Allah'ın evliyası (dostları, buyruk ve yasaklarını gözetenler, velileri) ve i-yi kimseler aracılığıyla tevessül etmek helal midir? Allah Azze tarafından gön*derilmiş bir nebî(elçi)den yardım istenmesi, onun yahut büyük meleklerin yardıma çağrılması onlara dua olunması veya Allah Azze'nin ayetlerinden im*dat beklenmesi helal midir?
Bu husus, yani tevessül ve vesile konusu çok büyük bir öneme, çok ha-sas bir oluşuma, esere ve ağır ve tehlikeli denebilecektir konuma sahiptir. Nitekim alimlerin belleklerini işgal ettiğinden beri bu konudaki görüşler art*mış ve kavramlar ihtilaflı bir hal almıştır. Böylece insanlar tevessül ve vesile konusunda bir tarafta bu hususu destekleyen kanıtlar, diğer tarafta bu husu*su kabul etmeyen kanıtlardan oluşan bir zemine kaymışlardır. Bir taraf teves*sül vesile aramayı küfür, Allah Azze'yi İnkâr etmek, O'na eş koşmak ve zın*dıklık olarak değerlendirirken, diğer taraf tevessül ve vesile aramayı helal o-larak değerlendiriyor, ama bazı özel koşullara bağlıyor ve özel şeylerde, be*lirli konumlarda olmak üzere sınırlarını belirliyor. Biz ise bu konuda açıkla*maları genişletmek, konuyu analiz etmek, tartışmak ve olabildiğince ayrıntı*lara girmek istiyoruz. Ta ki hak (gerçekler) kesin bilginin keskinliğiyle ortaya-çıksın ve bid'at ehli, kazandığı günahları hiç eksiltmeksizin kıyamete kadar taşısın.
İbn-i Teymiyye veliler (evliya), nebiler ve kabirlerde yatanlar (türbeler, ziyaretler, yatırlar) ile tevessül etmeyi kabul etmemiştir. O'nun görüşlerine sufizm ekolü mensupları, sufîler (tasavvufçular) karşı çıkmışlardır. Böylece Şeyhülislam îbn-i Teymiyye ile tasavvufçular arasında harp çıkaracak bir ça*tışma atmosferi ortaya çıkmıştır. Bu çatışmalarda her iki taraf da kendi fikrini şiddetle savunmuştur. Durum böyle olunca şimdi sormak gerekmektedir: "Tevessül"ün ve "vesile"nin gerçek kimliği ve anlamı nedir?
Birinci söze, yani acaba kulun Allah Azze'nin insanlara elçi olarak gön*derdiği bir nebîyİ yahut büyük meleklerden birini veya Aliah Azze'nin bir a-yetini yahut Kabe'yi ya da bilinen dualardan birini yahut da Hızır'ı bir vesi*learacı edinerek Allah Azze'den yardım dilemesi helal midir?
Filanın hakkı için, falanın hürmetine, meleklerin makamı ve yaratıkların (Allah'a) en yakın olanının hakkı için diyerek bir şey isterken Allah Azze'ye ya da yaratıkların ve Allah Azze'nin fiillerine ve amellerine yemin etmek he*lal midir? Bu hususlardaki soruların pek çok olduğu söylenmektedir. Sünne*tin getirdiği, yani Resulullah'ın (as) yaptığı dualarda Allah Azze'den, İsimjeri, sıfatlan, O'na sığınmalar ve ayetleri aracılığıyla dua ederek istekte bulunul*makta ve bu tip dualar "Sünen" kitaplarında yeraİmaktadır. Mesela şu sözde olduğu gibi: "Allah'ım hamd sana özgüdür. Sen gökleri ve yeri yoktan var e-densin, ey yücelik ve kerem (cömertlik) sahibi olan, ey ölümsüz diri ve ey berşeyi gözeten, koruyan (tüm bu niteliklere sahip olduğun için) senden isti*yorum".
Ve şu duada da bu durum şözkonusudur; "Ey Allah'ım! Sen kendisin*den başka ilah olmayan, doğmamış ve doğrulmamış olan, eşi ve benzeri bu*lunmayan hiçbir şeye veya kimseye muhtaç olmayan tek bir Allah olduğun için senden istiyorum ".
Müsned'de geçen bir duada ise, "ey Allah'ım/ Kendi kendini adlandır*dığın veya kitabında indirdiğin tüm isimlerinle yahut peygamberlerine öğ*rettiğin ve zatına özgü olan gaybı bilen (allâm el-guyûb) adını araya koya*rak senden istiyorum " buyurulmuştur.
Bazı alimlerin dillerine doladıkları ve sokak muskacılarının satmak üze*re yazmış oldukları, "(ey Allah'ım!) Korkakları rahatlatan Kâfin tedbirinin hatırı için, Tür, Arş, Kürsî, Zemzem, Makam ve Haram Belde (Mekke) batın için senden şöyle şöyle yapmanı vs. istiyorum" şeklindeki dua vb. Bu tıp dua*ların benzerleri ve örnekleri pek çoktur.
Bu tip duaların ve yardım istemelerin örnekleri hususunda ne Resulul-lah'tan (as) ne de sahabelerden hiçbir örnek rivayet olunmadığı gibi tabiin a-limleri de böyle dualardan herhangi bir şey aktarmış değillerdir. Yemin ko*nusunda İse, imamlardan şöyle rivayet olunmaktadır: Resulullah (as) buyur*du ki: "Yemin etmek isteyen kişi ya Allah Azze'ye yemin etsin yahut da sus-sun", "Allah Azze'den bir başkası adına yemin eden kimse Allah Azze'ye eş kopnuş demektir (yani müşriktir)", "Allah Azze'yi bırakıp da yaratıklardan herhangi birisine yemin etmek hiç kimsenin asla ve asla hakkı değildir" ve "kullardan herkim olursa olsun eğer Allah Azze'ye yemin etmiş İse Allah^Az-ze onun yemin ettiği hususu doğruluğa ulaştırır, yani onun yeminin karşılı*ğını verir". Burada şunu hatırlayalım, Enes b. en-Nadr, Resulullah (as) "Ra-bî'nin tırmanan yollarına yemin ettin mi?" diye sorduğunda şöyle dedi: "Hayır, seni hakk olan (tslam 'la veya Kur'an)la (yahut hakk olarak) gönde*ren Allah Azze'ye yemin ederim ki Rabî'nin tırmanan yollarına yemin etme*dim. " Berrâ b. Malik ise, "ey Rabb (olan Allah Azze!yalnızca şöyle şöyle ya*payım diye sana yemin ettim" demişti. İşte bu iki kimse de Allah Azze'nin yeminlerini kabul edip onların karşılığını verdiği kimselerdendiler. (Zira on*lar yeminlerini hem Allah Azze'ye yapmışlar hem de yeminlerini doğruluk uğrunda yapmışlar, yalan yere yemin etmemişlerdi-çev.} Kul Allah Azze'den bir şeyler ister ve dilekte bulunur. Bunları yaparken istediklerini Allah Azze'ye bazı aracılar (nedenler, vesileler) yardımıyla iletir. Bu tip hareketler Allah Azze'nin yapanlara sevap vereceğini vaad ettiği faaliyetlerden, daha doğrusu salih amellerdendir. Allah Azze, kullarını, çağrılarına (dualarına) ica*bet edeceğini vaad ettiği bu tip salih amelleri yapmağa teşvik etmiştir. Nite*kim, sahabeler Allah'a dualarla yaklaşırlarken kendi Peygamberlerini, sonra O'nun amcasını ve amcası dışındaki salih insanları aracı ediniyorlar ve onlar*la Allah'a tevessül ederek onların dualarını ve şefaatlarını kendilerine vesile ediniyorlardı. Bu hususta Buharî'nin Sahih'inde şunlar geçmektedir: Ömer b el-Hattâb yağmur duası İçin Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbâs'ı vesi*le tutarak Allah Azze'den su istiyor ve "ey Allah'ım biz sana (yağmur dua*sında) duamızı sunarken senin elçinle tevessül ediyorduk (O'nun hürmetine diyorduk) sen de bizlere su (yağmur) veriyordun. Şimdi de Peygamberimi*zin amcasıyla sana tevessül ediyoruz (onun yüzüsuyu hürmetine diyoruz) bize yağmur ver" diyordu. Allah Azze de onlara su veriyordu. Müslümanlar, Hz. Ömer'in ölümünden sonra da dualarında İbn-İ Abbas'la tevessül ediyor*lardı. "Sünen" kitaplarında bu tipten haberler yer alır. İmam Tirmizî de bun*ları sahih kabul eder. Bir haberde şöyle geçmektedir: (Kör) bir adam Resu-lullah'a (as) gelerek şöyle dedi: "Allah Azze'ye dua et de gözlerimi bana geri versin (gözlerim tekrar görsün)". Resulullah (as), ona, abdest alıp iki rekat namaz kılmasını ve "ey Allah'ım! Şu ihtiyacımı gidermen hususunda senden yardım diliyor ve Rahbım olan sana yöneliyorum. Ey Allah'ım bu husustaki şefaat (arabuluculuk), senin elçinden gelen bir talebtir" diye dua etmesini ve kendisini yönlendirdiği ve özendirdiği hususta Allah elçisinin kendine yaptığı şefaati kabul etmesini Allah Tealâ'dan istemesini emretti. Bu kişinin i-nandığı Peygamberi ile birlikte Allah'a yönelmeleri sahabelerden herhangi birinin Resulullah (as) ile birlikte Allah'a yönelmeleri gibidir. İşte bu tevec*cüh ve tevessül ResuluIlarTın (as) duası ve şefaatıyla olan bir teveccüh ve te*vessüldür.
