Ey Nebi Canım Arzular Seni
Kendi nurundan Senin nurunu yaratan, Senin nurunun incisinden de bütün varlıkları vücuda getiren, kuru dallar üzerine kırmızı güller konduran, bir damla suya peri gibi güzellik veren Allah’a hamd ederim.

Ey Nebi! Allah’ın, meleklerin, yerlerin, göklerin, nebilerin, velilerin; âşıkların, sâdıkların ve bütün varlıkların selâmı senin üzerine olsun. Alemde selâma ve övülmeye en lâyık olan yine Sensin. Çünkü Seni Rabbin övmede, kardini yüce tutmada, seni Zatına Habib kılmadadır. Evet, Sen en Sevgilisin.

İnsan, senin güzelliğinin incilerini sayacak olsa, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez. Nice âşıklar bu vâdide at koşturmuş, fakat ömürleri vefâ etmemiştir. Son günü kadar da senin mübârek adına şiirler yazılacaktır. Şiir, senin adına olunca değer kazanır ve ancak o zaman şiir olur.

Ey âlemin övüncü! Senin faziletindendir ki, Seni bütün Enbiyâ medh ü senâ etmiş, ümmetlerine seninle müjde vermişlerdir. Senin geleceğini müjdelemek için İsâ aleyhisselâmla feleğin minberine çıkmıştır. Senin güzelliğin cennetin yamaçlarında gül, gül, gonca, gonca, yaprak, yaprak ve dal, dal âşıklarını beklemektedir. Çünkü Seni sevene mahzun olmak yoktur. Hattâ Cennet de bütün güzelliği ile sana müştâktır. Zirâ, senin nurun cennetin varlığına sebeptir.

Hassân bin Sâbit (radıyallahu anh) Seni gördü de bir bülbül kesildi ve şöyle dedi:

“Ve ahsenu minke lemtere kaddü aynün.

Ve ecmelu minke lem tevlidi’n-nisâu...”

“ – Görmedi asla dîdeler senden güzel bir kimseyi,

Doğmadı hiçbir kadından senden ecmel Yâ Nebi!

Ayb u noksandan mübberrâdır vücud-u akdesin,

Arzun üzre yaratmış güya Yezdan Seni!”

Tâ saadet asrından bu güne kadar söz sultanları, nice gönül yakıcı şiirler inşa etmişlerdir. Bu güldesteyi toplamak imkânı olsa yazılanlar binlerce kitabı sığmazdı. Her an, her nefeste yine senin nâtın yazılmaktadır. Bu çırpınışlar hiçbir zaman bitmeyecek, fakat fazlının eteğine aklın eli de, insanın eli de erişemeyecektir.

Ey Cenâb-ı Hakk’ın nazlı Nebisi, ey herkesin mededkârı! Senin mübarek başın üzerinde “Levlâk levlâk – Sen olmasa idin, gökleri yaratmazdım!” iltifatı İlâhiyesinden bir tâc vardır. Artık hangi söz bundan ileri olabilir.

Elbette insan kelamı Allah kelamı yanında bir hiçtir. Allah azze ve celle alemlerin sultanı olduğu gibi sözlerin de sultanıdır.

“Tâ Hâ, Yâsîn, Vennecmi, Vedduhâ” Senin ulviyyet nişanendir. Kevser ırmağı da, senin parmağının bir su sızıntısıdır. Zirâ, Senin mübarek parmaklarından sular çağlarmış, ashabın o sudan içmiş ve herkes suya kanmıştır. Nihayetsiz kudret sahibi olan Rabbin sana:

“(Habibim) biz sana Kevseri verdik!” demiştir. Cennetin ırmakları o Kevserin bir koludur.

Yâ Nebiyyallah! Senin vasfından akıllar âciz kalmış, kalemler kırılıvermiştir. Çünkü Senin yüzün, hidâyet gülistanının solmaz gülüdür. Yanağının güneşi, âlemi süsleyen Ay’dır. Senin cömertliğinin denizinden Bilâl (radıyallahu anh) hisse aldığı gibi Habeş Kralı Necâşî de nasiplenmiştir. Osmanlı Sultanları mübarek ayağının tozunu başlarına tâç edinmişlerdir. Hangi kuş senin dalına yuva kurdu ise murâdının incisini elde etmiştir.

Âlemde hiçbir dilber gönülleri senin kadar yakamamıştır. Hicranın kuru bir kütüğü bile inletmiş, dertlere salmıştır. Artık âşıklar neler demez? Şu sözler ne yaman sözdür:

“ – Yâ Resûlallah! Kudretim yok ki, yanında bir çadır kurup sana komşu olayım. Param mevcut değil ki, mahallenden bir ev satın alayım.

Ben kulağı ve gözü şunun için isterim ki, kulağımla sesini dinliyeyim; gözümle mübârek yüzün göreyim.”

Hazret-i Mevlânâ’yı ney’ler gibi inleten de hep bu hasret ve hep bu güzel aşktır. Bu sebeple “Aşk nedir?” diyen birine “Ben ol da bil!” demiştir. Ve ömür boyu yanık bülbül misâli çağlayıp durmuştur:

“ – Ben Allah’tan gökler genişliğinde bir ağız isterim ki, o ağızla meleklerin bile vasfını tasvirden âciz oldukları Cenâb-ı Mustafa’yı öveyim, anlatayım!”

Ey âlemin övüncü! Hassân seni gördü de hayretinden parmağını ısırdı:

“ – Ben, dedi, sözlerimle hâşâ ki Cenâb-ı Muhammed’i övmüş olayım. Ancak O’nu senâ etmekle sözlerimi kıymetlendirip, değerlendirdim!”

Evet, söze de parlaklık ve kıymet kazandıran senin güzelliğindir. Öyle bir güzellik ki cennetler müştakındır. Hattâ cennetin kendisi, senin nurunu aksettiren bir aynadır. Çünkü senin mübarek vücudun bütün âlemlere rahmettir. Sen, Yaradıcının misli bulunmayan bir Resûlüsün ki, Peygamberlik Seninle tamam olmuştur. Senin feyzinden kuru dallarda goncalar vucud bulmuştur. Aziz ve Celîl olan Allah senin ömrüne yemin etmiş “le amrük!” buyurmuştur. Böyle devlet bir başka kimseye nasip olmamıştır.

Kalbleri kör olanlar müstesnâ, Seni duyup da hayranın olmayan tek insan gösterilemez. Diller seni kıyamete kadar övecek, şâirler nâtını yazacaktır. Fakat senin nâtını yazmak herkesin kârı da değildir.

İmam Bûsîrî bir söz etmiştir ki, melekler alkışlasa yeridir:

“ – O’nun zâtına istediğin kadar şeref, O’nun yüce kadrine dilediğin kadar azâmet izafe et, azdır. Çünkü Nebiyy-i Zîşanın fazilet ve kemâline bir had yoktur ki insan onu dile getirebilsin.

İlmin O’nun hakkında söyleyebileceği: O beşerdir. Fakat bütünü yaratılmışların en hayırlısı ve efdâlidir.”

“O öyle bir Peygamberdir ki, maddesi ve mânâsı tam kemâle ermiş, sonra da insanı yaratan Allah onu kendine sevgili seçmiştir.”

Evet, ey en sevgili, ey Mahşerin Seyyidi! Sana nefesler sayısınca Selâm olsun. Ben bütün aczimle ve fakrimle ne söyleyebilirim ki? Senin âşıkların kimseye söyleyecek söz bırakmamışlar, âleme mânâ incileri saçmışlar:

“Vasfında sözün hülâsasın al,

İnsandı, fakat melekten efdâl! Demişlerdir. Bu söze ancak şunları ilâve edebilirim:

Ben anne kucağında başladım yâda Seni.

Göz kendini unutur görse rüyada Seni!

Fazlının eteğine aklın eli erişmez,

Ey Nebî! Tek yarattı Allah dünyada Seni!..

A dostlar! Cihan toprağında mekân tutan Âdem nesli kıyamete kadar Nebiler Serverinin medh ü senâsında yarışacaktır. Gönüller hep onun hasreti ile buram buram tütecek ve gonca-i lebler durmadan onun mübarek ismini terennüm edecektir. Fuzûlî’yi söyleterek söze düğüm vuralım:

“Ey gubar-ı kademin arş-ı berin bâşına tâc!

Şeref-i zâtına, ednây-i meratip Mîrac!”

Yâni: Ey ayak tozu yüce arşın başına bile taç olan Peygamber-i Zîşan! Senin yüce zâtına lâyık mertebelerin en küçüğü mîrac. Bütün Peygamberlerin dinleri senin tebliğ ettiğin dine varmaktadır. Sen deniz, diğer Peygamberler dalga gibidir!

Mustafa Necati Bursalı, Altınoluk 2006