KALB ve HAVATIR
İnsanın iki yönlü cephesi vardır. Bunlardan birisi fiziki cephesi olan dış cesedi, diğeri ise ahlaki cephesi olan manevi yönüdür. Tasavvufta ağırlık verilen en ziyade husus, insanın kalbi ile alakalı hususlardır. Çünkü bu kalp ne kadar düzgün ise, insan o ölçüde selamettedir. Resulullah (sav) efendimiz:
- ‘Dikkat ediniz! Bedende bir et parçası vardır ki, o düzgün olursa, cesed’de düzgün olur. Eğer o bozuk olursa, cesed’de bozuk olur. İşte o kalp’tir’ buyurdular.
(1) Bu bakımdan Kalb,’ın latif bir nurudur. İnsanın özü, kalbin bu latif olan nur kısmıdır. Kalpten anlaşılan şey, gerçekte akıldır. Yoksa sol göğsün altındaki et parçası değildir. Ancak onunla bağlantısı olduğu için, ona da kalp denilir. Çünkü kalbin içinde cereyan eden bir takım haller, onda da belirir. Bu yönüyle kalbin menzillerinden bir menzil olduğu söylenir.
Kur’an da iki çeşit kalpten söz edilir. Birisi övülür, diğeri yerilir. Övülen kalp, zikrin tesir ettiği kalptir. Buna SELİM KALB tabiri kullanılır.
(2) Selim kalp, şüphelerden arınmış, şirkten uzaklaşmış ve manen sıhhatte olan kalptir. Yerilen kalp ise, zikrullahın tesir etmediği kalptir. Buna da KASVETLİ KALB tabiri kullanılır.
(3)
Kalb, bütün bilgilerin süzülerek kendisinde toplandığı bir pota hükmündedir. İnsan, beş duyusu ile ve keşf ve ilhamla bu bilgilere ulaşır. Elde ettiği bütün bilgiler, kalbinde toplu hale gelir. Denilmiştir ki: Alemde bulunan her şeyin bir benzeri, insanda da mevcuttur. İnsanda bulunan her şey, kalbinde de mevcuttur.
Bu bakımdan bütün bilgilerin süzülerek gelip yerleştiği yer Kalptir. Ancak kalbe yerleşen bilgilerin Dinen geçerliliği, iman esaslarına uygun düşmesi ile mümkündür. Şu halde imanın kalbe istikamet vermesi ile elde edilen bilgiler hakiki bilgi olabilsin. Nitekim imanın selameti, şüpheden uzak oluşu, kalbin istikametine bağlıdır. Konumuzla alakalı olarak Resulullah (sav) efendimiz: ‘Kulun imanı, kalbi düzelmedikçe, kalbi de lisanı düzelmedikçe istikamet bulmaz’ buyururlar.
(4) Bu, şu demektir: Kalb, temiz ve iyi olunca, beden iyi işler yapar. Kalb bozuk olunca, bütün uzuvlar hep kötü iş yapar. Bunun için vücudda bulunan bu et parçası düzgün olduğu ölçüde, beden de düzgündür demektir.
Zünnun-u Mısri (ks) buyurur ki: “Kalbin bir saatlik temizliğini muhafaza edebilmesi, insanların ve cinlerin ibadetlerinden daha üstündür. İçinde resim ve heykel bulunan bir eve melek girmezken, içinde’tan başka şeyler bulunan kalbe HAK’kın nurları nasıl girer?” demektedir.
Kalbin kötü duygulardan arınması,tealayı çok zikretmeye bağlıdır. Bu hususta Rabbimiz (cc)’un: “Dikkat edin ki kalpler, ancak
’ın zikri ile mutmain olur.”
(5) ayeti bunu anlatır. Şu halde, kalbi kötü duygulardan arıtmak, tasfiye ve takviye etmek için zikre devam edilmesi lazımdır. Zikre devam ise, ona vesile olan her türlü vasıta ile olmalıdır. Bu itibarla zikrullahın kalbi tamir ettiği hakikat kazandığına göre, zikrin sürekli olması gerekiyor. İnsan bunu kendi üzerinde gerçekleştirmesi için, mutlaka böyle seçkin bir topluluğun yardımına ihtiyacı vardır.
Tasavvuf alimleri, insanın kalbini kötülüklerden temizlemek hususunda çok gayretler göstermişlerdir.
KALBE GELEN HAVATIR
Havatır’a gelince; havatır, içgüdüsel hatıralar demektir. Bu, kalpte cereyan eden hususlardandır. İnsanın bir takım yön ve ciheti bulunduğu gibi, kalbin de bir takım yönleri bulunur. Bu yönlerden kalbe çeşitli duygular gelir. Tasavvuf ehli bunları şöyle tesbit etmişlerdir: Kalpte dört tane pencere vardır ki, bunlardan bir tanesi Rabbimize ait.teala kuluna hitap ettiği vakit, kalbin üst tarafından sıcak bir duygu ile seslenir. Bu hal zuhur ettiği zaman, bedenin tamamı adeta kulak haline gelir ve o hitabı işitir. Buna Kur’an’da ‘SEKİNE’ tabir edilir. Tasavvuf ehli de bunu: ‘KATIR-I HAK’ diye isimlendirmişlerdir. Yani Hak tealadan kalbe sızan damlacıklar, demektir. Bunun Kur’an’dan delili şu ayettir:
- ‘Mü’minlerin kalplerine ‘Sekinet’ indiren O’dur.’ (6)
Ayette geçen ‘SEKİNE’ tabiri, kulun kalbine bizzattealanın koyduğu duygudur. Kul Rabbinin hitabını kalbinde duyduğu vakit, o bir anlık halin lezzeti, alemlerden çok çok leziz ve kıymetlidir. Kalbin huzur ve selameti böyle elde edilir.
İkincisi Meleklere ait. Bu da kalbin sağ tarafından gelen bir duygudur ki, buna: ‘İLHAM’ denilir. İlham,(cc):
- ‘Ve ona günahı da, Takvayı da İlham edene and olsun!’ (7) buyurur ki, bunu bazen vasıtasız, bizzat kendisinin İlham etmesi veya rahmet meleklerinden vazifelendirdiği elçileri ile, kulun kalbine bunları koyar. Tasavvuf alimleri ‘Keşf’ ve ‘İlham’ bahsinde, İlhamla elde edilen bilginin daha doğru bilgi olduğunu savunmuşlardır.(8)
Üçüncüsü Nefse ait. Nefis, insanın derununda var olan bir kuvvettir ki, insan onun sebebi ile diğer varlıklara üstün kılınmıştır. Ancak bu nefis, kötülüğü emretmesi münasebeti ile, Şeytanın insana üstün gelmesine ve Rabbine asi olmasına yol açmaktadır. Nefsin kalbe koyduğu duygulara: ‘HEVACİS’ denilir. İnkar duygusu, demektir. İnsan bunun her zaman farkında olmayabilir ama, Rabbimiz her an bizi gözetip kollamakta olduğunu ve nefsin kişiye verdiği duyguları bilmekte olduğunu bize haber veriyor:
- ‘And olsun ki insanı biz yarattık ve kendisine nefsinin vermiş olduğu vesveseyi biz biliriz. Çünkü biz ona Şah damarından daha yakınız’ (9) Tasavvuf ehli bu duygunun, kalbe alt taraftan geldiğini söylemişlerdir.
Dördüncüsü ise Şeytana ait. Şeytandan gelen duyguya: ‘VİSVAS’ adı verilir ki, vesveseler, kuruntular demektir. Kalbin sol tarafından gelen şüpheci duygulardır. Bu, şüpheden ileri geçmeyen, fakat uyulduğu zaman imana ve amele çok zarar verebilen bir duygudur. Kul bu duygularla meşgul olmadığı sürece dininde ve dünyasında selamet üzeredir. Rabbimiz (cc) şeytandan ulaşan bir vesvese durumunda kendisine sığınmamızı bize emreder:
- ‘Eğer sana şeytandan bir vesvese dokunacak olursa, hemen’a sığın. Gerçekten O hakkıyla işitici ve kemali ile bilendir.’ (10)
Gönül evi dediğimiz kalp, şeytanın ve nurani hikmetlerin uğradığı bir istasyon hükmündedir. Eğer gönül evi,’ın nuru ile nurlanmış ve basiret frekansı Hakka açık olan Kamil Velilere ait bir istasyon olursa, o evde Velilerin sofrası kurulur. Nasıl ki, zenginlerin sofrasında dünya malı, Devlet adamlarının sofrasında yönetimle alakalı işler konuşulursa,
dostlarının sofrasında da,
’ın sıfatları, eşyanın hakikati konuşulur. Böylece, gönül evi gafletten arınmış, varlığının gayesine tam olarak erişmiş olur. Aksi takdirde gönül evi, canavar yatağı olmaktan kurtulamaz.
Netice olarak; kalp dört tarafı açık bir istasyon gibidir. Bu istasyona gelen duygular kimi zaman faydalı, kimi zaman da zararlı bilgiler olmaktadır. Kalbin istikamet üzere bulunması sayesinde ancak bu duyguların mahiyeti anlaşılır. Bunun için de kalp alemine nüfuzu olan Kamil Mürşidlerin terbiyesine girerek, bunların kaynağına inmek gerekmektedir. Zira onlar kalp mütehassısıdırlar!
Hazırlayan
Mustafa URGENÇ
Dipnotlar
1-) Kütüb-i Sitte Muhtasarı c 13 s 493 mütercim Prof. Dr. İbrahim Canan
2-) Kur’an-ı Kerim Şuara suresi ayet 89
3-) Kur’an-ı Kerim Zümer suresi ayet 22
4-) Müsned-i Ahmed hadis rakamı 12575 müellif İmam Ahmed b. Hanbel (Hadisi İmam Ahmed merfu ve muttasıl bir senedle rivayet etmiştir. Başka rivayet boyutu yoktur. Ancak hadis sahihtir. Hadisimiz imanın cüz’lerinden olan hususları ihtiva etmekte ve kalbin salahına itina gösterilmesini öğütlemektedir.)
5-) Kur’an-ı Kerim Ra'd suresi ayet 28
6-) Kur’an-ı Kerim Fetih suresi ayet 4
7-) Kur’an-ı Kerim Şems suresi ayet 7
8-) Sufi Şeyhler; İlham ve Keşf bilgisini doğru bilgi elde etme hususunda bir kaynak kabul ederler. Çünkü onlar, kalplerinin tahliye ve tasfiyesi ile meşgul olduklarından, temiz kalplerine doğan Rabbani bilgileri, kendilerini Şeriata götüren en doğru ve en özlü bilgi olarak kabul ederler. Kalplerine gelen ve: Varidat denilen Rabbani duygularla yürüyen bir Sufi, sıkıştığı bir meselede kalbine müracaat ederek, o meseleyi kendi iç aleminde çözerek izaha kavuşturur. Bu formül ile rivayet edilen haber, eser ve hadisleri tetkik ederek, haberin sıhhatine bir anda nüfuz ederler.
Ancak bu hal, Kelam ve Fıkıh bilginlerince kabul görmemiştir. Onlara göre doğru bilgi, Akıl, Havass-ı Selime ve Nakildir. Sufi Şeyhlerin ortaya koydukları bu görüş, her ne kadar bazı Kelâmcılar tarafından kabul görmese de, gerek Kelamcılardan ve gerekse Fıkıhçılardan aynı formülle hareket edenlerin varlığı da bir hakikattir. Hatta büyük Muhaddis İmamların sıhhatine hükmettikleri hadislerde aynı formüle müracaat ettiklerini görmekteyiz. Hal böyle olunca, Ulemadan bazılarının kabul etmemesi, bunu terk etmeye sebep olamaz. Dinin özüne nüfuz eden bir Sufi, kalbini kontrol etmede de ihtisas sahibidir. Bu sebeple, onun kalbine gelen hatıraları ayırt etmesi mümkündür.
Onun için de, kalbine gelen bu özel varidatla amel etmesi caizdir. Hatta kendisine uyanların bile amel etmelerinde bir sakınca yoktur. Fakat yediğine ve içtiğine dikkat etmeyen kimsenin, kalbine gelen duyguları çözebilmesini, muhal olarak kabul etmişlerdir.
9-) Kur’an-ı Kerim Kaf suresi ayet 16
10-) Kur’an-ı Kerim A’raf suresi ayet 200