhrevî yönü olan insandır.
    Batı’ya doğru fütuhata çıktığında “Bu seferler kuru gavga için olmayıp İlâ-yı Kelimetullah içindir” diyerek and içenler târihte “Kolonizatör Türk Dervişleri” diye yâd edilen alperenlerdir.

    Dervişlik ve savaşçılık birbirine zıt gibi düşünülebilir. Savaşçı “alp” tipinin Müslümanlıktaki karşılığı “gâzi” dir. Bu vasfıyla dervişliği terkip eden kişi “gâzi-derviş” veya alperen sıfatını almıştır.

    İslâm’daki mücahit mânasında ifade ettiğimiz savaşçılıkla dervişliği terkip etmiş olan alperenlikte cihat ve mücâhede iç içedir. Düşmanla yapılan fiili savaş mânasına gelen cihatla, nefisle savaş demek olan mücâhede yan yanadır.

    İslâm’dan beslenen cesaret, sevgi ve merhametle ümmete ve millete hizmet dâvasında din, yâni şeriat üzere yol tuttukları içindir ki alperen kafilesinin başında mânevî olarak daima Hz. Peygamber Efendimiz s.a.v. ve dört Halife bulunur.

    HAZIRLIĞI OLMAYANIN ALPERENLİK İDDİASI BU KUTLU UNVANI ZEDELER.

    Alperen; Allah’a, dinine ve şeriatına inanan mücahittir. Bu ulvî vazifeden dolayıdır ki kavmiyetçi olamaz, olursa alperen olmaz. Zaferle değil, seferle mükellef kılındığını, takdirin Allah’a ait olduğunu idrâk eder. Bu sebeptendir ki, “alperenim” demenin mesuliyeti ağırdır. Bu vasıfları taşımaya ve muhtevasına mutabık fikrî ve siyasî hazırlığı olmayanın alperenlik iddiası bu kutlu unvanı zedeler.

    ÎLÂ’YI KELİMETULLAH’I VE İSLÂM AHKÂMINI YAYANA ALPEREN DENİR

    Fetih için, yâni üzeri karanlıkla kapalı ülke ve toplumların üstündeki karanlık örtüyü kaldırmak için gittiği her yerde Îlâ’yı Kelimetullah’ı yayan, İslâm’ın ahkâmını tebliğ eden, Kur’an’ın ve Sünnet’in yayılmasına çalışan, kalbiyle dili, imanıyla ameli, dervişliğiyle mücahitliği bir olan kişidir. Çağının her meselesine İslâm’ın buyruklarıyla çâre arayan ve müdahil olandır.

    Alperenlik hüviyetinin hocası Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi Hazretleridir ki, o ulu kişinin Anadolu’dan Balkanlara kadar gönderdiği alperenlerden istediği vazife: “Gittiğiniz yeri İslâmlaştırmak, İslâm’ın ahkâm ve varlığını tebliğ ve tesis etmek…”

    Sultan Fatih, hocası Akşemseddin Hazretleri’nin önünde diz çöküp, Hakk divanına durmayı sarayında oturmaya yeğ tuttuğu, fetih sabahı binlerce askerine ve komutanına imam olup, zafer namazı kıldırdığı içindir ki devletlü alperenlerdendir. Yavuz Sultan Selim, kendisini Harameyn’in hâkimi ilân etmek isteyenlere, “Hayır, Harameyn’in hâdimiyim” diyerek alperen olduğunu beyan etmiştir.

    Türkiye’de devletin yapısını İslâmî ahkâmla değiştirmek gayesiyle alperenliği siyasî ve fikrî mânada temsil eden bir hareket henüz çıkmadı. Alperenlik iddiasında bulunan siyasî ve fikrî hareketlerin muhtevasında laikliğe, sekülerliğe, modernliğe, ulus milliyetçiliğine, Atatürkçülüğe ve 1923 Cumhuriyetine dair zerre kadar çağrışım, vurgu, işaret, fikir ve kavram yakınlığı bulunmamalı.

    ALPERENLİK, 1923’DE KURULAN SİSTEME LÂ DEMEK VE TÜRKİYE İSLÂM CUMHURİYETİ DÂVASINI ÜSTLENMEKTİR

    Bugün alperenliğin en temel vazifesi doksan yıllık lâ-dînî sisteme kökten hayır demek ve evvel emirde Türkiye İslâm Cumhuriyetinin ikamesinin tebliğcisi olmaktır. Vazifesi, İslâm’ın tâyin ettiği devlet ve millet düzeni için kendi ülkesinden başlayarak çalışmak olduğuna göre, “alperenim” diyen biri Türkiye İslâm Cumhuriyetinin esasları için her türlü fikrî ve siyasî meseleleri üstlendiğini ilân etmiş sayılır.

    ALPEREN ŞERİATÇIDIR VE İSLÂM DEVLETİ FİKRİNİN TEBLİĞCİSİDİR

    Alperenin Türkiye’de baş vazifesi meşruiyetin ve hâkimiyetin İslâm olduğu sistemin tesisi ve bin yıldır devletin kurucusu olan Türklerin yönetme hakkını şeriat üzere sürdürmesi için çalışmak ve fikirde olsun, siyasette olsun gayesi daima “dîn ü devlet, mülk ü millet” anlayışı içinde mücadele etmektir.

    Sözün özü; kim alperenim diyorsa şeriatçıdır ve İslâm devleti dâvasının tebliğcisidir. Üzerine düşen mükellefiyeti, yâni İlâ’yı Kelimetullah’ı yayma vazifesini yerine getirmeye inanarak tâlim ettiği unvanı gereğince mecbur ve yükümlü olandır.

    Ahmet Doğan İlbey. Habervaktim.com
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Benzer Konular

  1. Cocuklarimiza Islam’i nasil anlatmaliyiz?
    By Konyevi Nisa in forum Islam'da çocuk
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 10.03.10, 08:55
  2. Tasavvuf Hayatımızın Neresinde?
    By Reyhani in forum Tasavvuf
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.08.09, 21:33
  3. Islâm ve iman’in hakikati:
    By Konyevi Nisa in forum Doğru İman Bilgileri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 11.08.09, 10:07
  4. Islâm’ın büyüsü
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 23.06.09, 11:04
  5. Islâm ordusunun Medine’den ugurlanisi
    By Konyevi Nisa in forum Hicretin Sekizinci Yılı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.07.08, 17:05

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •