Sayfa 1/4 123 ... SonSon
40 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: iki güzel dügün

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart iki güzel dügün

    Esi, Peygamber Efendimiz'in sevgili kizi Rukiyye radiyallahü anha'nin vefati, kocasi Hazreti Osman'i çok üzdü...agliyor, sik sik haniminin kabrine gidiyor ve uzun zaman kabrin basinda kaliyordu. Osman bin Affan radiyallahü anh'in bu agir üzüntüsü bütün dostlari gibi Hazreti ömer radiyallahü anh'i da üzüyordu...bu sebeple bu üstün kiymetteki arkadasinin evine gitti:

    -Ya Osman! Kabul edersen sana ömer'in kizi Hafsa'yi nikâhlayabilirim.

    Hazreti Osman, bir baba olarak Hazreti ömer'in kendisi için gösterdigi takdire sayan bu fedakârliga memnun oldu ve sükranlarini dile getirdi:

    -Tesekkür ederim. Ancak bana lütfen biraz düsünebilecegim vakit ver.

    ......

    Bu konusmalarinin üzerinden bir-iki gün geçtikten sonra iki güzel arkadas, yolda rastlastilar. Hazreti Osman, Hazreti ömer'in merakini bildigi için selâmdan sonra mevzuu açti:

    -Beni düsündügün için; böyle büyük bir fedakârlikta bulundugun için tekrar sükranlarimi arz ediyorum...ancak lütfen bagislayiniz. Bir zaman daha evlenme fikrinde degilim.

    Hazreti ömer, tabii ki bir sey demedi...ama kalbine hüzün çiselerinin düsmesine mani olamadi.

    ......

    simdi dul olan Hazreti ömer'in kizi Hafsa radiyallahü anha, Efendimize nebilik vazifesi gönderilmeden bes yil önce dünyaya gelmisti.

    ...kocasi Huneys bin Huzafe radiyallahü anh ile birlikte Medine'ye hicret etmisti. Hazreti Huneys, Bedr Cenginde aldigi agir bir yara sebebi ile bilahare Medine'de vefat etti. O'nun vefati Hafsa'yi genç yasta yalniz birakti.

    Bu hal, her babayi düsündürecegi gibi, ömer bin Hattab'i da kizina bir sey farkettirmese de düsündürüyordu...bu yüzden, dul kizini, dul ve hâlâ esini kaybetmenin acilari ile sarsilan Osman bin Affan'a teklif etmisti.

    ...ama cevap malûm.

    Bunun üzerine Hazreti ömer, ayni teklifi müslümanlarin gözbebegi Ebu Bekr radiyallahü anh'a yapti. süphesiz ki koca mümin'in yavrularindan yana kalbi dagliydi...cahiliyet zamaninda küçücük kizini kendi elleri ile diri diri nasil topraga gömdügünü hatirlayalim. Nerede o islam öncesi kati ve sert tavir; nerede bugün cigerparesinin dul kalmasini bile kendine dert edinen pamuk gibi yumusak kalb? Sanki Hafsa'nin sahsinda topraga gömdügü kizinin da gönlünü aliyordu.

    Zaten gayet az konusan Hazreti Ebubekr, sevgili arkadasinin bu teklifine karsi birsey söylemedi.

    Hazreti Osman, hiç olmazsa, olumsuz da olsa bir cevap vermisti; Ebubekr'in ömer'i bundan bile mahrum etmesi, iki kelime ile bir cevap bile vermemesi Hazreti ömer radiyallahü anh'i haylice üzdü. O muhtesem insanin narin kalbi örselenmisti.

    Bir gün dayanamayip derdini dertliler siginagi O yüce Resule açti:

    -Hafsa'yi zevce olarak almalari için önce Osman'a sonra Ebubekr'e söyledim. ikisi de kabul etmedi. Halbuki Osman, su ân dul..

    Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bu seçilmislerin seçkini can dostu ferahlandirdilar:

    -Ya ömer! üzülme. Hak teâlâ, kizini Osman'dan hayirli bir kimseye nasib etti ve Osman'a da kizindan hayirli bir hanim müyesser eyledi.

    Hazreti ömer'in kalbinde bir ânda huzur papatyalari açti.

    ......

    Bir gün Allah'in Resulü, Hazreti Osman'i yanlarina davet ettiler ve sordular:

    -Seni çok kederli görüyorum. Niçin?

    -Ya Resulallah ben, hem hanimimi kaybettim; hem de Peygambere damat olma nimetini..

    Efendimiz, Hazreti Osman'i da sevindirdiler.

    -Ya Osman! Kardesim Cebrail, yüce Allah'in emrini getirdi ki, bu emr-i ilahide diger kizim ümmü Gülsüm'ü de Rukayye'nin mehri ile sana nikâhlamam buyuruluyor.

    ...tarifsiz sevinçler, Hazreti Osman'in oldu. Bir kere daha Resulullah'a damat olma sanina kavusuyordu. Böyle bir saadet yeryüzünde sadece O'na nasip oluyordu; evet sadece O'na. Yani Osman-i Zinnureyn oldu; iki nura kavusan. Peygamberimiz, ümmü Gülsümle Osman bin Affan'in nikâhlarini Hicri takvimle üçüncü yil Rebiül evvel ayinda yapti...dügünse Cümadelahire ayinda oldu.

    ......

    Sevgili Peygamberimiz saban ayinda da Hafsa'yi ömer bin Hattab'dan istediler...böylece mahzun Hafsa radiyallahü anha'yi Peygambere hanimlik; müminlere annelik tahtina çikardilar.

    Peygamberimiz'in, Hafsa validemize verdigi mehir, dörtyüz dirhem...farkli sebeplerle gönlü kirik iki yüksek dosttan biri damatlik, digeri de Efendimize kayinpederlik serefine kavusuyordu. Hafsa hazretleri ise herkesten üstün bir yere...her sey ne kadar muntazam ne kadar yerli yerince. Ne gönül kirikliklari kaldi, ne bir sey.

    ......

    Aradan bir zaman geçtikten sonra, bir gün yeri ve vesilesi gelince Hazreti ömer, Hazreti Ebubekr'e sormadan edemedi:

    -Ya kardesim Ebubekr! Hafsa'yi sana teklif ettigimde niçin hiç bir cevap vermedin?

    Hazreti Ebubekr aziz dostunun yüzüne sevgi dolu gülücüklerle bakti:

    -çünkü O'nu Resulullah'in isteyecegini biliyordum.

    Hazreti ömer, heyecanina mani olamadi:

    -E, peki bana niçin bu müjdeyi vermemistin?

    üstün insan, bir umman kadar sâkindi:

    -O'na ait bir sirri nasil açiklayabilirdim ki?


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Gel Ya Resulallah

    O'nun hürmetine yaratilmis bir alem.. Ve cennetten ilk çikis... Hz. Adem sirt üstü, dünyadan üçyüz küsür yil pismanlik yaslari akiyor. Gözündeki yaslarin kurudugu an gördügü ilk nurlu görüntü arsta "La ilahe illallah Muhammedün Resulallah." ve ilk duasini yapiyor. Ya Rabbi arsta nuru yazan hürmetine beni affet. ilahi cevap aninda tecelli ediyor. "Ya Adem eger sen onun hürmetine kiyamete kadar gelecek olan soyunu da affetmemi isteseydin affederdim."

    Bu olay ve onu takip eden nice asklar... Kim onun narina yanmadi ki... Kendini bilen her kul ve Peygamber onun ümmeti olmak istedi. Nihayet kabul olunan Hz. ibrahim ve Hz. isa'nin (AS.) dualari.
    Hz. isa (AS.) dan sonra alem fikir fikir... Dag, tas, toprak, kus, hava ve nefes alan bütün basiret sahipleri onu bekliyor. Nihayet bahtiyar dede en güzele en güzel anneyi seçiyor. Hz. Abdullah'in nuru artik alemlerin en emsalsiz annesi Hz. Amine'ye geçiyor. Alem nura susamis. Hiçbir varligin hayat sebebine susayamadigi kadar. Nihayet güzeller güzeli, merhamet abidesi, kelimelerin anlatmaya yetmedigi ve bütün varliklarin yaraticisina kavusma ve benligini bulmasinin tek sebebi, merhamet edip aciz dünyaya tesrif buyuruyorlar. Aninda dünya makam atliyor. Yer yüzüne gelen nazar kiyamete kadar dünyayi nurlandiriyor.
    Etrafinda dolananlar birer mecnun. Onun harikulade hallerini nur cemaliyle bir arada görüp de akla sahip olmak mümkün mü?

    Basiret sahibi olan gözler onun yollarinda Bahira misali.. Dag, tas, bulut ve Sevr Magarasindaki yilan, örümcek, kus alemde ne varsa onun hizmetinde, onun askinda. Ya, hutbeyi ona yaslanarak okudugu kuru kütügün, ayrilisiyla aglamasi ve merhamet pinarinin ancak yeni mimberin altina almasiyla susan kütük. Velhasil seytan ve tuzagina düsenler hariç her varlik, onunla var olmanin tadina variyor.
    Diger tarafta en müstesna asiklar. O'nun ayagina diken batmasin diye, bir nazari kendine ulassin diye, O'nun bir duasini alabilsin diye dünya semalarindan hayatlarini feda ederek bir bir kayan sahabe yildizlari
    Ve bizler... 0 nurun alemden göçünden bindörtyüz sene sonra küfrün ayyuka çiktigi anda dünyadayiz. 0 gideli gönüller çorak, adalet öksüz, umutlar kesik, alem daha bir baska yetim.

    Ama benim bambaska bir inancim var. Bedenimdeki ruhun su anda varligina, tenime, canima hatta imanima inandigim kadar inaniyorum ki o bu alemden, gerektigi her an dönmek üzere göçtü. Belki de sadece bedeni göçtü. Zaten onun ayagini kestigi alemde nasil kiyamet kopmaz ki... Nitekim bu gün bizim yoluna gönül koydugumuz ehl-i beyt askinda o var. Her bülbülün figaninda o var. Sofraya her tuzla baslayista, orucu her su veya hurma ile açista, her sarikta, cübbede, günde bes kez her minarede, binlerce hatim, hatme ve salavatlarda, oturusta kta nihayet zerre miskal sevgiyi tadan her yürekte o var. Ama görene, duyana, hissedebilene. Ne mutlu ona kavusan gönüllere, ne mutlu!

    Heyhat! Ben ufuklari gözleyen Bahira olmayi, yollara dökülüp o geliyor çigliklariyla Taleal Bedru dizelerini söyleyen ensar olma sansini çoktan kaybetmisim. çoktan! çoktan...
    Yine de içimde bir buruk sevgi var. Hani bayramligini hazirlayip da bir türlü gelmeyen bayrami bekleyen çocuklarin ki gibi bir sevgi. Babasini hiç görmeyip te ahirette görmenin heyecaniyla bekleyen buruk yetimin kalbi gibi bir sey. Anlatilmaz sadece yasanir bir ask.

    Hani tutulan bir yazi vardir son günlerde "Allah Resulu misafir gelse ne yaparsin?" diye... Evindeki uygunsuz seyleri ve üzerini nasil degistirirsin diye devam eden bir yazi. iste, ben buradayim. Etrafim ve davranislarim ALLAH ve Resulüne ayan hatta günahkar kalbim bile. Ben her seyimle buradayim, gel, gel YA RESULALLAH
    Günahkar nefsimden siyrila-bildigim kadar gafletimle, zulmetimle buradayim. On bir ayin sultaninin rahmet tasan son on gününde, merhametlilerin en merhametlisisin merhametine ve hayvanata bile merhamet eden sen Alemlerin Efendisine siginarak buradayim. Bütün azalarim ve Rabbim sahit. Seni bekliyorum Ya Resulallah, GEL!

    Bulundugum yer ne Ashab-i Kehf'in magarasi gibi, ne halim Hz. Eyyub gibi, ne Yunus gibi yollara düstüm, ne Mevlana gibi atesle pistim, ne Meryem gibi Mescid-i Aksa'ya düstüm, ne Hacer gibi çile çektim ne de Rabia gibi Hakka eristim. Ben fitne devrinin bir acizi olarak Rabbimin kismetince kafir nefsimin pençesinden kurtulabildigimce buradayim. Seni bekliyorum. Gel, gel ki: Susuz gönlüm ask sarabina kansin, kaskati kalbim yumusasin merhamete bansin. Gel, gel ki: Varligim, bedenim, ruhum her seyim hakiki varligin tadina varsin. Sen gel ki Ene'yi yoklugun denizinden geçirip ezeli ve ebedi var olana ulastirasin. Gel, sensiz olmuyor ya RESULALLAH, gel!
    Gel ey peygamberler peygamberi, Amine'den dogar gibi gel! Hira-i Nur magarasindan karanliklari bogar gibi gel! Gel ey Hatice'nin tomurcugu, Aise'nin goncasi, Abdullah'in tek meyvasi gel! Mirac'tan iner gibi gel, Veda tepesinden gelir gibi gel! Bedir'den, Uhud'dan, Hendek'ten, Hayber'den gelir gibi gel! Yüz yillarca arsa yükselen mazlumlarin ahini alir gibi gel! Nerde bir öksüz, dertli aglasa onun yasini silmeye geldigin gibi gel! Kabe'ye, Arafat'a gelir gibi gel! Arstaki melekler, yetimler aglayinca aglarmis. ALLAH yetimleri sevindireni severmis. Ramazanda yapilan hayirlari kat kat edermis. Ey yetimler yetimi alem sen gideli yetim. Boynu bükük agliyor. Sensiz asla olmuyor. Mazlumlar feryad-i figan ediyor. Gönüller sensiz çorakliga dönüyor. Gel bu yetimleri güldür, gel ya RESULALLAH! Gel ki gönüller gülsen olsun! Gel ki asik masukunu bulsun! Gel, gel ki alem ve gönlüm ebedi kurtulusunu bulsun GEL, GEL, GEL, YA RESULLALLAH, GEL!

    Nilüfer Asligül (alinti)


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 5.293, Level: 46
    Points: 5.293, Level: 46
    Level completed: 72%,
    Points required for next Level: 57
    Level completed: 72%, Points required for next Level: 57
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Scorponork - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Üye

    Üyelik tarihi
    Jul 2008
    Mesajlar
    54
    Points
    5.293
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    18

    Evtas Olayi

    EVTAS OLAYI
    Hicretin sekizinci yilinda Huneyn gazvesinden sonra meydana gelen olay.
    Mekke'nin fethinden sonra Nasrogullari kabilesinden Mâlik b. Avf liderliginde Hevâzin ve Sakif kabilelerinden olusan müsrik ordusu müslümanlara savas açmis ve kadin, çocuk ve esyalarini da ordunun arkasina alarak Huneyn vadisine gelmislerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) de müslüman ordunun hazirlanmasinda henüz müslüman olmamis müsrik Savfan b. Umeyye'den ordunun silah ve teçhizatini borç almak seklinde saglamis ve Islâm ordusu asilerin üzerine gitmisti. Ancak müslüman askerler çokluklariyla övünerek tedbirsizce ilerlerken Mâlik b. Avf'in askerleri onlari ok yagmuruna tutarak bozguna ugrattilar. Savas alaninda Hz. Peygamber (s.a.s.) ve en yakin ashâbi kalirken, müslüman askerler geri kaçmaya basladilar.
    Müslümanlar çokluklariyla magrur olmuslardi. Kelede b. Hanbel, "Bugün sihir bozuldu" derken, Seybe b. Osman b. Ebi Talha adli müsrik de Uhud savasinda öldürülen babasinin intikamini almak için Hz. Peygamber (s.a.s.)'e saldirdi; ancak bir mucize eseri eli kolu baglandi kaldi. Daha sonra o söyle dedi: "Resulullah'i öldürmek istedim, ancak basima bir hal geldi, hatta kendimden geçtim, onu öldürmeye güç yetiremedim, nihâyet onun korunmus oldugunu anladim" (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 72-80).
    Bu sirada Abbâs b. Abdülmuttalib'in gür sesini duyan müslümanlar tekrar toplandilar ve mevzilerinden çikan kâfirleri bozguna ugrattilar. Mâlik b. Avf Taif'e kaçarken, bir kisim düsman askeri de çocuk, kadin ve esyalariyla Nahle ve Evtas ovalarina çekildiler.
    Hz. Peygamber (s.a.s.) esir ve ganimetlerin Cirâne'de bekletilmesini emrederek Mâlik b. Avf'i tâkip etti; onun sigindigi Tâif'i haram aylardan Zilkâde girinceye kadar kusatti, sonra Cirâne'ye döndü (Ibn Sa'd, Tabakat, II, 114 vd.; Ibn Hisâm, es-Sîre, IV, 128).
    Hz. Peygamber (s.a.s.) Ebû Amir Es'ârî'yi Evtâs'daki asilerin üzerine yolladi. Ebû Âmir savasirken sehid düsünce yegeni Ebû Musa el-Es'ari, yerine geçerek âsileri yendi; baslarinda bulunan Düreyd b. Simme'yi öldürdü; esirler ve ganimetlerle Hz. Peygamber'in yanina döndü. Esirler arasinda Hz. Peygamber'in süt kardesi olan Sa'd b. Bekirogullari kabilesinden Seymâ binti Hâris de bulunuyordu. Onu Hz. Peygamber'in huzuruna çikardilar. Hz. Peygamber, onun süt kardesi oldugunu ve sütannesi Halime'nin yillar önce öldügünü duyunca, gözleri doldu. Süt kardesine yaninda kalabilecegini söyledi; fakat o, kabilesine dönmek istedi. Hz. Peygamber de onu yanina bir köle, iki cariye v.b. hediyelerle kabîlesine geri gönderdi.
    Allahu Teâlâ, Kur'an-i Kerîm'de, müslümanlarin bu savastaki halini söyle anlatmaktadir; "Huneyn gününde de hani çoklugunuz, sizi gurura sevketmisti de, size fayda vermemisti. Yeryüzü, bunca genisligiyle size dar gelmisti. Sonra ardiniza dönüp, kaçmistiniz. Sonra Allah, Resulune ve müslümanlarin üzerine sükûnet ve huzurunu indirdi" (et-Tevbe, 25/26).
    Hz. Peygamber, Taif'ten döndükten sonra Cirâne'de Havâzin kabilesinin heyetini kabul etti. Onlar, müslüman oldular, esir ve ganimetlerini istediler. Hz. Peygamber, kadinlarini verdi, mallarini ise ganimet olarak birakti. Bu sirada kadin esirlerden bazilarini ellerinde bulunduran müslümanlardan yeni Islâm'a girmis olan Mekkelilerden Akra b. Habîs, Uyeyne b. Hisn, Abbâs b. Mirdâs, ellerindeki esirleri vermek istemediler. Resulullah, "Onlari birakiniz; o esirlerden herbiri için kendisine düsecek ilk ganimetten size alti hisse verilecektir" dedi (H. Ibrahim Hasan, Islâm Tarihi, çev.: Ismail Yigit ve digerleri, Istanbul 1983, I,191). Hz. Peygamber, bu yeni müslümanlara, kalpleri Islâm'a isinsin diye, ganimetten fazlaca verince, ensâr, bu taksimden kirilmisti. Bunu belli edince, Hz. Peygamber, onlari bütün Arap kabilelerinden daha çok sevdigini söyledi; kendisinin de onlardan oldugunu belirterek, dua etti. Bunun üzerine ensâr, sevinçten agladi. Hz. Peygamber, onlara söyle hitap etmisti:
    "Ey ensâr toplulugu, sizden gelen bir söylenti ve nefsinizde hissettiginiz öfke, bana ulasti. Siz müsrikken, Allah (c.c.) sizi benimle hidâyete ulastirmadi mi?.. Birtakim kimseleri Islâm'a kazandirmak, kalplerini Islâm'a Isindirmak için verdigim biraz dünyalik yüzünden bana kirildiniz. Halbuki ben, sizin dindeki samimiyetinize güvenmistim. Allah'a yemin ederim ki, eger Hicret olmasaydi, ensârdan bir fert olmayi tercih ederdim..."
    Ensâr, "Biz, Allah'in Resulunün bizim payimiza düsmesine râziyiz..." dediler (Taberî, III, 138-139).

