Fedakâr Ailenin Son Anı
HER VAKİT camiye gelirfarza durur
imam selâm verir vermez
son sünneti kılmadan
tesbih çekmeye kalmadan hemen camiden çıkar giderdi.
Biriki
üç ay derken bu
altı ay kadar devam etti.
Bu adam neden sünneti kılmıyorduüstelik cemaatle birlikte tesbihe ve duaya da kalmıyordu? Kimdi bu adam
neden böyle yapıyordu?
Yoksa bir bildiği mi vardı? Neden herkesten ayrı hareket ediyordu? İyigüzeldi ve her vakit camiye geliyordu da neden böyle yapıyordu?
Hakkında pek de iyi düşünmüyordu. Bir sebebi varsa da öğrenmeliydi. Belki yardıma olurdu. Sonunda bir namaz vakti mihrabı müezzine terk ettikendisi arkada cemaate katılarak farzı kıldı.
Maksadı bu adamı camiden çıkmadan önce yakalamak ve bir şekilde böyle davranmasının sebebini sormaktı.
Adam yine tam vaktinde camiye geldicemaatle farzı eda etti
imam selâm verir vermez de her zaman olduğu gibi hemen kapıya yöneldi. Tam çıkacakken peşinden yetişti imam ve durdurdu:
"kabul etsin kardeşim" dedikten sonra merakını dile getirdi. "Aylardır merak ediyorum.
Geliyorsunfarzı cemaatle kılıyorsun
son sünneti kılmaya kalmadan ve tesbih çekmeden
duaya katılmadan aceleyle çıkıp gidiyorsun. Sizce bir sakıncası yoksa sebebini öğrenebilir miyim?"
Adam düşünceliydi. Dertli olduğubir sıkıntı içinde kıvrandığı bakışlarından
yüz hatlarından belliydi.
İmam efendiye derdini anlatmaya başladı:
"Hocamevde hasta bir hanımım var
felçli
on üç yıldır
ne ayağa kalkabiliyor
ne kendi işini görebiliyor
ne de konuşabiliyor. Çocuklarımız da olmadı
başka kimsemiz de yok. Bütün ihtiyaçlarını ben görüyorum. Ben indirip kaldırıyorum
ben yedirip içiriyorum. Ezan okunur okunmaz da hemen camiye koşuyorum
eşimin bir ihtiyacı olur diye farzı kılar kılmaz çabucak kalkıyorum
eve dönüyorum."
Mahcup olmuştu. Adam hakkında kendisi neler düşünüyorduadamcağızın hali neydi? Sadece teşekkür etmekle yetindi.
"Hocam" dedi
"isterseniz eve buyurun
bir çayımızı
kahvemizi içersiniz."
"Olur inşaallahmüsait bir günde geliriz" dedi.
Daveti kabul etti. Birgün kalktımüezzinle birlikte hasta ziyaretine gittiler. Durum açıktı ve gözler önündeydi. Yılların ıstırabı sonucu kadıncağız erimiş
küçülmüş
bir yumak olmuştu. Sessiz sedasız yatıyor
sadece gözleri parlıyordu.
Sohbet esnasında evin sahibi bir sırrını paylaştı misafirlerle:
"Bir evimbir de dükkanım var. Kimsemiz de yok. Düşündüm
taşındım
ben ölürsem bu kadına kim bakar? Aklıma bir çare geldi. Tapu dairesine gittim
evi de
dükkanı da eşimin üzerine tapu ettirdim. Ben öldükten sonra birisi çıkar da
evin ve dükkanın kendisine kalacağı düşüncesiyle belki bu kadına bakar. Ne dersiniz doğru yapmış mıyım?"
Evet doğru yapmıştıhem de ne doğru. Bu sefer hayreti
bir kat daha arttı. Takdir duygularını dile getirmekten başka bir şey yapamadı.
Hayatta ne insanlar vardı![]()
'ın ne güzel kullan yaşıyordu? Ne müthiş bir aileydi bu? Aralarındaki nasıl bir aşktı
nasıl bir sevgiydi? Hayır
hayır bu aşk falan değildi
bütünüyle bir şefkatti
hiçbir dünyevî karşılık beklemeden yapılan bir insanlıktı.
Aradan fazla bir zaman geçmedi. Komşulardan birisi acı bir haberle camiye damladı:
"Hocam" dedi
"sizlere ömür
hacı amcayı kaybettik. Bir cenaze salası verir misiniz?"
Şimdi üzülme sırası kendisine geldi. "Hacı efendi Allah'ın rahmetine kavuştuama bu felçli kadın ne yapacaktı
ona kim bakacaktı? Bir hayır sahibi çıkar mıydı acaba? En azından geride kalan eve ve dükkana sahip olmak için birisi bulunur muydu?"
Bu düşüncelerle gittisalayı okudu. Namaz saatini bekliyordu. Yarım saat sonra bir haber daha geldi. "Hocam
Hacı amcanın eşi de rahmetli oldu."
Günlerden Cuma'ydı. Gittiikinci salayı da verdi. İki hak dostu
![]()
'ın iki sevgili kulu mübarek bir günde birlikte yolculuğa çıkmışlardı
ebedler ülkesine...
Dünyada beraberlerdihayatları aynı yastıkta geçmişti. Biri gidince
geride kalan da dayanamadı ayrılığa
o da peşinden yola çıktı. Aynı âlemde buluştular.
Bu mutlu ve umutlubu nurlu ve huzurlu
bu sevdalı ve müşfik aileyi ne komşular unutabildi ondan sonra
ne de hoca efendi...
Yazar: Mehmet Paksu