3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: Ahlâkımda müslüman olmalıyım

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 42.870, Level: 100
    Points: 42.870, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 4,9%
    Overall activity: 4,9%
    Achievements
    Zümrüt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Yer
    ıstanbul rize
    Mesajlar
    7.510
    Points
    42.870
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    24

    Standart Ahlâkımda müslüman olmalıyım

    Şüpheli şeylerden sakınmak
    Gözleri haramdan korumak
    Dili korumak
    Utanmak (Hayâ)
    Vakar ve sabır
    Doğruluk
    Alçak ,gönüllü olmak
    Zan, gıybet ve tecessüsten (müslümanların kusurlarını etraflıca raştırmaktan) sakınmak
    Cömertlik ve kerem

    Hz. Peygamberin şu hadisinde belirttiği gibi güzel ahlâk, İslâm dininin temel hedefidir.

    "Ben ancak en güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." (Muvattâ, Husnü'l-Huluk, 8)

    Aşağıdaki âyet de bu konuyu teyit etmektedir: "Onlar, o mü'minlerdir ki kendilerine yer yüzünde iktidar verdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilakis) namaz kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu ALLAH'a dönecektir." (Hacc, 41)

    Diğer bir âyette de şöyle duyurulmuştur:

    "Yüzlerinizi doğu veya batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki; ALLAH'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inandı, ALLAH rızası için yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve esaret altındaki kölelere mal verdi, namazı kıldı, zekâtı verdi. Antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte onlar doğru yolda olanlar ve ALLAH'ın azabından korunanlardır." (Bakara, 177)

    Güzel ahlâk, imanlı olmanın delili ve imanın meyvesidir. Güzel ahlâk olmadan imanın bir değeri yoktur. Hz. Peygamber bu hususa işaret ederek şöyle buyurdu:
    "İman; ümit ve temenni ile geçerli olamaz. Ancak kalpte yerleşir ve amel ile tasdik edilirse geçerli sayılır." (Deylemî: Müsned)

    Hz. Peygamber'den din nedir? diye sorulunca O, şöyle cevaplamıştır:

    "Din, ahlâkın güzel olmasıdır."(2)

    Kötülük nedir? diye sorulduğunda ise şöyle buyurmuştur: "Ahlâkın kötü olmasıdır"(3)

    Kıyamet gününde hayırlı ameller arasında kulun terazisinde en ağır gelen amel, güzel ahlâktır.

    "Kim, kötü huylu ise ve kötü işleri yapıyorsa nesebi ile yol alamaz. (Şerefli bir aileye mensup olması ahirette ona hiçbir fayda sağlamaz.)"

    Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

    "Kıyamet gününde mü'minin terazisinde hiçbir şey güzel ahlâktan daha ağır değildir. Muhakkak ki ALLAH, kaba ve ağzı bozuk kişiyi asla sevmez." (Ebû Dâvûd: Edeb, 7)

    Güzel ahlâk, İslâm'daki ibadetlerin meyvesidir. Mü'min güzel ahlâklı olmazsa yaptığı ibadetler, hiçbir kıymeti ve faydası olmayan hareket ve ayinlerden ibaret kalırlar. Yüce ALLAH namazın faydaları hakkında şöyle buyurmuştur: .
    "Namazı da kıl. Çünkü namaz insanı kötü ve iğrenç şeylerden alıkoyar." (Ankebût, 45)

    2 Ebû Dâvüd: Edeb, I24; Ahmed b. Hanbel: Müsned, III, 502. 3 Ahmed b. Hanbel: Müsned, III, 502.

    Hz. Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kimin namazı, onu kötü ve iğrenç şeylerden alıkoymazsa, onun ALLAH'tan uzaklaşması artar." (Câmiu's-Sağir, II, 181; Taberani)

    Hz. Peygamber (s.a v) oruç hakkında da şöyle buyurmuştur:
    "Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün, kötü söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet birisi kendisine söver veya çatarsa, 'ben oruçluyum desin." (Buhârî: Savm, (2)

    Hacc hakkında ise yüce ALLAH şöyle buyurmuştur: "Hacc bilinen aylardandır; (Şevval, Zilkade ayları ve Zilhicce ayından on gün). Kim o aylarda ihrama girerek) haccı (kendine) farz ederse bilsin ki, hacda kadına yaklaşmak, günaha sapmak ve kavga etmek yoktur." (Bakara, 197)

    Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) bir hadiste: "Bir kimse hacceder ve hac esnasında kadına yaklaşmaz kötü sözler söylemez ve büyük günahlardan çekinir, küçük günahları işlemekte ısrar etmezse o kimse, günahlarından arınarak annesinden doğduğu günkü gibi hacdan döner." buyurmuştur. (Buhârî, Hacc, 4)

    Müslümanın Özellikleri

    Bir insanın ahlâk açısından gerçek müslüman olabilmesi için devamlı yapması ve kendisinden faydalanması gereken en önemli ahlâkî özelliklerden bazıları unlardır:

    1. Şüpheli şeylerden sakınmak: Müslüman kimsenin; Hz. Peygamber'in (s.a.v) emrine uyarak haramlardan sakınması ve şüpheli şeyler hakkında ihtiyatlı hareket etmesi gerekir. Yüce Peygamberimiz bir hadiste şöyle buyurmuştur:

    "Helal belli haram bellidir. Fakat aralarında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, bunlar helal mıdır, haram mıdır, çok kimseler bilmezler. şüpheli şeylerden sakınan kimse dinini de ırzını da kurtarmış olur. Her kim bu şüpheli şeylere düşerse harama düşer. Yasak bir yerin etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi çok sürmez hayvanları içeriye dalabilir. Dikkat,!.. Her padişahın kendine mahsus bir korkusu vardır. Gözünüzü açın!.. ALLAH'ın yeryüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerden. Biliniz ki bedende bir et parçası vardır. O, yarayışlı ölürse bütün beden yarayışlı olur, bozuk olursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir." (Buhârî: İmân, 39)

    Haramdan kaçınmanın en yüksek derecesi, Hz. Peygamber'in (s.a.v) şu hadisinde belirttiği derecedir:

    "Kul, sakıncalı şeylerden korktuğundan dolayı sakıncasız şeyi de bırakmadıkça muttakiler derecesine ulaşamaz."

    2. Gözleri haramdan korumak: Müslüman olan kimsenin, ALLAH'ın (c.c) haram kıldığı şeylere bakmaması gerekir. Çünkü bakmak, şehveti celbeder ve insanı yavaş yavaş günah ve suç işlemeye sevk eder. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerim, lüzumsuz yere bakmamak hususunda mü'minleri uyarmıştır. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur:

    "MÜ'minlere de söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar..." (Nur; 30)

    Hz. Peygamber de (s.a v) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Bakmak, şeytanın zehirli oklarından biridir. Kim, ALLAH korkusundan mahremi olmayan kimseye bakmayı terkederse, ALLAH ona öyle bir iman ihsan eder ki onun . tadını taa kalbinde duyar." (Hakim, Müstedrek)

    Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur:
    "Mutlaka gözlerinizi haramdan sakınmalısınız ve ırzlarınızı da behemehal korumalısınız. Aksi takdirde ALLAH, yüzlerinizdeki nuru çıkarıp sizi çirkinleştirir." (Taberânî)

    3. Dili korumak: Müslüman kimsenin; faydasız, saçma, çirkin, kötü sözler ve deyimleri kullanmaktan, gıybetten ve koguculuktan dilini koruması lazımdır. İmam Nevevî bu konuda şöyle demiştir:

    "Dinin ve kanunun muhatabı olma çağına gelen kişilerin faydalı olduğu açıkça bilinen sözlerden başka, dillerini her türlü sözden korumaları gerekir. Konuşmak ve konuşmamak eşit olduğu zaman ve susmak daha faydalı olduğunda konuşmamak sünnettir. Çünkü mubah olan konuşma, bazen haram veya mekruh bir sözü söylemeye sebep olur. Normalde böyle konuşmalara çok tesadüf edilir. Susarak haram veya mekruh sözleri söylemekten kurtulmak gibi iyi ve faydalı bir şey yoktur." Dilin, insanın başına gelmesine sebep olduğu felaket ve belaları belirten birçok hadis, Hz. Peygamber'den (s.a.v) nakledilmiştir. Bu hadislerden birinde Peygamber'imiz şöyle buyurmuştur:,

    "Dillerinin biçtikleri faydasız sözlerinden başka. bir şey . insanları yüzükoyun cehenneme düşürür mü?" (Tirmizî: İman, 8)

    Başka bir hadiste de;
    "Çok ayıplayıcı, lanet edici, fahiş, sözler söyleyen ve hayasızlık yapan kimse olgun mü'min değildir." buyurmuştur. (Tirmizî: Birr, 48)

    Konuyla ilgili diğer bir hadiste ise;
    "Kim çok konuşursa, hatası çok olur. Hatası çok olanın da günahı çok olur. Günahı çok olan kimseye cehennem daha layıktır.". buyurulmuştur. (Beyhaki)

    4. Utanmak (Hayâ): Müslüman kimsenin her zaman ve her durumda hayâlı olması lazımdır. Fakat hayâsı, onu doğruyu söylemekten alıkoymamalıdır. Başkalarının işlerine karışmamak, harama bakmamak, müslümanlara karşı mütevazı ve şefkatli olmak, alçak sesle konuşmak, rızkına kanaat etmek ve benzeri hâreketler de hayâ :an sayılır. Bir rivayette;

    "Hz. Peygamber (s.a.v.), haya bakımından perede ârkasındaki bakireden daha utangaçtı." diye bildirilmiştir. (Buhârî: Menâkıb, 23)
    Yine Peygamberimiz (s.a v) şöyle buyurmuştur: "İmanın yetmiş yahut altmış bu kadar şubesi vardır. O şubelerin en faziletlisi: ALLAH'tan başka ilah yoktur sözüdür. En aşağısı da yoldan gelip geçenlere eziyet verecek şeyleri atmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir." (Buhârî: Hibbe, 35)

    Âlimler hayâ hakkında şöyle demişlerdir:
    "Hayânın hakikati şudur. Hayâ, kötülüklerden sakınmayı emreden ve hukukta hak sahiplerinin hakkına ödemekte kusurlu davranmayı men eden bir huydur."

    5. Vakar ve sabır: Müslümanda en çok bulunması gereken en mükemmel özelliklerden birisi de; vakar ve sabır özellikleridir. Çünkü İslâmî çalışmalar zorluklarla doludur. İslâm'a davet yolunun etrafı güçlüklerle kuşatılmıştır. Eziyet ve şiddet, töhmet edilmek, kabahati yüze vurulmak, maskara edilmek gibi kötü cezalar İslâm için çalışanların azmini gevşetmek, onları hareketsiz hale getirmek ve onları ALLAH'ın (c.c.) dinine çağırmaktan vazgeçirmek için İslâm düşmanları tarafından, din için çalışan müslümanların önünde biriktirilen ve uygulanan korkunç cezalardır. Bu durumdan açıkça anlaşılıyor ki, İslâm davetçisi olan kardeşimizin sabırlı olması onun en önemli özelliklerinden biridir. Onun bu davayı, karakterleri, akıllan ve mizaçları değişik olan bütün insanlara götürmesi gerekli.

    Bu dâvâyı; cahil, bilgin, akıllı, aşın duygusal, yumuşak tabiatlı, kalbi taşlaşmış, yumuşak huylu, sakin ve tepki gösteren bütün insanlara götürmesi gerekir. Daha sonra, aklî dengelerine göre insanlarla konuşması ve bütün insanların derdine tahammül etmesi ve onların kalplerine girmeye teşebbüs etmesi gerekir. Ancak onun bu hareketleri; sabır, tahammül ve hilmden meydana gelen büyük bir enerjiye muhtaçtır.

    Bundan dolayı Kur'ân ve Peygamberin yönlendirmeleri; sabır, tahammül ve ağırbaşlılıkla süslenmeyi teşvik etmekle dolup taşmaktadır.

    Kur'ân'ın bu konudaki teşviklerinden bazıları şunlardır:
    "Kim sabreder ve affederse, işte bu işlerin en büyüğündendir." (Şura 43)
    "Onun için ~imdi sen güzel bir hoşgörü ile muamele et." (Hicr, 85)
    "Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir." (ZÜmer, 10)
    "Bağışlasınlar, aldırmasınlar! ALLAH'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? ALLAH, bağışlayan ve esirgeyendir." (Nûr, 22)

    "Cahiller kendilerine laf atıp sataştıkları zaman aldırmadan `Selâmetle!' deyip geçerler." (Furkân, 63)

    Hz. Peygamber'in (s.a.v) bazı fermanları da şunlardır: "Muhakkak ki kul, sabretmekle gündüz oruç tutan ve gece nafile namaz kılan kimsenin derecesine kavuşur." (Ebû Dâvûd: Edeb, 7)

    "ALLAH'ın kendi vasıtasıyla evleri mamur kıldığı ve dereceleri yükselttiği davranışları size bildireyim mi?" "- Evet ey ALLAH'ın elçisi, onları bize bildir." dediler. "Sana karşı kaba davranan kimseye yumuşak davranman, sana zulmedeni affetmen, seni mahrum edene dünya malından vermen ve senden ilişkisini kesene ihsanda bulunmandır." dedi. (Ahmed b. Hanbel: IV, 148, 158)

    ALLAH'ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuştur: `~9llah kıyamet günü bütün yaratıkları bir araya getirdiğinde bir kişi Şöyle seslenir.

    - Fazilet sahipleri nerededir?
    Ve efendimiz sözlerine şöyle devam etti:
    "Sayıca az olmalarına rağmen bazı insanlar kalkıyor ve acele cennete doğru gidiyorlar.

    Melekler onları karşılıyor ve onlara.- -Faziletlerinizin sebebi nedir? diyorlar. Onlar şöyle cevap veriyorlar.- -Bize zulmedildiği zaman sabrediyorduk. Bize kötülük yapıldığında ağırbaşlı davranıyorduk. Bunun üzerine onlara- -Cennete giriniz Çalışanların mükâfatı ne güzeldir, denilir."

    Hz. Peygamber'in (s.a.v) bazı tatbikatları da şöyledir: Huneyn gününde bir adam Hz. Peygamber'in (s.a.v) ganimet taksimini kastederek, "VALLAHi bu taksim, kendisiyle ALLAH rızası kastedilmeyen bir taksimdir" dedi. Bu söz Hz. Muhammed'e (s.a.v) bildirilince şöyle buyurdular:

    "ALLAH Musa'ya rahmet etsin. Musa bundan daha çok eziyet görmüş fakat sabretmişti." .(Buhârî: Humus, 27)

    Enes b. Malik'ten (r.a) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) bir gün Decran'da imal edilen kalın bir aba giymiş olduğu halde camiye girdi. Bir bedevi arap ona yetişti ve Rasûlullah'ın abasının bir tarafını öyle çekti ki, aba Hz. Peygamber'in boynunda iz bıraktı. Ve bedevî şöyle dedi: - Ey Muhammed!.:. Yanında bulunan ALLAH' malından bize ver! Hz. Peygamber (s.a.v) ona baktı, tebessüm etti, sonra bu bedevîye biraz dünya malı verilmesini emretti. (Buhârî: Libâs, 18)

    Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre, bir bedevî Hz. Peygamber'e (s.a.v) şöyle dedi: "- Ey Muhammed, bana iki deve yükü mal ver. Sen ne kendi malından, ne de babanın malından veriyorsun." Sonra Hz. Peygamber'e (s.a.v) kavuştuğu zaman onun cübbesini öyle çekti ki, Peygamberin (s.a.v) boynu kızardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v); ona bir yük arpa, bir yük de hurma verilmesini emretti.

    Tâberânî'nin rivayetine göre, bir kadın erkeklerle çirkin laflar konuşuyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) yerde oturmuş tirit yerken, o kadın. geldi ve şöyle dedi: - Şuna bakını~ köleler gibi oturuyor ve köleler gibi yemek yiyor.
    Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre bir adam:

    - Ey ALLAH'ın elçisi! Benim bazı akrabalarım var. Ben onlarla ilgileniyorum, onlar benimle-ili,Fki3~i kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük yapıyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

    "- Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yediriyor gibisin. (Yani onlar yaptıkları aşağılıktan dolayı sıcak kül yemiş gibi elem duyacaklardır) Sen bu şekilde devam ettikçe ALLAH tarafından onlara karşı seninle daima bir yardımcı bulunacaktır" buyurmuştur. (Müslim: Birr, 22)

    Hz. Peygamber'den (s.a.v) alacağı olan bir yahudi malını almaya gelip ona; "- Siz Abdülmenaf oğulları 6orcunuzu ödemeyen saltanatı da bırakmayan bir milletsiniz" deyince Hz. Ömer (r.a), onun boynunu vurmak istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) ona,
    "Ey Ömer, ondan, borcunu güzel istemesini ve benden de güzel ödememi talep etmen gerekirdi." buyurdu. Rivayet edildiğine göre, Hz. İsâ (a.s) beraberinde arkadaşları bulunduğu halde insanları ALLAH'a (c.c) iman etmeye çağırmak için köyleri dolaşıyordu. O insanlara iyi şeyler söylüyor, köylüler ise ona kötü şeyler söylüyorlardı. Ona sövüyor ve küfrediyorlardı. Havârîler bu duruma hayret ettiler ve Hz. İsâ'dan (a.s) bunun hikmetini sordular. O, şöyle dedi: Herkes yanında bulunan Şeylerden sarf eder.

    Eziyete sabretmek ve suçluları affetmek, sevgiye ve dostluğa sebep olur. Birbirinden ayrılma ve ihtilafa düşmeyi engeller ve yalnız yüce ALLAH'ın rızasırlı elde etmeye sebep olması bile kâfidir.

    6. Doğruluk: Müslümanın doğru konuşması ve yalan söylememesi lazımdır. Müslüman, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan kendi aleyhine bile olsa ALLAH (c.c) razısa için doğru olan söyleri yalancılık, en çirkin ve en kötü hasletlerdendir. Yalancılık, birçok şeytanî batakhanelerin giriş kapısı gibidir. Yalandan sakınmak, nefse bağışıklık kazandırır. Bu bağışıklık, nefsi şeytanın fısıldamalarından ve tehlikelerinden korur. Ruh; berrak, temiz ve yüce kalır. Öyle ise yalancılık ruhu ezer ve insanın şahsiyetini küçültür. Bundan dolayı İslâm, yalancılığı yasaklamış ve onu en kötü felaketlerden saymıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

    "Doğru sözcülük iyiliğe„ iyilik de cennete götürür. Ki~i doğru söyleye söyleye ALLAH katında sadıklar derecesine çıkar. Yalan kötülüğü kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihayet ALLAH katında yalancılar defterine yazılır." (Buhârî: Edeb, 69)

    7. Alçak gönüllü olmak: Müslüman kimsenin -özellikle müslüman kardeşlerine karşı zengin ve fakir arasında fark gözetmeden- alçak gönüllü olması lazımdır. Hz. Peygamber (s.av), kibirden ALLAH'a (c.c) sığınarak şöyle buyurmuştur:

    "Kalbinde zerre miktarı kibir olan kimse cennete giremez" (Müslim: İmân, 147)
    Başka bir hadiste de şöyle buyurur:

    "ALLAH buyurdu ki, izzet Benim gömleğim, Kibriya (büyüklük) Benim kaftanımdır.Bunların birisinde Benim'le kim yarışırsa ona azap ederim." (Müslim: Birr, 136)

    8. Zandan, gıybetten ve tecessüsten (müslümaların kusurlarını araştırmaktan) sakınmak: Yüce ALLAH'ın şu âyetine uyarak bu kötü huylardan kaçınmak lazımdır.

    "Ey inananlar, zannın çoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli ~eylerini araştırmayın.uyarak bu kötü huylardan kaçınmak lazımdır.

