92- (2448) Bize Ali b. Hucur Es-Sa'dî Üe Ahmed b. Cenab ikisi bir*den isa'dan rivayet ettiler. Lâfe İbni Hucur'undur. (Dediler ki) : Bize İsâ b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve kardeşi Abdullah b. Urve den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, şöyle demiş:
— Onbir kadın oturmuşlar da kocalarının haberlerinden hiç bir şeyi gızlememiye ahdü peyman etmişler.
Birincisi: Benim kocam sarP dag başında arık deve etidir. (Dai*) Düz değildi, ki çıkıbın! (Deve) Semiz değildir ki Sürülsün! demiş. '
ikincisi: Kocamın haberini ifşa edemem, çünkü korkarım. O,au (bitirmeden) bırakamam. Onu anarsam irisini ufağını söylerim, demiş.
Üçüncüsü : Kocam uzun boyludur. Konuşursam boşanırım, susarsam muallakta bırakılırım, demiş.
Dördüncüsü : Kocam tihâme gecesi gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuk, , (Ondan) Ne korkulur, ne bıkılır! demiş.
Beşincisi: Kocam (İçeri) girerse pars; (dışarı) çıkarsa arslan kesilir. Emniyet ettiği şeyi sormaz, demiş.
Altıncısı: Kocam yerse dürer, içerse sömürür. Yatarsa sarınır. Ke*deri anlamak için elini sokmaz! demiş.
Yedincisi: Kocam tohumsuzdur. Yahut karanlıktır. (Ahmaklığından) İşleri üzerine yığılmıştır. Her dert onu bulur. Baş yarığı mı yahut kol kırığı mı istersin. Yahut ikisini de sana bir araya toplayıversin! demiş.
Sekizincisi: Kocamın kokusu zafer an, teni de tavşandır! demiş.
Dokuzuncusu: Kocam direği yüksek, kını uzun, külü çok, evi mec*lise yakın bir adamdır, demiş.
Onuncusu : Kocam Mâlik'dir. Amma ne Mâlik! Mâlik bundan çok daha hayırlıdır. Onun çok çöken, az dolaşan develeri vardır. Ud sesini işittiler mi helak olduklarını anlarlar, demiş.
Onbirincisi: Kocam Ebû Zer'dir. Amma ne Ebû Zer! Zinetten kulak*larımı şakırdattı. Bazularımı yağla doldurdu. Benî sevindirdi. Benim de gönlüm ferah oldu. Beni dağ başında bir koyun sürücüğü sahibinde buldu da at kişnemesine ve deve sesine sâhib harman döğen, tınas savuran hir aileye kattı. İşte onun yanında konuşuyor, burunlanmıyorum; uyuyor sa*bahlıyorum; içiyor ve kanıyorum. Ebû Zer'in annesi de ne Ehû Zer an*nesi! Ambarları büyük, evi geniş.,. Ebû Zer'in oğlu da oe Ebû Zer oğlu! Yatağı soyulmuş hurma lifi gibi. Kendisini bir kuzunun budu doyurur. Ebû Zer'in kızı da ne Ebû Zer kızı! Anasına, babasına muti. Çarşaf do*lusu ortağını çatlatan takımından... Ebû Zer'in cariyesi de ne Ebû Zer cariyesi! Bizim lâflarımızı (ortalığa) yaymaz. Zahiremizi döküp, saçmaz. Evimizi de kuş yuvasına çevirmez.
Tulumlarımızda süt çalkalanırken Ebû Zer çıktı (gitti). Ve bir kadına rastladı ki, yanında pars gibi iki çocuğu var. Böğrünün altındaki iki nar tanesiyle oynuyorlar. Hemen beni boşayıp onu nikahladı. Ben de ondan sonra eşraftan bir adama kocaya vardım ki, yürüyüşlü bîr ata biner. Eline Hattî mızrak alır. Evime birçok develer getirir. Bana her hayvandan hir Çift verdi:
— Ye Ümmü Zer! Akrabana da ver! dedi. Ama onun bana verdiği her şeyi toplasam Ebû Zer'in kaplarının en küçüğünü doldurmaz, demiş,
Âişe şunu söylemiş: Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Setîem) tana: «Ben senin için Ummü Zer'e nisbette Ebû Zer' gibiyim.» buyurdular.
