Bismillah deyip başlıyorum.
Allah’ımız subhandır, hiçbir şeye benzemez.
Ona hamd etmeyen hamdır.
Adam olmak dedik de adam olmak öyle kolay mı?...
Adam, Âdem aleyhisselamdan gelir. Oldun mu Âdem, oldun adam.
Adam olmadıysan, hala odunsun. Odunu ne yaparlar? Ateşe atarlar… ‘Hadee yürü bakalım ateşe. Seni gidi odun seni! O kadar kitap geldi, peygamber geldi, sen odunlukta ısrar ettin’ derler. Gözünün yaşına da bakmazlar haa!
Demem o ki Âdemsen gel koklaşalım, sevişelim.
Yok, odunsan vay haline!...
Odun Tipleri
Odun deyip geçmeyin. Odunun da binbir çeşidi var.
En iyisi ben sana odun çeşitlerini anlatayım. Sen ondan sonra karar ver, kimde odunluk var, kimde yok.
Ha bir de içinden şöyle dediğini duyar gibiyim; “Bu da kim yahu! Bunu buraya kim koymuş? Bu derginin bir Yayın Yönetmeni yok mu? Bu edepsiz adamın burada ne işi var?” Falan filan… Sen şimdi bunları bir kenara bırak.
Evet efendi! Asıl mesele bu değil. Asıl mesele, sana adam diyecekler mi kıyamet günü? Sen asıl onu düşün…
Hem bak, kimse sana bunları anlatmaz. Zaten sen de kimseden, böyle gururunu rencide eden şeyleri dinlemezsin. Bari beni dinle. “Delidir, ne derse yeridir” dersin, olur biter. Ama bu arada kazanan sen olursun. Anladın mı beni, seni sevimli Âdem çocuğu…
Şimdi gel bakalım dünyada kaç çeşit odun varmış? Mesela bazı odunlar vardır ki kimseyi bişey bilmez sanırlar. Her şeyin en doğrusunu bu odunlar bilir. Yarım yamalak bildiği konularda bile racon keserler.
“Bre zerzevat! Allah’ımız Rabbimiz, âdemoğluna ne kadarcık bilgi vermiş, ne kadarcık akıl vermiş ki sen her şeyi bileceksin?” Tööbe tööbe!
Senin daha karnından haberin yok!...
Onlara diyorum ki; “Söyle bakalım, midene indirdiğin şeylerden kaçta kaçı helaldi? Kaçta kaçı madden ve manen temizdi; kim, hangi kirli gönülle hazırladı? Ve sen kaçta kaçını gönül huzuruyla yedin?…”
Hoş, bunlar şimdi ‘gönül huzuru’ nedir de bilmezler!... ‘İçi hoş, dışı mayhoş bir hal’ zannederler…
Zannederler de onların bu zannı, aslında bizim Kara Kaplı Kitap’a göre, ‘nefsin hevasına uyma, gafletin dibini bulma’ raconuna denk gelir.
Vah garibim vah! Ümmeti Muhammed ne hallere düşmüş!...
“Gördün mü bak, senin daha karnından da kalbinden de haberin yok.” Derler böylesine…
Neyse sen bana aldırma, ben onlara diyorum.
Ne diyodum?
He, şimdi bu çokbilmiş odunlar, kendilerini âlim; âlemi cahil sanırlar. Üç kitap okudu mu? Üç-beş sohbet dinledi mi tamam. Hele bir iki allengirli kıssa da biliyosa değmeyin gitsin keyfine. Dersin ki herif allamei cihan oldu başımıza.
Gerçek bir ilim sahibi gördüklerinde, hemen kuyruk kıvırır, ‘yarı yalaka, yarı efendilik’ ayaklarına yatarak, durumu idare etme yoluna giderler.
Onların yanında sütü dökmüş kedi gibidirler. Ama meclis değişti mi ortalıkta bir aslan kalmayınca, bu kediler kaplan kesilirler. Doğru yanlış ne varsa, allaya pullaya etrafa satmaya başlarlar. Hele bir de söz ustalıkları varsa kimse onların cehaletini fark etmez bile.
En çok sevdikleri roller, yerine ve ortamına göre, ‘ilme irfana doymuş Allame rolü’, ‘derin sükûta dalan Şeyh rolü’ veya daha olmadı ‘Biz bu işin eskisi, ağır abiyiz’ rolüne kayarlar. Eh, hangisini yerseniz…
İnsanların maneviyata susamışlığını sömürenleri, en bol olanıdır zamanımızda. Bunların tatlı dillerinin büyüsüne kapılan, tatlı su kefali cühela takımı, bu odunları, melek mi desem, veli mi?... Öyle bir makamata sokarlar ki, onlara denk gelecek bir makam, evliyaların makamlarında bile yoktur. Çok kurcalasan, belki Yunan Mitolojisinde veya Hint masallarında bulursun denklerini. Peh!...
Dini, maneviyatı öyle bir anlatırlar ki dinleyende şöyle bir muhayyile uyanır: “Yahu adama bak be kardeşim; biz bunların yanında insan bile sayılmayız!”
Herif, sanki anlattığı evliya menkibesinden fırlayıp gelmiş: “Yahu baksana bana. İşte, ben oyum!” Der gibidir.
Hah! İşte anladın sen onu…
Mutlaka rastlamışsındır, bu tür odunlara.
Neyse laf çok uzadı cancağızım, bir daha ki Meczubistan’da devam edelim.
Hadi benim canlarım, kalın sağlıcakla…
MECZUP NİYAZİ
GÜLİSTAN DERGİSİ