    "Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz O halde ALLAH'tan korkun, şüphesiz ALLAH, tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır." (Hucurât, 12)

    "Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler, şüphesiz ( iftira etmiş ve apaçık bir günah işlemiş olurlar." (Ahzâb, 58)

    Müslüman, Hz. Peygamber'in (s.a.v) şu fermanına diyor: "Ey diliyle müslüman olup, iman kalbine işlememiş olanlar topluluğu!. Müslümanları çekiştirmeyin, onları ayıplamayın ve onların kusurlarını araştırmayın, çünkü kim bir müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa kendi evinin içinde bile olsa yüce ALLAH onu kepaze eder." (Ebû Dâvûd: Edeb; 35)

    9. Cömertlik ve kerem: Müslüman kimsenin çok cömert ve asîl olması, canını ve malını ALLAH (c.c) uğrunda vermesi lazımdır. Nefsin cimriliğini ortaya çıkaran en iyi metod, onu parayla sınamaktır. Çünkü nice makamlar ve önemli vazifeler maddî muâmele ölçeğine vurulduğunda yolsuzluktan dolayı elden çıkıp kaybedilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de, içinde mü'minlerin vasıfları i1e hayır yolunda harcama vasfının yan yana zikredildiği birçok âyet vardır:

    "... ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcarlar." (Bakara, 3)

    "Yerdiğiniz her hayır (sadaka), kendiniz içindir. Yahut ALLAH'ın rızasını kazanmak maksadıyla verirseniz, verdiğiniz her hayır size tastamam verilir ve hiç hakkınız. yenmez" (Enfâl, 3)

    Mallarını hayır yolunda harcamayan cimriler, Hz. Peygamber'in (s.a.v) şu sözünü dinlesinler:

    "Kulların sabahladığı hiçbir gün yoktur ki, iki melek inerek birisi, ALLAH'ım, matını infak edenin malını artır; diğeri de, ALLAH'ım, malını vermeyenin malını yok et!' demesinler." (Buhârî: ?xkat, 27)

    Son olarak özetle şöyle diyebiliriz; müslüman kimsenin yemesinde, içmesinde, elbiselerinde, konuşmasındâ, selâm vermesinde, yolculuğunda, evinde, bütün hal ve hareketlerinde insanlar arasında güzel bir örnek ve İslâm prensiplerinin filli tercümanı olması lazımdır. Bu konuda okunmak için hazırlanmış oları kitaplar şunlardır; İmam Nevevî'nin "Riyâzis's-Sâlihîn", imam Gazâli'nin "İhyâ-i Ulumi'd-Din" kitabının "Müslüman Ahlâkı" bölümü ve Kandehlevı'nin "Hayatü's Sahâbe" isimli kitaplarıdır.

    Mecnun Misali Leylâ’nın Zülfüne Hemen Gönül Bağlama.
    Çünkü seni AŞK Çöllerinde Gezdirip Duran Leylâ Değil Mevlâ’dır Hep…

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 42.870, Level: 100
    Points: 42.870, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 4,9%
    Overall activity: 4,9%
    Achievements
    Zümrüt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Yer
    ıstanbul rize
    Mesajlar
    7.510
    Points
    42.870
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    24

    Standart Cevap: Ahlâkımda müslüman olmalıyım

    Evlenmedeki Sorumluluk
    Evlenmeden Sonraki Sorumluluk
    Ebeveynin (Ana-Babanın) Çocuk Terbiyesindeki Sorumluluğu

    İslâm'a mensub olmam, hayat hakkında bir mesaj sunmamı gerektiriyor. Hatta yaşamımın, bütün yönleriyle bu mesaja göre yönlendirilmesini gerektiriyor. İslâm dinine mensub olmama, nefsimde inanç, ibadet ve ahlâk açısından müslüman olmamı farz kıldığı gibi, içinde yaşadığım toplumu, gerçek bir İslâm toplumu haline getirmek için çalışmamı da bana farz kılıyor.

    Çevremdeki insanlarla ilgilenmeden yalnız başına müslüman olmam yetmiyor. Çünkü İslâmiyet'in gönderdiği ve -şayet bir kimse iman eder ve dinî vazifelerini iyi yaparsa insanlığın ruhuna aşıladığı emirlerden birçoğu, diğer insanlarla ilgilenmeyi, onları İslâm'a çağırmayı, onlara öğüt vermeyi ve kötülük yapmalarına razı olmamayı emrediyor. Hz. Peygamber'in (s.a v) şu hadisine uygun olarak;

    "Kim müslümanların işleriyle ilgilenmeden akşamlarsa gerçek müslümanlardan değildir."
    yeni bir sorumluluk yükü altına girmiş olurum. O da, İslâm toplumunu kurmak ve İslâm'ı topluma götürmek sorumluluğudur.

    Bu sahada atılacak ilk adım ki o da normal bir adımdır ev halkımın müslüman olmasını sağlamak için İslâm'ın mesajım, (küçük toplumuma) aileme, eşime ve çocuklarıma götürmem lazımdır. Sonra İslâm'ı, sırasıyla en yakın akrabalarına götürmem gerekir. Bu metod, Hz. Peygamber'in (s.a.v) İslâm'a davet etmeye başlarken takip ettiği metoddur.

    "O halde, sakın ALLAH île beraber diğer bir ilaha ibadet etme! Sonra azap edileceklerden olursun... (Önce) en yakın akrabanı uyar ve mü'minlerden sana uyanlara kanadını indir. (Onlara karşı mütevazi ve şefkatli davran.)" (Şuarâ, 213-215)

    Bundan sonra kendi nefsinden başka müslümandan bizzat yapılması istenen ilk şey; ailesi; evi;ve çocukları hakkındaki sorumluluklarını yerine getirmesidir. Yüce ALLAH'ın şu âyeti bunun en açık delilidir:

    "Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, şiddetli, ALLAH'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır." (Tahrîm, 6)

    Evlenmedeki Sorumluluk

    Müslüman bir yuva kurmada başarılı olabilmem için İslâm bana yol göstermiştir. Vazifemi kolaylaştırmak ve gayemi gerçekleştirmeye yardım edecek bazı işlere ve sebeplere işaret etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

    Evlenmem ALLAH için olmalıdır. Yani müslüman bir yuva kurmak için olmalıdır.

    Emaneti taşıyabilen, irşadın çoğalıp devam etmesini gerçekleştirebilen, asil ve şerefli bir nesil meydana.getirmek için evlenmeliyim. Yüce ALLAH neslin önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

    "Bu peygamberler, birbirinden türeyen bir nesildir." (Âl-i imrân, 34) . Evlenmemin en büyük gayesi, gözlerini haramdan sakınmak, avretimi korumak ve Rabb'imin azabından korkmak olmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor:

    "Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek ALLAH'ın üzerine hak (vacip)tir. Bunlar, ALLAH yolunda cihad eden, kölelikten kurtulmak için efendisine borcunu ödemek isteyen köle ve zinadan korunmak kastı ile evlenen kimsedir." (Tirmizi: Fedâilü'1-Cihâd, 20)

    Diğer bir hadiste ise;

    "Kim evlenirse dininin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısı için de ALLAH'tan korksun." buyurmuştur. (Taberânî: Mu'cemü'1-Evsât)

    Eşimi, hayat ortağımı ve yoldaşımı iyi seçmeliyim. Çünkü Hz. Peygamber (s.av) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kadınların en hayırlısıyla evlenmeye bakınız Çünkü çocuk, soyundan bir`damara çeker."

    Başka bir rivayette de; "Çünkü damar irsîdir" Diğer bir rivayette de;

    "Emsaliniz olan kadınlarla evlenin ve emsallerinizin kızlarını isteyin." buyurulmuştur. (İbn Mâce: Nikâh, 46)

    Mal ve güzelliği bakımından di$erlerinden aşağı bile olsa, ahlâklı ve dindar olan kadını seçmen lazımdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v);

    "Kadınları, sırf güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü onların güzelliğinin; böbürlenmek ve kibirlenmek yüzünden onları tehlikeye atmasından korkulur. Sırf malları için de onlarla evlenmeyiniz. Çünkü mallarının onları azdırması (günahlara ve şerlere) sokması umulur. Fakat dindarlıkları için onlarla evlenin. Şüphesiz burnunun bir kısmı kesik kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye (dindar olmayan bir kadından nikahlanmak bakımından) daha iyidir." buyurmuştur. (İbni Mâce: Nikah, 6)

    Evlenmede ALLAH'ın (c.c) emrine karşı gelmekten sakınmam, O'nun gazabından ve intikamından korunmam lazımdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a v) şöyle buyurmuştur:

    "Kim şerefinden dolayı bir kadınla evlenirse yüce ALLAH ancak onun alçaklığını artırır. Kim malı ve servetinden dolayı bir kadınla evlenirse ALLAH onun fakirliğini artırır. Kim asaleti için bir kadınla evlenirse ALLAH onun soysuzluğunu artırır. Kim yalnız gözünü haramdan korumak ve haramdan sakınmak veya akrabalık ilişkisini sürdürmek için bir kadınla evlenirse ALLAH kadını ona, onu da kadına mübârek kalır." (Taberânî)

    Evlenmeden Sonraki Sorumluluk

    Evlenirken iyi bir eş seçimi yapmam benim evlenmeden sonraki sorumluluğumun devam etmesini engellemez. Bilakis, en büyük sorumluluk evlenmenin ilk anından itibaren başlar. O andan itibaren yapılması gerekli olan birçok vazife altına girmiş olurum. Bu vazifelerim şunlardır:

    Eşimle aramda güvenin gerçekleşmesi için, ona iyilik etmem ve iyi davranmam lazımdır. Böylece Hz. Peygamber'in (s.av) şu hadisi gerçekleşmiş olur:

    "En hayırlınız ailesine en iyi olanınızdır. Ben de aileme en iyi olanınızım." (İbn Mâce: Nikah, 50)

    Ve başka bir hadiste;

    "Mü'minlerin iman bakımından en olgunu, ahlâk bakımından en güzel ve çoluk çocuğuna karşı en lütufkâr olandır." (Tirmizî: İmân, 6)

    Eşimle sürdürdüğüm ilişki, yalnız yatak ve şehvet ilişkisi halinde kalmamalıdır. Her şeyden önce aramızda, fikir, ruh ve duygu açısından birleşmenin gerçekleşmesi lazımdır. Beraber okumalıyız, bazı ibadetleri beraber yerine getirmeliyiz. Ev işlerini beraber organize etmeliyiz. Sonra bazen şakalaşma ve oynamaya da fırsat bulmalıyız. İbadet hakkında yüce ALLAH şöyle buyuruyor:

    "Ey Resûlüm! Ailene namazı emret. Kendin de onun güçlüklerine dayan." (Tâhâ, 132) iğer bir hadiste de;
    Başka bir âyette;

    "Halkına (ailesine) namaz kılmayı, zekat vermeyi emrederdi. O, Rabbi katında beğenilmişti." buyurmaktadır. (Meryem, 55)

    Şakalaşma ve nefsi dinlendirme hususunda, Hz. Peygamber (s.a.v) eşi Aişe ile beraber koşarak onunla yarışıyordu. Ev işlerinde yardımlaşma hususuna gelince Hz. Peygamber, evinde birçok işi yapıyordu. Yaptığı işlerden biri de ayakkabı tamir etmek idi.

    Eşimle olan ilişkim yukarıda belirttiğim ve belirtmediğim diğer konularda- şer'î bir nitelik kazanırlardır. Bu ilişkim, İslâm aleyhine veya ALLAH'ın (c.c) haram kıldığı şeylerde olmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

    "Kim eşinin gayri meşru isteklerine itâat ederse ALLAH onu yüzüstü cehenneme atar. (Buhârî: İmân 19; Müslim: İmân, 237)
    Yine diğer bir hadiste kadınların eğitimine önemle işaret ederek;

    "Hiç kimse, çoluk çocuğunu eğitmeden cahil bırakan kişi kadar büyük bir günahla ALLAH'ın huzuruna çıkarmaz." buyurmuştur. (Firdevs: Müsned) iğer bir hadiste de;
    Başka bir hadiste ise:
    "Karısının kulu olan (her dediğini yâpan) kimse helak olmuştur." (Kunûzü'1-Hakâik, S. 107)

    Ebeveynin (Ana-Babanın) Çocuk Terbiyesindeki Sorumluluğu

    Hakikaten evlenmede başarılı olmak, salih kadını seçmede başarılı olmak, karı kocanın İslâm'ın potasında erimesi gibi haller, büyük ölçüde çocukları İslâm terbiyesiyle istenen İslâm terbiyesiyle- terbiye etmeye yardımcı olur.

    Fakat İslâmî bir evlenmeyi gerçekleştirme hususunda başarısız olmak ve kötü bir eş seçmek ise tehlikeli sonuçlar doğurur ve yayılan bir kıvılcım gibi aileyi tehdit eder.

    Eşlerin yaşamında meydana gelen her çözülme kendiliğinden direkt ve süratli bir şekilde çocukların terbiyesine ve ruhlarına yansır. Daha soru onlarda birçok kompleks ve sapmaların meydana gelmesine sebep olur. Bundan dolayı çocukları İslâmî terbiyeyle yetiştirmede en büyük faktör yukarıda da belirttiğimiz gibi- evlenmeyi İslâmî ölçülere göre gerçekleştirmektir.