Ama "meleklerinin, nebilerinin, resullerinin, dostlarının (evliyanın), falan velinin, fÜan elçinin, Beytu'l Haram'ın, zemzemin, makamın, Tûr'un, Beytu'l Ma'mûr'un ve benzeri herhangi bir şeyin veya kimsenin hakkı için senden İs*tiyorum veya sana yemin ediyorum..." gibi dualar ve benzerleri ne Resulul-lah'tan (as), ne sahabelerinden, ne de onlara her iyi hususta tâbi olan tabı-în'den rivayet edilip aktarılmış değildir. Üstelik Ebu Hanİfe ve arkadaşları E-bu Yusuf gibi daha pek çok alimler bu tip duaların helal olmadığına dair de*lillerini ortaya koymuşlardır. Zira bu tip yeminler Allah Tealâ'ya yaratıkların*dan bazılarının aracılığıyla yapılan yeminlerdendir ki bunlar Allah'tan bir başkası adına yapılan yeminler gibidir. Allah Tealâ'nın dışında herhangi bir şeye yemin etmek ise helal değildir. İnsanın herhangi bir şey aracılığıyla Al*lah'tan bir istekte bulunması, vesile edinmek ve sebeplere tutunmak demek*tir. Bu durumda kul dua ederken veya herhangi bir dilekte bulunurken Allah Tealâ'ya kendi yaptığı salih amellerini sunar, onlar aracılığıyla veya Allah Az*ze'nin Nebîsiyle ya da kullarından salih temiz kimselerle tevessül ederek ih*tiyaçlarının karşılanmasını diler. Bu durumda, kulun aracı kıldığı temiz amel*leri Allah Azze tarafından ödüllendirilmek amacına yönelik olduğu gibi, dua etmesi de, ortaya koyduğu ihtiyaçlarının karşılanması, sıkıntısının giderilmesi ve gözleyip durduğu hedefine Ailaşmak istemesi içindir.
Bu, yağmur duası için çıkılırken yapıldığı rivayet olunan duanın anlamı içerisinde yer alan bir husustur: "Ey Allah'ım! İsteyenlerin senin üzerinde o-lan haklarının hatırı ve tâbi olduğum şu yolun hakkı için senden (şöyle şöyle yapmanı ve şunları vermeni vs) istiyorum" gibi. Mağara arkadaşları da böyle dua etmişlerdi. Onlar Allah Azze'ye dua ederken, işledikleri salih a-melleriyle yalvarmışlar ve inandıkları Peygamberleriyle tevessül etmişlerdi. İşte bu tevessül onların Peygamberlere olan İmanları, itaatlan, sevgileri ve onları kendilerine veliler edinmeleri yahut onların dua ve şefaatlanm aracı tutmalarıyla gerçekleşmiş bir tevessüldür. Bununla beraber kendileriyle te*vessül olunan şahsiyetler bizzat kendi nefislerinde insanların isteklerine ce*vap verecek ve dualarına karşılık gösterecek herhangi bir şeye sahip değil*dirler. Yani duasmda veya isteklerinde "falanın yüzüsuyu hürmetine" veya "filan kimsenin hatırı için" diyerek Allah'a bir vesileyle yaklaşmak isteyen kimseler de onların vesileleri de hiçbir yarar veya zarar sağlayabilecek her*hangi bir güce sahip değildirler. Allah'a göre, isteyen de aracı gösterilen de bu hususta hiçbir şeye muktedir değildir. Her iki kesimin de tüm ihtiyaçlarını ve dualarını karşılayan Allah Azze'dir. Kulun kendileriyle tevessül ettiği şah*siyetlerin Allah Azze katında yüce bir makama sahip olmaları kulların istek*lerini yerine getirecek kudrete sahip olduklarını göstermez. Kendileriyle te*vessül olunan şahsiyetler Allah Azze'nin kendilerine verdiği iyilikler, erdem*ler ve ikramlar nedeniyle (Allah Azze ) katında yüce bir mevkiye ve övgüye değer bîr dereceye ulaşmış olsalar da bu durumlarından dolayı, kendileriyle tevessül eden veya etmeyen herhangi bir kimsenin duasını kabul edip ihti*yaçlarını yerine getirecek değillerdir. Dualarında ve isteklerinde kendileriyle tevessül ettikleri şahsiyetlerin makam ve değerleri, Allah'a inanıp itaat etmek şeklinde ortaya çıkan bif ulaşım yolu ya da bu şahsiyetlerden Allah Azze'ye ulaşan ve dua ve şefaat biçiminde kendini gösteren bir vesile olmuştur. İşte, birisi kullardan Allah'a iman ve itaat olarak, diğeri de Allah'tan kullara dua ve şefaatin kabulü olarak tezahür eden bu iki hususla kul Allah'a tevessül e-der. Diğer yandan Allah'ı bırakıp O'nun yarattıklarına yemin etmek hususu İ~ se yalnızca Allah Azze'nin hakkını verebileceği bir husus ve yalnızca O'nun hakkı olarak İslam'ın esas temelleri arasında yeralır. Biz ancak yasama hakkını elinde bulunduran Allah'a kulluk ederiz, yoksa bid'at ve uyduruklara değil. Burada, "Rabbına kavuşmayı isteyen, salih (temiz ve doğru) a~ metler işlesin ve Rabbına kulluk ederken O'na hiçbir şeyi ortak koş*masın" (Kehf 110) ve "...Hanginizin daha iyi amel yaptığını bilsin diye sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı" (Mülk 2) ayetlerine dikkat etmek gerekir. Fadl b. İyâd burada en doğru ve en İçten olan sözü söylemiştir. O'na, "ey Ali'nin babası, amellerin en doğrusu ve en içten olanı hangisidir?" denilince şöyle demiştir: "Kuşkusuz ameller doğru yapılmaz.ar*sa içten (samimi ve riyasız) olsalar dahi kabul olunmazlar. Doğru yapıldık*larında da samimi (halis, içten ve riyasız) oluncaya kadar kabul edilmezler. Halis olan, Allah Tealâ için olandır. Sevab (doğru, isabetli) olan amel ise Kur'an-ı Kerime veResulullah'ın (as) sünnetine uyandır".
Bu bir bütündür. Zira din Allah Azze'nin dinidir. Resulullah bu dini O'ndan alıp -insanlara- ulaştırmıştır. Böylece Allah'ın haram kıldığından baş*ka haram (kılınmış veya kılınacak) ve yasa olarak koyduğu (şeriat olarak be*lirlediği) dinden başka diğer dinler ortadan kalkmıştır. Allah Azze kendine ortak koşanlara (çeşitli şekillerde dünyada ve ahirette) azap etmiştir. Zira Al-l^h Azze kendilerine izin vermediği halde onlar din olarak yasalar oluşturdu*lar. Bahîre, Sâibe,.Vasîle ve Hâmî gibi Allah Azze'nin haram kılmadığı pek çok şeyi haram kıldılar. O'ndan başkasına dua etmek, kulluk etmek ve Hris-tiyanların uydurdukları ruhbanlık sınıfları gibi sınıflar oluşturmak suretiyle İs*lam'dan başka yeni yeni şeriatlar oluşturdular.
