Sayfa 15/26 İlkİlk ... 1314151617 ... SonSon
255 sonuçtan 141 ile 150 arası

Konu: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

  1. #141
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EVLENMEDE KARDEŞLERARASI SIRA:
    Kendisinden büyük bekâr bir abisi ya da ablasi bulunan bir kız evlenemez mi? Bu gerekçe ile vermiyorlarsa kaçırılabilir mi?
    Dengi ve talibini bulan herkes, evlenmesinde mahzur olmayan karşı cinsi ile evlenebilir Buna evlenememiş abla ya da abiler engel değildir Bu düşünce, günümüzün evlenmeyi zorlaştıran şartlarının doğurduğu sakat bir düşüncedir Ve cahil anne, babaların, çocuklarının evde kalacağı endişesinden kaynaklanır Kızlarını evlendirmede Islâmî esasları ölçü almayan anne-babaların, başka dünyevî gerekçelerle vermemeleri halinde kızlarını karşılıklı rıza ile kaçırarak evlenmek Hanefî mezhebine göre caizdir Şafiî mezhebine göre değildir Ama Islâm'a zıt hareket etmeyen anne-babanın kızı da Allah (cc)'ın rızasının babanın rızasına bağlı olduğunu bilmelidir












    EVLENMEDEN BOŞAMA Söylediğini kesin bilmesi halinde, bu sözle yemin kastetmiş ise yemin kefareti gerekmez Çünkü bile bile yalan yere yemin keffareti aşan bir günahtır (yemin-i gamûs) Ancak iyi bir tevbe ile affolunabilir, Üçüncü olarak bu sözün zahir ma'nâsı olan "talak" kalmış olur Ancak bu durumda da "nasip olmasın" anlamında bir beddua olarak söylenmiş olabilir Nasip olursa demek ki, olmasının kabul olmadığı anlaşılır, başka bir şey gerekmez "Alırsam boş olsun" anlamında söylenmiş olabilir Bütün bu durumlar söyleyene niyeti sorularak anlaşılır ve bu sözün kesin söylendiği bilinmesi halinde bir şey ifade eder Bu anlamda söylenmiş ise bir müslümanla evlenmesi halinde nikahın kıyılmasıyla (bu sözle üç talaka niyet etmemişse) bir talakla boş olurlar Duhûl (zifaf) vakit olmadığından kadının iddet beklemesi gerekmeden hemen bir nikah daha yapılır ve iki talak hakkıyla evliliklerine devam ederler (Allah'u a'lem)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  2. #142
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EVLENMEK İSTEDİĞİ KADINA BAKMANIN SINIRI Bir delikanlı i1e birbirimizi görerek sözleştik Nişanımız Birbirimizin arzusu üzerine aynı anda ve yerde olacak Ben şu ana kadar giyimde-kuşamda ve namahreme görünmede Şer'i ölçüleri uygulamaya çaba göstermiş bir kızım Ama nişanım için diktiğim elbiselerimi de bugünümde giymek istiyorum Nişanlım olacak gencin yanında bu elbiselerimle oturabilir miyim?
    Sorunuzu kitaplarımızda bu konuda yer alan bilgileri özetleyerek cevaplamaya çalışacağız:Bir adam Ensâr'dan bir kadınla evlenmek istedi de Rasûlüllah ona: "Onu gör, çünkü Ensâr'ın gözlerinde bir şey (küçüklük ya da çakırlık) vardır" buyurdular(Müslim nikâh 12) Câbir'in rivâyetinde: "Biriniz bir kadına talip olur da onun hoşuna gidecek ve kendini ona çekecek taraflarına bakma imkânı bulursa baksın" denmiştir(Ebû Dâvûd, nikâh 19; Hadîsi ayrıca Hâkim, Beyhâki ve Ab Hanbel'de rivâyet etmişlerdir) Ebû Hümeyd'den nakledilen Hadîs-i Şerîfte: "Biriniz kadına tâlip olduğunda, evlenme gayesiyle bakmış olduktan sonra ona bakmasında günah yoktur" buyurulmuştur (Müsned (Tertîbü'1-müsned) XVI/154; Hadîsi ayrıca Bezzâr ve Taberânî de rivâyet etmişlerdir bk Heysemî, Mecma'uz-zevâid IV/278) Mugîre b Şu'be: "Bir kadına tâlip olmuştuk Rasûlüllah, "Ona baktın mı?" diye sordu "Hayır", dedim "Öyleyse onu gör Bu, aranızı bulmada etkili bir yoldur" buyurdular" diye rivâyet etti(Müsned (Tertîb) agy) Muhammed b Mesleme (Mebsût'ta Muhammed b Ümmi Seleme deniyor) gözüyle Dahhâk kızı Büseyne'yi kovalıyordu Niyeti onunla evlenmekti Kendisine: "Sen Rasûlüllah'ın ashâbından olasın da böyle yapasın, yakışır mı?" dendi de o şu cevabı verdi: Ben Rasûlüllah'ın şöyle dediğini duydum: "Allah bir adamın kalbine bir kadınla evlenme niyeti koyarsa, artık ona bakmasında bir beis yoktur"(Müsned (Tertîb) agy; Hadîsi ayrıca Sâid b Mansûr, Ibn Mâce, Ibn Hibbân ve Beyhakî rivâyet etmişlerdir) Buraya kadar verdiğimiz hadîs-i şerifler Hanefi fıkıhçıları Cessâs ve Serahsî'nin görüşlerine delil olarak zikrettikleri hadîslerdir(bk Cessâs, Ahkâmü'1-Kur'ân V/173; Serahsî, Mebsût X/155) Bunlara dayanarak Cessâs der ki: "Bütün bunlar, evlenmek istediğinde kadının yüzüne ve ellerine şehvetle de olsa bakılabileceğini gösterir" "Güzellikleri hoşuna gitse de âyet-i kerîmesi de" (Ahzâb 33/52) buna işaret eder Çünkü görmeden güzelliğini bilemez Serahsî de şunları ilâve eder: Bu durumdaki erkek, kadının üzerinde elbise bulunduktan sonra onun vücûdunu hayal etmesinde de bir sakınca olmaz Ancak, elbisesinin vücûduna yapışık (çok dar) olup organlarını olduğu gibi ortaya koyan ve şeffaf bir elbise olmaması da şarttır(Serahsi agy)Bu konuda başka rivâyetler de vardır: Mugîre b Şu'be'nin yukarıya aldığımız hadîsinin devamında: Rasulüllah'ın "gör" demesi üzerine talip olduğum ensarlı kadının ebeveynine gidip durumu onlara anlattım Biraz hoşlanmaz gibi oldular Kadın da mahfilinden beni duymuş: "Görmeni Rasulüllah emretmişse gör Ama öyle değilse, seni Allah'a havâle ederim" dedi Bunu mühim bir olay olarak görür gibiydi Onu gördüm ve evlendik, derKonumuz hakkında Asr-ı saâdetten ilginç bir olay da şudur: Halîfe Ömer b Hattâb, Hz Ali ve Fâtıma'nın kızları Ümmü Gülsümü Babasından istemişti Babası küçük olduğunu söylediyse de Ömer, "onu sen bana ver, ben ondan başkasının beklemediği şeyler bekliyorum", dedi Ali de, "onu sana gönderirim, beğenirsen sana nikâhlarım", dedi Hz Ömer'in begendiği haberini alınca da Babası onu ona nikâhladı Hz Ömer'in gayesi, ondan Rasulüllah'ın nesebine ortak olmaktı(Haberi Sâid b Mansûr, Ibn Abdilber, Ibnül-esir, Ibn Hacer ve Ibn Sâd naklederler Kaynakları için bk Ebu'n-nûr, Menhecü's-sünne fiz'i-zevâc 351) Meselenin mezheplerarası münakaşasını yapan Ibn Kudâme de şunları söyler: Evlenmek istediği kadına bakmanın mubahlığı konusunda ilim ehli arasında ihtilâf bilmiyoruz (hepsine göre helâldir) Kadının izni olsa da olmasa da bakabilir Çünkü Rasulüllah, "bakın" diye mutlak emrediyor ve onun izin verip vermemesini sözkonusu etmiyor Ama bakmanın ötesinde birşey söylemediğinden onunla halveti de câiz değildir Bu konuda kadının yüzüne bakabileceği konusunda ilim ehli arasında ihtilâf yoktur Çünkü yüz avret değildir ve güzelliklerin merkezi ve bakılacak yerdir Âdeten açık olmayan yerine bakması helâl olmazEvzaî etli yerlerine bakabileceğini söylemiş, Dâvûd (ez,Zâhirî)'den de bütün bedenine bakabileceği rivâyet edilmiştir Çünkü, diyor, Rasûlüllah'ın, "ona bak" sözünün dış (zâhir) anlamı bunu gerektirir(Ibn Kudâme, el-Mugnî VI/553) Onun bu görüşte "hatâ ettiği meydandadır, çünkü bu söz sünnetin kâidelerine ve icmâa muhâliftir"(Davudoğlu, Sahi'h-i Müslim Şerhi VN/271) Yüz, eller ve ayaklar konusunda, kadının evinin içinde genellikle açık tuttuğu kısımlarına gelince, bir görüşe göre: Oralara bakmak helâl değildir Çünkü hiç açılmayan kısımları gibi oralara bakmak da helâl kılınmamıştır ve ihtiyaç, eller ve yüz ile giderilir Diğer bir görüşe göre; oralara da bakılabilir Çünkü başına açık olarak bakılabileceği rivâyeti vardır (Ibn Kudâme, age VI/553-54) Imam Mâlik, avret bölgeleri görülür korkusu ile habersizce bakmayı kerih görmüştür Ondan diğer bir rivâyete göre, kadına izinsiz bakmak câiz değildir Fakat bu görüş zayıftır Çünkü Peygamber (sas) tâlip olunan kadına bakmaya mutlak surette izin vermiş ve bu konuda onun müsaâdesini şart koşmamıştır Hâttâ kadın genellikle bu izinden utanır Bakan kimsenin o kadın beğenmemek ihtimalı vardır Izin şart olursa beğenilmeyen kadın gücenir Onun içindir ki ulemâdan bazılârı: "Kadına dünür göndermeden önce onu görmek ve bakmak Bu bizzat mümkün olmazsa güvenilir bir kadın göndermek müstehaptır" demişlerdir( Davudoğlu, age, Vll/271-72)
    Özetlersek, erkeğin evlenmek istediği kadına tâlip olduğu zaman bakabileceği gibi, evlenme niyyeti devam ettiği sürece daha sonra da bâkabileceği anlaşılıyor Yeter ki; henüz nikâhları yapılmamışken halvette kalmasınlar, yanlarında başka yabancı erkek bulunmasın, vücudunun normal ev kiyafeti dışındaki yerleri açık olmasın, elbisesi çok dar ve şeffaf bulunmasınÇünkü bu durumdaki kadın ve erkek -niyetleri gerçekten evlenmek olduğu sürece birbirine büsbütün yabancı olan kadın ve erkekler gibi değildirler Duyguları hırsızlama şehevî hislerden değil, sevgi ve muhabbetten kaynaklanır (Allahu a'lem)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  3. #143
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EVLERDE KUŞ BESLENMESİ YA DA TİCARETİNİN YAPILMASI CAİZ MİDİR? Bu mes'elenin iki yönü vardır:
    1 Eti yenen ya da avcılık gibi başka meşru bir gaye ile kullanılan bir kuşun evde beslenmesi ve alım-satımı helâldir Çünkü "yeryüzündeki her şey insanlar için yaratılmıştır"(K Bakara (2) 29)
    2 Bir süs unsuru olarak evde kuş beslemek ve böyle bir kuşun ticaretini yapmak Bunun caiz olmadığına dair de bir şey yoktur Hatta Enes b Malık'in rivayetine göre: "Rasulüllah (sav) onun Ebu Umeyr denilen kardeşini gördüğünde: Ebu Umeyr! ne yaptı Nugayr?, diye latife ederdi"(Buharî, Edep 81,112; Müslim Terceme ve Serhi, IX/545) Nugayr, serçe büyüklüğünde bir kuşun adıdır Enes'in kardeşinin böyle bir kuşu varmış ve onunla eğlenirmiş
    Bu hadisi şerhedenler, hadisten çıkarılan hükümler arasında, "çocukların serçe ile oynamasına müsade etmek caizdir" diye zikrederler(bk Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Serhi, IX/545) Fıkıh kitaplarımızdaki ibarelerden de serçe gibi kuşların satışı alınabileceği (satılabileceği) ve mal sayılabilecekleri anlaşılıyor(bk Fetavay-i Hindiyye V/364) Ancak sırf bir süs unsuru olarak ve göz zevkini tatmin için, hayvan dahi olsa bir can sahibini ömür boyu hapse mahkûm etmenin, İslam'ın ciddiyetiyle ve acıma duygusuyla bağdaşmayacağı da açıktır Bunda fıtrata müdahale de vardır Istediği gibi gezip-tozma ve çiftleşme kuşun da hakkıdır Kendi ekstra zevkleri için başkasının tabiî zevklerine engel olma egoistçe, belki de sadistçe bir davranış olur Sözü edilen hadisten hüküm çıkarırken "çocukların oynamasına müsade edilmiştir" demeleri, bunun çocukça bir zevk olduğunu gösteriyor olmalıdır Her haram olmayan şeyin yapılması güzel demek değildir Bu tür kuş alım-satımı ile uğraşanların işlerini değiştirmeleri uygun bir davranış olur kanaatindeyiz (Allah'u a'lem) Akvaryum balıkları için de aynı şeyler söylenir Ebu Yusufun av hakkında: "Oyun ve eglence için olursa hayrı yoktur Mekruh (haram) olduğu görüşündeyim"(bk Ibn Abidin, VI6462) demesi de söylediklerimizi doğrular mahiyettedir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  4. #144
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EVLİ BİR KADINA ÂŞIK OLMAK Kendim de evli olduğum halde, işyerimden alışveriş eden bir kadına ileri derecede tutuldum Bütün uğraşmalarıma rağmen kendimi ondan vazgeçiremiyorum Öyle ki meseleyi yakınlarım ve kadının bizzat kendisi dahi anladılar Buna rağmen o alışverişi kesmediği gibi ilgisini daha da arttırdıRezillik açısından olacak olan oldu Ben Şimdi işin günahını soruyorum: Ona evlilik teklif etsem ve sarhoş olduğu için Ailesinin hukukunu zaten gözetmeyen kocasından ayrılmasını istesem günaha girmiş olur muyum?
    Sorunuzda İslam'ın güzelliği ve Islâmsızlığın çirkinligi bir kaç noktadan kendini gösteriyor: Önce müslüman içki içmez, böylece âilesinin hem maddî, hem de manevî hukukunu çiğnemiş ve hanımıyla ilgilenmeyecek kadar sızmış, enerjisini haramda tüketmiş olmaz Evinin, alış veriş dahil, bütün dış ihtiyaçlarını bir ibâdet duygusu ile kendisi temin eder Kendisi gibi müslüman olan karısı da zorunlu durumlar olmadıkça dışarı çıkmaz; bakkalla-çakkalla uzun uzadıya yüzyüze, göz-göze gelmez Konuşmak zorunda kaldığında kadınlığını ortaya dökecek şekilde kırılıp dökülmez Karşısındakine ümit vermeyen bir edâ ile ve ihtiyaç miktarınca konuşur Buna rağmen laf eden olursa ağzının payı edeplice verir Anlaşılan bunların hiç birisi sizde olmamış; ciger kedinin önüne açıkça konulmuş Buna rağmen işin günahını düşündüğünüze göre size, Rasûlüllah'ın (sas) bir hadîs-i şeriflerini hatırlatalım:"Kim kocası olan bir kadını aldatırsa, aralarını açmaya çalışırsa bizden değildir" (Hâkim, Müstedrek N/196; Ebû Dâvûd, talâk 1) Hadîsi şerheden Münâvî diyor ki, "Bu kadın bir de komşu kadın olursa bunun günah ve çirkinliği o kadar daha artar" Çünkü, şerrinden komşusu emin olmayan kimse cennete giremez, buyurulmuştur Imam Nevevide: "Demek ki, insan bir iyiliği öğretmenin dışında, başka bir adamın karısı, kızı, çocuğu vb ile onu ifsad edici şekilde konuşması haramdır, der" (Münâvî, Feyzul-Kadîr V/385; Ayrıca bk VI/123) Burada mesele örneklendirilerek anlatılırAdamın içkici olması, karısının nikâhsız olduğu anlamına gelmez ve nikâhlı bir kadın boşanmaya teşvik eden de "bizden değildir" Meseleye, kendinizi bir an, kadının kocasının yerine koyarak, yine kendiniz de fetva verebilirsiniz
    Ancak zayıf bir hadîste: "Hevâ (arzu ve aşk) peşinden gidilip o doğrultuda davranılmadıkça ve kimseye söylenmedikçe, sahibi için bağışlanır"(Suyutî, el-Câmi'us-sağîr (Feyz'uI-Kadîr ile, den) VI/358) buyurulmuştur Burada kastedilen, elbette helâl olmayan arzudur "Hevâ ve hevese uyma; zirâ o seni Allah yolundan saptırır "(Sâd/26) âyet-i kerîmesi de bunu gösterir Buna göre insan elinde olmayarak evlenmesi câiz olmayan birisine âşık olur da bunu kimseye açmazsa ve nefsini bundan vazgeçirmeye uğraşırsa, günaha girmeyeceği umulur(bk Münâvî, Feyz VI/358)