    Çünkü müslüman bir aile kurmaktan beklenen meyve, faydalı bir nesli meydana getirmektir. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur:

    "Ve onlar ki; -Rabb'imiz bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi (Senin azabından) korunanlara önder yap' derler." (Furkân, 74)

    Çocuk İslâm fıtratı üzerinde doğar. Eğer o, sağlam bir terbiyeden geçirilirse faydalı bir insan olarak yetişir. Gayet çocuk, birbirine zıt veya sapık anne ve baba arasında yetiştirilirse içinde bulunduğu ortamdan etkilenir ve sapık olarak yetişir. Hz. Peygamber (s.a.v) çok doğru olarak bu konuda şöyle buyurmuştur:

    "Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra annesi ile babası onu, yahudi, hıristiyan veya mecusi yaparlar." (Buhârî: Cenâiz, 92)
    Bunun için İslâm dini çocukları iyi terbiye etmek iyi terbiyeyi gerçekleştirecek bütün sebepleri, unsurları, atmosferleri ve ortamları hazırlamak için gereken her şeyin mutlaka yapılmasını emretmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

    "Kişinin çocuğunu terbiye etmesi, bir sa' (ölçek) sadaka vermesinden daha hayırlıdır." (Tirmizî: Birr, 33)
    Başka bir hadiste;

    "Hiçbir baba, çocuğuna iyi terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır." buyurmuştur. (Tirmizî: Birr, 33)
    Başka bir hadiste de şöyle demiştir:

    "Evladınıza gereken ikramı yapınız. Ve onları güzelce terbiye ediniz." (İbni Mâce: Edeb, 3)
    Diğer bir hadiste de;

    "İnsan Öldüğü vakit, kendi tarafrndan ameli kesilir. Ancak üç yönden kesilmez. Sadakayı cariye, kendisinden istifade edilen ilim ve arkasından dua eden salih bir çocuk." (Müslim: Vasiyyet, 14)

    Mecnun Misali Leylâ’nın Zülfüne Hemen Gönül Bağlama.
    Çünkü seni AŞK Çöllerinde Gezdirip Duran Leylâ Değil Mevlâ’dır Hep…

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 42.870, Level: 100
    Points: 42.870, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 4,9%
    Overall activity: 4,9%
    Achievements
    Zümrüt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Yer
    ıstanbul rize
    Mesajlar
    7.510
    Points
    42.870
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    24

    Standart Cevap: Ahlâkımda müslüman olmalıyım

    İnsanlar Nefis Savaşında Üç Sınıfa Ayılırlar Nefis Savaşında Başarılı Olmanın Temel Unsurları
    Kalp Akli Ruhî Yenilginin Belirtileri
    Şeytanın Giriş Yerlerinden korunma Çareleri

    Açgözlülük ve kötü düşünme kapısı
    Yaşamayı sevmek ve tükenmez arzu kapısı
    İstirahat ve nimetin peşine koşma kapısı
    Kendini beğenme kapısı
    İnsanları hafife almak ve onlara az saygılı olmak kapısı
    Kıskanma kapısı
    Gösteriş yapmak ve insanların övgüsünü elde etmek kapısı
    Cimrilik kapısı
    Kibir kapısı
    Tamah kapısı

    İnsan kendi nefsiyle sürekli bir mücadele içinde bulunur. Sonunda ya nefsini yenen veya ona yenilir. Yahut da ölünceye kadar bu mücadele devam eder. Bu savaş, bazen onun lehine bazen de aleyhine olur. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur:

    "Nefse ve onu şekillendirene, ona iyilik ve kötülük kabiliyetini ilham edene and olsun ki, nefsini temizleyen iflah olmuş, onu fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır." (Şems, 9-10)

    Hz. Peygamber (s.a.v) de bu hususa işaret ederek şöyle buyuruyor:

    "Fitneler, kalplere tıpkı hasır çubukları gibi dal dal arz olunur. Artık onlar hangi kalplere işlerse o kalpte siyah bir leke meydana gelir. Hangi kalp, onları kabul etmezse o kalpte de beyaz bir nokta meydana gelir. Böylece iki çeşit kalp meydana gelir. Bu kalplerden biri, cilalı taş gibi bembeyazdır ve ona hiçbir fitne zarar vermez. Ötekine gelince; o, alaca siyahtır. Ne bir iyiliği tanrı ne de bir kötülüğe karşı çıkar. Yalnız içine işleyen hevâ ve hevesini bilir." (Müslim: İman, 231)

    İnsanlar Nefis Savaşında Üç Sınıfa Ayrılırlar
    1. Bir kısım insanlar nefsanî arzularına yenilmişlerdir.

    Böylece dünyaya ve dünya maluma meyletmişlerdir. Bunlar, ALLAH'ı (c.c) unutan, ALLAH (c.c) da onlara kendisini unutturmuş olduğu kâfirlerle onların planlarını tatbik eden kimselerdir. ALLAH (c.c) onları, Kur'ân'da şu sözüyle tarif ediyor:

    "Ey Muhammed! Hevâ ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde ALLAH'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği; gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? ALLAH'ın saptırdığı kimseye O'ndan başka kim doğru yolu gösterecek, düşünmez misiniz?" (Câsiye, 23)

    2. Bir sınıf da nefisleriyle cihad ediyor ve nefsânî arzularını yenmeye uğraşıyorlar. Bazen arzularını yeniyor, bazen de hezimete uğruyorlar. Bazen günah işliyorlar, sonra da tevbe ediyorlar. ALLAH'a (c.c) isyan ediyorlar, sonra pişman oluyorlar ve ALLAH'tan (c.c) günahlarının bağışlanmasını diliyorlar.

    "Ve onlar, bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettikleri zaman, ALLAH'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları ALLAH'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar bile bile yaptıklarında ısrar etmezler." (Âl-i İmrân, 135)

    Hz. Peygamber (s.a v) şu hadisiyle bunlara işaret etmiştir: "İnsanoğlundan her biri hatalıdır ve hatalıların iyileri tevbe edenlerdir." (Tirmizî: Kıyâmet, 49)
    Aynı manada Vehb b. Münebbih'ten (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:

    "Günün birinde,şeytan Yahya b. Zekeriyye (a.s) ile karşılaştı. Yahya (a.s) ona dedi ki -Size göre insanlar, mizaç bakımından kaç kısma ayrılır? Bana bildir. iblis ona şöyle cevap verdi -İnsanlardan bir sınıf, senin gibi mâsumdurlar. Biz onlara hiçbir şey yapamıyoruz. ikici sınıf ise, çocuklarınızın elindeki toplar gibidir. Onlar fıtne bakımından biri geride bırakırlar. Üçüncü sınıf ise bize karşı en kuvvetli olan sınıftır. Biz onlardan birine yöneliriz nihayet ondan ihtiyacımızı elde ederiz (yani onu yoldan çıkarırız.) Sonra o, tevbeye sığınır. Böylece ondan elde ettiğimiz şeyi tevbe ile hükümüz kılar. Ondan ne ümidimizi keseriz ne de ihtiyacımızı elde edebiliriz."

