Süyuti (r.h.), “İtkan” tefsirinde der ki; Bakara Süresinin “Elif, Lam, Mim” ile başlaması konusunda diyorum ki, Fatiha Süresi anlama konusunda kimseyi mazur göstermeyecek şekilde zahir ve muhkem bir harfle başlayınca Bakara Süresi de buna karşılık olan bir harfle başlamıştır. Bu harf, te’vilden (yorumdan) uzak, müteşabih harftir. Böylece akıl ve hikmet sahiplerince mertebeleri anlaşılıp, bununla onları aciz bırakıp, ibret alsınlar ve Allah’ın ayetlerini, mucizelerini düşünsünler. (Şeyh Ali Dede olarak tanınan Arif-i Billah’ın “Keşfü’l-Künuz, Hall’ür-Rümuz, Havatim’il-Hikem” eserlerinde de böyle açıklanmıştır.)
Bilmelisin ki, tefsir âlimleri, Kur’an-ı Kerimin bu şifreleri ve bununla ne murat edildiği hakkında konuşmuşlardır. Denilir ki, bunlar gizli ilimlerden ve perdeli sırlardandır. Yani Allah’ın kendi ilmine sakladığı müteşabih ayetlerdendir. Kur’anın sırrıdır. Biz, bunların zahirine inanır ve bu husustaki ilmi Yüce Allah’a bırakır, O’na havale ederiz. Bunların zikredilmesinin faydası, bunlara imanı talep etmektir. “Elif, Lam, Mim” deki, Elif; Allah’a, Lam; Latif’e, Mim; Mecid’e delalet edip, “Ben, Latif, Mecid olan Allah’ım” demektir. (الر) “Ben, (her şeyi) gören Allah’ım”, (كهيعص) “Ben, Kerim, Hidayet veren, Hakim, Alim ve Sadık olan Allah’ım” demek olduğu gibi. Aynı şekilde “Kaf” “Yüce Allah’ın Kadir ve Kahir olduğuna”, “Nun” da “O’nun Nur ve nasır olduğuna” işarettir. Bunlar “Huruf-u Mukattaa (Kesik Harfler)” dır. Her biri Yüce Allah’ın isimlerinden bir isimden alınmıştır. Arap dilinde, kelimenin bazı harfleriyle yetinmek bilinen bir şeydir. Şairin dediği gibi;
(قلت لها قفى فقالت ق) اى وقفت “Ona ‘dur’ dedim, o da ‘Kaf’ dedi” yani “durdum” dedi.
Yine denilir ki; bu harfler, Kur’an’ın “Elif, Ba, Ta, Sa…” diye tertip edilen harflerden derlenmiş olduğuna işaret için bazı sürelerin başında zikredilmiştir. Bazısı mukattaa (kesik, tek başına), bazısı da birkaç harf birlikte gelmiştir. Böylece Kur’an’a karşı koymak isteyenleri ikaz ve onların kendi kelamlarını tanzim ettikleri sözlerden daha muntazam olduğuna tenbih olsun. Eğer Kur’an, kudret, kuvvet, sahibi olan Âlemlerin Yaratıcısı katından nazil olmasa ve beşer takatinin dışında olmasaydı, O’nun bir benzerini meydana getirirlerdi.
Araştırmacıların taraf olduğu bir görüştür bu. Ancak bu hususta biraz düşünmek gerekir. Zira bu sözden, bu harflerin manalarının ve sırlarının olmadığı anlaşılır. Hâlbuki Peygamberimize (a.s.) evvelkilerin ve ahirkilerin ilmi verilmiştir. Öyleyse (الم) ve diğer mukattaa harflerin sevgililer arasında, harflerle şifrelenmiş işaretler kabilinden olması muhtemeldir ve bunları ikisinden başkası bilemez, öğrenemez. Yüce Allah, Peygamber (a.s.) ile Cebrail (a.s.)’ın dilinden sırları ve hakikatleri konuşabilmek için, Peygamber (a.s.) ile beraber, ne mukarreb meleklerin, ne de resul ve nebilerin muttali olamayacağı bir vakitte, bu şifreleri tayin etmişlerdir. Ama bu şifrelere ne Cebrail (a.s.) ne de bir başkası muttali değildir.
Haberlerde rivayet edilen şu hadise buna delildir:

“Cebrail (a.s.), Yüce Allah’ın (كهيعص) kavl-i celilini indirdiği zaman, “Kaf” dediğinde, Peygamber (a.s.) “Bildim, anladım” buyurdu. Cebrail, “Ha” deyince, Peygamberimiz, “anladım!” dedi. Cebrail, “Ya” dediğinde, yine “anladım!” dedi. Cebrail (a.s.) “Ayn” dedi, Peygamber (a.s.) “anladım!” dedi. Cebrail (a.s.), “Sad” dediğinde, Hz. Peygamber yine, “anladım!” dedi. Bunu üzerine Cebrail (a.s.); ‘Benim bilmediğimi, anlamadığımı, sen nasıl bilip, anlıyorsun!’ dedi.
Şeyh-i Ekber (k.s.), (الم ذلك الكتاب) ayetinin tefsirinin başında der ki; Yüce Allah’ın bazı sürelerin başında indirdiği meçhul (manası bilinmeyen) harflerin sebebi, Kur’an’ın nazil olduğu sıradaki Arap dilidir. Yüce Allah bunları, Allah’ın indirdiği hükümlere, ayetlere çağıranlar çoğalsın diye, hikmet olarak indirmiştir. Buna benzer şeyleri işittiklerinde uhdelerine alırlardı. Alışılmadık, şaşılacak her şeye meyletmek insanların tabiatındandır. Boş sözleri konuşmayı bırakır, ona yönelip kulak verirler. Allah katından inen bu harflerden sonra gelen şeyleri dinlediklerinde de maksat hâsıl olur. Mukattaa olarak gelen hece harfleriyle, aslına muttali olamadıkları, kendilerine gizli kalan, buna benzer kelimeler arasındaki münasebetleri düşünmeleri için dikkatleri çoğalır. Böylece Allah, bununla kendilerinden zahir olan boş sözlerden, kibir ve inatlarından doğacak büyük bir kötülüğü geri çevirmiş olur. İşte bu; mü’minlere rahmet ve Hak Teala tarafından bir hikmettir.
Ariflerden biri der ki; bu Huruf-u Mukattaaların açıklanması konusunda söylenenlerin hepsi tahmini bir görüş ve itibardan ibarettir. Bir görüş tahmininde bulunmak, söyleyen kimse için geçerli olup hakikati yoktur. Ancak, bu harflerle Yüce Allah neyi kastettiğine dair hikmetleri açtığı kimseler için beyanı hakikattir.
Şu marifetleri ve latifeleri derleyen- Allah çalışmalarını meşkûr ve katından ona rahmetlerini ihsan eylesin- fakir (İsmail Hakkı) der ki;
Şeyhim “Laihat-ı Berkıyat” kitabının haşiyesinde, hakikat yolu üzere (gerçek manada) (الم) ‘in bazı havassını (özelliklerini) anlattıktan sonra der ki; “Buna benzer müteşabihler konusunda, ilimden sapanların ayakları kaymış, ilimde rüsuh (derin ilim) sahibi kimselerin akılları şaşmıştır. Bazısı da Allah’a karşı edebinden durmuş, bir şey söylememiş ve ‘bunların hepsine inandık, hepsi Rabbimizin katındandır’ demişlerdir.

Bazısı da meram ve makamdan iyice uzak, ama şer’an güzel, dinen ve aklen kabul edilebilir bir şekilde yorumlamışlardır. Bunlardan kastedilen mana ve meramı, gerçekte Yüce Allah’ın hatırlatması, düşündürmesi, ilhamı ve göstermesiyle ancak akıl sahipleri düşünebilir. O manalara dair, ezeli bir özellik olarak Allah tarafından, onlara özel olarak, onları diğerlerinden ayırmak için, kendi düşünceleri ve akıllarının yorumuyla değil, sırf Allah’ın feyzi ve ilhamı ile bunları yorumlayabilirler.
“el-Fevaih’ul-Miskiyye fi Bahr’il-Vukuf” eserinin müellifi Abdurrahman Bestami (k.s.) der ki; bazı peygamberler bu harflerin sırlarını vahy-i rabbani ve ilka-i samedani ile bazı veliler, nurani açık keşif ve ruhani, yüce feyizle, bazı âlimler sahih nakil ve üstün akıl ile öğrenmişlerdir. Bunları hepsi bu harflerin sırlarını keşif ve şehadet yoluyla veya yazı ve şekillerle ashabına haber vermişlerdir. Sahih olan, Yüce Allah ilahi hikmetler ve Rabbani maslahatlardan dolayı bu ümmetin çoğundan bu harflerin sırlarına ait bilgiyi gizlemiştir. Büyüklere bunlardan ancak bazı sırları öğretmelerine, anlatmalarına izin vermiştir.
“Te’vilat-ı Necmiyye” de der ki; Namazın şekli Kur’an da anlatıldığına göre üçtür: Birincisi: (وقوموا لله قانتين) “Allah’a saygı için kıyama durun!” (Bakara: 2/238) ayet-i kerimesi gereği kıyam. İkincisi: (واركعوا مع الراكعين) “Rükû edenlerle birlikte rükû edin!” (Bakara: 2/43) ayet-i kerimesi gereği rükû. Üçüncüsü: (واسجد واقترب) “Secde et ve (Allah’a) yaklaş” (Alak: 96/19) ayet-i kerimesine göre de secde. Dolayısıyla (الم) de ki “Elif” kıyama, “Lam” rükuya, “Mim” de secdeye işarettir. Yani mü’minin miracı olan namazda Allah’a kulun münacatı olan Fatiha Süresini okuyan kimseye Yüce Allah, “İhdina..” sözüyle istemiş olduğu hidayete icabet eder.
MÜTEŞABİH SEVAP BAKIMINDAN MUHKEM GİBİDİR
Bilmelisin ki, okuma ecri bakımından müteşabih de muhkem gibidir. İbn-i Mes’ud (r.a.) ın rivayet ettiği hadis-i şerifte Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: (من قرء حرفا من كتاب الله فله حسنة والحسنة بعشر امثالها لا اقول الم حرف بل الف حرف ولام حرف وميم حرف) “Allah’ın kitabından bir harf okuyana bir hasene verilir. Hasene de on misliyle değerlendirilir. Ben “Elif, Lam, Mim” bir harftir demiyorum. “Elif” bir harf, “Lam” bir harf ve “Mim” de bir harftir.” Demek ki, (الم) de dokuz hasene vardır. (Bu açıklamaya göre (ا ) harfi, açılımı olan ( الف) kelimesindeki üç harfle değerlendirilmiştir. Diğerleri de böyle olunca üç harf üçerden dokuz etmekte ve birer haseneden dokuz hasene etmektedir. S.G.)
Kaynak: (Ruh'ul-Beyan Tefsiri - cilt: 1, sayfa: 27 - 29)