    __________________




    EVLİ KADININ NAFAKASI Bir kadın evlenip kocasının evine yerleştikten sonra bütün yiyecek, giyecek ve mesken masrafları kocaya aittir Bunlar, israfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal seviyelerine göre sağlanır Eşlerin her ikisi de zengin ise, buna uygun harcama yapılır Ikisi de fakirse, kadın kocasından zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez Birisi zengin, diğeri fakirse, ortalama yol izlenir Ancak bazı alimler nafakanın miktarı konusunda yalnız kocanın durumunun dikkate alınacağını söylerler
    Ayet-i kerîmelerde şöyle buyurulur: Annelerin yiyecek ve giyeceği gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına aittir" (el-Bakara, 2/233)
    Hâli vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin Rızkı kendisine daraltılan fakir de nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin Allah hiçbir nefse ona verdiğinden başkasını yüklemez Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder" (et-Talak, 65/7)
    Koca, hanımının giyim masraflarını da karşılamak zorundadır Burada da sosyal seviye ve Islâm'a uygun olan örf ve âdetler ölçü alınır Kadının biri yazlık, diğeri kışlık olmak üzere yılda en az iki kat elbiseye hakkıvardır Giyim kapsamına yorgan, döşek, çarşaf ve yastık gibi evin normal eşyası da girer
    Koca, hanımına müstakil ve içinde sosyal durumuna uygun mefrûşatı bulunduran, kötü komşulu olmayan bir mesken sağlamak zorundadır Bu yer kadının malı, canı ve ırzı hakkında güvenli olmalı ve karıkoca hayatı yaşamaya elverişli bulunmalıdır
    Ayet-i kerime'de şöyle buyurulur: "Boşanan o kadınları, gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerin bir bölümünde oturtun Evleri başlarına dar etmek için kendilerine zarar vermeyin" (et-Talâk, 65/6)
    Karı, kocasının hısımlarıyla birlikte oturmaya zorlanamaz Ancak koca, bir başka evliliğinden olan ve henüz bülûğ çağına gelmemiş bulunan kızını karısıyla birlikte oturtmak hakkına sahiptir
    Kadın kendi evini, kendisinin ikametine tahsis etmesi için kocasına kiraya verebilir (Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadir, III, 321-339; el-Kâsânî, age, IV,14,15; el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 544 vd; Ö N Bilmen, Istilâhat-ı Fıkhıyye Kâmusu, II, 450)
    Kadın, bakıma muhtaç olduğu veya sosyal seviye bakımından emsali kadınların hizmetçisi bulunduğu takdirde, hizmetçi tutmak da nafaka kapsamına girer
    Kadın, kocasının talebine rağmen, onun evine gelmez veya itaatsiz olarak evden çekip gider yahut irtidat ederse erkeğin nafaka yükümlülüğü kalkar
    Iddet bekleyen kadının nafakası: Iddet kocanınölümü veya eşini boşaması halinde söz konusu olur
    Vefat iddeti bekleyen kadına nafaka gerekmez Çünkü koca vefat edince tüm malı mirasçılara geçer Karısı da dörtte bir veya şekilde bir oranında mirasçı olur İslam'ın ilk dönemlerinde koca, eşi için ölümünden sonra bir yıl süreyle nafaka verilmesini vasiyet etmek zorundaydı
    Ayette şöyle buyurulur: "Sizden karısını geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak bir yıl süreyle yararlanmasını vasiyet etsinler" (el-Bakara, 2/240)
    Ancak bu ayette belirtilen bir yıl süreli nafaka ve mesken ile vasiyet hükmü kadına miras hakkıtanıyan Nisâ Sûresi 12 ayetin inmesiyle neshedilmiş, bir yıllık iddet süresi de şu ayetle kısaltılmıştır: "Içinizden ölenlerin geride bıraktıkları karıları kendi kendilerine dört ay on gün beklerler" (el-Bakara, 2/234)
    Ric'î olsun, bâin olsun boşanma hâlinde iddet süresince kocanınnafaka yükümlülüğü devam eder Boşamanın iki veya üç defa olması sonucu değiştirmez Ancak üçlü boşamada Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b Hanbel'e göre yalnız mesken temin edilir; diğer giyim, yiyecek vb gerekmez
    Çocukların geçim masrafları kız ve erkek çocukların nafakaları babalarına aittir nafakanın kapsamına bu çocukların yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçları girer
    Talâk sûresi 6 ayette şöyle buyrulur: "Eğer (çocuklarınızı) sizin için, onlar (anneleri) emzirirlerse, onlara emzirme ücretlerini tam olarak veriniz" Burada, boşanmış bir kadının iddetini tamamladıktan sonra, çocuğunu emzirmesi halinde ücrete hak kazanacağı hükmü yer almaktadır Bu da, çocuğun nafakasının babaya ait olduğunu gösterir
    Evli kadın çocuğunu emzirmek istemezse, eğer çocuk başka kadının sütünü alırsa, annesi emzirmeye zorlanamaz
    Hz Âişe (ranha)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir Ebû Süfyanın karısı Hind b Utbe Rasûlüllah'ın huzuruna girdi ve "Ey Allah'ın elçisi, gerçekten Ebû Süfyan çok cimri bir adamdır Bana kendime ve çocuklarıma yetecek kadar nafaka vermiyor Onun malından haberi olmaksızın birşey alırsam, bana günah var mıdır?" dedi Rasûlüllah (sas); "Onun malından sana ve çocuklarına yetecek kadarını ma'ruf şekilde al" buyurdu (Buhârî, Büyû', 95; Nesâî, Kudât, 31; Ibn Mâce, Ticârât, 65)
    Bu hadis-i şerif, karısı ile çocuklarının nafakasını vermenin erkek üzerine vacib olduğunu gösterir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  5. #145
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EVLİLİKTE DENKLİK (KEFAET) Aile huzurunu teminde çok büyük hikmetler içeren denklik, Islâm'da sadece kadından yana ve onun ve ailesinin onurunu korumayı hedefleyen bir müessesedir Nikâhın sahih olmasının değil geçerli olmasının şartıdır Yani denklik bulunmasa da nikah sahihtir Ancak kadının velisinin onayına bağlıdır Buna göre; nesep, dindarlık ve takva, meslek, hürriyet ve servet konularında kendisinden daha aşağı itibar edilen bir erkeğe nikahlanan kadının velileri, denksizliği bahane ederek evliliğe mani olabilirler Kabul ederlerse sahih olan bu nikah yürür ve artık vazgeçme hakları olmaz Denksizlige bir Islâm ülkesinde kız velisinin başvurusu ile mahkeme karar verir Diğer yerlerde bunu "Eminül-kavm" yani inananların güvendigi ehl-i ilim belirler Ancak bunun bir bağlayıcılığı olmaz Bu yüzden günümüzde, Imam Serahsî'nin tercihiyle, dengini bulmadan nikah yaptıran kadının nikahını velileri-istemiyorlarsa-hepten geçersiz saymaları ve kabul etmemeleri uygun olur Buna göre dini bütün ve kapalı bir bayan, namazsız-niyazsız birisine, toplumda cazip itibar edilen bir meslek erbabının kızı, bayağı, sayılan bir meslek erbabına, zengin bir aile kızı, kendisinin nafakasını dahi teminden aciz bir erkeğe sırf kendi isteğiyle varması ve meselâ dinî nikah yaptırmaları halinde velilerin bu nikahı hiç hesaba katmamaları mümkündür ve doğru olandır Nesep ve hürriyet şartı ülkemiz için artık geçerli değildir Yalnız bu müessesenin iyi anlaşılmaması halinde başkalarınca istismar edilmesi mümkündür Onun için şu noktaların tekrar hatırlatılmasında yarar vardır:
    1 Denkliğin bulunmaması nikahın sıhhatine mani değildir Binaenaleyh, kız da velileri de istiyorlarsa kadın istediği ile evlenebilir
    2 Denklik müessesesi kadın lehine bir sonucu hedefler Çünkü genellikle kadın ve onun velileri daha aşağı itibar edilen birisine eş ya da hısım olmayı kendilerine yediremezler ve böyle bir şeyin olması halinde kadın erkeği küçümseyici ve hukukunu tanımaz bir tavır alır, huzur ortamı olması gereken aile, Cehennem'e dönüşür, boşanmalar ve yıkımlar olur
    3 Meşru olan her türlü işin adisi ve şereflisi olmaz Şeref, insanlara ve Hakk'a hizmetle ölçülür Ibadet duygusu ile sokağı süpüren bir çöpçü şerefli, istediği parayı veremeyen hastasını ameliyat etmeyip ölüme terkeden doktor ise şeref sizdir Ancak halkın genel kabullenişinin bu müessese için etkisi vardır Bu yüzden sırf öyle itibar edildiği için hesaba katılması aklın gereğidir
    4 Günümüzde velilerinin kabulu olmadan kendi kendisini evlendiren kadının velileri, güvenilir bir ehl-i ilimden onun dengine gitmediğini tesbit ettirmeleri halinde kendi başına yaptırdığı dini nikahı geçersiz sayar ve kızlarını geri alabilirler Ancak denksizlik sözkonusu olmaması halinde kendi rızası ile evlenen bir kadının nikahını geçersiz saymak kimsenin elinde değildir Böyle bir durumda velilerin kızlarını almaları, erkeğin de boşamıyorum demesi halinde kadının bir başkası ile evlenmesi -Hanefi mezhebine göre- gayr-i meşru olur ve zinayı sonuç verir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  6. #146
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EVVÂBİN NAMAZI

