BAKMAK GÖRMEK OLMADIĞI GİBİ SADECE GÖZÜMÜZLE GÖRME ASLINDA GÖREBİLMEK DEĞİLDİR...
5N 1K
Başımız bakışımızla derttedir. İki göz kapağını kaldırınca başlıyor bakış ancak burada bitmiyor. Neyi gördüğümüz, nasıl baktığımız ile çok yakından ilişkilidir. Bakış biçimimiz gözümüze vuran ışık kadar aydınlatıcı ya da körelticidir. Eşyadan gözümüze yansıyan ışık, insan aklına hep aynı renklerle varmıyor. Göze vuran görüntüler, sanki bir büyük prizmadan geçer gibi, ayrı yönlerde, ayrı tonlarda ve ayrı biçimlerde düşüyor insan aklına. İnsan, baktığı ile kalmıyor.
Bakmak, her zaman kasıtlı bir akıl eylemi ile birliktedir: “Görmek”. Görmek, bakmaktan farklı olarak, göze değen ışıkla değil, akla düşen merakla gerçekleşir. Işıktan, işaretten, şekilden, renkten fazlasıdır aklın gördüğü. Akıl, gözün gördüğünden ötesini arar. Gözün gördüğünün ne gösterdiğini “görmek” ister. Göze düşen görüntünün işaret ettiğini bulmak ister. Görünür olanın derinine geçmek ister. Görüntüden asla varmak ister. Gözün gördüğüyle yetinmez. Bakışımızın ötesini dert edinir. Bakışımızı başımıza dert eder.
Öyleyse nasıl bakmalı? Bakmak için elimizdeki tek veri gördüklerimizdir. Bakmaya başladığımız yerde gördüklerimiz vardır. Eşya, yani şeyler, bakışımızın ilk durağıdır. Eşya ve olaylar ne ise, öyle görünür gözümüze. Eşyayı ve olayları olduğu gibi gördüğümüzü varsayarız. Olduğu gibi görmeye o kadar alışığızdır ki, dilimizden “Ne?” ve “Nasıl?” soruları eksik olmaz. Bu iki sade soru, sanki damağımıza ve dimağımıza yapışık gibidir. Gördüklerimizin mahiyeti, yani, ne olduğu/nasıl olduğu, bu sorularla açığa çıkar. Bu sorular olmasaydı, dış dünya ile ilgili hiçbir algıdan, farkındalıktan söz edemezdik. Bu ikisine “Nerede?” “Ne zaman?” “Niçin?” sorularını da eklersek, eşya ve olaylarla ilgili algımızı en geniş sınırlarına yakınlaştırmış oluruz. Dış dünyanın bilincimize sızdığı gözenekler gibidir bu sorular. Haberciler, N ile başlayan bu beş soruya “Kim?” sorusunu ekleyerek, her olay için “beşNbirK” formülünü uygular. Yani, bir olayla ilgili N’li beş, K’lı bir soruya doğru cevap veriliyorsa, olay aydınlanmış demektir.
Gelgelelim, kâniatla ilgili haberlerde sıklıkla N’li sorular sorulur ancak “Kim?”e gelince durulur. Kâinattaki olayların faili pek öyle aranmaz. Modern bilimciler, sadece N’li sorularla olayların aydınlatıldığını düşünürler. “Kim?” sorusuna cevap aranmaz. Dahası, “Kim?” sorusu sorulmayabilir ve hatta sorulmamalıdır. Bir şekilde, N’li soruların cevapları içinde “Kim?” sorusunun cevabı da yuvarlanır. Bir şey, bir şekilde, bir yerde, bir anda, bir nedenle oluyorsa, bu şey ya kendi kendine oluyordur ya şartlar öyle gerektirdiği için ya da hep böyle olageldiği için oluyordur. Bu türden cevaplar “Kim?” sorusunu başından gereksiz kılar.
Oysa, olaylara soracağımız her N’li soru, bizi K sorusuna götürdüğü gibi, K’nın cevabına da götürür. Yeter ki, bakışımızdan kaynaklanan N’li soruları, “görme”ye doğru yönlendirelim. Her N’li soru, aklımıza K’lı sorunun cevabını taşıyan bir ışın gibidir. Aklımızın retinası ışınlarla değil, işte bu N’li sorularla “görür”. Bakışımızın başımıza dert ettirdiği budur. N’li soruların sonunda K’nın cevabı da düşer zihnimize. N’li sorularla, önce failin Kim olmadığı anlaşılır, sonra da Kim olabileceği...
Ne? –Nasıl? –Nerede? –Ne zaman? –Niçin? ve Kim? = yüreğin aklın gözün görmesine netice verir..
Selam sevgi dua ile ilkAy ONAY