Mûsâ ibn Ukbe (öl. 142): Bu gazve,dördüncü yılın Şevvâl'mde idi, demiştir .

133-.......Ubeydullah şöyle demiştir: BanaNâfi', İbnuUmer'den haber verdi ki, Peygamber (S), Uhud gazvesi günü harbden önce orduyu teftiş ettiği zaman Abdullah ibn Umer'in karşısına gelmiş de ona harbe girmesine izin vermemiştir; o gün Abdullah ibn Umer on-dört yaşında idi. Peygamber Hendek gazvesi günü İbn Umer onbeş yaşında iken yine onun karşısına gelmiş ve bu sefer onun harbe girmesi izin vermiştir.

134-.......Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde hendek işinde bulunduk. Müslümânlar hendek kazıyor, biz de omuzlarımız üzerinde toprak taşıyorduk. Rasûlullah (S):
"AHâhumme lâ ayşe illâ ayşu'l-âhire
Fağfir Hl-Muhâcirîne ve'1-Ensâri" (= Yâ Allah, yaşayış ancak âhiret yaşayışıdır. Sen Muhacirler ve Ensâr'ı mağfiret eyle!) beytim söyledi .

135-.......Humeyd et-TavîI şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işit*tim şöyle diyordu: Rasûlullah, hendek kazılan yere çıkıp vardı. Ora*da Muhacirler ile Ensâr'ın soğuk bir kuşluk vaktinde hendek kazmakta olduklarını gördü. Onların yanlarında kendileri adına bu işi yapacak köleleri yoktu. Rasûlullah bunların çektikleri zorluğu ve açlığı görünce: "Allâhumme inne'î-ayşe ayşu'l-âhire Fağfir Îil-Ensârî ve'1-Muhâcireh"
(= Yâ Allah, tam yaşama âhiret yaşamasıdır. Bunun için Sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e mağfiret eyle!) beytini söyledi. Orada bulunan sahâbîler de Rasûlullah'a cevâb vererek:
Nahnu'îlezîne bâyeû Muhammeden, Alel-cihâdi mâ bakıynâ ebeden
(= Bizler hayâtta kaldığımız müddetçe dâima cihâd etmek üze*re Muhammed'le bey'at edip söz vermiş kimseleriz) dediler .

136-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Muhâcirler'le Ensâr Medine etrafına hendek kazmaya ve sırtları üzerinde toprak taşı*maya başladılar. Bu çalışma sırasında onlar:
Nahnu 'lîezîne bâyeû Muhammeden Ale'l-İslâmi mâ bakıynâ ebeden (= Biz hayâtta kaldığımız müddetçe dâima İslâm üzerinde sebat edeceğimize Muhammed'e söz vermiş kim*seleriz) beytini söylerlerdi.
Enes dedi ki: Peygamber de onlara cevâb vererek:
"Allâhumnıe innehu îâ hayar illâ hayru'l-âhireh Fe-bârik fi'1-Ensâri ve'I-Muhâcireh"
(= Yâ Allah, âhiret hayrından başka hayır olmadığı muhakkak*tır. Onun için Sen bu işi Ensâr ve Muhacirler hakkında bereketli kıl) beytini söylerdi.
Yine Enes dedi ki: Sahâbîlere o zaman avucum (yâhud iki avuç) dolusu arpa getirilir, akabinde bu onlar için, eskiliğinden tadı ve ko*kusu değişmiş et yağı ile pişirilip yemek yapılır ve topluluğun önüne konulurdu. Topluluk aç oldukları hâlde bu yağın sertliği, bozuk tadı boğazda kalırdı; bu yağın hoşa gitmeyen bir kokusu da vardı .

137- Bize Hallâd ibn Yahya tahdîs etti: Bize Abdulvâhid ibnu Eymen, babası Eymen el-Habeşî'den -ki bu zât İbn Umer'in âzâdhsı idi- tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Ben Câbir'e geldim; o şöyle dedi: Bizler Hendek günü çukur kazıyorduk. Bir ara çok sert bir yer karşımıza çıktı. Bunun üzerine sahâbîler Peygamber'e geldiler ve:
— Hendek'te (taş parçası gibi) sert bir damar karşımıza çıktı, dediler.
Peygamber (S):
— "Ben hendeğe ineyim" buyurdu.
Sonra Peygamber karnına (açlıktan) bir taş parçası sarılmış ola*rak kalktı. Çünkü biz (hendek kazarken) üç gün yiyecek içecek bir-şey tatmadan orada kalmıştık. Peygamber sivri balyozu eline aldı ve o kayaya vurdu. O sert kaya ince kum gibi dağıldı. Ben:
— Yâ Rasûlallah, eve gitmeme izin ver, dedim. Evime geldiğimde eşime (Mes'ûd kızı Suheyle'ye):
— Ben Peygamber'de bir açlık hâli gördüm ki, artık sabrolunur şey değildir. Evinde yiyecek birşey var mı? diye sordum.
O:
— Yanımda biraz arpa ile bir keçi oğlağı var, dedi. Hemen keçi oğlağını kestim. Eşim de o arpayı öğüttü. Nihayet
eti çömleğe koyduk. Hamur mayalanıp fırına, çömleği de tandıra ko*nulduktan ve bunlar güzel pişmeye başladıktan sonra ben Peygam*ber'e geldim ve:
— Yâ Rasûlallah, biraz yiyeceğim var, bir veya iki kişi ile kalk buyur gel, dedim.
Rasûlullah:
— "Yiyeceğin ne kadardır?" diye sordu. Ben de mikdârım bildirdim.
— "O! Hem çok, hem de güzel!" buyurdu. Aynı zamanda:
— "Kadınına söyle! Ben evinize gelinceye kadar çömleği tandır*dan, ekmeği de fırından ayırmasın!" diye tenbîh etti.
Bunun ardından Rasûlullah orada bulunanlara:
— "(Ey hendek ahâlîsi!) Kalkınız (Câbir'in ziyafetine gideceğiz)/" buyurdu.
Bu umûmî da'vet üzerine Muhacirler ve Ensâr kalktılar. Câbir karısının yanına girince telâşından:
— Allah sana iyilik versin! Peygamber Muhâcirler'i, Ensâr'ı ve yanında bulunan kimseleri getiriyor, diye endîşesini belirtti.
Kadın:
— Peygamber yemeğimizin mikdârım sana sordu mu? dedi.
Ona:
— Evet sordu, dedim.
(Eşim: Madem ki biz evimizdeki yiyeceği Peygamber'e bildirdik, gerisini Allah ve Rasûlü bilir, dedi.)
Peygamber (hendek halkıyle evimizin önüne gelince yanındaki topluluğa):
— "Giriniz ve birbirinizi sıkıştırmayarak serbest oturunuz" bu*yurdu.
(Sahâbîler bölük bölük oturdular.) Sonra Rasûlullah kendi eliy*le (çömleği ve fırının kapağını açtı), ekmeği fırından alıp parçalama*ğa ve üzerine et koyup -çömleği ve fırını kapayarak- da'vetlilere sunmaya başladı. Rasûlullah bu suretle ekmek bölüp üstüne et koy*mağa ve -her defasında çömleği ve fırını kapayarak- hendek halkına dağıtmağa devam etti. Nihayet da'vetliler doydular. Yemek de arttı kaldı. Rasûlullah, Câbir'in kadınına:
— "Bu geri kalanı sen ye ve başkalarına da hediye et. Çünkü bütün insanlara açlık isabet etmiştir" buyurdu .

138-.......Bize Saîd ibnu Mînâ haber verip şöyle dedi: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan işittim, şöyle dedi: Ben hendek kazıldığı za*man Peygamber'de açlıktan dolayı şiddetli bir karın çekkinliği gördüm. Hemen kadınımın yanına döndüm de:
— Yamnda yiyecek birşey var mı? Çünkü ben Rasûlullah'ta şid*detli bir karın boşluğu ve çekikliği gördüm, dedim.
O bana içinde bir sâ' arpa bulunan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir besi oğlağımız vardı. Ben onu kestim. Kadınım da o arpayı öğüt*tü. O arpa öğütmeyi, benim oğlağı kesip ayrılmamla beraber bitirdi. Ben oğlağın etini parçalayıp, çömleğinin içine koydum. Sonra Rasû-lullah'ın yanına döndüm. Karım Suheyle, benim Rasûlullah'a dönü*şümün akabinde:
— Beni Rasûlullah ve beraberindekilerle mahcûb etme! dedi. Ben akabinde Rasûlullah'a geldim ve O'na gizlice:
— Yâ Rasûlallah! Biz bir oğlağımızı kestik, yanımızda bulunan bir sâ' arpayı da öğüttük; Sen ve beraberindeki on kadar insanla bi*ze buyur gel, dedim.
Bu teklifim üzerine Peygamber bağırıp:
— "Ey hendek ahâlîsi! Câbir ziyafet yemeği yapmıştır. Çabuk geliniz!" buyurdu.
Akabinde Câbir'e de:
— "Ben size gelinceye kadar çömleğinizi tandırdan indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın" diye tenbîh etti.
Câbir dedi ki: Ben eve geldim, Rasûlullah da geldi. İnsanlar da ilerliyorlardı. Ben karımın yanına geldim. Karım gelen insanların çok*luğunu ve yemeğin azlığını görünce, bana:
— Allah sana iyilik versin, Allah sana şöyle böyle yapsın! dedi. Ben de ona:
— Ben senin: Yemeğin azlığını Rasûlullah'a haber ver de beni rüsvây etme, dediğini yaptım, dedim.
Akabinde karım, Peygambere hamuru çıkardı. Peygamber onun içine ağzının suyundan attı da hamura bereket duası yaptı. Sonra da et çömleğine yöneldi, onun içine de ağız suyu attı ve bereket duası
etti. Sonra:
— "Ekmek pişirici bir kadın çağır da benimle beraber pişirsin,
sen de çömleğinizden kepçe ile et çıkar ve sakın çömleği tandır taşla*rının üzerinden aşağıya indirmeyiniz" buyurdu.
Oradaki topluluk bin kişi idi. Allah'a yemîn ederim ki onların hepsi yediler, yemeği bırakıp yemekten ayrıldılar; bizim et çömleği*miz olduğu gibi dopdolu idi, hamurumuz da olduğu gibi hiç eksilme*den hâlâ ekmek yapılır hâldeydi.

139-.......Âişe (R); "O vakit onlar hem üstünüzden, hem altı*nızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı. Ve siz Allah'a karşı türlü zannlarda bulunuyordunuz
(et-Ahzâb: ıo) âyeti hakkında:
- Bu âyetin içindeki işlerin hepsi Hendek günü oldu, demiştir.

140-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Hendek günü (top*rak kazılması yapılırken) Peygamber toprak taşıyordu. Hattâ karnı*nı toprak örtmüş -yâhud karnı toza bulanmıştı. Peygamber (bu sırada Abdullah ibn Revâha'nın) şu recezini söylüyordu;
Vallahi levîâ'llâhu mahtedeynâ Velâ tasaddaknâ velâ salleynâ Feenzüen sekîneten aleynâ Ve sebbiti'l-akdâme in lâkaynâ İnne'1-ulâ kad bağav aleynâ İzâ erâdu fitnelen ebeynâ
(= Allah'a yemîn ederim ki, Allah olmasaydı biz doğru yolu bu*lamazdık. Sadaka da vermez, namaz da kılmazdık. (Yâ Rabb!) Kâ*firlerle karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit tut, üzerimize sekînet -ma'nevî kuvvet- yânî sabır ve sebat indir. Şübhesiz onlar bizim üze*rimize saldırmışlardır. Onlar bize fitne ve fesâd yapmak istedikleri zaman kaçmayıp dayatırız.)
el-Berâ ibn Âzib: Peygamber (S) "Ebeynâ ebeynâ (= Kaçmaz dayatırız, kaçmaz dayatırız)/" kelimelerini söylerken sesini yüksel*tirdi, demiştir .

141-.......Şu'be şöyle demiştir: Bana el-Hakem ibnu Uteybe, (müfessir) Mucâhid ibn Cebr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben sabâ rüzgârı ile zafere ulaştırıldım. Âd kavmi ise debûr rüzgârı ile helak edildi" buyurmuştur .

142-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Âzib(R)'den işittim, o tahdîs edip şöyle dedi: Ahzâb günü olduğu ve Rasülul-lah (S) hendek kazdığı zaman hem Rasûlullah'ı hendeğin toprağından taşır hâlde gördüm, hattâ tozlar O'nun karnının derisini benden per-delemişti. Peygamber'in göğsü çokça kıllıydı. İşte Peygamber o hâl*de toprak taşırken, Abdullah ibn Revâha'nın şu kelimelerini şiir şek*linde okumakta olduğunu işittim; O şöyle diyordu:
"Allâhumme levîâ enie mahtedeynâ
Velâ tasaddaknâ velâ salleynâ
Feenzüen sekîneten aleynâ
Ve sebhiti'l-akdâme in lâkaynâ
İnne'1-ulâ kad bağav aleynâ
Ve in erâdu fitneten ebeynâ"
el-Berâ: Sonra Peygamber bu şiirin sonundaki "Ebeynâ" keli*mesinde sesini uzatıyordu, demiştir .

143-.......Abdullah ibnu Umer (R): Hazır bulunup harb yaptı*ğım ilk gün, Hendek günüdür, demiştir .

144-.......Abdullah ibmı Umer (R) şöyle demiştir: Siffîn vak'ası sırasında kızkardeşim Hafsa'yı ziyaret edip yanına girdim. O es*nada ablam yıkanmıştı da saç örgüleri su damlatır hâldeydi .
Ona:
— Alî ile Muâviye'nin hükümet da'vâsı gördüğün hâle girdi. (Mekke'de, Medine'de sağ kalan sahâbîleri bu işi müzâkere etmeye çağırıyorlar.) Fakat benim için emîrlik ve'meliklikten birşey takdir edilmemiştir (benim bu işle ilgim yoktur, onun için ben müzâkereye gitmeyeceğim), dedim.
Hafsa:.
— Buradan gidecek hey'ete sen de katıl. Çünkü Sufyânîler se*nin durumuna muhakkak bakıyorlardır. Senin gitmekten çekinme*ni, muhalefet sanmalarından korkarım, dedi.
Ve Hafsa, kardeşi İbn Umer'i iki hakemin toplanma yerine gön-derinceye kadar boş bırakmadı. (Nihayet İbn Umer, hakemlerin bu*lunduğu yere vardı ve aralarında cereyan eden dolambaçlı vakıada hazır bulundu.)
Hakemlerin hüküm vermesinden sonra insanlar dağılınca Muâ-viye kendisini halîfe sayarak bir hutbe yaptı da, hutbenin bir cümlesinde Alî'ye meyi ve mahabbeti olan Abdullah ibn Umer'le babası Umer'e ta'rîz edip:
— Bu halifelik işi hakkında her kim benimle konuşmak isterse yüzünü bize göstersin! Muhakkak ki, biz halifeliğe hem ondan, hem de babasından (yânî Umer'den) daha haklıyız! demiştir .
Küçük yaşta bir sahâbî olan râvî Habîb ibn Mesleme, tbn Umer'e:
— Sen Muâviye'ye cevâb vermedin mi? diye sordu. Abdullah ibn Umer:
— Hemen maşlahımın bağını çözdüm de ona: Bu halifelik işine senden daha haklı ve daha lâyık olan, Uhud günü, Hendek günü is*lâm'ı korumak üzere sana ve baban Ebû Sufyân'a karşı harb eden kişidir (yânî Alî'dir), demek istedim. Fakat İslâm topluluğunun ara*sını açacak, kan dökecek ve istemediğim ters bir ma'nâya hamlolu-nacak bir kelime söylemekten korktum. Ve o anda Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını hatırladım (da Muâviye'ye karşılık ver*medim), demiştir.
Abdullah ibn Umer'in bu sözlerini dinleyen Habîb ibnu Mesle*me -Muâviye taraf darı olmakla beraber- onun görüşündeki doğrulu*ğu takdir ederek:
— Sen Allah tarafından bir fitneden korunmuş ve büyük bir fe*nalıktan muhafaza edilmişsin! demiştir.
Buhârî'nin şeyhi Mahmûd ibn Gaylân el-Mervezî, Abdurrazzâk'-tan gelen bir rivayetinde saç örgüleri ma'nâsında olarak geçen "Nesvâtuha" kelimesi yerine vâv'ın sîden öne alınmasıyle "Nev-sâtuha" şeklinde söylemiştir .