    Akşam namazının sünnetinden sonra kılınan altı rekâtlık gayr-i müekked namaz Evvâb, faal vezninde ism-i fâildir, günâhları terk ve hayırlı işler yapmak sûretiyle Allah'a dönen demektir Çoğulu Evvâbin'dir Evvâbin namazı, Allah'a çok itaat edenlerin namazı demektir Ashab-ı kirâmdan Zeyd b Erkâm, kuşluk vakti birtakım insanların namaz kıldıklarını görmüş de; "Bu adamlar pek âlâ bilir ki, bu saatten başka zamanda namaz kılmak, daha faziletlidir Çünkü Resulullah (sas), "Evvâbin namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zaman kılınır" buyurmuştur" (Müslim, Salât, 19)
    Zeyd b Erkâm, başka bir rivâyetinde şöyle demiştir: "Resulullah (sas) Kûba'lıların yanına gitti Vardığında, onlar namaz kılıyordu Allah elçisi, onlara, 'Evvâbin namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zamandır' buyurdu" (A Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi IV, 2132)
    Bu Hadislerde, namazın kaç rekât kılınacağı belirtilmemiştir İslâm âlimleri, sıcağın yükseldiği bu vaktin, kuşluk namazı için en elverişli ve faziletli olduğunu söylemişlerdir Çünkü kuşluk namazının vakti, günün evveli olup, daha erken saatlerde de kılınabilmektedir
    Hz Sevbân'dan nakledilen şu hadis de, evvâbin namazının önemini belirtir: "Allah Rasûlü, günün yarısından sonra namaz kılmayı severdi Hz Âişe, Ya Resulullah, sen bu saatte de mi namaz kılmayı seviyorsun? dedi Resulullah (sas): "Bu saatte gök kapıları açılır ve Hak Teâla hazretleri, bu saatte kullarına rahmetle bakar Bu namaz Âdem, Nuh, İbrahim ve İsâ'nın devam ettikleri bir namazdır" buyurdular (el-Askalânî, Bulûgu'l Merâm, Terc A Davudoğlu, II, 48) Evvâbin namazının dört rekât olduğuna dâir çeşitli hadisler nakledilmiştir Akşam namazından sonra ve altı rekât kılındığına dâir hadisler de nakledilir ve bunların uygulamada daha yaygın olduğu bilinmektedir (Tirmizî, Salat, 32 1)
    Akşam namazının sünnetinden sonra iki ilâ altı rekat arasında kılınan nafile namaza da "evvâbin" denilmiştir Hz Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat nâfile namaz kılanın evvâbinden (günah işleyip, arkasından hemen tövbe eden kimselerden) sayılacağını bildirmiş ve arkasından da şu ayeti okumuştur: "Rabbiniz, içinizden geçenleri çok iyi bilir Eğer salih kimseler olursanız, şüphesiz Allah tövbe edenleri affedicidir" (el-İsrâ, 17/25; bk İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 64, 65; Şürünbülâli, Şerhu Nüri'l-İzah, İstanbul 1984 s74)

    __________________


    EYYÂM-I MA'DÛDE( SAYILI GÜNLER)