    Nefis Savaşında Başarılı Olmanın Temel Unsurlan Kalp: Kalp, canlı, yumuşak (doğru), temiz, sert ve parlak bir organdır. Ali b. Ebî Tâlib (k.v) kalbi tarif ederken şöyle demiştir:

    "Yüce ALLAH'ın yeryüzünde kapları vardır. Bu kapları, kalplerdir. ALLAH katında en sevimli olan kalpler en katı, en temiz ve en yumuşak kalplerdir. Sonra bu sözlerini açıklayarak şöyle dedi: -Yani dinî konularda en katı olan kalpler, inançta en temiz olan kalpler ve müslüman kardeşlerine karşı en yumuşak olan kalplerdir."
    Başka bir sözünde şöyle demiştir:

    "Mü'minin kalbi temizdir. Onda parlayan bir kandil vardı. Kâfırin kalbi ise siyahtır. Ters çevrilmiştir." (İbni Mâce: Zühd, 33)
    Kur'ân'ı Kerîm mü'minlerin kalplerini tasvir ederek şöyle diyor:

    "Mü'minler o kimselerdir ki, ALLAH'ın adı anıldığı zaman kalpleri titrer. Kendilerine ALLAH'ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır." (Enfâl, 3)

    Kâfirlerin kalplerini tasvir ederken de şöyle buyurur: "Gerçek şudur ki, yalnız gözler kör olmaz fakat göğüslerdeki kalpler de körelir." (Hacc, 46)
    Başka bir âyette;

    "Bunlar Kur'ân'ı düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var? (ki hiçbir hakikat göğüslerine girmiyor.)" buyuruluyor. (Muhammed, 24)

    Akıl insanın; anlama, kavrama, iyi ve kötüyü, hayır ve şerri, hak ve batılı birbirinden ayırma kabiliyetine ve ALLAH'a (c.c) yaklaşmaya, O'nun yücelik ve kuvvetini anlamaya sebep olan ilimlerden faydalanma kabiliyetine akıl denir. Bu tarif, yüce ALLAH'ın (c.c) şu âyetinden çıkarılmıştır.

    "ALLAH'ın kulları arasında ancak bilginler, ALLAH'tan gereğince korkar." (Fatır, 28)
    Hz. Peygamber (s.a.v) akıl nimetinin kıymetini şu hadisiyle işaret etmiştir:
    "ALLAH yarattığı şeyler içinde akıl kadar kıymetli bir şey yaratmamıştır." (Tirmizi)
    Ve Hz. Ali'ye:

    "İnsanlar, çeşitli iyilikler yaparak ALLAH'a yaklaştıklarında sen de aklınla ALLAH'a yaklaş." buyurmuştur.
    Diğer bir hadisinde:

    "Hiçbir adam sahibine doğru yolu gösteren ve onu yok olmaktan koruyan akıl (ilim) gibi bir fazilet elde edememiştir." buyurmuştur. (Camiu's-Sağir: II, 143)

    Bundan dolayı İslâm, insanlan, ilim ve bilgiyi ögrenmeye ve dinde fakih olmaya teşvik etmiştir ki, akıl bu bilgilerin yardımıyla iyi ve kötüyü, hak ile bâtılı birbirinden ayıracak kabiliyete sahip olsun. Hz. Peygamber (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:

    ALLAH bir kimseye hayır vermek dilerse onu dinde fakih kılar." (Müslim: İmâre, 175)
    Başka bir hadiste ise şöyle buyurmuştur:

    "Alimin, âbide üstünlüğü, benim ashabımdan en küpük derecede olana karşı üstünlüğüm gibidir." (Tirmiıi: him, 19)

    Bütün bunlar, ilmin kıymetli olması ve imanın ruhun derinliklerine kadar işlemesindeki etkisi ile insana bu kainatın gerçeklerini öğretmeye vesile olmasından dolayıdır.

    Mü'minin aklı, iyiyi kötüden, helali haramdan ve şeriatın emrettigi şeylerle, yasakladığı şeyleri birbirinden aylırabilecek bir kabiliyete sahiptir. Mü'min, ince bir perde arkasında ALLAH'ın (c.c) kendisine bağışladığı hidayet nuru ile bunlara bakar.

    "ALLAH'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz." (Nûr, 40)
    Akıl nurunu ise, ancak, günah işlemek, günah işlemeye devam etmek, onları açıkça işlemek ve onlardan tevbe etmemek söndürür.

    Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Kim bir günah işlerse aklının bir kısmı kendisinden ayrılır ve bu aklı ebediyyen ona dönmez."

    Diğer bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
    "Eğer şeytanlar insanoğullarının kalpleri etrafında dolanmasaydı, onlar, göklerin ve yerlerin saltanatına göz dikeceklerdi." (Ahmed b. Hanbel: II, 353)

    Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Ben yolda bir kadınla karşılaşmış ve göz ucuyla ona bakmış, güzelliğini etraflıca süzmüş olduğum halde Osman b. Ajjan'ın (r.a) huzuruna girdim. İçeri girdiğimde

    "Osman, şöyle dedi: -Birini, zina izleri gözlerinde olduğu halde içeri giriyor. Mahrem olmayan kadına bakmanın göz zinası olduğunu bilmez misiniz? Ya tevbe edeceksin veya seni cezalandıracağım. Ben, Şöyle dedim: -Peygamber'den sonra vahiy var mıdır? O: -Vahiy yoktur, dedi. Fakat akli, delil ve doğru çıkan çabuk sezme kabiliyeti vardır, dedi."

    Ruhî Yenilginin Belirtileri
    İnsanın kalbi öldüğü veya katılaştığı, akıl nuru söndüğü ve saptığı zaman ve o şeytanla yaptığı savaşta yenilgiye uğradığında özellikle onun ruhuna açılan kötülük kapıları çoğalır ve şeytan insanoğlunun vücudunda kan gibi dolaşır.

    İnsanın dayanma gücü ortadan kalktığı ve ruhî bağışıklığı kırıldığı zaman, şeytan onun arkadaşı olur.

    "Şeytan onların kalplerine hakim olmuş, onlara ALLAH'ı anmayı unutturmuştur." (Mücadele, 19)

    Şu âyet-i kerîme de bu konuya işaret etmektedir: "(Şeytan): - Öyle ise, beni azdırdığın için and olsun ki, Sen'in doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağtm, sonra onların önlerinden, arkalartndan, sag ve sollarından onlara sokulacağım ve çoğunu Sana şükredenlerden bulamayacaksın, dedi." (A'râf, 17)

    Yenilgiye uğrayan kimselerin yakalandıklan en tehlikeli hastalık, vesveseye düşme hastalığıdır. Şeytan, onları ALLAH'ın (c.c) yolundan çevirmek için hayatlarıyla ilgili işlerin hepsinde, onların kalbine vesvese sokar. Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

    "Doğrusu şeytan, değişik metodlarla insanın yolunu kesmiştir. İslâmiyet yolunda insanın önünü kesmiş ve ona şöyle demiştir. Nasıl olur da sen müslüman olup kendi dinini ve ecdadının dinini terk edersin? İnsanoğlu ona itaat etmemiş ve müslüman olşmuştur. Sonra hicret yolunda insanın önünü kesmiş ve ona şöyle demiştir. - Sen göç mü ediyorsun? İnsanoğlu ona uymamış ve göç etmiştir. Sonra cihad yolunda onun önünü kesmiş ve ona şöyle demiştir. - Harb, can ve malın yok olmasına sebep olduğu halde sen nasıl cihad ediyorsun? Sen savaşırsan ölürsün, başkaları karınla evlenir ve varislerin malını paylaşırlar. İnsanoğlu şeytana itaat etmemiş ve cihad etmiştir."