145-.......Süleyman ibnu Sured (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb günü (müşriklerin oradan ayrılmaları üzerine): "Artık biz onlara karşı gidip harb edeceğiz. Onlar bize harb edemiyecekler" bu*yurdu .

146-.......Ben Süleyman ibnu Sured(R)'den işittim, şöyle diyor*du: Ben Peygamber(S)'den işittim, müşrik orduları oradan çıkarıldı*ğı zaman: "Artık şimdiden sonra biz müşriklere karşı gidip harb edeceğiz. Onlar bize harb edemeyecekler, biz onlara doğru yürüyece*ğiz" buyuruyordu .

147-.......Hişâm ibn Hassan, Muhammed ibn Şîrîn'den; o da Abîde'den; o da Alî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) Hendek harbi günü: "Allah düşmanların üzerine (dirilerken) evlerine ve (ölülerken de) kabirlerine ateş doldursun! Nitekim onlar bizleri orta namazın*dan alıkoydular, nihayet güneş battı" diye beddua etmiştir*

148-.......Bize Hişâm ibnu Hassan el-Kardûsî, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Câbir ibn Abdillah'tan tahdîs et*ti ki, Umer ibnu'I-Hattâb (R) Hendek günü güneş battıktan sonra geldi ve Kureyş kâfirlerine sövmeye başladı ve:
— Yâ Rasûlallah! Nerdeyse güneş batıncaya kadar ikindi nama*zını kılamıyordum, dedi.
Peygamber (S):
— "Vallahi ben de kılamadım" buyurdu.
Akabinde Peygamber'in beraberinde Bathân Deresi'ne (yânı Me-dîne vadisine) indik. Peygamber namaz için abdest aldı, biz de na*maz için abdest aldık. Müteakiben Peygamber güneş battıktan sonra önce ikindi namazını, sonra onun ardından da akşam namazını kıl*dırdı .

149-.......Muhammed ibnu'l-Munkedir şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ahzâb harbi günü Rasûlullah (S):
— "Kurayza oğulları topluluğunun haberini bana kim getirir?" diye sordu.
ez-Zubeyr:
— Ben (getiririm), dedi. Sonra Rasûlullah yine:
— "O kavmin haberini bana kim getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:
— Ben (getiririm), diye cevâb verdi. Sonra Rasûlullah tekrar:
— "O kavmin haberini bana kim getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:
— Ben, diye cevâb verdi. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Her peygamberin bir havarisi (yânî hâlis yardımcısı) vardır; benim havarim de ez-Zubeyr'dir" buyurdu .

150-.......Ebû Hureyre(R)'den (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) zaman zaman "Lâ ilahe illellâhu vahdehû... Allah'tan başka hiçbir ilâh yok, yalnız O vardır. Allah ordusunu azız kıldı. Kuluna yardım etti. Tek olarak Arab kabilelerini yendi. Allah'tan başka hiçbirşey{in hakîkî varlığı) yoktur" .

151-.......İsmâîl ibn Ebî Hâlid şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) toplanıp ge*len Arab kabîleleri aleyhine duâ etti de, şunları söyledi: "Yâ Allah! Ey Kitâb'ı indiren, ey (düşmanlarla) hesabı tez gören (Rabb'im)/ Sen Medine önünde toplanan şu Arab kabilelerini dağıt! Yâ Allah! Sen onların topluluklarını kır, irâdelerini sars!" .

152-.......MûsâibnUkbe, Sâlim'den veNâfi'den; onlar da Ab*dullah ibn Umer(R)'den şöyle haber verdiler: Rasûlullah (S) gazve*den yâhud haccdan yâhud umreden döndüğü zaman evvelâ üç kerre tekbîr eder, sonra da şöyle derdi:
"Lâ ilahe illellâhu vahdehu lâ şerike lehû, LehuH-mulku ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli şey'in kadir. Âyibûne, tâibûne, âbi-dûne, sâddûne H-Rabbinâ hâmidûn... = Allah'tan başka tanrı yok, yalnız O vardır. O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nun-dur. O herşeye güç yetirendir. Hepimiz O'na dönücüleriz, tevbe edi*cileriz, ibâdet edicileriz, secde edicileriz. Yalnız Rabb'imize hamd edicileriz. Allah va'dinde doğru oldu, kuluna yardım etti de yalnız olarak Arab topluluklarını hezimete uğrattı"