"Zulümle (haksız yollarla) yetimlerin mallarım yiyenler, karınla*rına yalnızca ateş yiyorlar (dolduruyorlar). Böylece alevli bir ateşe girecekler" (Nisa 10), "Allah'a verdikleri sözü (yaptıkları anlaşmayı) iyice pekitirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın birleştirilmesini istedi*ği (aile ve akraba bağları gibi) şeyleri kesenler ve yeryüzünde boz*gunculuk çıkaranlar var ya işte lanet onların hakkıdır. Yurdun en kötüsü (cehennem) de onlarındır." (Ra'd 25), "Yoksa, size (yönetim) sorumlulukları yüklenildiğinde (işbaşına geldiğinizde) yeryüzünde bozgunculuk yapacağınızı ve akrabalık bağlarını koparacağınızı mı ummuştunuz? İşte bu tipler öyle kimselerdir ki, Allah onlara, la'net et*miş, sağırlaştırmış ve gözlerini de kör etmiştir." (Muhamtned 22-23)
"Allah'a verdikleri sözlerini ve ettikleri yeminlerini az bir para karşılığında salanlar var ya işte onların ahiret hayalında İyilik ve hayır adına hiçbir payları yoktur. Kıyamet gününde de Allah onlara bakmayacak ve onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar İçin acı bir azap vardır." (Al-i İmran 77)
İşte bu ayetlerde anlatıldığı gibi her günah, sahibini cennete giremeye*ceği, hatta cennetin kokusunu dahi alamayacağı hususunda uyarıyor ve kor*kutuyor. Bu tip günahları işleyenlerin Müslüman olamayacağını, onların gü*nahkârlardan olduklarını söyleyenler olmuştur. Bunların tümü büyük günah*lardandır. Nitekim "(akrabalık bağlarını, Allah ile olan ilişkilerini vs.) kesen*ler cennete giremezler", "kalbinde zerre kadar kibir olanlar cennete gire*mezler", "bizi aldatan bizden değildir", "bize silah çeken bizden değildir", "zina eden kimse mü'min olduğu halde zina etmez, hırsız mü'min olduğu halde hırsızlık etmez, içki içen mü'min olduğu halde içki içmez" ve "insan*ların Örnek alıp durdukları şerefli bir kimse yağma yaparken mü 'min olarak yağma yapmaz" sözleri bir anlamda mü'min kimsenin durumunu anlatmak*tadır. Burada anlatılmak istenen Mürcie ekolünün savundukları değildir. Zira, "insanın mü'min olduğu halde bir iş yaparken imanın kendinden uzaklaşarak adeta sürgün edilmesi insanın seçme sınırları içerisinde değildir" demek iste*miyoruz. "İnsan imanın kendisine lazım olmadığı Gmanh bir halde iken o işi yapamayacağı) bir zamanda onu bir kenara bırakmıştır" diyerek de böyle bir kimsenin kâfir olduğunu söylemiş ve Hariciye fırkasını haklı çıkarmış da de-ğiiiz. Ayrıca bunları sıralayarak Mu'teziİe ekolünün savunduğu gibi "böyle bir fiili işleyenlerin imanla hiçbir bağlılıkları kalmaz hem de onlar bu işi yap*makla sonsuza dek çıkmamak üzere cehenneme müstahak olmuşlardır" da demiyoruz.
Tüm şu serdettiğimiz fikirler geçersizdir. Bunlar hakkında daha geniş a-çıklamaları başka yerlerde dile getirmiştik. Vaad ve vaid (korkutma) bakımla*rından mutlak mü'min, Allah'ın farz kıldıklarını (emirlerini) yerli yerinde ya*pıp yasakladıklarından kaçındığı için herhangi bir ceza görmesi sözkonusu olmaksızın cennete girmeye hak kazanan kişidir. Yukarıda sıraladığımız suç*ları işleyen şahıslar da genel anlamda mü'miridirler. Büyük günahları işleyen*ler büyük günahlara verilen cezanın sözkonusu olması nedeniyle mutlak müminlerden sayılmazlar.
Bu açıklama imanın gerçekliği veya imanın olgunluğunun bu fiillerin iş*lenmesi sonucu sürülmesi, yani İnsandan uzaklaşması fikrini savunanların görüşünü yansıtmaktadır. İmanın böylesine sürgünlüğü ile onlar tercih olu*nan bir iman olgunluğunun sürülmesini kasdetmiyorlar. însan eğer tercih o-lunan ve hoş karşılanan iman olgunluğunu terkederse onun için ne kötüle*me ne de cehennemle korkutma sözkonusu olamaz. İslam hukuk bilginleri diyorlar ki: Gusüi (boy abdesti) İki kısma ayrılır: Kâmil (olgun-mükemmel) gusül ve kendisiyle yetinilen gusüi. Mükemmel guslü terkedip de yeterli gus-le yönelen bir kimse kötülenecek değildir... Burada da durum aynıdır: İma*nın mükemmelliğinin terkedilmesi, müstahab (tercih oiunan) olgunluğun ter*kedilmesi demektir," Fikrini savunanlar yanılgı içerisindedirler. Böyle bir söz yabanıl bir açıklama gibidir. Aslında iman olgunluğunun terkedilmesi, vacip plan iman olgunluğunun terkedîlmesini kaçınılmaz duruma getirir, yoksa müstahap bir olgunluğu değil. Bu anlama dikkat edilecek olursa Allah ve Re*sulünün kabul etmeyip terkettiği diğer şeyleri andırmaktadır. Mesela,. "Mümin dediğin o kimselerdir ki, Allah'ın adı anıldığında kalpleri tit*rer. Allah'ın ayetleri kendilerine okunacak olursa ayetler onların i-manlarını artırır. Onlar da Rabblarma tevekkül ederler. Onlar na*mazlarını kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden in/ak ederler. İşte onlar gerçek mü'm İnlerin Ut kendileridir. Rabblan katında onlar için dereceler, mağfiret (bağışlanma) ve tükenmez hoş rızıktar var." (Cnfal 2-3-4) diyen ayetlerde mü'mirilerin nitelikleri sıralan*makladır.
Mesela, "Emanete ihanet eden (emanet diye bir kavram tanımayan) kimsenin imanı yoktur" ve "Ahd (yemin, birini inandırıp itimat veren söz, antlaşma) tanımayan kimsenin dini yoktur" hadislcrindeki "imanın olmayı*şı" ve "dinin olmayışı" keyfiyetleri; "Ümmii'l Kuran (Fatiha Suresi) okunmaksızın namaz olmaz" hadisindeki kavram gibidir. Bu tip kavramların Ör*nekleri pek çoktur. Burada, terk edilmesiyle sorunlar çıkan şey yalnızca bir hususta gerekli olan bazı şeylerin terked İlmesin e yöneliktir. Yoksa belirli bir ismin (adı konmuş bir şeyin) terkedilmesine ve müstahab bir şeyin inkar e-dilmesine değil. Kısaca şöyle denilebilir: Kim şunu ve şunu işlerse vacip olan imanın yalnızca kendisiyle mükemmelleştiği bir vacibi (bir görevi) terketmiş demektir. Terkedilen şeye bağlı bazı iman varsa bu demektir ki iman kısırn kısımdır ve bir kısmı diğer bir kısmına derece derece üstünlük arzetmektedir. Nitekim Resulullah (as), "kalbinde zerre kadar da olsa imam bulunanlar cehennemden çıkacaktır" buyurmuştur. Burada kaselolunan şey, iman sıfatı*nın veya cennetin ya da mü'minlerin sahip olduğu imanın kaybının yalnızca büyük günahlardan kaynaklandığıdır. Küçük günahlar ise iman sıfatım ve günahı işleyenden mü'min ismini soyut anlamıyla çekip almazlar. Bir kimse*nin mü'min sıfatını kaybetmesinin müstahab bir fiili terketmesiyle ya da kü*çük günahlardan birini işlemesiyle olmayıp yalnızca büyük günahlardan biri*ni İşlemesiyle olduğu bilinmektedir.