Hz.Eyüp (a.s.) Yarasındaki Kurtlanma Meselesi


Ömer Nasuhi Bilmen Efendi de Muvvazah İlm-i Kelam isimli eserinde konuya temas ediyor. Bu açıklama ile paralel deri altında bir hastalık olduğunu yazıyor ve peygamberlerde tiksindirecek bir halet olmayacağını vurguluyor.

bu yalnış bilinen mesele hakkında insanlar aydınlatılmalı :


Sabır, sebat ve teslimiyet timsâli olan Eyyub Aleyhilsselâm varlıkta ve darlıkta şükürden asla ayrılmayan, en mesut günlerinde ve en muztarip anlarında Allah'a ulan bağlılığından zerre kadar kopmayan müstesna bir insandı.

Hz. Eyyub'un canlı bir örnek olan hâli ve kıssası Kur'anı-ı Kerimde yer almaktadır. Onun uzun süren dayanılmaz bir hastalığa müptelâ olduğu, fakat bu İlâhî imtihanı Ustun azmi ve sabrı neticesinde kazandığı, sonunda Rabbine yaptığı niyazı sayesinde sıhhat ve afiyete kavuştuğu anlatılmaktadır.

Hz. Eyyub'un (a.s.) kıssasının tafsilatına tefsirlerimizde yer verilirken, sancılı bir hastalığa tutulduğu bildirilmektedir. Öyle ki, vücudunun her tarafını saran yara ve ağrılar sadece kalb ve diline ulaşmamış; ne zaman ki, Allah'ı zikrine mâni olacak şekilde ağrılar kalp ve diline ilişince sadece "ubudiyet-i İlâhiye için" Allah'a iltica etmiş, duasının kabul edilmesiyle de bu musibetten kurtulmuşlar.

Hz. Eyyub'un bedenindeki yaralar ve yaralardan meydana gelen kurtlar (mikroplar), bakınca görenleri tiksindirecek, halkı kendisinden nefret ettirecek bir vaziyette değildi. Onu görenler ağır bir hastalık içinde bulunduğunu biliyorlar, ancak ondan tiksinip kaçmıyorlardı. Çünkü onda öyle bir hal yoktu. Günümüzde verem ve kanser gibi yaygın halde bulunan birtakım iç hastalıklar vardır ki, dıştan bakışta hastada bir yara ve hastalık belirtisi görülmemekte, bakanlar bir tiksinti duymamakta, fakat hasta dayanılmaz bir acı içinde kıvranmakta ve için için erimektedir. İşte Eyyub Aleyhisselâmın hastalığı da böyle hariçten görenleri iğrendirecek bir hastalık değildi. Çünkü peygamberler halkın nefretine sebep olacak arızalardan uzaktır ve Allah tarafından korunmuştur. Peygamberlerin tiksindirici şeylere müptelâ olmaları, peygamberliğin bir icabı olan halkla bir arada olmaya, insanları hak ve doğru yola davete mâni olan bir durumdur. Bu ise "nübüvvet" hikmetine uygun değildir.

Yani, Hz. Eyyub bir peygamber olması dolayısıyla Allah tarafından insanları hakka ve hidayete çağırmakla vazifeliydi. Böyle iğrendirici bir hastalığa yakalansaydı, esas vazifesi olan tebliği ve dine daveti yapamazdı. Zaten malının, mülkünün, çoluk ve çocuğunun elinden alınması ve sonunda derin bir hastalıkla imtihana tâbi tutulması, neticede tahammül gösterip sabretmesi, insanlara bir örnek gösterilme hikmetine bağlıdır.


Kaynak:

Hülâsatü'l-BeyâııSî-Tefsiri'l-Kıırân, 9:3469.

Mehmed Paksu