    Sonra Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
    "Kim Şeytana uymaz ve böyle hareket ederse, sonra bu uğurda ölürse böyle kimsenin cennete girmesine müsaade etmek ALLAH'ın üzerine hak olur." (Nesâî: Cihad, 19)

    Şayet okuyucu kardeşim aşağıdaki âyetin tefsirinde zikredilen şeytan ile İsrailoğulları'ndan olan Rahib'in hikayesine müracaat edip onu okursa ne güzel olur:

    Yahudileri kandıran münafıkların durumu da tıpkı Şeytanın durumuna benzer ki, o insana inkar et, dedi. İnsan inkar edince de 'Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi olan ALLAH'tan korkarım' dedi." (Haşr, 16)

    Şeytanın Giriş Yerlerinden Korunma Çareleri

    Şüphesiz İslâm dini, şeytanî saldırılarla iblisî talimatlara karşı koyması için itısana yardım etmek gayesiyle ona birçok çare göstermiştir. Bu çareler, şeytanla yapacağı savaşta insanın sebat göstermesine yardımcı olacak ve en büyük düşmanının yenilmesini kolaylaştıracaktır. İslâm büyüklerinden birisi çareleri şöyle özetlemiştir:

    "Şeytanın hangi kapılardan insana geleceği hakkında düşündüm ve tefekkür ettim. Onun şu on kapıdan geleceğini tesbit ettim:

    Açgözlülük ve kötü düşünme kapısı: Ben, ALLAH'a güvenmek ve rızkına kanaat etmekle ona karşı koydum.

    Yaşamayı sevmek ve tükenmez arzu kapısı: Ben, ansızın gelen ölümden korkmakla ona karşı koydum.

    İstirahat ve nimetin peşine koşma kapısı: Ben, nimetin son bulması ve hesabın zorluğuyla ona karşı koydum.

    Kendini beğenme kapısı: Ben, başa kakmak ve sonucundan korkmakla ona karşı koydum.
    İnsanları hafife almak ve onlara az saygılı olmak kapısı: Ben insanların hakkını tanımak ve onlara saygı göstermek suretiyle ona karşı koydum.

    Kıskanma kapısı: Ben kanaat etmek ve yüce ALLAH'ın mahlûkatına yaptığı rızık taksimatına razı olmakla ona karşı koydum.
    Gösteriş yapmak ve insanların övgüsünü elde etmek kapısı: Ben samimiyet ve ihlas ile ona karşı koydum.

    Cimrilik kapısı: Ben insanların elinde bulunan şeylerin yok olacağına ve yalnız ALLAH (c.c) katından olan şeylerin kalacağına inanarak ona karşı koydum.

    Kibir kapısı: Ben alçak gönüllü olmakla ona karşı koydum.

    Tamah kapısı: Ben ALLAH'ın (c.c) hazinesinde bulunan rahmetine güvenmek ve insanların elinde bulunan şeylere göz dikmemek suretiyle ona karşı koydum.

    " Şeytanın oklarından ve entrikalarından korunnıak için,
    İslâm'ın çare olarak ısrarla tavsiye ettigi şey, her işe başlarken ALLAH'ın (c.c) ismini anmaktır. Bu konuda, Ebû Hüreyre'den (r.a) şu hadis rivayet edilmiştir:

    "Mü'min ve kafirin şeytanları karşılaşırlar. Bir de ne görsünler; kâfirin şeytanı yağlı, Şişman ve kuvvetli idi. Mü'minin şeytanı ise pek zayıftı, saçı keçeleşmiş, tozlanmış ve çıplak idi. Kâfirin şeytanı, mü'minin şeytanına - Sana ne olmuş, bu kadar zayıflamışsın, dedi. O, şu cevabr verdi. - Ben öyle bir adamın yanında bulunuyorum ki, yemek yediğinde ALLAH'ın ismini anar. Böylece ben aç kahrım. Su içtiğinde yine ALLAH'ın ismini anar. Ben susuz kalırım.

    Elbise giydiğinde ALLAH'ın ismini anar. Ben yine çıplak kalırım. Saçına yağ sürdüğünde ALLAH'ın ismini anar. Böylece benim saçım keçelenir. Sonra kâfirin şeytanı şöyle dedi: - Fakat ben öyle bir adamla beraber yaşıyorum ki, bunlardan hiçbirini yapmaz. Ben, yemesinde, içmesinde ve elbiselerinde onlara ortak oluyorum.

    " Şeytandan korunma vesilelerinden birisi de, halis, helal mal olsa bile doyasıya ve tıka basa yemekten sakınmaktır. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur:

    "Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz." (A'râf, 31)
    Hz. Peygamber (s.a. v) şöyle buyurmuştur:

    "Doğrusu şeytan insanoğlunun damarında kan gibi dolaşır, Öyle ise siz aç kalmak suretiyle onu damarlarınıza . sıkıştırınız" (Buhârî: Ahlc'dm 21; MüsHm: Selâm 23, 25.) (Ahmed b. Hanbel: Müsned, III, 156)

    Şeytandan korunma çarelerinden birisi de Kur'ân'ı okumak, ALLAH'ı (c.c) zikretmek ve tevbe etmektir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a v) bu hususta şöyle buyurmuştur:

    "Şeytan, hortumunu ademoğlunun kalbinin üstüne koyar. Eğer o, ALLAH'ı anarsa hortumu geri çeker. Şayet insanoğlu ALLAH'ı unutursa onun kalbine girer." (İbn Ebi_Dünyâ)

    Bu çarelerden birisi de işlerinde acele etmemek ve sabretmektir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: `"Acele, şeytandandır. Sabretmek ALLAH'tandır." (Tirmizı: Birr, 66)

    Şeytanın şerrinden ve entrikalarından sakınmak için, İslâm dininin tavsiye ettiği çareleri ve işleri yapmak gerekir. Bir âyette ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor: ,

    "ALLAH'tan korkanlara şeytandan bir vesvese dokununca ALLAH'ı hatırlarlar ve gerçeği görürler." (A'râf, 201)

    Mecnun Misali Leylâ’nın Zülfüne Hemen Gönül Bağlama.
    Çünkü seni AŞK Çöllerinde Gezdirip Duran Leylâ Değil Mevlâ’dır Hep…

Benzer Konular

  1. Ibadetimde müslüman olmalıyım
    By Zümrüt in forum İslami Konular Ve Kaynaklar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.03.10, 21:05
  2. Inancımda müslüman olmalıyım
    By Zümrüt in forum İslami Konular Ve Kaynaklar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.03.10, 21:03
  3. Ben hamza olmalıyım...
    By Reyhani in forum Sahabeler
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 20.09.08, 06:38
  4. neden müslüman olmalıyım
    By SiLa in forum Kur'an'da Müminler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.07.08, 18:13

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •