***
DIŞARDA
Points: 25.810, Level: 96
Level completed: 46%,
Points required for next Level: 540
Overall activity: 0%
Achievements


Rİvayetlerİ kur'an'a tercİh etmemek
Allahu Teâlâ'nın bize Kur'an'ı bir rehber, ölçü ve kriter olarak gönderdiğine hepimiz inanırız. Ama bir konuda ihtilaf edince her birimiz büyük ve alim bildiği zatların yanına giderek ihtilaf ettiğimiz meselede görüşünü alır ve onu ölçü olarak karşı tarafa benimsetmeye çalışırız bu davranışımız da bizi hiç bir zaman ittifak edemeyeceğimiz bir parçalanmaya götürür.
Çünkü o zaman artık Kur'an'ın ölçü olması lafta kalmış, Kur'an'ı bilip anladığını farzettiğimiz şahıslar ölçü olmuştur. Farklı şahıslar da farklı düşüneceğine ve tek nokta da ittifak etmelerinin -belirli bir ortak kıstasları olmadığı sürece- de mümkün olmadığına göre biz neyi, kim adına alacağız, güveneceğiz ve ona uyacağız ve neyi de kimin için terk edeceğiz ve kabul etmeyeceğiz? Allahu Teâlâ:
"Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiç bir ilişiğin olamaz." (En'am:159) buyuruyor. İnsanların fırka fırka grup grup ayrılmalarının sebebinin başında; kendilerine gelen vahyi olduğu gibi kabul etmeyip güya onu açıklamak bahanesi ile uydurulmuş ve insanlara benimsetilmiş yanlış bilgiler, hikayeler ve masallar gelmektedir. Bunların kitapta bir yeri yoktur. Allah'tan bir belge değildirler. Bu tür bilgi veya hikayelere dikkat ederseniz, kendi delili yine kendi içindedir. Oysa başta kendisi uydurmadır. Uydurulanın nasıl bir delil olma özelliği olabilir ki?!
Çoğumuzun duyduğu bu hikayelerden bir örnek vererek dayandıkları delillerinin nasıl batıl bir şey olduğunu görelim:
"Bir zamanlar, Abdulkadir Geylaninin memleketinde biri vardı. Bu kimseyi şeyh Abdulkadir Geylani de tanırdı. Alim ve danişment bir kimse idi. Lakin bu kimse şeyhin sultanlığını inkar ederdi. Bir cuma günü idi. Gelip şeyhin mescidinde oturdu. Şeyhle biraz bahisleşmek, mücadele ve münakaşa yapmak istedi. Bir müddet sonra şeyh mescide geldi. Dervişler etrafını alışlardı. Bu zat hemen şeyhe bir soru sordu, dedi ki:
-Ya Şeyh mürşit olan kimse zamanı kendine döndürebilir mi ve bir çok yıllarda yapılabilecek şeyleri az bir zamanda yapabilir mi? Şeyh Abdulkadir Geylani cevaben buyurdular ki:
-Dervişlere Allahu Teâlâ o kadar kuvvet verir ki on onbeş yılda yapılabilecek şeyleri kolaylıkla ve az bir zamanda yaparlar. O alim kimse dedi ki:
-Ben buna kail değilim. Kimse zamanı döndüremez. Sen zaman ve mekanı kendine tabi edemezsin. Sen onbeş günde olacak şeyi asla bir günde yapamazsın. Bu iş Hak Teâlâ'nın işidir. Şeyh cevap verdi:
-Hak Teâlâ'nın tasarruf imtiyazı verilmiş kulları vardır. Onlar ne dileseler yaparlar. Hiç bir şey bunların bu tasarrufuna mani olamaz. Bunlar bu sözlerde iken cuma namazının vakti geldi. Şeyhe seccade çıkardılar. Şeyh kalktı işaret etti. Şeyhin işareti üzerine bu seccadeyi münkir olan alimin eline verdiler ve dediler ki:
-Buyrun, şu seccdadeyi siz götürür müsünüz? O da seccadeyi aldı sonra bıraktı. Şeyhle beraber gitti. Giderken yolda bir sakahaneye uğradı. o alim kimse diledi ki orada abdest ala, seccadesini bir ağaca astı. Sonra abdest almaya gitti. Elini suya sokar sokmaz ansızın kendisini bir pazarın ortasında ve çilingir dükkanının karşısında buldu. Biraz baktı. Gördü kü çilingiri ne hoş şeyler yapmakta, neler neler yapmakta bu çilingirci. Bu alim o kimseye imrendi. O kimseye dedi ki:
-Bu senin sanatın ne güzel sanattır. Bunu bana da öğretir misin? Çilingirci kendisine dedi ki:
-Sen alim bir kimsesin, bu sanatı ne edeceksin? O alim dedi ki:
-Sanatkar olmak iyidir. Helalinden para kazanırım, ilmimle amel ederim. Dört yandan ricacı geldiler, kendisini çilingire kul ediverdiler. Dört yıl hizmet etti. Sanatı tamamen öğrendi. Dört sene sonra çilingirci öldü. Bu alim onun hanımını ustadımın hanımıdır diye aldı. Zamanla iki oğulları oldu. Yavrularından birini muallime okumaya verdi. Bir gün yine iş yapmak için dükkana vardı. Demir dövecekti, demiri ocağa koydu, birden kendisini aniden apdest alacağı yerde buldu. Şeyhin seccadesi ağacın üstünde asılı durmuktaydı. O kadar hayretler içinde kaldı ki çabucak abdest aldı. Seccadeyi omuzladı. Ciddi bir tavırla şeyhin ardından koşup yetişti. Şeyh henüz mescidin kapısına yeni varabilmişti.
Şeyhten önce mescide girdi, seccadeyi şeyhin önüne serdi. İstedi ki kendisi şeyhin arkasında bir yere dursun. Şeyh ona seccadenin üzerinde namaz kılmasını teklif etti. Fakat yapmayınca şeyh o alimi yanına aldı. İkisi beraber namaz kıldılar. Bu kıldıkları namaz tahiyyetül mescid namazı idi. Şeyh alime dönüp dedi ki:
-İnkarında nasılsın? O alim dedi ki:
-Sultanım sizden ayrıldıktan sonra aldest alacaktım. Elimi suya sokar sokmaz kendimi bir pazarda buldum, çilingir dükkanının önünde... (burada başından geçenleri tekrar tek tek anlatır.) Bilmiyorum ki bu ne haldir, hayal midir, düşmüdür? Lakin gönlüm o kadın ile çocuklarımda kaldı. Şeyh cevap verip dedi ki:-Ben onu demem, şunu derim ki sen o sanatı öğrenim o hatunu alıp, o çocuklara sahip oluncaya kadar kaç yıl geçti. O alim cevap verip dedi ki:
-On yıl zaman geçti. O kimse şeyhe ellerini göstererek:-İşte ellerimde eseri, istesem şimdi işlerim dedi. Şeyh dedi ki:
-Bu iş ne hayaldir ne de hoş bir düştür. Hakikatin de ta kendisidir. Şimdi mescidden çıkalım adam gönderelim. Varsınlar hatunu ve oğlancıkları getirsinler cuma namazından çıktıktan sonra o şehrin adını söylediler ve dervişleri gönderdiler. Mektup da yazdılar. O dervişler gidip o kimsenin hatununu ve oğlancıklarını getirdiler. O alim şeyhin elinden tuttu, söylediklerine ve düşündüklerine tevbe etti. Ta ölünceye kadar şeyhin hizmetinden bir an fariğ olmadı. İşte mürşidi kamil olan kimsenin eliyle zaman ve mekanı tayyi bunun gibidir." (Müzekkin Nüfus, Eşref Rumî, sayfa:428-431, Arslan Yay.1976 İST)
Bu hikaye okuyan ve dinleyenleri zaman tünelinde bir yolculuğa çıkarıyor. Hikayenin geçtiği dönem karanlık. Kimse kadın ve çocuklardan başka bir şey görmüyor. Hikayenin tüm inandırıcılığı yine kendi içinde. Zaten önemli olan hikayenin vermek istediği inanç: Bir şeyh mekana hükmettiği gibi zamana bile hükmedebilir. Allah bunlara böylesi bir güç vermiştir. İnkarcı olan bir alim bile bu gerçeği gözleriyle görmüş ve hatasını anlayıp tevbe etmiş ve şeyhe teslim olmuştur.
Oysa her müslüman bilir ki hikayelerle masallarla iman esası olmaz. Allahu Teâlâ inanılması gereken şeyleri kitabında açıklar. Kur'an'da böyle bir güce sahip Allah'tan başka ilahlara yer yok. Açıkça ilahlık iddiasında olan herşeyi dilediği gibi sevk ve idare edebileceğini saçmalayan bu sapık kimseler görüşlerini isbatlamak için geçmiş döneminin karanlığına sığınarak araştırılması mümkün olmayan saçma sapan delillerle(!) insanları aldatmaya ve kendilerine kulluğa teşvik ederler. Bir çilingire alimi kul eden bu zihniyetten böylesi akılsızca ve küstahça masalların dışında ne beklenebilir ki?
Ancak saf, iyi niyetli ve bilgisiz kimselere böyle masallar, inanmazsa kafir olacağı, cehenneme gideceği tehditleriyle anlatılınca ister istemez Allah korkusuyla zavallı kimseler bunları doğru zannederek inanırlar. Sonra bunların dışına da çıkamazlar. Bunların içinde kendilerine bir dünya kurarlar. Dışarı çıktıkları zaman ölürler. Tüm dinleri tepelerine yıkılır. Çünkü bunlar din olarak Kur'an'ı değil bunları tanımışlardır.
Ne var ki Kur'an'ı kendilerine maske yaparak bu masalları uyduranlar Kur'an'ı bu iş için alet ettiklerinden bu tür saçmalıkları kabul etmemenin Kur'an'ı inkar etmek olduğunu sanırlar. Bunun için o saçmalıklara sıkı sıkı tutunurlar. Kur'an'ı gözlerinin içine sokup, Allah'ın vahyini gösterseniz görmezler, okusanız duymazlar, dinlemezler; düşünmezler, idrak etmezler.
Böyle kimselerle hiç bir zaman bir konuda Kur'an ışığında bir araya gelmek ve anlaşmak imkansızdır. Rabbimiz insana en doğru yolu göstermiştir. Ölçüyü O koymuştur. O'nun ölçüsü yerine başka şeyler konulduğu zaman dinin aslı ortadan kaybolur. O'nun ölçüsü Kur'an'dır. O'nu hiç bir rivayet ortadan kaldıramaz, sınırlayamaz ve hükmünü uygulamadan men edemez. Böyle yapmak, Kur'an'ı inkarın gizli şeklidir. Kur'an yerine gördüğü rüyaları insanlara ölçü yapanlar, falan alim böyle demiş, filan alim şöyle demiş diyerek onların sözünü kıstas alanlar bu hareketlerini, Kur'an'ı bütünlük içerisinde algılayan bir inanç sisteminde nereye oturtacaklardır?
Alimliğin ölçüsü nedir? sorusuna cevap verememiş cahil kimseler, Kur'an'ı çok iyi kavramış ve temel kaynakları en ince ayrıntısına kadar tahlil edebilen, düşünebilen basiret sahibi bir genç ile yaşı ilerlemiş, saçı sakalı ağarmış, ama bildiği sadece çocukluğunda okuduğu, ezberlediği üç beş sure ile üç beş kitabtan öte gitmeyen, dünyayı tanımayan, gelişmelerden habersiz, fakat bilgisiz halkın alim zannettiği bir ihtiyarı birbirinden nasıl ayıracak?
-İhtiyarlığı ve görünüşü mü ölçü olarak alacak; yoksa ilmin kendisi olan delilleri, ayetleri mi? Onun için önemli olan Kur'an'ın kendisi midir; yoksa onu söyleyen şahıslar mı?
-Şahısları değerlendirmede ölçüsü Kur'an mıdır; yoksa Kur'an'ı ölçü almada değer verdiği şahıslar mı?
-Hak ile hak gibi görünen batılın arasını ayıracak ölçü nedir ve buna nasıl ulaşacaktır?
Kur'an'ın anlaşılmasını ve kavranmasını engelleyen unsurları sıralarken, cehaleti de bunların arasında zikretmiştik. Evet, gerçekten cehalet, insanları nereye yöneleceğini,neyi kabul edip neyi kabul etmeyeceğini, bunları nasıl tesbit edeceğini bilmekten mahrum bırakır.
O zaman insanların sarıldığı ve sığındığı en büyük can simidi 'taklit' olur. Taklit, cahilin can simididir; ama, belki de cehalet denizinde bir yılan olarak!?
Allah'ın sözlerinden daha üstün bir söz yoktur. Allah'ın sözlerini /ayetlerini iptal edecek hiç bir güç yoktur. Allah'ın delillerinden daha güçlü bir delil olamaz. Allah'ın vahyine hiç bir şey tercih edilemez. Allah'ın vahyi istikametinde yaşayan resule atfedilerek, Allah'ın kitabına ters düşen her şey uydurmadır, apaçık bir iftiradır. Ona inananlar ise Allah'ın kitabından sapmış, cahil kimselerdir. Resuller, insanlara hep hakkı tebliğ etmişler, Allah'ın kendilerine bildirdiği vahyi duyurmuşlar ve insanları bunlara çağırmışlardır. Allahu Teâlâ'nın açıkladığı gibi:
"Allah'ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiği hiç bir kimse yoktur ki, sonra da insanlara:
'Allah'tan başka bana da kulluk edin.' desin. Fakat: 'Kitabta size öğretilen ve sizin de öğrendiğiniz şeylerle rabbaniler olunuz.' der. Size melekleri ve peygamberleri rab edinmenizi emretmez. Siz müslüman olduktan sonra küfrü emreder mi?" (Al-i İmran: 79-80)
Evet, Allah'ın dininden /kanunundan başka bir şeye yönelenler ister istemez rablerine döndükleri gün, din gününün sahibi olan Allah onlara bunun hesabını elbette soracaktır. Allah'ın: "Rabbinizden size indirilene uyun; O'ndan başka evliyalar edinerek onlara uymayın! Ne az düşünüyorsunuz!" (A'raf: 3) emrine rağmen Allah'tan başka evliyalar ve rabler edinerek, onlara ittiba edenlerden Allah kıyamet günü elbette hesap soracaktır.
"Sana, kendilerine okunan kitabı indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz onda rahmet ve iman eden bir kavim için uyarılar vardır. De ki: 'Allah, benimle sizin aranızda şahit olarak yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir.
Batıla iman edip, Allah'ı tanımayanlar hüsrana uğrayacak olanlar, işte onlardır." (Ankebut: 51-52)
"Biz sana kitabı insanlar için hak olarak indirdik. Kim onun rehberliğine uyarsa kendisi için hidayet bulmuş olur. Kim de saparsa kendi aleyhinedir. Sen, onlar üzerinde vekil değilsin." (Zümer: 41)
"Kendilerine kitabtan bir nasip verilen kimseleri görmedin mi? Aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağrılırken onlardan bir grup dönüp uzaklaşıyor. İşte onlar yüz çevirenlerdir." (Al-i İmran: 23)
alıntı