    Sayılı günler Kur'an'da bilhassa Ramazan ayı ve Kurban Bayramı'nda teşrik tekbirlerinin alındığı günler için kullanılan bir tabir
    Kur'an-ı Kerîm'de orucu emreden ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
    "Ey iman edenler, sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, korunasınız diye oruç sizin de üzerinize yazıldı Sayılı günler olarak" (el-Bakara; 2/183, 184)
    Bu sayılı günlerin hangi günler olduğu ise, hemen bir sonraki ayette açıklanmaktadır:
    "Ramazan ayı ki, insanlar için hidâyet olarak ve hidâyeti ve doğruyla yanlışı ayırt edici açıklamalar olarak Kur'an o ayda indirilmiştir Sizden kim bu aya çıkar (ve ayı görürse) onda oruç tutsun" (el-Bakara, 2/185)
    'Eyyâm-ı ma'dûde' ifadesi, Cenâb-ı Allah'ın emrettiği orucun istenildiği zaman değil; yılın belirli günlerinde, yani Ramazan ayı süresince tutulması gerektiğini ortaya koyduğu gibi; nefsi yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyma, ayrıca İslâm'ın hoş görmediği söz ve davranışlardan da mümkün olduğunca uzak tutma demek olan orucun güç bir ibâdet olmadığını ve yılın gelip geçici günlerinden ibaret bulunduğunu da açıklayarak, nefislere kolaylık getirmektedir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili,I, 624-5)
    'Eyyâm-ı ma'dûde', Kur'ân'da haccdan sözedilirken de kullanılır Haccla ilgili olarak bir de 'bilinen günler' anlamında 'eyyâm-ı ma'lûme' geçmektedir ki, bundan kastedilen, haccın yapıldığı günler veya Zilhicce'nin ilk on günü, ya da Kurban Bayramı günleridir Buna karşılık, hacc konusunda geçen 'eyyâm-ı ma'dûde' ise, bütün müfessirlerin görüşünce teşrik günleridir 'Teşrik', yüksek sesle tekbir almak demektir Hacc'da olunsun olunmasın, Kurban Bayramı arefeşinin sabahından, dördüncü gününün akşamına kadar teşrik tekbirleri * alınır 'Sayılı günler' bu beş günü de içine almaktadır Bununla birlikte birinci güne arefe ve bayramın ilk üç gününe 'kurban kesme günleri' de denir Teşrik günleri tabiri bilhassa Zilhicce'nin on bir, on iki ve on üçüncü günleri için kullanılır Sahih-i Buhâri'de İbn Ömer'den rivâyet edilen bir hadiste de ifade olunduğu gibi (İbn Hacer-i el-Askalânî, Bulûgu'l Meram (Selâmet Yolları),II, 561; Seyyid Sabık, Fıkhü's-Sünne, II, 164) Rasûlullah (sas) şeytan taşlamada attığı her taştan sonra tekbir getirirdi Şu halde, arefe ve bayramın ilk günü 'bilinen günler'e girdiğinden, haccın menâsikinin yerine getirilmesini izleyen üç gün özellikle 'sayılı günler' olmaktadır (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili; II, 730) Kur'ân'da emredilen de 'sayılı günler'de Allah'ı zikretmektir (el-Bakara, 2/203)
    Kur'an'da, İslâm'ın Medine'de güçlenmesi karşısında telâşa düşen yahudi bilginlerinin, yahudileri İslâm'a girmekten alıkoymak için, rivâyete göre, Hz Musa'nın Tur'da bulunduğu ve İsrailoğulları'nın buzağıya taptıkları günler kadar Cehennem'de kalacaklarını iddia ettikleri belirtilmektedir (el-Bakara; 80) Azlığını ifade için bu günlere onlar 'eyyâm-ı ma'dûde' adı verilmekteydi
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  7. #147
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EZAN

    Müslümanlara, günde beş kez, belli bir yerde namaz kılmaları ve namaz için toplanma vaktinin geldiğini ilân etmek, namaz için yapılan çağrı Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilân etmek demektir
    Yüksek bir yere çıkıp gür sesiyle tüm insanlara yeryüzünde tek egemen gücün Allah, tek önderin Hz Muhammed olduğunu Allah adına korkusuzca haykıran; Allah'ı ilâh ve rabb; Hz Muhammed'i de kendilerine önder kabul eden müslümanlara da inandıkları Allah'ın önünde topluca ibâdet etsinler, bir ve beraber olduklarını, yeryüzündeki zulmün yerine Allah'ın adaletini yerleştirmek için her an hazır olduklarını düşmanlarına gösterip onlara korku, müslümanlara güven versinler diye camiye çağıran kişiye de müezzin denir
    Ezan, bir yerin müslümanların mı yoksa zorbaların mı kontrolünde olduğunu belirten bir işaret, bir semboldür Korkusuzca ve doğru bir şekilde okunan ezan o yerin İslâm beldesi olduğunu gösterir İslâm fıkhında, bir yörenin Daru'l-harp* veya Daru'l İslâm * olduğu tespitinde orada ezanın okunup okunmadığı dikkate alınan ölçülerden biridir
    Müslümanlara namaz Mekke döneminin dokuzuncu yılında farz kılındığı halde onlar namazlarını ezan okumadan kılıyorlardı Çünkü Mekke'de zayıftılar; orada güçlü olan, toplumda hatta Allah'ın evi Kâbe'de egemen olan müşrik düzendi Bu yüzden müslümanlar kendi yönetimlerinde olmayan ve güçsüz oldukları bir yerde açıkça ezan okumakla yükümlü tutulmamışlardı
    Medine'ye hicretin birinci yılında birbirlerini "es-salâh es-salâh (namaza namaza)" veya "es-salâtü câmlatün (namaz toplayıcıdır, namaz için toplanın)" şeklinde namaza davet ederlerdi Ancak bu şekildeki bir çağrı yeterli olmuyor, uzakta oturanlar bu sesi duymadıkları için namaza yetişemiyorlar ve bu yüzden de İslâm cemâatinin biraraya gelmesinde zorluklar oluyordu Peygamber efendimiz (sas) sahâbelerini toplayarak namaza çağırmak için nasıl bir yöntem kullanmak gerektiğini kendileriyle istişâre etti Sahâbîler birçok teklif getirdiler:
    - Çan çalalım ya Resulullah
    - O hıristiyanların adetidir, olmaz
    - Boru çalalım
    - O yahudilerin adetidir, olmaz
    - O zaman ateş yakalım ya Resulullah
    - O da mecusilerin adetidir, bu da olmaz
    Bayrak dikme teklifi de uygun görülmeyince müslümanlar ortak bir karara varamadı ve toplantı sona erdi Abdullah b Zeyd de diğer sahâbiler gibi üzüntüyle evine döndü ve yattı Abdullâh şöyle anlatır:
    "Ben de üzüntülü olarak yatmıştım Uyku ile uyanıklık arasında iken üzerinde yeşil elbisesi olan biri yanıma geldi, bir duvârın üzerinde durdu Elinde bir çan vardı Aramızda şu konuşma geçti:
    - Onu bana satar mısın?
    - Onu ne yapacaksın?
    - Namaz için çalarız
    - Ben sana bu konuyla ilgili daha hayırlı bir şey versem olmaz mı?
    - Olur, dedim Hemen kıbleye karşı durdu ve okumaya başladı:
    "Allahu Ekber, Allahu Ekber
    Allahu Ekber, Allahu Ekber
    Eşhedü en Lailahe illallah,
    Eşhedü en Lailahe illallah
    Eşhedü enne Muhammeden
    Resûlullah Eşhedü enne Muhammeden
    Rasûlullah Hayyaala's-salâh, Hayyaala's-salâh Hayyaala'l-felâh, Hayyaala'l-felâh Allahu Ekber, Allahu Ekber
    La ilahe illallah "
    Sabahleyin Abdullah b Zeyd gece gördüğü rüyayı Resulullah'a anlattı Aynı gece onunla birlikte birçok sahâbe de benzer rüyalâr gördüklerini anlattılar Öğretilen ezanda değişiklik yoktu Hz Ömer de aynı rüyayı görenler arasındaydı Hz Peygamber (sas) her birini dinledikten sonra Zeyd'e dönerek, "Gördüğünü Bilâl'e anlat (öğret) ezanı Bilâl okusun; onun sesi seninkinden gürdür" buyurdu Namaz vakti gelince Bilal Medine'nin en yüksek yerine çıkarak gür sesiyle İslâm'ın ilk ezanını okudu
    Namaz vakitlerini bildirmek için okunan ezanın ne şekilde olduğu Kur'an-ı Kerîm'de bildirilmemiş, ancak Hz Peygamber (sas)'e vahiyle bildirilmiş ve onun kelimeleri bizzat Cebrail (as) tarafından öğretilmiştir Şu âyet-i kerimeler ezanın Allah'tan geldiğini gösterir:
    "Siz namaza çağırdığınız zaman onlar o çağrıyı eğlence ve alay konusu yapıyorlardı" (el-Mâide, 5/58)
    "Ey müminler, cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah'ın zikrine koşun " (el-Cum'â, 62/9) Bu ayet-i kerimelerde geçen "çağrıldığınız zaman" ifadesindeki "nidâ" kelimesi ezanı kasdetmektedir
    Okunan ezanın Allah'ın istediği gerçek ezan olabilmesi isin dikkat edilmesi gereken hususlar vardır:
    1) Ezan mutlaka Arapça okunmalıdır Allah'ın gönderdiği Cebrail (as)'ın öğrettiği kelimelerin dışına Sıkılamaz Örneğin "Allahu Ekber" cümlesini aynı anlama geliyor diyerek "Tanrı uludur" şeklinde Türkçeleştirerek ezan okunamaz Hangi ırk ve dilden olursa olsun ortak ibâdet dilleri sayesin de kardeşçe kucaklaşan müslümanların birliğini yok etmek isteyen İslâm düşmanları "kendi dilinle ibâdet etmek daha iyidir" diyerek ezanı Arapça'nın dışında bir dille okutmak isterler Ama Allah, müslümanları tek vücud gibi görmek istemektedir Ortak ibâdet diliyle Tevhîd sağlanmaktadır
    2) Ezân; müslümanların sevip saydığı güvenilir, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış, kısaca gerçek anlamda bir "müslüman" tarafından okunmalıdır Allah adına insanları Allah'ın mescidine çağıran kişinin dâvetine cevap verecek olanlar güvendikleri bir müslümanın sesini duyduklarında daha bir şevkle toplanırlar Allah'ın sevmediği bir günahkâr Allah adına insanları Allah'a çağırmaya yetkili olamaz Yine bu kişi güvenilirliği yanında, o topluluğun içinde önder olabilecek, sözünün dinlendiği biri olmalıdır Ancak bu, bu şartlan taşımayanların ezan okuyamayacağı anlamına gelmez Mümeyyiz olmayan bir çocuğun okuduğu ezan geçerlidir
    3) Ezan okuyan kişinin güzel ve gür sesli olması ve ezanın yüksek bir yerde okunması gerekir "Yüksek bir yer'in anlamı günümüzde teknolojinin getirdiği ses yükseltici aletlerle değişime uğradı Ezan daha iyi duyulsun diye gerekli görülen "yüksek yer" müslümanlar arasında o derece önem kazanmış ki İslâm şehirlerinde minarelerden daha yüksek yapılan görmek mümkün değildir
    Ancak günümüzde amphlikatör gibi ses yükseltici aletler kullanarak yüksek yere çıkılmadan ezan okunabilir mi, bu aletler kullanılabilir mi? sorusu müslümanların bir kesimini meşgul etmektedir İnsan sesi iptal ettiği gerekçesiyle bu aletlerden ezan okumanın helâl olmadığını savunan insanlar varlığını korumaktadır İslâm'ın geldiği ve mezhep imamlarının yasadığı dönemlerde böyle bir sorun olmadığı için bu konuyla ilgili bir ictihad yoktur Ancak Hz Peygamber (sas)'in Vedâ Haccı'nda verdiği hutbe bu konuya en güzel örnek teşkil etmektedir Vedâ Hutbesi'nde yüzyirmibin kişiye hitap eden Hz Peygamber belli mesafelere gür sesli görevliler yerleştirerek kendi söylediklerini aynen tekrarlamalarını istemiş ve böylelikle kendi sesinin ulâşmadığı insanlara görevlilerin sesiyle ulaşmıştır Hz Peygamber'in bu uygulamasından yola çıkarak Edille-i Şer'iyyenin Kıyas yolunu kullanarak hoparlörün meşrû olduğu gibi sesi uzaklara taşıdığı için son derece faydalı olduğu gayet açık bir husustur Allah'ın kendilerine öğrettiği ilimden yararlanan müslümanlar hoparlörden yararlanabileceği gibi isteyen de yüksek yere çıkmaya devam edebilir
    4) Farz namazlardan önce okunan ikamet hızlı okunduğu halde ezan ağır ağır okunur
    5) Ezan okurken kelimeleri yanlış okumak ve aşırı şekilde teğanni yapmak câiz değildir
    6) Ezan okurken müezzinin konuşması, hattâ kendisine verilen selâm'ı dahi alması caiz değildir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  8. #148
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    EZAN DINLEMEK Müslüman bilim adamlarının konuşmacı olarak bulunduğu bir panelde, ezan için konuşmayı kesmemeleri dikkatimizi cekti Yoksa Islâmı anlatan konuşmalar yapıyor olmaları, ezanı dinlemelerine ruhsat verir mi?
    Normal ve anormal ölçülerinin bir şeyin alışagelmesiyle tespiti herhalde hoş olmayan avamca bir hüküm olmalıdır Bu açıdan bakıldığında -tabir hoş değil ama- İslamın "Istiklâl Marşı" diyebileceğimiz ezan için durmayı ve dinlemeyi küçümsemek, entellektüelliğin değil avamlığın bir belirtisi olmalıdır
    Fıkıh kitaplanmıza baktığımızda "Ezana Icabet" konusunda söylenenler arasında şunlar da vardır: Ezana icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, naim bizzat ezanın sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar ama, hayızlı ve nifaslı kadın tekrarlamaz; çünkü onlar o hallerinde ezana asıl icabet sayılan namaza ehil değillerdir
    Resulullah Efendimiz (sav): "Ezanı duyduğunuzda müezzinin dediği gibi deyin" buyurur(Müslim, salat 7) Buna göre Hanefiler bunun, vacip olduğunu söylerler, çünkü emir "vücup" ifade eder Malıki'lerden bazıları ve Zahirilerin mezhebi de budur Imam Malık, Şafii, Ahmed ve Hanefilerden Tahavî'nin de içinde bulunduğu cumhura göre sözle icabet vacipdeğil, müstehaptır(Davudoğlu NI/27; lbn Hacer, Fethu'1-Bârî, N/92-93; Aynî, IV/280)
    Kendi kendine Kur'an okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet etmelidir Ama mescidde (başkaları dinlerken) Kur'an okuyan, okumasına devam edebilir Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir mi? Bunu açıklayan bir fıkıh ibaresine rastlamadım Herhalde vaazlarda anlatılan şey Kur'an'ın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için, ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır Bu açıdan bakıldığında İslam'ın her hangi bir müessesesini ya da bir meselesini inceleyen seminerler, ya da paneller de böyle sayılabilir Zaten ezan esnasında konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir(bk Bilmen, Ilmihal 128) Ama okunmakta olan ezana hiçbir türlü icabet etmemek, bir an için olsun durup ona iştirak etmemek mahzursuzdur, denemez Bunun için elbette ezanın, lahnsiz, tegannisiz, yani sünnet üzere okunan bir ezan olması gerekir Böyle sünnet üzere olmayan ezanı dinlemek zorunlu değildir(Tahtavî,162) Ayrıca, hepsini dinlemesi gerekir diyenler varsa da, sadece ilk duyduğu ezanı ya da sadece kendi mescidinin ezanını dinlemesi yeterli olur(Hindiyye I/57)













    EZAN OKUYANIN VE DİNLEYENİN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR

    Ezan okuyanın dikkat edeceği hususların yanında dinleyenin de uyması gereken hususlar vardır:
    I) Ezan okunurken konuşulmaz Hattâ Kur'ân-ı Kerîm okuyan bir kişi ezan başladığında okumayı bırakıp ezanı dinler
    2) Ezan'ı dinleyen müslüman, müezzinin okuduğu ezanı tekrar eder ve böylece o da ezan okunmuş olur "Hayya ala'ssalâh" ve "Hayya alalfelâh" cümlelerinde "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet kaynağı yoktur)" der Sabah ezan'ında müezzinin "essalâtü hayrün mine'n-nevm" cümlesine "sadakte ve berirte (doğru söylüyorsun)" diye karşılık vermesi sünnettir
    3) Ezanı işiten kişi cünüp de olsa yukarıdaki yükümlülükleri yerine getirir Ancak hayızlı ve nifaslı olan kadınlar bunun dışındadır
    4) Ezanın bitiminde dinleyen kişi ezan duasını okur
    "Allahumma Rabbe hezihi'd-da' vati't-tamme ve's-salati'l-kâime âti seyyidina Muhammeden el-vesilete ve'l-fazilete ve'd-dereceti'r-rafiati'l âliye ve'b-ashû makamen mahmuden ellezi vaadtehu inneke la tuhlifu'lmi'ad "
    "Ey bu üstün çağrının ve hazır namazın Rabbi olan Allahım! Muhammed 'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et Onu kendisine vadetmiş olduğun övülmüş makama eriştir Zira sen vaadinden dönmezsin "
    Bunların dışında ezan hakkında şu hususları belirtelim:
    Cuma namazında bir dış bir de iç ezan okunur diğer namazlarda her vakit için bir defa ezan okunur
    Ezan ile kametin arasını biraz uzatmak gerekir ki namaza geç kalanlar cemâate yetişebilsin
    Caminin dışında bir yerde de ezan okunabilir, ikamet getirilerek cemâatle namaz kılınabilir
    Kaza namazları için de ezan okunabilir, ikamet getirilebilir Bayram, Vitir, teravih ve cenaze namazları için ezan okunmaz
    Ezan Vacib derecesinde sünneti müekkeddir
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  9. #149
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    FABRİKADA ÇALIŞAN BİR İŞÇİ AYAKKABISI TEMİZSE AYAKKABISINI ÇIKARMADAN NAMAZINI KILABİLİR Mİ? Ayakkabısı temizse,yani namazı bozacak her hangi bir necasetle pislendiği görülmemişse onunla namaz kılmakta hiç bir sakınca yoktur Vaktin darlığından dolayı durum elverişli değilse sadece farzı kılıp sünneti terk etmek mümkündür
    __________________



    FABRİKADA ÇALIŞAN BİR İŞÇİ İŞ KAZASINA UĞRARSA, FABRİKA SAHİBİ SORUMLU OLUR MU?
    Fabrikada çalışan bir işçi iş kazasına uğrarsa fabrika sahibi kaza yapmamış ve ona sebebiyet de vermemiş ise sorumlu tutulmaz Fabrika ile tarla arasında fark yoktur Birisinin tarlasında çalışan kimse kazaya uğradığı takdirde, tarla sahibi onun kazasından mes'ul olmadığı gibi fabrika sahibi de işçinin kazasından mes'ul değildir Ancak fabrika sahibi kazaya uğrayan işçiye işe girerken, uğrayabileceği her türlü kazaya karşı zararı tazmin edeceğine dair teminat vermişse zararı ödemeye mecburdur
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  10. #150
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: İSLAM FIKHI ANSiKLOPEDiSi

    FÂCİR Azan, günâha dalan, yemin ve sözünde yalancı çıkan hakîkatten yan çizen kişi Allah'ın emrinden çıkan, günâhkâr, İslam'ın emirlerini çiğneyen, dinî ölçü ve prensiplere aykırı hareket eden kimse
    Kur'an-ı Kerîm'de fâcir kelimesi bu ıstılâhı anlamda yedi yerde geçmektedir:
    "Yoksa inanıp yararlı iş işleyenleri, yeryüzünde bozguncular gibi mi tutarız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?" (Sâd, 28/28);
    "Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/27);
    "Işte bunlar inkârcı olanlar, Allah'ın buyruğundan çıkanlardır" (Abese, 80/42);
    "Allah'ın buyruğundan çıkanlar cehennemdedirler" (Infitâr, 82/14)
    Bu son ayette geçen "fuccâr" kelimesi, "Rabbına karşı terbiyesizlik edip aşırı isyân ve muhâlefete sapanlar" anlamındadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5642)
    "Sakının; Allah'ın buyruğundan dışarı çıkanlar, muhakkak "siccîn" adlı defterde yazılıdır" (Mutaffifin, 83/7);
    "Sonra da ona iyilik ve kötülük kabıliyeti verene andolsun ki" (eş-Şems, 91/8)
    Bu ayette takva ve fücûr kelimeleri yeralmaktadır Buradan hareketle fücûr, bir bakıma takvânın zıt anlamı olarak kabul edilebilir
    "Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de, ‚Kıyamet günü ne zamanmış' der" (el-Kıyâme, 75/5-6)
    Yukârıdaki âyetlerde görüldüğü üzere "fâcir" kelimesi, yoldan çıkmak, ahlâksız, Allah'ın buyruğundan çıkmak, kötülük kabıliyeti ve suç işlemek anlamlarını taşımakta; çoğu yerde de "küfür" kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır
    Yukarıda geçen Şems sûresi sekızınci âyetindeki "kötülük kabıliyeti" diye tercüme edilen "fücûr"; haktan sapmak, hak yolunu yarıp nizamından çıkmak, fısk ve isyâna düşmek, bilhassa zinâ etmek, yalan söylemek, daha açıkçası edepsızlık etmek olarak izâh edilip bu tür şer ve ma'siyet olan fiillere de denilebildiği ifade edilmektedir (Elmalılı Hamdi Yazır, age, VIII, 5857)
    el-Kıyâme suresi beş ve altıncı ayetlerde ise fücûr; "suç işlemek" anlamında geçmektedir Yani, insan suç işlemek, zevk ve sefâda bulunmak için yaşamayı ister; şehvetlerinden, ma'siyetlerinden, lezzetlerinden ayrılmamasını, ilerde onlara devam etmesini ister ve hattâ ebediyyen fısk ve fücûr ile Rabbına karşı terbiyesizlik etmek ister; fücûr içinde bulunmayı, sâlih ve sâlim bir hayata tercih eder de istihzâ ederek, "kıyamet günü ne zamanmış" der Lâkin kıyamet başladı mı gözü açılır, dünyanın başına yıkılmakta olduğunu görür, dehşetler içinde kalır; fakat iş işten geçmiştir, son pişmanlık fayda vermez (Elmalılı Hamdi Yazır, age, VII, 5476-5477)
    Bu ayette geçen fâcirin durumu bir başka şekilde de şöyle izâh edilir: O kişi önce günâhı işler, daha sonra da, "yarın tövbe edeceğim ve bir daha bu işi yapmayacağım" der Fakat, tevbeyi gerçekleştirmez ve o işi yapmaya devam eder; neticede bu böyle devam eder ve o kişi daima fısk ve fücûr içinde kalmış olur
    Ayrıca, fücûr kelimesi, "yalan" anlamına da geldiğinden yalancıya da fâcir denir (Râgıb el-Isfahânı, el-Müfredât, Istanbul 1986, s562)
    Verilen bu bilgilerin ışığında şöyle bir genellemeye gitmek mümkündür: Fâcir, kâfir anlamına gelmez; ancak küfre götüren ve küfre en yakın bir durum olarak kabul edilebilir Her kâfir fâcirdir ama her fâcir Allah'ın hükümlerini inkâr etmediği sürece kâfir değildir
    Kısacası fâcir, Islâm dininin kabul etmediği, yasakladığı iş ve hareketleri yapan; aşırı isyâna dalan; özellikle büyük günahlardan olan zinâ etmek, yalan söylemek, adam öldürmek, içki içmek, hırsızlık yapmak gibi fiilleri işleyen, günâhta ısrar eden; başka öz bir ifadeyle, Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneyen kimseye denir Eğer bunları yaparken bir inkâr sözkonusu ise o zaman kişi küfre girmiş olur
    Fücûr bir bakıma fısk ile eşdeğer sayıldığı gibi bir başka açıdan da fısktan daha ileri bir noktada ele alınabilir

    __________________


    FÂHİŞ FİYAT Bir malın, normal fiyatının çok üstünde veya çok altında olan satış bedeline denir
    Fâhiş kelimesi, fuhuş mastarından ism-i fâil olup, kök anlamı; söz veya işin çok çirkin olması, haddi ve ölçüyü asmak, yüz kızartıcı iş yapmak demektir Fiyat, bir malın satış bedeli olduğuna göre bir malın fiyatının çok üstünde satılması hâlinde, fâhiş fiyat sözkonusu olur
    Islâm'da çeşitli mallara yüzde hesabıyla bir kâr haddi belirlenmemiştir Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde hiçbir yapay müdâhale söz konusu olmadân kendiliğinden oluşâcâk piyasâ fiyatları ölçü alınmıştır
    Hz Peygamber ve Hulefâ-i Râşidin genel olarak kendi devirlerinde piyasa fiyatlarına müdâhale etmemişlerdir Allah Resulu'nden Medine'de fiyatlar yükselince narh koyması istenmiş, o bu isteklere şöyle cevap vermiştir: "Fiyat tâyin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah ‚tır Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde Rabbime kavuşmak istemem " (Ebû Dâvûd, Buyû,-49; Tirmizî, Buyû, 73; Ibn Mâce, Ticârât, 27; Dârimî, Buyû, 1 3; Ahmed Ibn Hanbel, II, s327, III, s85, 106, 286) Hz Ömer de hilâfeti zamanında fiyatlara müdâhale etmek istememiştir Hz Ömer (ra) bir gün musallâ çarşısında Hatîb b Ebı Beltea'ya rastlar Hâtıb'ın önünde iki kap doluşu kuru üzüm vardır Fiyatı ucuz bulan halife şöyle der: "Tâif'ten üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım Onlar senin fiyatına aldanırlar Ya fiyatı yükselt yahut da üzümü al evine götür, orada istediğin fiyatla sat" Daha sonra Ömer kendi kendine düşünmüş ve Hâtıb'ın evine giderek şöyle demiştir: "Sana söylediklerim ne emirdir ne de hüküm Bu belde halkının hayrı için arzu ettiğim bir şeydir Nasıl ve nerede istersen satabilirsin" (Imam Şâfii el-Ümm, II, s209; Ibn Kudâme, el-Muğnî, IV, s240) Ancak bu delil ve uygulamalar fiyatlara hiçbir şekilde müdâhale edilemez, bu caiz değildir demek için yeterli açıklıkta değildir, çünkü Allahu Teâlâ karaborsacılıktan ve yüksek fiyatlar koyarak, insanların birbirini aldatmasından hoşnut ve râzı olmaz Ayet-i kerimede, "Birbirinizin mallarını aranızda bâtıl yollarla yemeyiniz" (el-Bakara, 2/188) buyurulur Hz Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Bir kimse haksız olarak başkasının malınıalırsa, Allah'ın gazâbına uğramış olarak ilâhı huzura çıkar" (Buhâri, Tevhîd, 24; Müslim, Iman, 222, 224) Buna göre, haksız ve ölçüsüz olarak fiyat yükselten kimse, insanların mallarını bâtıl yollarla yemiş ve onları Allah'ın mübah kıldığı şeylerden mahrum etmiş olur Işte arzedilen delil ve sebeplerle, tabiîler devrinde ahlâkın bozulması, fiyatların sun'ı olarak yükselmeye başlaması ve halkın bundan zarar görmesi üzerine bazı tâbiîn hukukçuları narh koymayı caiz gördüler Saîd b el-Müseyyeb (ö94/712), Rabîa b Abdirrahmân (ö 136/753), Yahyâ b Saîd el-Ensârî (ö143/760) bunlar arasındadır (el-Bâcı, el-Müntekâ Şerhu'l-Muvatta', Mısır 1331 V s18)
    Serbest rekâbet sonucu oluşacak piyasa fiyatlarının ne kadar üstüne çıkılır veya altına inilirse fâhiş fiyat meydana gelir? Bu nokta gabn ile ilgilidir Gabn; aldatma, eksik verme ve farkına varmama gibi anlamlara gelir Kendi arasında fâhiş gabn (çok aldatma) ve yesir gabn (az aldatma) olmak üzere ikiye ayrılır Çok aldatma, başka bir deyimle "fâhiş fiyât", normal fiyatın ne kadar üstüne çıkılırsa teşekkül eder? Bunun sınır ve miktarını belirleyen kesin bir ayet veya hadis yoktur Belh fakihlerinden Nusayr b Yahyâ (ö268/881) satım akdine konu olan malların az veya çok tasarrufa uğramalarını göz önüne alarak fâhiş gabni gayrımenkullerde %20, hayvanlarda %10 ve diğer menkul mallarda %5 olarak sınırlamış ve piyasa fiyatının üstünde veya altında bu nisbetler aşılarak yapılacak satışlardaki satış bedelının fâhiş fiyatı oluşturacağını söylemiştir (Ibn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Mısır 1334, VII, s, 169) Hanefilere göre, fâhiş gabinde satım akdinin feshe sebep olabilmesi için ayrıca malı gerçeğe uygun olmayan şekilde anlatmak gibi hile (tağrir) halının bulunması gerekir Çünkü aldatma olmamak şartıyla bir kimse malınıdilediği fiyata satabilir Taraflar ergin, akıllı olunca yaptıkları hukuki muâmeleler geçerli olup, bunu tek yanlı iradeleriyle bozmaya güçleri yetmez Meselâ, bir kimse bin liralık malınıbilerek yüz liraya satsa veya yüz liralık malı yine bilerek bin liraya satın alsa bu mûteberdir, feshe yetkisi olmaz Hatta Mecelle şerhinde çok daha mübâlağalı örneklere yer verilmiştir Meselâ, bir kimse bir liralık malınıbin liraya satsa akit geçerlidir Yani özü bakımından satım akdinde bir bozukluk yoktur Çok fâhiş fiyatla satıldığı öne sürülerek akdin geçerli olmadığı öne sürülemez Ancak böyle bir satım akdi Imam Muhammed'e göre mekruhtur (Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, I, s588; Mecelle, mad 356-360) Zaman ve yer değişikliği olmadan bu kadar oynak fiyata normal bir piyasada ender rastlanır Özellikle kıyemî mal denilen ve standart olmayan mallarda bu mümkündür Meselâ, kilo hesabıyla üçbin TL'na satın alınan eski kaplar arasında bir taneşinin antika eşya olması yüzünden üçyüz bin liraya satılması gibi
    Ancak alış-veriş yapanların birbirlerini uyarmaları ve aldatmaya karşı nasihat etmeleri Islâm ahlâkının gereğidir Ashâb-ı kirâmdan Cerîr b Abdillah el-Becelî pazar yerinden bir at satın almak ister Beğendiği bir at için satıcı beşyüz dirhem fiyat teklif eder Cerir, bu ata altıyüz dirhem verebileceğini, hatta sekizyüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini bildirir Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildir Kendisine "atı, beşyüz dirheme alman mümkün iken, niçin sekizyüz dirheme kadar fiyatı yükselttin" diye sorulduğunda şu cevabı verir: "Biz alış-verişte hile yapmayacağımız hususunda Allâh'ın Resulune söz verdik" (Ibn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s454,vd)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

Sayfa 15/26 İlkİlk ... 1314151617 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.....İNDİR
    By BuRaK in forum E-kitap bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.06.09, 08:23

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •