Denilebilir kidünyada sıkıntısız
üzüntüsüz
dolayısıyla imtihansız yaşayan insan yoktur.
Öyle oluncakaçınılması imkânsız bu sıkıntı ve musibet imtihanlarını nasıl karşılamalı
nasıl bir inanç ve edep anlayışı içinde yorumlayarak hakkımızda hayra çevirmeli
yani imtihanı kazanmalıyız? Konuya ait Hocaefendi'in yeni kitabından (Kalb İbresi) fevkalade faydalı olduğu kadar da ikaz edici ölçüler arz etmek istiyorum bugün sizlere. Sözü daha fazla uzatmadan birlikte okuyoruz Kalb İbresi'ndeki sıkıntıları şuurla karşılama anlayışımızı.
***
Musibet karşısındaki temel disiplinonun Cenab-ı Hakk'ın emirber bir neferi olduğunu düşünmek ve şikâyet ifade eden sözlerden kesinlikle kaçınmaktır. Hususiyle musibetin gelip çarptığı ilk anlarda sızlanmaların şikâyete dönüşmemesi için sükutu tercih etmek lazımdır. Resulü Ekrem Efendimiz'in (sas) "Sükutu tefekkür
bakışı ibret ve konuşması da hikmet olan kurtulmuştur!" beyanı istikametinde
inanan bir insan
eşya ve hadiseleri ibret nazarlarıyla süzmeli
konuşmadan önce bir tefekkür etmeli ve dile geldiği zaman da hep hikmet incileri dile getirmelidir. Aslında hikmet
tefekkürün bağrında gelişir
tefekkür de sükut serasında olgunlaşır
dolayısıyla bir bela ve musibet isabet edince yapılması gereken
iradi olarak susmak
hadiselerin çehresindeki kaderi yazıları okumaya çalışmak
düşünmek
ondan mesajlar çıkarmak
sonra kulluk adabına uygun şekilde konuşmak
ama mutlaka sabırlı ve teslimiyetli davranmaktır.
Her insan hemen her an türlü türlü musibetlerle karşı karşıyadır. Bilhassa iman dairesinde iç içe ızdıraplar ve küme küme mahrumiyetler saklıdır... Zaten insanların ebedi nimetlerden nasipleriHak yolunda çektikleri meşakkat ve çile nispetinde olacaktır; ahiretteki mükâfatın büyüklüğü ölçüsünde burada bir kısım zorlukların yaşanması normaldir. "Belanın en şiddetlisi peygamberlere
sonra Hakk'ın makbulü velilere ve derecesine göre diğer mü'minlere gelir" hadis-i şerifi de bu hakikati hatırlamaktadır..
AslındaTeala
her bela ve musibeti
neticesi itibarıyla mü'min kulları için bir rahmet vesilesi ve arınma vasıtası kılmıştır. Elverir ki insan
zahiren çirkin yüzlü hadiseler karşısında kadere taş atmasın ve Cenab-ı Hak'tan şikâyetçi olmasın..
Her türlü olumsuzluğuister sebepler açısından
isterse de
ile münasebetlerimiz zaviyesinden kendi hatalarımıza bağlamamız ve kendi kusurlarımıza vermemiz lazımdır. Zira
bu mülahaza kadere taş atmamıza mani olur
üslup itibariyle -haşa ve kella-
'a suç isnat etmemizin ve dışta suçlu aramamızın da önüne geçer. Her musibet karşısında bu duygu ve düşünceyi esas almamız bizi birer tedbir ve dikkat insanı haline getirir.
Aksi halde -hafizanallah- "Falan şunu yaptıfilan şöyle davrandı.." diyerek sürekli suçlu aramaktan kurtulamayız. Ya da "Biz ne yaptık da bunlar başımıza geldi?" demek suretiyle İlahi icraatı ve kaderi tenkit etme küstahlığına düşmekten kurtulamayız..
Aslında "Bizim suçumuz nebiz ne yaptık ki?" demek
en büyük bir suçtur. İçinde yaşadığımız zaman ve şartlarda hemen her insan tepeden tırnağa bir kusur abidesi olmuş gibidir. Herkes başına taşların yağması için mevcudiyetinin dahi yeterli olduğunu düşünmelidir.
EvetHak karşısındaki konumunun farkında olan bir insan
gökten bir meteor gelip çarparak kendisini yerin dibine batırsa
o zaman bile "Öyle günahkârım ki
bilmem bu taş günahlarımın hangi birine kefaret oldu; hamd olsun ki
Cenab-ı Hak daha dünyadayken başıma taş yağdırdı da günahlarımın vebalini cehenneme bırakmadı.." demeli
bu edeb içinde kulluğunu sürdürmeli
bu örneği vermelidir."
Zaman