Bir Müslümanın Mevla’sının huzurunda bulunduğu zaman, yani her zaman, riayet edeceği adab ve erkan içerisinde HAYA duygusu ayrı bir yer tutar. Haya, -u Teala’nın insan fıtratına koymuş olduğu, utanma duygusunun çok daha ötesinde, insanın mahiyetini gösteren, gerçek bir alamettir. O, insanın iman kıymetini ve edep miktarını belirler. İslam, Müslümanlara hayayı emretmiş, bu hasleti dinimizi diğer dinlerden ayıran en büyük faziletlerden kabul etmiştir. Rasulullah (a.s.) şöyle buyuruyor:

“Her dinin kendine mahsus bir ahlakı vardır,İslam’ın ahlakı da hayadır.”

Bunun için en güzel örnek her davranışında olduğu gibi yine Efendimiz (a.s.) dır. Ebu Musa el-Hudri’den şöyle bir rivayet bulunmaktadır:

’ın Rasulü (a.s.) perde arkasındaki bir bakireden daha fazla haya sahibi idi. O, bir şeyden hoşlanmaz ise onu yüzünden hemen anlardık.”

Tabi ki bu haya duygusu kolay kazanılan bir haslet değildir. Kişi, imanı ile fıtratından getirdiği utanma duygusunu birleştirebilir ise haya mertebesine erişir. Nitekim, Muhammed Hadimi şöyle diyor:

“Hayanın en kıymetlisi ’tan utanmaktır.Ondan sonra Rasulullah (a.s.)’dan hayadır.En son insanlardan haya etmektir” İşte insani utanma duygusu ile imani hayayı birbirinden ayıran nokta tam da burada ortaya çıkıyor. Utanma duygusu ile insan diğer insanlardan utanmayı ön planda tutar. İçinde yaşadığı insan topluluğunun geleneklerine bu duygu ile bağlanır. İşin içine İman gibi kuvvetli bir mayayı kattığımızda ise kişi Mü’min adını alır ve diğer tüm kimliklerinden sıyrılarak Haya özelliği ile ön plana çıkar. Bu noktada -u Teala’dan haya etmek birincilik koltuğuna yerleşir.

Birgün, Medineli Müslümanlardan iki kardeş utanma duygusu hakkında konuşuyorlardı. Biri, fazla utangaç bulduğu diğerine, utanmanın insanı, haklarını elde etmekten alıkoyduğunu söylüyor, bu huyundan vazgeçmesini tavsiye ediyordu. O sırada yanlarından geçmekte olan Efendimiz (a.s) bu konuşmayı duydu ve kardeşine öğüt veren zata: ”Onu kendi haline bırak,zira haya imandandır” buyurdu.

İman insanı nasıl fena davranışlardan alıkoyarsa, haya da, insanın fenalık yapmasına müsade etmez. Onu kötülüklerden vazgeçirir. İnsana insanlığını hatırlatır. Onun herhangi bir varlık olmadığını, aklına eseni yapamayacağını hissettirir. İşte bu nevi telkinler ile haya imanı besleyip olgunlaştırır. Haya duygusu iman ağacının vazgeçilmez bir dalıdır.

Bir mü’min, başkalarının yanında yapılması ayıp olan şeylerden yalnız olduğunda da kaçınmalıdır. Ayrıca insana utanç veren hareketleri başkaları yaptığı zaman da bundan rahatsızlık duymalıdır. Çünkü şüphesiz iman, bir hareket terbiyesidir. Kişide, kendini kötülüklerden ve hatalardan koruyan bir otokontrol mekanizması meydana gelmeden, iman-ı kamil gerçekleşemez. İşte bu otokontrolü sağlayan şey hayadır.

Utanmadan kişiyi hakir duruma düşüren hasletleri işlemek hayanın yokluğunu; üzülmeden küçük günahları işlemek ise imanın yokluğunu gösterir. Haya ile iman birbirini tamamlar. Biri gidince diğeri de kaybolur. Bu güzel haslet günümüzde, maalesef bazı telkinler ile zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Haya sahibi olmak, korkaklık, pısırıklık gibi gösterilip; kaytarmak, arsızlık bir marifetmiş gibi sunulmaktadır. Oysa ki haya sahibi bir müslüman, imanı ile ayakları sımsıkı yere basan, insanlara karşı kendinden emin ancak bir o kadar da Rabbine karşı edep sahibi bir insandır.

Rabbim bizi hayası ile örnek kullarından eylesin. Amin.

Öznur ZEYBEK