fena-yı kalb, fena-yı nefs ve beka-billâh


Fani olmak yok olmak demektir. Yani kendisinde hiçbir varlık görmemesi yok olduğu zatın emrini isteğini kendisine tercih etmesi demektir. Yani (Ben yokum o var) diyebilmek ve buna göre yaşayabilmektir. Kısaca şöyle:



Fena-fil-ihvan:

Arkadaşında yani mümin kardeşinde fani olmak demektir. Onu çok sever. Her hususta onu kendine tercih eder malını ve canını ondan esirgemez. Maddi bir ihtiyacı olduğunda kendi ihtiyacını hiç düşünmeden yardım eder. Özür dileyince haklı olsa bile özrünü kabul eder. Ona karşı vefalı olur kusuru var diye terk etmez ondan kesinlikle bir menfaat veya hizmet beklemez aksine ona hizmet etmek için arkadaşlık yapar. Arkadaşta fani olmadan fena-fiş-şeyhe kavuşulmaz. Hocasında fani olmadan fena-fir-resule ve fena-fillaha kavuşmak imkânsızdır.







Fena-fir-resul:

Resulullah efendimizi çok sevmek ve onda fani olmak demektir. Her müminin Peygamberimizi malından ve canından daha çok sevmesi gerekir. Bu sevgisinin bir alameti sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmaktır. Bir mümin bütün bunlara tabi olduktan sonra mubahlarda da ne kadar Ona uyarsa o derece kâmil ve olgun bir müslüman olur. Allahü teâlâya o derece yakın yani sevgili olur. Bu olmadan fena-fillaha kavuşulmaz.



Fena-fillah:

Allahü teâlâyı her şeyden canından malından çok sevmektir kalbden mâsivayı yani Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarmak tek arzusunun Allahü teâlânın rızasını kazanmak olması demektir. Kalbden mâsiva çıkınca oraya marifetullah girer. Marifetullah Allahü teâlâyı tanımaktır. İnsan bu dereceye kavuşunca ömrü boyunca Allahü teâlâdan başka şeyleri hatırlamak istese bile hatırlayamaz.



Beka-billah:

Allahü teâlânın kulunu sevmesi demektir.



Fena-yı kalb:

Mahlûkların [yaratılmışların] varlığını sevgisini kalbden çıkarmak kalbin Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi unutması demektir.



Fena-yı nefs:

İnsanın kendine ve başkalarına bağlılığının kalmaması benliğini unutup bırakması yani Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi sevmemesi demektir.



İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Kâmil ve mükemmil [yetişmiş ve yetiştirebilen] bir zat ele geçerse bütün arzuları istekleri onun eline bırakmalı ölü yıkayıcının elinde teneşirdeki ölü gibi olmalıdır. Önce fena-fiş-şeyh’dir. Bu sonra fena-fillah haline döner. [Yani tasavvuf yolunun sonuna ermiş ve başkalarını da erdirmek için geri dönüp herkes gibi görünen kâmil zata teslim olmalı. Önce kendini onda yok etmeli yani kendine değil ona uymalı. Böyle olan kimse yavaş yavaş Allahü teâlâda yok olur. Yani kendi arzuları aradan kalkıp Allahü teâlânın iradesiyle hareket eder. Kendi iradesi kalmaz.] (1/61)



Bir kimseyi seviyorum deyince ona karşı mecazi muhabbeti olduğu anlaşılır. Cahil ve bid’at sahibi salih ve sadık her müslüman Resulullahı böyle sevmektedir. Müslüman olmak için de bu kadar muhabbet kâfidir. Feyz getiren hakiki sevginin hâsıl olması için onun sözlerini işlerini hallerini ve ahlakını öğrenmesi ve bunları sevmesi lazımdır. Sevilene itaat edilir. Her şeyde ona tabi olunur. Hakiki sevgi pek çok olursa sevdiğinden başka her şeyi unutur. Bu unutmaya fena-yı kalb denir. Hatta kendini de unutur. Kendini de unutmaya fena-yı nefs denir. Böylece fena hâsıl olunca yani bir Ârif böyle çok sevilince onun kalbine Resulullah efendimizden gelmiş olan feyzler ilahi marifetler nurlar sevenin kalbine akarak hakiki ihlâsa kavuşur. Böylece hakiki ibadet yapmak nasip olarak Allahü teâlânın rızasına sevgisine kavuşur. Bundan sonra fena-fir-resul hâsıl olur. Yani Resulullahı hakiki muhabbetle severek feyzleri doğruca Onun mübarek kalbinden alır. Artık vesileye ihtiyaç kalmaz. (S. Ebediyye)



Fena-yı kalb hâsıl olunca kalbde mahlûklara ait düşünce kalmaz; fakat beyinden gitmez. Fena-yı nefs olunca beyinden de gider. Bunu ancak tasavvuf ehli anlar. (Mekatib-i şerife)


alıntı