(...) Bu hadîsi bana Hasan b. AH "El-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Musa b. İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Seleme, Hi-şâm b. Urve'den bu isnadla rivayet etti. Yalnız o : «Kısır, ahmaklığında» işleri üzerine- yığılmıştır» demiş, şekketmemiştir. Şunları da söylemiştir : «Az dolaşırlar», «Çarşafı boş, zamanı kadınlarının en hayırlısı ve ortağını çatlatandır», «Zahiremizi döküp saçmaz», «Bana her kesilecek hayvandan bir çift verdi.»
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'n-NikâhVda; Tirmizî «Semâ-il»'de; Nesâî «Işretü'n-Nisa» bahsinde tahric etmişlerdir.
Kadınların bu konuşması Medîne'de geçmiştir. Yemen'de bir köyde konuştukları rivayet edildiği gibi, konuşmanın Mekke'de cereyan ettiği dahî rivayet olunmuştur. Bir rivayette bu konuşma câhili-yet devrinde olmuştur. Kadınlar söze başlarken kocalarına ait bildiklerini noksansız söyleyeceklerine söz vermişlerdir. Hatibi Bağdadî «El-Mübhemât» namındaki kitabında bu husûsda şunları söyler : «Ümmü Zer' hadîsinde zikri geçen kadınların isimlerini söyleyen kimse bil*miyorum. Onların isimleri yalnız benim naklettiğim tarîkda zikredilmiş*tir ki, bu da çok garibdir..,» Bağdadî 'nin rivayetinde birinci kadının ismi meçhul kalmış, ikincinin ismi Amra binti Amr, üçüncü*nün Huney binti Na'b, dördüncünün Mühedded binti Ebi Merzeme, beşincinin Kebşe , altıncının Hind , yedincinin Huney binti Alkame, sekizincinin Yâsir binti Evs b. Abd, onuncunun Kebşe binti Erkam, onbirincinin Ümmü Zer' binti Ekhel olduğu bildirilmiş. Dokuzuncunun ismi de bulunamamıştır.
Birinci kadın şunu demek istemiştir : Kocamda birkaç cihetlerden hayr yoktur. Evvelâ kendisi deve eti gibidir. Koyun eti gibi değildir. Bu*nunla beraber arık zayıf ve kötüdür. Bir de elde edilmesi, yanma varıl*ması güçtür. Hattabî dağ başı tâbirinden onun büyüklendiği mânâsını çıkarmış ve sözün : «Hayırsızlığı ile beraber büyüklenmeyi ve huy*suzluğu da kendinde toplamıştır.» mânâsına geldiğini söylemiştir.
«Semiz değil ki götürülsün» tâbirinden murad; semiz değildir ki, in*sanlar onu evlerine götürüp de yesinler, demektir.
Hâsılı kadın kocasını zemmetmiş ve sözünü açığı gizliye, mütevehhe-mi mahsüse, hakiri kıymetliye benzeterek ifade etmiştir.
İkinci kadının sözü iki suretle te'vil edilmiştir. Birinci te'vile göre cümledeki zamir habere aiddir. Mânâ şudur : Kocamın haberi uzundur. Tafsilâtına girişirsem anlatmakla bitiremem. İkinci te'vile göre zamir ko*casına aiddir. İbaredeki (lâ) ziyâdedir. Ve cümle : Beni boşar da onu terk ederim diye korkarım manasınadır.
Ucer ile Bücer'den murad kocasının kusurlarıdır. Ha ttâbî ile diğer bazı ulemâya göre, kadın bu sözle kocasının gizli kusurlarını kasdet-miştir, Lügat ulemâsı Ucer'in sinir veya damarların düğümlenerek çıkın*tı halinde görülmesi mânâsına geldiğini, Bücer de aynı mânâya gelirse de hassaten karında olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayıdır ki, göbeği çıkık kimseye Arablar Ebcer derler. îbni1 Arabi: «Ucer'in sırtta şişkinlik mânâsına geldiğini, göbekte olursa buna Bücer denildiğini söy*lemiştir.
Üçüncü kadın kocasının uzun olduğunu söylemiştir. Bundan muradı
faydasız derecede uzun olduğunu anlatmaktır. Bu kadın : Ben kocamın kusurlarını söylersem beni boşar. Susarsam beni muallakta gibi bırakır, demek istemiştir. (Muallaka, kocası kendisini terk edip giden kadın de*mektir. Böyle bir kadın ne bekâr, ne evli demektir. Muallakdadır.)
Dördüncü kadın kocasını beliğ bir şekilde medhetmiştir. Sözünün mâ*nâsı : Kocam tatlı geçimli Tihâme beldesinin geceleri gibi mutedil*dir. Ahlâkı güzel olduğu için onun tarafından hiç bir sıkıntı ve gâüem yoktur. Sohbeti de beni bıktırmaz, demektir.
Beşinci kadın da kocasını beliğ bir surette medhetmiştir. Onu pars'a benzetmesi çok uyuduğu içindir. Evde- bıraktığı malını ve eşyasını sorma*ması da bundandır. Dışarı çıkıp halk arasına karıştığı, yahut harbe işti*rak ettiği zaman arslan gibi cesur olduğunu söylemiştir. Kaadî Iyâz‘ın rivayetine göre : îbni Ebî Üveys pars kesilmekten murad; eve girdiği vakit pars gibi benim üzerime çullanır, demektir. Her halde kadın bununla hemen cinsî muameleye girişir demek istemiştir, mü*talâasında bulunmuşsa da sahîh ve meşhur olan tefsir birincisidir.
Altıncı kadının sözüne gelince: Ulemâ Leffin yiyecek çeşitlerini ka*rıştırarak bir şey bırakmamak şartıyle yemek mânâsına geldiğini söyle*mişlerdir, îştifaf dahi bütün kaptakini içmek mânâsına gelir. Kadının «Kederi anlamak için elini sokmaz» sözüne gelince Ebû Ubey d:
^Zannederim bu kadının vücudunda bir kusur veya hastalık varmış da bu sözle ondan kinaye yapmıştır. Çünkü (bes) gam, keder demektir. Herhalde kocası, karısına zahmet vermemek için elini kadının elbisesinin içine sok-tnazmış. Bu suretle kadın onu mürüvvet ve güzel ahlâkla vasıf lan dırmış-İtır.» diyor. Îbnü'l-Â'rabi ise kadının sözünü medh değil, zem kabul etmiştir. Ona göre kadın : Yatarsa, elbisesine sarınır uyur, benim ona karşı beslediğim sevgiyi anlamak için beraber yatmaz, demek iste*miştir. Diğer ulemâya göre; kadın bu sözüyle benim hâlimi, işlerimi so*ruşturmaz, demek istemiştir. İbnü Kuteybe, Ebû Ubeyd'e itiraz etmiş ve : «Kadın onu nasıl medheder. Halbuki sözünün başında zem etmişti.» demişse de İbnü Enbâri bu itirazı beğenmemiş: «Kadınlar kocalarına ~ait hiç bir şeyi gizlemeyeceklerine söz vermişlerdi. Bunlardan kiminin kocası tamamiyle güzel evsafda olduğu için medhet-miş, kiminin kocası kötü ahlâklı olduğundan karısı zemmetmiş. Bâzılarının kocaları da iyi İle kötüyü cem'etmiştir. Karısı da onu o surette anlat*mıştır.» demiştir. Hattâbî ve başkaları İbnü'l-A'rabî ile îbnü Kuteybe 'nin mütalâasını kabul etmiş; Kaadî Iyâz da buna tarafdar olmuştur.
Yedinci kadının sözünde râvi (Gayâyâ) mı dedi. Yoksa (Ayâyâ) mı diye şekketmiştir. Ebû Ubeyd ile diğer bazı ulemâ gayâyâ tâbirini reddetmiş; doğrusunun ayâyâ olduğunu söylemiştir. Ayaya döl tutturama*yan kısır mânâsına gelir. Bâzıları bu kelimenin «Innîn» yâni âleti kalkma*dığı için kadına yanaşamayan mânâsına geldiğini söylerler. Kaadî Iyâz'la başkalarına göre Gayâyâ tâbiri de doğrudur. Bu kelime Gayâ-ye'den alınmıştır ki, karanlık demektir. Şu halde kadının muradı kocam hiç bir işe yol bulamaz, demektir. Yahut onu ağır yıldızlılıkla vasfetmiş : Kocam içinde hiç bir ziya bulunmayan koyu karanlık gibi bir adamdır demek istemiştir. Gayâyânm «Gay»'dan alınmış olması da mümkündür. Gay: Kötülüğe düşmek yahut h'aybet ve hüsrana uğramak mânâlarına gelir. Bu takdirde sözün mânâsı: Ahmaklığından dolayı kocamın işleri üzerine yığılmış kalmıştır, demek olur. Bu husûsda başka te'viller de ya*pılmıştır.
Sekizinci kadın kocasını medhetmiştir.
Zerneb: Bir nevi güzel kokudur. Zâferan mânâsına geldiğini söyle*yenler de vardır. Bâzılarına göre kadın kocasının vücudunun değil, halk arasında elbisesinin güzel koktuğu mânâsını kasdettiğini beyân etmişler*dir. Hattâ bundan kocasının güzel ahlâkını ve hüsn-ü muaşeretini kasdet*tiğini; «Teni tavşan teni» ifadesinin açık açık bu mânâyı belirttiğini söy*lemişlerdir. Dokuzuncu kadın kocasını medhetmiştir. Ulemâ direği yüksek tâbirinden şeref ve medih mânâsı kasdedüdiğini söylemişlerdir. Direğin yük*sekliğinden o zatın kavminin içindeki yüksek mertebesi kastedilir.' Kılıç kınının uzunluğundan, onu taşıyanın da uzun olması lâzım gelir. Keza kü*lün çokluğundan müsafir çokluğu ve cömertlik mânâsı kastedilir. Arab-lar bunlarla öğünürlerdi. Bazıları külün çokluğundan misafirlere yol gös*termek için yakılan ateş kastedildiğini söylemişlerdir. Zira cömert kimse*ler gece karanlığında ateşi tazim ederler. Onu yüksek yerlere yakarak misafirler yol bulsun diye ellerinde meş'aleler bulundururlardı.
Nâtü : Meclis demektir. Evi meclise yakın olan adam cömert ve reis olurdu. Çünkü meclise gelenler birçok ihtiyaçlarını yakın evlerden gö*rürlerdi. Cimri takımı oralardan uzakta yaşarlardı.
Onuncu kadın dahî kocasını medhetmiştir. Kocasının getirdiği deve*lerin avlusunun içine çöktüklerini, onları ancak zaruret mikdarı mer'aya saldığını, ekseriyetle avluda yattıklarını, misafir gelirse sütlerinden ve et*lerinden onu ağırlamak için develerin hazır bulunduklarını anlatmak iste*miştir. Kocası develeri ud sesine alıştırmış olduğundan, sanki develer ke*sileceklerini anlarlarmış gibi, kesilmeye hazır olurduklarmı ifade etmiş*tir. Bu hususta başka sözler dahi söylenmiştir.
On birinci kadın ilk kocasını son derece medhetmektedir. Bu meyan-da: «Bazlılarımı yağ ile doldurdu.» demektedir ki, bundan murad sadece kollarının değil, bütün vücudunun semizleyip yağ bağlamasıdır. Kadının ifadesinden kendinin dağ başında bir çobanın kızı olduğu, sonra at ve de*ve sahibi olan zengin Ebû Zer ile evlendiği anlaşılıyor. Arablar ko*yun sahiplerine kıymet vermez, deve ve at sahiplerine itibar ederlerdi. Ebû Zer 'in çiftçiliği de vardır. Kadının onun yanında bir sözü iki olmamış, rahatça yiyip içerek yaşamıştır. Kayın validesinin ambarlan za*hire ile doludur. Evi geniştir. Kocasının ilk karısından tığ gibi bir oğlu vardır. Kendisi ince ve hafif olduğundan, yattığı yer-soyulmuş hurma lifi gibi incedir.
Şatbe: Hurma dalından soyulan ince şeritdir. Bazıları bu tâbirden kınından çekilmiş kılıç mânâsı kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Her iki te'vile göre de bu sözle delikanlı medhedümektedir. Bir kuzunun budu ile doyması da ayrı bir meziyetidir. Çünkü bundan murad az yediğini an*latmaktır, Araplar az yemekle öğünürlerdi. Kadın Ebû Zer'in kızını da methetmiştir. Bu kız annesine, babasına itaatli, çarşafını dolduracak kadar semiz, ortağım çatlatacak kadar yakışıklıdır.
İkinci rivayette bu kızın çekik karmlı olduğunu söylemiştir. Bazıları «Çarşafı boş» tâbirinden bedeninin çarşafla sarılan üst kısmının zayıf, alt kısmının ise dolgun olduğunu söylemişlerdir. Çarşaf dolusu tâbiri de bu*nu te'yid etmektedir. Kaadî Iyâz diyor ki: Evlâ olan şöyle demektir. Kızın omuzları ve göğsü dolgundur. O derecede ki çarşafı kabartır ia cesedine dokunmaz olur. Alt kısmı ise böyle değildir.» diyor. Bu kadı*nın ifadesine göre Ebû Zer'in cariyesi de imrenecek gibidir. Kim*seye lâf taşımaz, zahireyi döküp saçmaz, evi kuş yuvasına çevirmez bir nizmetçisidir. Bundan murad; süpr-üntüleri kuş yuvası gibi dağınık bırak*maması, evi tertemiz tutmasıdır.
Evtab: Vatbın cem'idir.
Vatb : îçinde yağ çalkalanan tulum ve ya*yıktır. Evinde yayıklar döğülür, sütler çalkalanır; varlık kapıdan taşar*ken Ebû Zer'in evinden niçin çıkıp gittiği izah edilmemiştir. Niçin evlendiğine dâir de söz yoktur. İhtimal Ümmü Zer'in yayık döğer-ken çok yorulduğunu ve istirahata ihtiyacı olduğunu görerek evlenmiştir. Evlendiği kadının arslan yavruları gibi iki çocuğu vardır. Onun böğrünün ı altında iki nar tanesiyle oynamaktadırlar. Ebû Ubeyd'e göre bu cümlenin mânâsı kadının geniş çantılı olması ve yan üstü yattığı zaman böğrünün altında nar taneleri geçecek kadar bir boşluk kalmasıdır, ibni Ebî Üveys'e göre iki nar tanesinden murad kadının memeleridir. Kaadî îyâz bu tevcihi daha güzel bulmuş ve : «Çocukların anne*lerinin sırtlarının altından nar tanesi atmaları âdet olmadığı gibi, kadın*ların bu şekilde yatıp, erkeklerin onları görmeleri dahi âdet değildir» de*miştir. Ümmü Zer tekrar zengin bir ağâ ile evlenmiştir. Kocasının malı çoktur, yeni kocası ona her çeşitten birer çift kesilecek hayvan ve hizmetçiler vermiştir. Malından yakınlarına yedirmesine de müsaade et*miştir. Fakat ilk kocasının varlığı yanında bütün bunlar onun en küçük kabını dolduracak kadar bile çok değildir.
Görülüyor ki, Ümmü Zer hâlâ ilk kocasını sevmektedir. Onun için ikinci kocasının ikramları gözünü dolduramamıştır. Bundan do*layı bazı büyükler, gözü ilk kocasında kalır endişesi ile boşanmış bir ka*dınla evlenmeyi iyi görmemişlerdir.
Kaadî Iy âz: «Ümmü Zer'in sözünde erişilmez bir fasahat ve belagat vardır...» demiş; onu bir hayli övmüştür.
Hikâyenin sonunda Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Hz. Âişe'ye:
«Ben senin için Ummü Zer'e nisbetle Ebû Zer' gibiyim.» buyurmuş*tur. Ulemânın beyânına göre bu söz onun gönlünü almak ve kendisiyle iyi geçindiğini anlatmak içindir. Bir rivayette bu söze karşı Hz. Âişe : «Annem, babam sana feda olsun, belki sen benim için Ebû Zer'den daha hayırlısın.» demiştir.
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
1- Meçhul kadınların güzel yerleri erkeklere anlatılabüir. Malûm kadınların güzelliklerini anlatmak ise yasak edilmiştir.
2- Karısından emin olmak şartıyle onu sevdiğini kendisine söylemek caizdir.
3- Özenme, bezenme olmamak şartıyle seci yapmak caizdir.
4- Kocasının iyiliklerine karşı kadının teşekkür etmesi müstehabdır.
5- Şımarmayacağını bilmek şartıyle bir kimseyi yüzüne karşı med-hetmek caizdir.
6- Talâkın kinâyeleriyle ancak niyet olduğu takdirde kadın boş dü*şer. Çünkü Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Âişe'ye :
«Ben senin için Ebû Zer' gibiyim.» demişti. Halbuki Ebû Zer'in fiilleri arasında karısını boşaması da vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu kasdetmediği için, Hz. Âişe'nin talâkı bahis mevzuu değildir. Hattâ hadîsin bir rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şu kadar var ki, Ebû Zer', Ummü Zer'i boşamışhr. Fakat ben seni bo-şamadım.» buyurmuştur.