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart cahiliye dönemi


    CÂHILIYYE DÖNEMI

    Bilgisizlik, gerçegi tanimama. Islâm, tam bir aydinlik ve bilgi devri oldugu için, Arabistan'da Islâmiyet'in yayilmasindan önceki devre, daha dar anlami ile Hz. Isa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adi verilmistir.
    Cahiliyye, insanin Allah'i geregi gibi tanimamasi, ona kulluk etmekten uzaklasmasi, onun ilâhî hükümlerine degil de kisinin kendi hevâ ve hevesine uymasi, insanlarin koydugu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve düsüncelere inanmasidir. Kur'an-i Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçegi bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. Islâm'in hakim olmadigi ortamlar Cahiliyye çaglaridir. Çünkü ilâhî bilginin kaynagindan yoksun olan ortamlardir. Islâm'in gelisinden önceki dönemde yasayan müsrikler Allah'a isyan etmis onun hükümlerine sirt çevirmis bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardi. Cahiliyye Araplari'nin sürdügü hayattan ve içinde yasadiklari ortamdan bazi örnekleri söyle siralamak mümkündür:
    Putlara Taparlardi
    Cahiliyye insanlari Allah'in varligini kabul etmekle beraber putlara taparlardi. Onlar putlarinin Allah katinda kendilerine sefaatçi olacaklarina inanirlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.
    Icki Icerlerdi
    Sarap içmek adeti çok yaygindi. Sairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki siirleri edebiyatlarinin büyük bir kismini teskil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdigine göre Islâm'da içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram kilinmis, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bagirttirarak bunu ilân ettiginde Medine sokaklarinda sel gibi içki akmistir (Müslim, Esribe, 3)
    Kumar Oynarlardi
    Cahiliyye çaginda kumar da çok yaygindi. Cahiliyye Araplari kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katilmamak ayip sayilirdi. Onlarin sairlerinden biri karisina söyle vasiyette bulunur:
    "Ben ölürsem, sen, aciz ve konusma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."
    Tefecilik Yaparlardi
    Tefecilik almis yürümüstü. Para ve benzeri seyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alirlardi. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artirayim mi?" derdi. Onun da ödeme imkâni varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katina, üçüncü sene için dört kat ina çikarir ve artirma islemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çesidini haram kilan Allah, özellikle Araplar'in bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli Imrân,3/130) buyurmustur.
    Faiz Oranlari Cok Büyüktü
    Faizcilik Araplar arasinda o kadar yerlesmisti ki ticaretle onun arasini ayiramiyorlar; "Faiz de tipki alis-veris gibi" diyorlardi. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alis-verisi helâl, faizi ise haram kilmistir. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmustur.
    Fuhus Cok Büyük Orandaydi
    Cahiliyye Araplar'i arasinda fuhus da nadir seylerden degildi. Cariyelerini zorla fuhusa sürükleyenler vardi. Kur'an-i Kerîm'de bu hususa isaretle: "Iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhsa zorlamayin. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur.
    Kocanin birkaç metresi oldugu gibi, kadinin da baskalariyla iliskide bulunmasi, bazi çevrelerce nefretle karsilanmayan bir davranisti. Fuhusla ilgili Cahiliyye Araplarinin su adetlerini zikredebiliriz:
    Kadin âdetinden temizlendikten sonra kocasi ona "su adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadin istenilen adamla beraber olduktan sonra kocasi hamileligi belli oluncaya kadar ona yaklasmazdi. Sonra yaklasabilirdi. Bu, iyi bir çocuga sahip olmak için yapilirdi.
    Sayilari üç ila on arasinda degisen bir grup erkek kadinin evine girerek, sirasiyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadin hamile kalip da dogum yaparsa dogumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çagirir, erkekler de zorunlu olarak bu davete istirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanlari biliyo rsunuz, dogum yaptim" içlerinden birine isaret ederek "çocugun babasi sensin" derdi. O da bundan kaçinamazdi.
    Bazi fuhus yapan kadinlar da taninmalari için kapilarina bayrak asarlardi. Bu tür kadinlardan biri dogum yaptigi zaman teshis heyeti toplanip çocugun kime ait oldugunu tespit ederdi. O da çocugun babasi oldugunu kabul etmek zorunda kalirdi. (Buhârî, Nikah, 36)
    Kadina deger verilmez, hak ve hukuku taninmaz, adeta bir esya gibi telakki edilip miras alinirdi. Biri ölüp karisi dul kalinca ölenin varislerinden gözü açik biri hemen elbisesini kadinin üzerine atardi. Kadin daha önce kaçip bu halden kurtulamazsa artik onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir baskasiyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanir ve kadina bundan birs ey vermezdi. Dilerse, kocasindan kendisine kalan mirasi elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadinlara zorla mirasci olmaya kalkmaniz size helâl degildir. " (en-Nisâ, 4/19) buyurulmustur. (Sevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440).
    Yiyeceklerin bazisi yalniz erkeklere ait olup kadinlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanlarin karinlarinda olan yavrular yalniz erkeklerimize mahsus olup, eslerimize yasaktir. Ölü dogacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139)
    Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi
    Cahiliyye Araplari'nin kötü adetlerinden biri de kiz çocuklarini diri diri topraga gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarini korumak veya ar telakki ettikleri için, bazilari da sakat ve çirkin olarak dogduklarindan yapiyorlardi. Kur'an-i Kerîm'de su ayetlerde buna isaret edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kiz evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri topraga gömülen kiz çocugunun hangi suç la öldürüldügü soruldugu zaman... " (Tekvir, 81/8-9), "Ortak kostuklari Seyler müsriklerden çoguna çocuklarini öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137)
    Ekin ve hayvanlarini iki kisma ayiriyor bir kismini Allah'in böyle emrettigini sanarak Allah'a veriyor ve bir kismini da Allah'a es kostuklari putlarina ayiriyorlardi. Onlar bu batil inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'in payina düseni aliyorlar, onu es kostuklari putlarin payina ekliyorlardi. Ama putlarinin payindan alip öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'in yarattigi ekin ve hayvanlardan O'na pay ayirdilar ve kendi iddialarina göre: "Bu Allah'indir, Su da ortak kostuklarimizindir" dediler. Ortaklari için ayirdiklari Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayirdiklari ortaklar i için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136).
    Bir kisim hayvanlarla ekinlerin bazisini dilediklerinden baskasina yasakliyorlardi. Ayrica bir kisim hayvanlara binerken ve keserken Allah'in adinin anilmasina engel oluyorlardi. (el-En'âm, 6/138).
    Bunun disinda hayvanlarla ilgili su adetleri de vardi:
    Deve bes batin dogurup besincisinde erkek dogurursa kulagini çentip serbest birakirlardi. Artik ona binmeyi ve sütünü sagmayi haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.
    Saibe*; dilegi yerine gelen kimsenin putlara adadigi deve idi. Buna da binilmez ve sütü sagilmazdi.
    Vasîle*; koyun disi dogurursa kendileri için; erkek dogurursa putlari için olurdu. Sayet biri erkek, biri disi olmak üzere ikiz dogurursa, disinin hatiri için erkegi de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.
    Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alinirsa onun sirti haram sayilir, su ve otlakta serbest birakilirdi. Kimse ona dokunmazdi.
    Bütün bunlardan baska müsrikler atalarindan devraldiklari birtakim adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunlarin bazilarinin, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklastirdiklarini ileri sürüyorlardi.
    Ibn Ishak sunlari aktariyor: "Kureys, ya Fil olayindan evvel veya daha sonra meydana geldigini tahmin ettigim bir bid'at ortaya çikardi ki, tarihte (Hums) diye anilip, asalet-i diniye iddiasindan ibarettir." Bunlar: "Biz, Ibrahim'in evladiyiz, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip oldugumuz bu se ref ve itibara sahip degildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin seref ve itibarini korumaliyiz. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir seye tazim etmeyip bütün ihtiramatimizi Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sirada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardi.
    Ibn Ishâk devamla: "Kureysliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da basladi. Arafat'a çikmayi, Arafat'tan ifazâyi terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardi. Ve "Biz ehlullahiz, Harem-i Serif'in hâdimleriyiz" diyerek, digerleriyle esitligi kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin Ibrahim (a.s.)'in dini muktezasi oldugunu bili yorlardi. Kinâne ile Hüzâaogulari da bu hususta Kureys'e iltihak etmislerdi.
    Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmislerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafi Siyab-i Hums ile tavaf etmelerini kararlastirdilar ve uyguladilar. Bu kararin neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çikarip atmasi zarûrî idi.
    Bu kararlarin ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çiplak; kadinlarin da yalniz önü yirtmaçli kisa iç gömlegi ile tavafa mecbur edilmesidir.
    Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çiplak tavaf ile birlikte diger bid'atler de yasaklanmistir.
    Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Siddik (r.a.) Vedâ Hacc'indan (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafindan Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiginde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayrami'nin ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (su iki maddeyi) ilâna memur kilmistir. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! Iyi biliniz, bu yildan sonra müsriklerin haccetmeleri, çiplaklarin da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktir" demistir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanasmamislar, atalarini körükörüne taklide çalismislardir. "Onlara: Allah'in indirdigine ve peygambere gelin dendigi zaman: Atalarimizi üzerinde buldugumuz sey bize yeter' derler. Alalari bir sey bilmeyen ve dogru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mi?" (el-Mâide, 5/104). Islâm, topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranislarini tamamen yasaklamistir" (el-Mâide, 5/103).
    Bütün bunlara baktigimizda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi oldugunu görüyoruz. Cahiliyye; bir seyi gerçegi disinda bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanin ve toplumun Islâm öncesi ve Islâm disi bir yasayis biçimiyle yasamasi demektir.Dogru yolun ziddi, ilmin aksi olan, eskiyen ve degisken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayislara göre kurulan her türlü Islâm disi rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.


    Seni çok Özledim Annem

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Fıl vakası (ebabıl kusları)

    Kâbe'yi yikmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldiran kuslar.
    Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir. Kelime, Kur'ân-i Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir. Fil sûresinde olay söyle anlatilmaktadir: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yapti? Onlarin tuzaklarini bosa çikarmadi mi? Üstlerine sürü sürü kuslar gönderdi. Onlara çamurdan sertlesmis taslar atiyorlardi. Nihâyet onlari yenilmis ekin yapragi gibi yapti." (el-Fil, 1I5/1-5).
    Bu olay Hz. Peygamber'in dogdugu yil olmus ve orduda bulunan fil/fillerden dolayi Araplar arasinda "Fil Vak'asi", geçtigi yil ise "Fil Yili" olarak meshur olmustur. Olay kaynaklarda söyle zikredilmektedir:
    Habesistan Krali Necâsi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettigi Ebrehe b. Sabbah el-Esrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a sehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapinak (kilise) yaptirdi. Ancak tapinaga gelen olmadigi gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu ögrenen Ebrehe çok kizdi ve Kâbe'yi yikacagina yemin etti. Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adli fili önde oldugu halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 57I veya 571 yilinda altmis bin asker ve on yahut dokuz fille yola çikti. (Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nsr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442).
    Ebrehe yolda Yemen krali Zû Neferi bozguna ugratti, ardindan Has'amlilari yendi ve bunlarin Nufeyl b. Nubeyb adindaki liderinin hayatini bagislayarak kendisine Mekke'ye gidiste rehber yapti. Taif'teyken Sakif'liler tanrilari Lât'i korumak ugruna Ebrehe ile isbirligine yanasip Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin destegindeki muazzam ordusunun karsisinda hiçbir ordu dayanamadi ve Kureys'liler bu gelise bakarak Kâbe'nin yikilacagina kesin olarak inanmaya basladilar.
    Abdülmuttalibin Ebrehe ile Görüsmesi
    Mekke yakininda Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadirlarini kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri yagmaladilar. Burada, Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardi. Ebrehe'nin elçisi Hinata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureys'lilerin ileri gelenleriyle görüstü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi biraktiklari takdirde onlara saldirmayacaklarini" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yikmak için geldiklerini, kendileri ile savasmayacaklarini bildirdi (Ibnü'l-Esir, a.g.e., s.443).
    Abdülmuttalib, "Biz onunla savasmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orasi Beytullah'tir, eger korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüsmek üzere Ebrehe'nin yanina vardi. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karsilayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince söyle dedi: "Seni ilk gördügümde gözüme büyük bir sahsiyet olarak görünmüstün. Ama sen Kâbe'nin korunmasini isteyecegin yerde develerinin pesine düsünce gözümden düstün." Abdülmuttalib, "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.
    Abdülmuttalib develerini alip Kureys'lilerin yanina döndü, onlara olup biteni anlatti ve hepsi, muhtemel bir katliâma karsi Mekke'den ayrilip daglara çekildiler.
    Fillerin Yere Cökmesi
    Sabaha karsi Ebrehe, Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil, sehre yaklâsinca yere çöküverdi; kalkmasi için çok ugrastiklari halde kalkmadi. Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri, baska bir yöne yöneltildiklerinde kosarak kaçmaya çalistiklari görüldü. Bu mucizeyi olayin sihhati Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kusva adli devesinin Mekke yakinlarinda çökmesi olayinda, Nebi (s.a.s.)'in söyledigi sözlerle sâbit olmustur: Devesi çökünce Rasûlullah'in ashâbi, "Deve çöktü" dediginde, Rasûlullah; "Hayir, Kusva çökmedi, yalniz onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmustur. Buhâri ve Müslim'de, Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'nin fethi günü söyle dedigi nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alikoydu. Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün oldugu gibi bugün de oranin hürmeti iâde olmustur. Dikkat edin, hazir olan olmayana bildirsin. "
    Kuslarn Ebrehe Ordusuna Saldirmasi
    Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafindan, dahâ önce o bölgede hiç görülmemis, kirlangica benzer kus sürüleri bir anda ortaya çikarak Ebrehe ordusuna saldirdilar. Gaga ve pençelerinde tasidiklari taslari ve çamurdan balçiklari askerlerin üzerine biraktiklarinda onlar, kurumus, paramparça olmus agaç yapraklari gibi dagildilar. Rehberleri Nufeyl kaçti, askerler kus saldirisinda telef olup feci sekilde öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mucizeyi daglardan seyrederken Allah'in irâdesi karsisinda hayret ve dehset içindeydiler. Ebrehe, bu saldirida etleri parçalanmis, çürümüs halde San'aya dönerken, Hasm kabilesinin yasadigi bölgede gögsü ikiye yarilarak acikli sekilde öldü (Kadi Beydâvî, Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri).
    Kuslar ve attiklari taslar hakkinda çesitli rivâyetler vardir. Bu olay Rasûlullah'in dünyaya geldigi yilda vukû buldugundan, Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayilmistir. Muhammed b. Ishak ve Ikrime o yil çiçek hastaliginin Mekke'de yayginlastigini söylemislerdir. Muhammed Abduh (v. 19I5) bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin "sinekler" oldugunu ayaklarinda salgin hastalik mikrobu tasiyan sinek sürülerini Allah'in, Ebrehe ordusuna musallat kildigini belirtmektedir. Yeryüzünün en ihtisamli ordusu ve hayvanlari (filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlilarla mikroplarla helâk etmistir. Bu görüsü yukarida zikrettigimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b. Ishak da kaydetmistir.
    Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh, Resid Riza, ve diger bazi müfessirlerin, Allah'in, olaganüstü, fevkalâde, harikulâde mucizesi ile bu Allah düsmani orduyu helâk edisini dile getirmeleridir. Tefsirlerde kuslarin mâhiyeti hakkinda degisik görüsler bulunmaktadir. Ibn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i "birbiri arkasindan gelenler" diye yorumlamislardir. Hasan-i Basri ile Katâde, "çok" mânâsina; Ibn Zeyd "çesitli, sagdan soldan gelenler" mânâsina; Mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsina geldigini söylemislerdir. Kuslarin, bölük bölük, karisik türde olduklari anlasilmaktadir. Rivâyetlerde kuslar; kirlangica, keklige, sigirciga, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .
    "Siccil" kelimesi, tas ve çamur demektir. Yahut, çamurla sivanmis tas anlamina gelir. "Asf" kelimesi, agaç yapragi anlamina gelir. Haserelerin agaç yapragini yiyip ufalttiklarinda yaprak yenik yenik hale gelir ki, sûrede anlatilmak istenen budur.
    Sûrenin anlami; Allah'in, Kâbe'nin müdafaasini müsriklere birakmadigini, saldirganlari alisilmadik sekilde helâk ettigini bize anlatmaktadir.
    Olayin Gerceklestigi Yer
    Fil olayi, Müzdelife ve Mina arasindaki Muhassab vadisi arasinda bulunan Muassib'da meydana gelmistir. Müslim ile Ebû Dâvûd, Câbir'den rivâyetle onun söyle dedigini yazarlar: "Rasûlullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettigi zaman Muassib vadisin de hizlanmisti." Imam Nevevî bunu söyle izah etmistir: "Ashâb-i Fil olayi burada cereyan etmistir. Onun için, sünnet olan, hacilarin buradan hizla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul Kur'an Trc: Muhammed Han Kayani ve digerleri, Istanbul 1988, VII, 238)
    Imam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama Muassib vadisinde durulmamalidir" hadisini nakleder.
    Müsrik Kureyslileri bu olay o kadar etkilemistir ki, üç yüz altmistan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmislardir. Fil sûresin de Allah, Ashâb-i Fil'in aci âkibetinin fecâatine sadece ana hatlariyla deginmis ve müsriklere, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dâvetine karsi çiktiklarinda, onlarin baslarina gelebilecek acikli azabi hatirlatmistir.


    Seni çok Özledim Annem

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Hasımîler


    HASIMÎLER

    Peygamberimizin atasi Abdülmenaf'in oglu Hâsim'in soyundan gelenlere verilen isim.
    Hâsim ticaretle ugrasan zengin ve cömert biriydi. Asil adi Amr'dir. Rivayete göre, bir kitlik yilinda Filistin'e giderek oradan un satinalmis ve Mekke'ye getirerek ekmek yaptirmis, kestirdigi hayvanlarin et suyuna ekmek dagitarak tirid ikraminda bulunmustur. Bu nedenle Arapça'da kirmak anlamina gelen (heseme) fiilinden müstak olan Hâsîm adi verIlmistir (Ebu Ca 'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberi, "Tarîhü'r-Rusül ve'l-Millûk" nsr. Anneles III,1088; Ibnu HIsam, "es-Sîretil'n-Nebeviyye, I, 107).
    Taberi'ye göre; Hâsim, Rûm ve Gassân hükümdarlarindan Kureys için dokunulmazlik hakki saglamis, Sam'a yaz seferleri, Yemen'e de kis seferlerini O ihdas etmis bilahere bu, bir âdet haline gelmistir. Yine Taberî'nin rivayetine göre Hasîm bir seferinde Medine'ye ugramis, Amr b. Zeyd'e misâfir olmus, Amr'in kizi Selma'yi görüp onunla evlenmek Istemisti. Baba, kizinin kendi yaninda dogum yapmasini sart kostu. Hasîm de bu sarti kabul edip Sam'a gitti. Dönüsünde Selma ile evlendiler. Hasîm, Selma'yi alip Sam'a götürdü. Dogum yapma günü yaklasinca O'nu alip Medine'ye babasinin evine getirdi, kendisi tekrar Sam'a döndü.
    Hâsim'in dört oglu ve bes kizi vardi. Soyu, çocuklarindan Seybe (Abdulmuttalib) ile devam etmis ve bu soydan gelenlere Hâsimogullari (Benu Hâsim) denmistir. Hâsim'in, Abdulmuttalib'den baska erkek çocuklarinin nesilleri devam etmemistir (Taberî, a.g.e., III, 1082).
    Hasîmîler Kureys Kabilesinin bir koludur. Peygamberimiz de bu boydandir. Hasîmîler Islâmiyetten önce de hem Mekke'nin hem de Kureys Kabilesinin yöneticisiydi. Çok onurlu bir is sayilan Kâbe bekçiligi ve hac Isleri ne bakmak da ayni ailenin elindeydi.
    Hasîmîler ile Kureys Kabilesi'nin bir baska kolu olan Emevîler arasinda öteden beri bir çekisme vardi. Rivayete göre Hasîm ile kardesi Abdu Sems Ikiz olarak dünyaya gelmisler bunlardan birinin parmagi digerinin alnina yapisik iken ayrIlmis bu esnada kan akmis, bundan da ileride bu Iki kardes arasinda kan dökülecegi sonucu çikarIlmis (Taberî, a.g.e, III, 1089).
    Islâmiyet'ten sonra bu çekisme bir süre diner gibi olur. Ancak Hasimîler'den olan Hz. Ali'nin halife seçIlmesiyle çekisme yeniden alevlenir. Emevîlerden Muaviye Sam'da güçlü bir yönetim kurmus ve Hz. Ali'ye isyan edip, savas açmisti. YenIlmek üzere olan Muaviye, entrika ile savasi kendi lehine çevirmeyi basarmis neticede mücadeleden galip çikmisti. Bundan sonra Emevîler, Islâm Dini'nin getirdigi, halifeligin sûra ile belirlenmesi usulünü kaldirdilar. Halifelik babadan ogula geçen bir saltanat kurumu haline geldi. Ancak bu durum çok sürmedi. Halk yer yer Emevîlere karsi direnise geçti. Bu arada Hz. Ali'nin oglu Hasan, zehirlenerek öldürüldü. Ikinci oglu Hüseyin ise bütün aile üyeleriyle birlikte Kerbelâ'da kiliçtan geçirilerek sehid edildi. Fakat sonradan Emevîler, Hâsimîlerin bir kolu olan Abbasiogullari (Peygamberimizin amcasi Abbas'in soyundan gelenler) tarafindan ortadan kaldirildilar. Son Emevî hükümdari Mervan el-Himer (esek Mervan) da öldürüldü ve iktidarlari böylelikle son buldu (132/750).
    'Tarihe Abbâsî saltanati adiyla geçen Hasîmogullari'nin bu seferki iktidarlari, Ebu'l-Abbâs es-Saffah (kan dökücü) ile basladi. Mogol hükümdari Hülâgu'nun saldirilarina maruz kalan bu devlet de 1258 tarihinde ortadan kaldirildi.
    Hasîmogullari bu tarihten I. Dünya savasina kadar Mekke Serifligi gibi sembolik ve mahalli bir görevin disinda önemli bir rol oynamadilar. Mekke Serifi Hüseyin b. Ali (1852-1951), Ingilizlerle anlasarak I. Dünya savasinda Osmanlilara karsi ayaklanmis, Osmanlilar yenilerek Arap topraklarindan çekilince kendisini Hicaz krali ilân etmisti (1916).

    Daha sonra Necid prensi (Suudi Arabistan Devleti'nin kurucusu) Abdülaziz b. Suud (1880-1953), Hüseyin'i Hicaz'dan çikartti. Ancak Hüseyin 0ngilizlerin destegini saglayarak oglu Faysal'i Irak'a, Abdullah'i da Ürdün'e kral yaptirdi. Ürdün'e kral olan Abdullah, Filistin'in bölünmeasi konusunda 0srail ile anlastigi iddiasiyla Filistinli bir genç tarafindan öldürüldü. Hâsimî iktidari Irak'ta, 1958 yilina kadar sürdü. 14 Temmuz 1958 günü, basta kral II. Faysal olmak üzere ailenin birçok mensubu öldürüldü ve yapilan askerî darbe ile Hâsimîlerin bu ülkedeki iktidarlari son bulda.
    Ancak bugünkü Ürdün krali Hüseyin, kendisinin Hasîmî soyuna mensup oldugunu iddia etmektedir.


    Seni çok Özledim Annem

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Teblıgın bes devresı


    TEBLIGIN BES DEVRESI
    Davet`in bes devresi olup birinci devresi: Nübüvvet devresidir.
    Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve akrabayi, Ahiret azabiyla korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü devresi:Kendi kavmini,Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin dördüncü devresi:Kendilerine, daha önce Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin besinci devresi ise: Zamanin sonuna kadar, bütün Cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erisebilecek olanlari, ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.
    PEYGAMBERIMIZIN VAZIFESINI ACIKTAN ACIKLAMASININ EMREDILMESI
    Peygamberimiz, Tebligin ilk devresi olan nübüvvet devresini üç yil geçirdikten sonra
    açiktan teblig emri geldikten sonra akrabalari olan Abdülmuttalip ogullarini kendisine inanmalarini ve ona yardimci olmalarini istemisti.
    Fakat akrabalari kendisine yardim etmedigi gibi Amcasi Ebu Leheb hakaret etmis, bizi buraya bunun için mi çagirdin diyerek hakaret etmisti.
    Bundan sonra Peygamberimiz, Kureys kabilelerini, Safa tepesi yanina toplayarak onlari Islama davet etti, bu davetten de Kureysilerden açik bir destek alamadi. Hatta Amcasi Ebu Lehep Peygamberimize Hakaret ederek ona tas atti, bunun sonucu Tebbet suresi inzal oldu.
    ISKENCELER
    Peygamberimiz tebligi açiktan yapmaya baslayinca Kureysiler müslüman olanlara iskence yapmaya basladilar.
    Bu iskencelerin en fazlasini Peygamber efendimiz Aleyhisselam görüyordu.Ona, hakaret ediyorlar,namazini kilarken üzerine pislik atiyorlar,geçecegi yollara diken,butrak gibi seyler saçiyorlardi. Secde de iken Deve Iskembesini ve pisligini kafasina atiyorlardi.
    Diger Müslüman olan insanlarin da hemen hemen hepsi iskence görüyordu. Bunlardan köle ve cariye olanlarin iskencesi öylesine agirlasmistiki tahammül sinirlarini asmisti.
    En çok iskence gören Sahabileri söyle siralamak mümkün:
    Bilal-i Habesi,Zinnure Hatun,Ümmü Ubeys,Nehdiyye Hatun,Amir b.Füheyre,Lübeyne Hatun, Ebu Fukeyhe,Habbab b.Eret,Yasir b.Amir,Miktat b.Amr,Suheyb b.Sinan, vb...
    EBU CEHL'IN PEYGAMBERIMIZI ÖLDÜRMEGE KALKISMASI
    VE NADR B.HARISIN BIR KONUSMASI ,
    Nadr b.Haris'in Peygamberimiz Hakkindaki Konusmasi:
    Ebu Cehl, basindan geçeni, Kureysli müsriklerine anlatinca, Nadr b.Haris, kalkip "Ey Kureys cemeati ! Vallahi, sizin basiniza hiç bir zaman, bir benzerile mübtela olmadiginiz,bundan sonra da, kolay kolay çaresini bulamayacaginiz bir is gelmis bulunuyor!
    Muhammed; Sakaklarina ak düstügünü gördügünüz zamana kadar, içinizde,en çok hosunuza giden bir gençti.
    En dogru sözlünüz ve en emininiz idi.
    Nihayet, size getirdigi seyle gelince, ona (Sihirbaz!) dediniz.
    Hayir! Vallahi, o, bir Sihirbaz degildir!
    Biz, Sihirbazlari ve onlarin üfürmelerini, dügümlemelerini görmüsüzdür.
    Siz, ona (Kahin!) dediniz.
    Hayir! Vallahi, o, bir kahin degildir.
    Biz, kahinleri ve onlarin titreyislerini, görmüs ve Seci'li sözlerini, dinlemisizdir
    Siz, ona (Sair!) dediniz.
    Hayir! Vallahi, o, bir Sair de, degildir.
    Biz, Siiri görmüs ve onun her çesidini: Hezec'ini, Recez'ini.. dinlemisizdir.
    Siz, ona (Mecnun!) dediniz.
    Hayir! Vallahi, o, bir mecnun da degildir.
    Biz, delilikleri, görmüsüzdür.
    Onun ise, ne bogulmasi, ne çarpinip titremesi, ne evhamlanmasi, ne de, sözlerini, karistirmasi, vardir.
    Ey Kureys cemeati! Durumunuzu iyice düsününüz, gözden geçiriniz!
    Çünki, vallahi, sizin basiniza, büyük bir is gelmistir ! ' ' dedi .
    Kaynak: Islam tarihi


    Seni çok Özledim Annem

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Peygamberlıgı ve mekke dönemı


    PEYGAMBERLIGI VE MEKKE DÖNEMI
    Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldigi bir sirada, kirk yasinda iken yine böyle bir uzlet aninda Hira magarasinda, Cenâb-i Hakk'in peygamberlere vahiy getirmekle görevli melegi Cebrâil (a.s), O'na ilk vahyi, Alak Sûresi'nin ilk bes âyetini getirdi. Artik Allah'in Rasûlü, insanlari hak din olan Islâm'a çagirmakla görevli idi. O, bu görevine ailesi halkindan ve hak davaya gönül verebilecek yakin arkadaslarindan, gerçegi kabul edebilecek kabiliyetde olan, fitrati bozulmamis, düsünme istidadi körelmemis kisilerden basladi. Ilk önce O'nu sevgili esi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir, çocuklardan Hz. Afi, âzadli kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi. Ardindan Hz. Ebûbekir'in de araciligiyla Hz. Osman, Abdurraliman b. Avf, Zübeyr b. el-Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Sa'id b. Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd gibi sahsiyetler müslüman oldular. Hz. Peygamber ilk üç yil davetini gizli sürdürdü. Yalniz bu gizlilik, Islâm'in esaslari ve prensipleri açisindan degildi. Islâm, sir perdeleri arkasinda, gizli sakli, esrarengiz ve gizemli, anlasilmaz bir takim düsünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din degildi. Onun esaslari gayet açik, net, anlasilir, sâde, ari duru olup akil ve mantiga da uygun idi. Ayni sekilde bu gizlilik, Islâm'in sadece belli bir zümreye has bir grup dini olusundan da degildi. Aksine Islâmiyet cihansümûl bir din olup bütün bir beseriyetin hidayet ve saâdetini hedeflemisti. Ancak Hz. Peygamber'in ilk üç yil davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanlarin Islâm'a karsi takindiklari düsmanca tavirdan, inanç ve ibadet hürriyeti tanimayacak kadar insafsiz ve bagnaz oluslarindan kaynaklaniyordu. Müslüman olanlarin mallarina ve canlarina bir zarar gelmemesi, filizlenmekte olan Islâm davâsina acimasiz bir balta vurulmamasi açisindan gizli davete gerek duyulmustu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini genellikle davet merkezi edindigi Dâru'l-Erkam'dan yürütmüstür. Burasi ilk iman edenlerden el-Erkam b. Ebi'l-Erkam'in* Kâbe karsisinda Safâ tepesi yamaçlarindaki evi idi. Ilk müslümanlardan bir çogu Islâm'i burada kabul etmisler, Hz. Peygamber'in egitimine burada mazhar olarak Islâm'in essiz esaslarini ruhlarina ve hayatlarina burada naksetmislerdi. Hz. Peygamber burada Islâm davâsina gönül baglayarak mallarini ve canlarini bu hak davâ ugrunda fedâdan çekinmeyen sâdik, vefâli ve ihlâsli bir kadroyu olusturmakla mesgûldü. O, biliyordu ki böyle bir kadro olmaksizin Islâm davâsinin ortaya çikip yayilmasi mümkün degildir. Bu bakimdan Hz. Peygamber'in bu devredeki icraati ashabini birbirine kenetlendirmis ve aralarinda mükemmel bir baglilik olusturmustu.
    Iste Hz. Peygamber Islâm davâsi etrafinda böyle bir kadro olusturduktan sonra peygamberligin dördüncü yilindan itibâren Islâm'i açik açik teblig etmeye basladi. Kureys müsriklerinin Islâm'i engellemek için basvurduklari çok çesitli çareler, Hz. Peygamber'e ve Islâma samimiyetle bagli kadro elemanlarina engel olamiyordu. Bu arada Mekke müsrikleri özellikle korunmasiz müslümanlara insaf ve vicdana sigmayan eziyet ve iskencelerde bulundular. Bu iskenceler karsisinda Hz. Peygamber, isteyen müslümanlarin Habesistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin bes ve altinci yillarinda müslümanlardan birer grup I. ve II. Habes hicretlerini gerçeklestirdiler. Mekkeli müslümanlarin böylece Mekke hâricine Islâm'i tasimalari, müsriklerin hinç ve kinini artirmisti. Ama Cenâb-i Hakk'in yardim ve inâyeti sebebiyledir ki Islâm'a gösterilen bu düsmanliklar bile hak dinin yayilmasina yardimci oluyordu. Meselâ azili müsriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz. Peygamber'e yaptigi sözlü ve fiili bir satasma, Kureys arasinda sahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza'nin müslüman olmasini sagladi. Ardindan Mekke idare meclisi Dâru'n-Nedve'de alinan Hz. Peygamber'i öldürme kararini uygulamak için harekete geçen güçlü sahsiyet Ömer b. el-Hattâb, Hz. Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslinda ayaklari onu hidâyete sevkediyor ve Ömer'in gücü Islâm saflarina yeni bir heyecan ve sevk katiyordu. Arka arkaya Hz. Hamza'nin ve Hz. Ömer'in müslüman olmalari, Kureys müsriklerinin gözünü bir süre yildirmis, artik müstümanlara dokunamaz olmuslardi. Iste bunu izleyen günlerde Habes muhâcirlerinden bir kismi Mekke'ye geri döndü. Ancak bu sirada müsrikler yeniden siddete baslayip, cehâlet ve bagnazlikla baglandiklari ata dinlerini, zulme dayali oldugu için Islâm'in ortadan kaldiracagi sahsî çikar ve menfaatlerini, bâtil tahakküm ve zorbaliklarini kurtarabilmek için akil almaz çarelere basvurmuslardi. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de müslümanlari koruyan Hâsimogullari, peygamberligin yedinci senesi ile onuncu senesi arasinda tam üç yil devam eden bir boykot ve muhâsaraya marûz kaldilar. Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onlari koruyan Hâsimogullari ile hiç bir münâsebette bulunmayacaklarina, her türlü iliskiyi keseceklerine, onlarla hiç bir sekilde alis-veriste bulunmayacaklarina, oturup kalkmayacaklarina, kiz alip vermeyeceklerine dair bir karar almis, bu karan yazdiklan sahifeyi Kâbe'nin iç duvarina asarak dinî bir hüviyet de vermislerdi. Bu karara muhâlefet eden, hem vatana, hem de dine ihânet etmis sayilacak ve en agir sekilde cezalandirilacakti. Mekkeliler tarafindan üç yil süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sikintili, güç günler yasatmistir. Peygamberligin onuncu yilinda bu karar iptal edilip boykot ve muhâsara kaldirildigi vakit müslümanlar pek ziyade sevinme imkâni bulamadilar. Çünkü çok geçmeden Hz. Peygamber iki büyük yakinini, amcasi Ebû Tâlib'i ve esi Hz. Hatice'yi üç gün arayla ardi ardina kaybetti. Rasulullâh'in üiüntüsüne müslümanlar da katildilar ve bu seneye Hüzün yili* adini verdiler. Özellikle Ebû Talib'in vefati, Hz. Peygamber'in Mekke'de Islâm'i teblig etmesini bir hayli güçlestirdi. Çünkü Ebû Tâlib'in sagliginda Mekkeliler Ona hürmet duyduklari için himayesine aldigi yegenine dokunmuyorlardi. Simdi bu himaye ortadan kalktigi için Hz. Peygamber her yerde satasma ve engellemelerle karsilasiyordu. Böyle bir ortamda Islâm'i teblig etmek âdeta imkânsiz hâle geldiginden Hz. Peygamber, Islâm'i kabullenecek yeni bir kitle aramaya basladi. Bu sebeple de azadli kölesi Zeyd b. Hârise ile birlikte bir gün gizlice Tâif'e gitti. Ancak dolayli akrabalarindan olan reislerinden gördügü alayli ve acimasiz muâmele Hz. Muhammed'in derhal Mekke'ye geri dönmesini gerekli kildi. Hz. Peygamber sehirden gizlice çikmisti. Sayet bu durum Mekkelilerce ögrenilmisse onun gidisi ülke disina kaçma olarak degerlendirilebilir ve kendisi siyâsi suçlu sayilabilirdi. Bu düsüncelerle Hz. Peygamber sehre ancak bir emân ve himâye altinda girmek gerektigine kanâat getirerek müsriklerin ileri gelenlerinden Mut'im b. Adî'nin himâyesini sagladi ve onun korumasi altinda sehre girdi.
    Yillar boyu Mekkelilerin Islâm'a karsi gösterdigi kin; düsmanlik ve engellemeler, üç yil süreyle devam eden ve insafsizca uygulanan toplumdan dislanma ve muhâsara olayi, ardindan Ebû Tâlib'in ve Hz. Hatice'nin vefatlari dolayisiyla Hz. Peygamber'in himayesiz kalmasi ve Mekkelilerin satasmalarina mâruz kalmasi, bunu tâkiben de Tâif halkinin horlayici tavn, her ne kadar Allah Rasûlünün ümit ve azmini kiramamis, davet sevk ve istiyakini azaltamamis ise de, süphesiz bir beser olarak O'nu üzmüs ve rencide etmisti. Iste böyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve Kur'an'dan sonra en büyük mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi. Cenâb-i Hak, Rasûlünü teselli etmek, bunca gördügü düsmanliklara ragmen gösterdigi sabir ve sebat dolayisiyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak üzere katina çagirdi ve Hz. Peygamber'in Isrâ ve Mirâc mûcizesi gerçeklesti. Bir gece vakti Hz. Peygamber, bir an ifade edilebilecek çok kisa bir zaman dilimi içinde önce Mekke'den Kudüs'e gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çikti; dünya ötesi âlemi, Cennet ve Cehennem'i müsahede etti. Böylece rûhen takviye görmüs, Rabbi tarafindan mükâfaatlandirilmis olarak tekrar ayni anda Mekke'ye döndü.
    Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) Islâmî tebligine yine devam ediyordu. Fakat Islâm'in kitlesi olacak zümreyi arayisi genellikle Mekke'ye dis kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi maksatlarla gelen yabancilar arasinda oluyordu. Önceleri bu tesebbüsü bazen olayli, bazen sert, nâzik, veya mütereddit, ama hep menfi bir tavirla karsilaniyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine'nin Hazrec kabilesinden alti kisi Akabe adi verilen yerde Hz. Peygamber'le karsilasip kisa bir görüsmeden sonra O'na iman ettiler. Bu alti Medineli, sehirlerine dönüste Hazrec ve Evs kabileleri arasinda Islâm'i yaydilar. Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi Evsli, onu Hazrecli oniki kisilik bir heyet yine Akabe'de Hz. Peygamber'le bulusup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'ati olarak tarihlere geçen bu görüsmenin akabinde Hz. Peygamber, Islâm kadrosunun ilk elemanlarindan Mus'ab b. Umeyr'i davetçi olarak Medine'ye gönderiyordu. Mus'ab'in Medine'de bir yil süreyle yaptigi faâliyet öylesine verimli olmustu ki Islâm'in bahsedilmedigi ve girmedigi bir ev hemen hemen kalmamisti ve Medineliler, Allah Rasûlünü sehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir kivâma erismislerdi. Peygamberligin onüçüncü yilinda Medine'den gelen daha kalabalik bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le bir gece vakti gizlice bulusup II. Akabe Bey'ati'ni gerçeklestiriyor ve sehirlerine göç ettigi takdirde Hz. Peygaber'i ve Mekkeli müslümanlari mallari ve canlarini koruduklari gibi koruyacaklarina and içiyorlardi. Iste bu and ve karsilikli söz vermelere Islâm tarihinde "Akabe bey'atlari * " adi verilmistir.
    HICRET VE ISLÂM DEVLETI:
    Mekkeliler bu görüsmeleri haber aldiklari zaman baslatilan yeni baskilar, müslümanlara hicret kapilarini açti. Hz. Peygamber'in izni ile Ashâb-i kirâm gruplar halinde ve çogunlukla gizlice sehri terkedip Medine yolunu tuttular. Artik sehirde Hz. Peygamber ve ailesi, Hz. Ali, Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamis olanlarla yakinlari veya akrabalari tarafindan hicretleri engellenmis kimseler kalmisti. Müslümanlarin Medine'de toplanarak zinde bir güç olusturmalari, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmustu. Bu günlerde sik sik olaganüstü toplantilar yapan müsrikler, gizli bir celsede, karsilasilan bu zor problemi çözme yollarini aradilar. Yegâne kurtulus yolu olarak Hz. Muhammed'in öldürülmesi görüldü. Kararlastirilan komplonun icrâsi için hazirliklar yapilirken Cebrâil (a.s) vâsitasiyla durumdan haberdâr olan Hz. Peygamber de hicret için hazirliga koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadasligi yapacak Hz. Ebûbekir'le önceden hazirladigi plân geregince geceleyin Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldigi zaman Ensâr ve Muhâcirûn'un O'nu karsilamasi son derece heyecanli ve içten olmustu. Hz. Peygamber bu köy halkinin ricasi üzerine burada bes gün istirahat etti ve bu kisa istirahati sirasinda bilfiil kendisi de çalisarak bir mescid insâ ettirdi. Kubâ'ya gelisinin besinci günü sabahleyin buradan ayrilarak Medine sehrine yöneldi. Günlerden cuma idi. Ögle vakti Rânunâ adli mevkiye gelindigi vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardindan ilk cuma namazini kildirdi. Sonra yoluna devam etti. Sehirde bir bayram havasi vardi. Büyük küçük herkes yollara dökülmüs, coskun bir tezâhürât, sevgi ve saygiyla Hz. peygamber'i karsiliyor, sehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmis olmamak ve hiç kimseyi kirmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettigi devesi Kasvâ kendi hâline birakildi; devenin çöktügü yere en yakin evde Hz. Peygamber misafir olacakti. Deve, sehrin orta tarafinda iki yetim çocuga ait bos bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine ait hâne-i saâdetleri insâ edilinceye kadar buraya evi en yakin olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî Hazretlerinin evinde misafir kaldi.
    Böylece Hz. Peygamber'in hayatinda ve davet faâliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi baslamis oluyordu. Medine'de Hz. Peygamber, Islâm'a kucak açmis büyük bir kitleye kavusmustu; Islâm'in bagimsizligi ve hâkimiyetini ilân edecegi bir vatana da sahipti. Artik yapilacak sey, bu vatan sathinda Islâm cemâatini teskilatlandirmak, insanlarin birbirleri ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkin hâkimiyetini saglayarak etrafa yaymakti. Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardi. Peygamber Efendimiz bu ihtiyaci gayet iyi bildiginden, artik Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibâren O'nun davet merhaleleri arasinda "devletlesme diye adlandirdigimiz safhayi gerçeklestirmek üzere çaba sarfetti. Kurulus günlerini yasayan Islâm devleti'nin idâre merkesi, htikümet binasi, harp karargâhi vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i insâ etti. Mescide bitisik olarak bina edilen suffa, Islâm cemâatinin bütün Islâmî meselelerde egitildigi ve gerekli bilgilerin ögretildigi önemli bir egitim-ögretim müessesesi oldu. Bu siralarda okunmaya baslanan ezan, sadece namaz vaktinin geldigini bildiren bir ilân degil, ayni zamanda Islâm hâkimiyetini âleme haykiran bir sembol ve siâr idi. Komsu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sinir tespiti gerçeklestirilmis ve bu sinirlar içerisindeki müslümanlarin gücünü belirleme açisindan Hz. Peygamber'in emri üzerine nüfus sayimi yapilmisti. Ensâr'dan bir kisi ile muhâcirûn'dan bir kisinin bir araya getirilerek Islâm toplulugunun ikiser ikiser kardeslestirilmesi ameliyesi demek olan muâhât *, baska bir çok faydalari yanisira Islâm devleti'nin asil unsurunu olusturan müslümanlar arasinda tam bir kaynasma ve dayanisma sagliyordu. Yine ayni senede hazirlanan anayasa, müslümanlari oldugu kadar Medine'de bulunan müsrikleri ve Yahudileri de kapsamina alarak Hz. Peygamber'in devlet baskanligini bu gayri müslim azinliklara da kabul ettiriyor ve ayni ülkede yasayan vatandaslar olarak bu insanlar Islâm'in hakimiyet ve korumasi altina alinarak devlet açisindan güvenligin saglanmasi hedefleniyordu.


    Seni çok Özledim Annem

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Peygamberimizin (s.a.v.) ay mucizesi

    Peygamberimizin (s.a.v.) ay mucizesi

    Peygamber Efendimizin (s.a.v.) en büyük mucizelerinden biri, Sâkk-i Kamer adiyla bilinen "Ay'in ikiye ayrilmasi"'dir. ZAFER su ana kadar ele alinmaya pek cesaret edilemeyen bu mucizeyi Temmuz 1991 sayisinda incelerken, âyet ve hadislerin yanisira çesitli teknik bilgilere, astronomik haritalara ve uydu fotograflarina yer verdi. "AY MUCIZESI" basligini tasiyan yazida, mucize tahakkuk ettigi sirada Efendimizin (s.a.v.) yaninda bulunanlarin isimleri, mucizenin nasil gerçeklestigi, kimler ve hangi ülkeler tarafindan müsahede edildigi, fakat neden herkes tarafindan görülemedigi gibi hususlara temas edilmisti.
    ***
    Söz konusu yazida, bazi arkeolojik kesiflerden de bahsedildi. Meselâ Hindistan'da bulunan bir heykel üzerinde "Ay'in ikiye ayrildigi sene yapilmistir" yazisinin bulunmasi (bkz. Ö.N. Bilmen, Müvezzah Ilm-i Kelâm, 3. baski, s.161) bu delillerden biriydi.
    1967 yilinda firlatilan Orbiter-4 uydusundan alinan 67-1805 seri numarali fotograflarda, Ay'in dünyadan görünmeyen ara yüzeyinin, uzunlugu 240, kalinligi ise 8 km olan bir yarik tarafindan kusatildigi belirtilmisti. Bu yarigin bariz bir sekilde yükselmis yan kenarlari, Ay'in ayrildiktan sonra tekrar birlesmesi sirasinda olusmus intibaini kuvvetlendiriyordu.

    Orbiter-4 tarafindan çekilen fotograf
    Ayni yazida ilk defa ZAFER tarafindan ortaya atilan bir delil de, Modern Astronomi ile ugrasan bütün ilim adamlarinca fevkalâde önemli bir kaynak olarak kabul edilen ve ilmi yönü tartisilmayan bircok kitapta yer alan 311 yillik Ay haritasiydi. Italyan gök bilimcisi Cassini tarafindan çizilen bu ay haritasinda, dünyamizdan görülen ay yüzeyinin tamamini kusatan tesadüflerle meydana gelemeyecek kadar muntazaman olan bir çizginin varligi, son derece net bir sekilde müsahede edilmekteydi. ZAFER, bu çizginin ay'in ikiye ayrilip tekrar birlesmesiyle meydana gelebilecegini belirttigi yorumunda, zamanla yapisinda degisikliklerin olabilecegini ortaya koydu. Çünkü ay, her an yogun bir meteor bombardimanina tutuluyor ve 1 gramlik göktaslari bile, en sert kayalarda 30 cm derinliginde, 60 cm çapinda bir çukur açiyordu. Bilindigi gibi bu meteorlardan bazilari koruyucu atmosfer tabakasina ragmen dünyamiza düsmüs, Arizona çölüne düsen bir tanesi çevresi 5 km'ye ulasan 174 m derinliginde bir çukur açmisti.
    ZAFER, daha sonra "Ay Mucizesi"'nin dünyadaki örneklerine veriyor ve yaziyi söyle devam noktaliyordu:
    "Döllenmis tek bir hücrenin parçalanarak 60 trilyona ulasmasi ve beden üzerinde kusursuz bir sekilde birlesmesiyle vücud bulan insanoglunun, Ay gibi suursuz bir kütlenin parçalanip tekrar birlesmesini inkâr etmesi, gerçekten gülünç ve acinacak bir tablodur"


    Seni çok Özledim Annem

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Firavun

    Firavun
    ZAFER' in 1983 yilinda yayinlanan 77. sayisini ele alanlar, önkapak üzerinde gördükleri bir resim karsisinda saskinIiklarini gizleyemiyor ve "ÜÇBIN YILLIK MUCIZE" adli basyaziyi okuduklarinda, daha da hayrete düsüyorlardi.
    ZAFER, bu yaziyla binlerce yil önceki bir mucizeyi konu edinmis ve Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinden istifade ederek bu mucizenin British Museum'daki bir cesed ile olan alâkasini dile getirmisti.
    Sözkonusu müzenin „Mumyalar Bölümü" ndeki bir cam fanus içinde teshir edilen cesed, 3000 yil önceki bir insana ait olmasina ragmen etleri ve derisi dökülmemis vaziyetteydi. Ingiliz Arastirma Grubu tarafindan Kizildeniz civanndaki kizgin kumlarin altindan çikartilarak ülkelerine getirilen bu cesedi benzersiz kilan özellik ise, mumyalanmamis durumda olusuydu.
    ZAFER'de yapilan bir yorumda, Misir Krali 2. Ramses' in mumyalanmis (yani iç organlari çikartilarak ilaçlanmis) cesedinin uzmanlar tarafindan bakima alindigi siradaki resmi verilmis ve bir mumyanin bile belirli araliklarla ilâçlanmak suretiyle çürümekten kurtarildigi belirtilerek söyle denmisti:
    "Acaba ilaçlanmis mumyalar bile çürürken, hiç korunmamis (iç organlari alinmamis ve ilaçlanmamis) bir cesedin 30 asir boyunca sapasaglam kalmasinin hikmeti nedir?"
    Bediüzzaman Hazretlerine ait eserlerde, bu sirra su açiklama getirilir:
    "Musa Aleyhisselâma karsi muharebe eden Firavun, gark olacagi [bogulacagi] zaman iman etmis. Gerçi sekerat [ölüm] vaktinde o imân makbul degil. Fakat o makbul olmayan imâna, imânin mahiyetine hürmet için bir mükâfat olarak Cenâb-i Hak, o Firavunun bedenine necat [kurtulus] verecegini haber veriyor.... Iste bu âyetin (Yunus Sûresi, 92) bir mucizesi olarak, o gark olan Firavun'un cesedi aynen bulunmus. Simdi Londra'da bir müzede muhafaza ediliyor. Seyyahlar onu temasa ediyorlar... [seyrediyorlar]"
    Âyet ve tefsirlerde Firavuna ait cesedin tam ve noksansiz oldugunun bildirilmesi, onun mumyalanmamis durumuna isarettir.
    Bilindigi gibi Musa Aleyhisselâmin candüsmani olan Firavun, O'nu ve O'na tâbi olan Israilogullarini helâk etmek için bu yüce Peygamberin pesine düsmüs ve Hz. Musa (A.S.), Cenab-i Hakkin sevkiyle Kizildeniz kenarina kadar gelmisti. Önlerinde düsman gibi deniz, arkalarinda da deniz gibi düsman vardi. Iste bu dehsetli vaziyetteki Hz. Musa (A.S.) asasini denize vurmus ve ordusunu Cenab-i Hakkin emriyle ikiye ayrilan Kizildeniz'den geçirerek selâmete ulastirmisti. (Es-Suarâ Sûresi, 62-64)
    Firavun ve askerleri, Kizildeniz'i boydan boya kaplayan bu mucizeyi dehsetle görmüs, ancak kin ve düsmanliklarini yenemeyerek takibe devam etmislerdi. Sözde, kendileri de ikiye ayrilmis olan denizden geçebileceklerdi. Nitekim deniz önceleri kapanmadi. Fakat Firavunun ordusu, dalgalarin duvar gibi çevreledigi yolun ortasina geldiginde, deniz birlesmeye basladi ve ordu, Firavun dahil tek bir kisi dahi kurtulamadan sulara gömüldü. (Es-Suarâ, 65-66)
    Yûnus Sûresinin 90 ve 91. âyetleri bu hâdiseyi söyle anlatiyor:
    "Israilogullarini denizden geçirdik. Firavun ve askerleri, haksizlik ve düsmanlikla artlarina düstüler. Firavun tam bogulacagi sirada, 'Inandim ki israilogullarinin imân ettiginden (yani Allah'tan) baska bir ilâh yokmus. Artik ben de müslümanlardanim' dedi."
    Fakat Cenab-i Hak firavunun imânini kabul etmemis ve ona Cebrail (A.S.) vasitasi ile söyle hitap buyurmustur: "Ona, 'simdi mi imân ediyorsun?' dendi. 'Halbuki daha önce baskaldirmis ve bozgunculuk etmistin." Ayni sûrenin 92. âyetinde ise, söyle buyurulmaktadir:
    "Felyevme nünecciyke bibedenike."
    "Gark olan Firavun'a der: 'Bu gün senin gark olan [bogulan] cesedine necat [kurtulusl verecegim)" (Bediüzzaman, Risale-i Nur Küliyati, Sözler, S. 402)
    „Tâ ki, senden geridekilere bir ibret olasin.. Ve süphe yok ki, nastan (insanlardan) birçoklari bizim âyetlerimizden (delillerimizden) gafillerdir." (Ö. Nasuhi Bilmen, Kur'an-i Kerim Meâli, Yûnus S., S. 1425)
    ZAFER'in "ÜÇBIN YILLIK MUCIZE" yazisi, Türk okuyuculari arasinda gerçekten takdir uyandirmisti. Çünkü konu, sadece bir arastirma gõzüyle ele alinmamis, âyet ve tefsirler açisindan da incelenmisti. Meselâ 1144 yilinda vefat eden Zemahserî, Yûnus Sûresinin sözkonusu âyetinin tefsirini, kendisinden 8 asir sonra bulunacak olan cesedi âdeta görür gibi yapiyordu:
    "Seni, deniz kenarinda bir köseye atacagiz. Cesedini tam, noksansiz ve bozulmamis halde, ciplak ve elbisesiz olarak, senden asirlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacagiz" (Kessaf Tefsiri, Cilt 2, S. 251/252)
    Ayet ve tefsirlerde, Firavun'a ait cesedin tam ve noksansiz oldugunun bildirilmesi, onun mumyalanmamis durumuna isarettir. Ve bulunan cesed, tefsirdeki gibi çiplak ve elbisesiz olup, derisi dahi dökulmeyecek sekilde korunmustur.
    Zafer dergisi, Sayi 200, 1993


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 1/4 123 ... SonSon

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •