Dağlan ve kuşları, Dâvûd ile birlikte tesbîh etmek üzere ram etmiş*tik. Bunları yapanlar bizdik" (ei-Enbiyâ: 74).
"Şâmm hakkı için Davud'a bizden birfadl verdik: Ey dağlar çınla*yın onunla beraber ve ey kuşlar! dedik ve ona demiri yumuşattık." (Sebe': 10)
"Hakîkaten sânım hakkı için Davud'a, en güzel inâbe etmiş olan Dâ*vûd Peygamber'e bizden, bizim tarafımızdan, yânî ale'1-âde değil, ilâhî azameti ayrıca bir hususiyetle ifâde eden, mahzâ ilâhî bir atıyye, fevkalâ*de bir mu'cize olarak bir fadl, o vakte kadar diğer peygamberlere verilen*den fazla bir âyet, bir ni'met verdik. Şöyle ki (Yâ Cibâlu evvibî maahu): Ey dağlar, dedik, onunla beraber te'vîb yânî tercî' yapın, ötün, çınlayın! (Ve't-Tayraı) Siz de ey kuşlar!- Yukarıda geçen el-Enbiyâ: 74. âyeti, gele*cek olan Sâd Sûresi'nin 17-19. âyetleri bunun tefsiri demektir. Yâ'nî Dâ-vûd'a öyle güzel bir ses, öyle şanlı bir edâ verilmişti ki, akşam sabah tesbîh ettikçe onun sesine bütün dağlar ve kuşlar iştirak eder, çınlar öterlerdi. Demek ki, güzel sesle hüsnü elhân Davud'un husûsî bir fazileti, kuşları dahî başına toplayan bir mu'cizesi olmuştu. Bu ma'nâ iledir ki, Dâvûdî savt meşhur olduğu gibi, Davud'un mezamiri de meşhurdur. Bu güzel san'-atı, İslâm'da mutlak surette kötülenmiş zannedenler olmuştur. Fakat bil*mek lâzım gelir ki, kötülenmiş olan fısk lahinleridir. Yoksa Kur'ân okurken tertîl ve savt güzelleştirmesi emredilmiştir. Bu bâbda sahîh hadîs kitâbla-rında hayli hadîsler vardır. Birçokları gınanın, yânî mûsikînin te'sîrini rû-hânî zannederler. Böyle bir zann, ruhu hevâ zannetmektir. Ses bir hevâ ihtizazı olduğu için mûsikînin doğrudan doğruya verdiği te'sîr ve heyecan, bir buse zevki gibi cismânî ve asabî bir te'sîrdir. Teğannî ancak bir keli*menin, bir kelâmın ma'nâsını ruha duyurmağa hizmet etmesi i'tibâriyle-dir ki ruhanî bir kıymet olabilir. Fısk ehli, hep şehevânî mevzûlarla cismânî heyecan aradığı için, ma'nâyı öldürerek sâde â'sâba basan kuru nağme*lerle cismânî te'sîr arar. Bu ise rûhânî şuuru terbiye değil, ifna eder. Belki fâsık için bütün şuurundan geçip akletmez bir mest olmak bir zevktir. Fa*kat dînin, şer'in vermek istediği zevk bu değil, güzel ma'nâlı, mukaddes şuurlu bir hayât yaşatmaktır. Seri' istiyor ki Kur'ân okunurken ses güzel-leştirilsin, teğannî edilsin, ancak nazmı bozarak, ma'nâyı unutturarak kuru ses ta'kîb eden fısk ehli lahinleri ve nağmeleriyle değil, elfâzm tecvidini, fesahatini bozmayarak, ma'nâsını belâğatinin incelikleriyle duyarak şu*urlu bir hayât yaşatacak olan bir lahn ile okunsun ki, buna Peygamber'in
hadîsinde "Yuhûnu Arab" ta'bîr buyurulması, biz Kur'ân okurken Hz. Davud'un mu'cizesini yaşamış oluruz. Nitekim Kur'ân'ı güzel okuyan hak*kında "Âlu Davud'un mizmârlarından bir mizmâr verilmiştir" diye sita*yiş buyurulmuştur. Hz. Davud'un dağları teshir eden, uçan kuşları durduran mu'cizesi de kura bir ses oyunundan ibaret mücerred terennümler değil, ruhtan kopup Huda'ya arz olunan takdisler ve teşbihler idi. Nite*kim bu ma'nâyı belâgatle ifâde için onun maiyyetinde dağlar zevi'1-ukûl gibi gösterilerek "Fa Cibâlu " diye nida "Ve't-Tayra" onun mahalline atıf edilmiştir. Dağlar, kuşlar böyle musahhar olduğu gibi ve ona demiri de yumuşattık. (Hakk Dîni, V, 3946-3949).
Onlar ne derlerse sabr et. Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud'u hatır*la. Çünkü o çok tercîyapar(evvâb) idi. Çünkü biz dağları (kendisine) mu*sahhar kıldık ki, bunlar akşamleyin ve işrâk vakti -kuşluk vakti- onunla birlikte durmayıp tesbîh ederlerdi. Toplanıp gelen kuşları da. Toplu ola*rak hepsi onun için tercî' yapar(ewâb)idi (Sâd: n-19).
"Evvâb, Tevvâb vezninde Evb'den mubâleğah ismi faildir. Evb, Râ-gıb'ın beyanına göre rucûun bir nev'i, iradî olan kısmıdır. Dönülmesi lâ*zım gelen yere dönmek demektir. Bu ma'nâdan Evvâb, Tevvâb gibi Allah'a çok rucû' eden demek olur. Onun için burada 1 Jjı sur jı £Wj« diye tef-sîr etmişlerdir. Ancak reccâ', hem rucû'dan, hem de müteaddîsi olan re-ci'den olabilir. Reci* ise irca' ve tercî' man'âlarına geldiğine ve seste tercî', nağme ve ahenk yapmak veya sadâ vermek demek olduğuna göre reccâ', iyi tercî' yapan mürecci' ma'nâsıni dahî ifâde etmiş olur. Nitekim L- • * juUW (Sebe': ıo) de bu ma'nâ açıktır. Bu münâsebetle evvâb, Mucâhid'-den rivayet olunduğu üzere bir de müsebbih, çok tesbîh eden ma'nâsına tefsîr edilmiştir ki Ebu's-Suud bunun vechinde şöyle diyor: İkinci evvâb, müsebbi yerine konmuştur, çünkü tesbîhi tercî' yapıyordu, mürecci' de reccâ'dır. Çünkü ard ardına fiiline rucû' eder durur. Evvâb, Allah Taâ-lâ'ya çok rucû' eden tevvâb demek olduğuna göre de çok tevbekâr olanın âdeti çok zikru tesbîh ve takdîs etmektir. Kaamusda evb, kasd ve istikaa-met ira'nâlarına dahî geldiğinden evvâb, çok doğru ve azimkar demek de olabilir. Şu halde evvâb bir çok ma'nâlara muhtemil bir kelime olduğun*dan hepsini aynı bir kelime ile terceme kaabil olmıyacaktır. Evvelâ Allah'a rucû' sûfîlerin iradî mevt ta'bîr ettikleri fena fillah makaamıdır ki tevbe ve inâbe bunun başıdır. Bu makaamda sâdır olan her kuvvet ilâhîdir. Onun için te'yîd ve kuvvetinin illetinde şöyle buyuruluyor. Çünkü o bir evvâb idi. • *~ JM-ı ^s~ w > Hakîkaten biz dağlan onun maiyyetinde musahhar kılmıştık. Öyle ki dağlar < ji^vtj^ı,^^-.»akşam ve işrak vakıtları tes*bîh ederlerdi. Bunun zahiri onunla beraber sesle tesbîh etmeleri, onun tes-bîhine te'vîb ve tercî' tarikiyle cevâb vermeleridir. Rasûlulah'm avucunda taşların tesbîhi kabilinden olduğu da söylenmiştir... (Hakk Dîni, VI, 4086-4090).
70-.......Ebû Musa'dan, Peygamber (S) ona hitaben: "Yâ Ebâ Mûsâ! Muhakkak sana Dâvûd Peygamberin nağmelerinden bir nağme -bir sadâ ahengi- verilmiştir" buyurdu