İslam ilk peygamberin de dinidir, son peygamberin de. Allah elçilerinin tümü "İslam" ile gönderilmişlerdir. Bu hususta Hz. Nuh Alehisselamın, "ey kavmim şu bulunduğum makamım (konumum) ve size Allah'ın ayetlerini hatırlatmam (okumam) size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben Allah'a tevekkül ettim. (O'na dayandım) Öyleyse siz (yapacağınız) işinizi ve ortaklarınızı toplayın. Sonra işiniz başınıza bir dert, bir sıkıntı oluşturmasın. Daha sonra da bana hükmünüzü uygulayın, (bana) süre de tanımayın. Eğer benim ö-ğüdümden) yüz çevirdi iseniz, neden? Ben sizden herhangi bir ücret isteme*dim ki, benim şu işime karşılık olarak ücretim yalnızca Allah'a aittir. Ben Müslümanlardan olmakla emrolundum" (Yunus 71-72) şeklindeki sözleri bunu göstermektedir. Nitekim Allah Azze şöyle buyuruyor: "İbrahim'in di*ninden yüz çevirenler yalnızca kendi(nefîs)lerinİ alçaltanlardan baş*kaları değildir. Kuşkusuz ki biz İbrahim'i dünyada seçtik. O ahirette de salihlerdendir. Rabbı ona 'müslüman ol' dedi, O da, 'alemlerin Rabbı olan Allah'a teslim oldum' dedi. İbrahim oğullarına böylece va*siyet etti. Yakub da, 'ey oğullarım Allah sizin için bu dini (İslam'ı) din olarak seçti. Sizler yalnızca müslûmanlar olarak ölün' dedi". (Bakara: 130-132) Bîr başka ayette de, "Musa şöyle dedi: Ey kavmim! Eğer Allah'a İnandı ve teslim oldu iseniz O'na tevekkül edin" (Yunus 84) buyurulu-. yor.
Yine bir ayette de şöye buyuru lmuştur: "Havarilere; bana ve elçime inanın diye vahyettim. Onlar da, 'biz iman ettik sen de şahid ol ki, bizler müslümanız'dediler." (Maİde 111).
İki Sahih'te (Buharı ve Müslim'de) şu hadis yeralmaktadır: ResuluIIah (as) buyurdu ki: "Ey Nebiler topluluğu, dinimiz bir tek dindir ve tüm resulle*rin dini de tek bir dindir. Bu din islam'dır. İslam, eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a ve emrettiği, şeriat (yasa) halinde ortaya koyduğu İslam'a göre kulluk etmektir". Nitekim ayette, "Allah Azze, Nuh'a vasiyet (tavsiye) et*tiğini, sana vahyettiklerimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye et*tiğimizi size din olarak şeriat (hukuk sistemi) yaptı. Şöyle ki; dini (İslam'ı) ayakta tutun (onu destekleyin, varlığım koruyun, helalini haramını gözetin) ve din içerisinde (dinî konularda) ayrılıp parça*lanmayın. Senin müşrikleri davet ettiğin husus onlara çok büyük (a-ğtr) geldi" (Şura 13) buyrulmaktadır. tik peygamber Adem'den (a) son pey*gambere kadar gelen tek bir din vardır, o da İslam'dır. Bunun yanında her peygambere verilen şeriat ve programın farklılık göstermesi İse doğaldır. Al*lah Azze'nİn bunu "ey insanlar/ İçinizden seçilmiş her peygamber için bir yol ve bir şeriat tayin ettik" (Maide 48) diyerek belirlediği gözönünde tutulunca bir peygamberin şeriatının bile dönem dönem farklılık arzetmesine benzer biçimde şu anda inandığımız din olan İslam'ın da şeriat ve program olarak farklılık arzetmesi doğal karşılanmalıdır.
Allah Azze İslam'ın başlangıcında Hz. Muhammed'e (as) Beytu'l Mukad-des'e (Kudüs) doğru yönelerek namaz kılmasını emretmişti. Daha sonraları Hicretin ikinci yılında Beytu'l Haram'a (Kabe'ye) doğru dönmesini emretti. Bu olaylar İslam dininde kendine özgü zamanlarda gerçekleşmişti. İslam şeriatinden önce Tevrat'ın şeriatı kendi zamanında İslam dininden bir parça ol*duğu gibi, İncil'in şeriatı da kendi zamanı içerisinde İslam dinînden bir parça idi. Bu durumda Tevrafa inanıp İncil'i inkâr edenlerin İslam'dan çıkıp kâfir olmaları gibi, İncil'e inanıp Tevrat'ı yahut bu üçünden ikisine inanıp Kur'an-ı Kerimi inkâr eden de dinden çıkmış kâfir olmuş demektir. İman, Allah'ın gönderdiği tüm kitaplara ve Onun elçilerine inanmak keyfiyetlerini kapsar ve gerektirir.
Bu hususta Allah Azze şöyle buyurmuştur: "Allah'a, bize indirilene, İb*rahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve torunlarına indirilmiş olanlara Mu*sa'ya, isa'ya ve tüm Allah elçilerine Allah tarafından verilenlerin hepsine i-man ettik, bunlardan hiçbirini dışlamayız (ayırmayız), bizler Allah'a teslim olmuş kimseleriz (mûslümanlarız) deyiniz". (Bakara 136)