30- (2404) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Cafer Muham*med b. Sabbah, Ubeydullah EI-Kavârîrî ve Sûreye b. Yûnus hep birden Yûsuf b. Mâcişun'dan naklen rivayet ettiler. Lâfız İbni Sabbah'ındır. (De*di ki) : Bize Yûsuf Ebû Selemete'l-Mâcişûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Münkedir, Saîd b, Müseyyeb'den, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlül*lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali'ye:
«Sen bana Musa'ya nisbetle Harun /erindesin. Şu kadar var ki, ben*den sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.
Saîd demiş ki : Bunun üzerine ben bunu Sa'd'dan şifahen işitmeyi di*ledim ve Sa'd'la görüşerek bana Âmir'in rivayet ettiğini kendisine an*lattım.
— Bunu ben İşittim! dedi.
— Onu sen mi işittin? diye sordum. İki parmağını kulaklarına koyarak:
Evet! Yoksa bunlar sağır olsunlar, dedi.
31- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'be'den rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr d,âhi rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'-ibe Hakem'den, o da Mus'ab b. Sa'd b. Ebî Vakkas'dan, o da Sa'd h, Ebî İVakkas'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Tebûk gazasında Resûlül*lah (Saı'latlahü Aleyhi ve Setlem) Ali b. Ebî Tâlib'i halife bıraktı. Ali:
— Yâ Resûlallah! Beni kadınlarla çocukların içinde halife mi bıra*kıyorsun? dedi. Bunun üzerine :
«Benden Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? jŞu kadar var ki, benden sonra Peygamber yoktur.» buyurdular.
(...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize balam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnadda rivayet etti.
32- (...) Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. Lâfız da birbirlerine yakındırlar. (Dediler ki) : Bize Hatim (bu zat İbni İsmail'dir) Bükeyr b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vak*kas'dan, o da babasından naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Muâviye b. Ebî Süfyân Sa'd'a emir verdi ve :
— Ebû't-Türab'a sövmekten seni ne menetti? dedi. O da :
— Benim söyleyeceğim üç şey var ki; bunları onun için Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Setleın) söylemiştir. Binâenaleyh ben ona asla sövemem.
Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbul*dür. Ben Resûlüllah (SaHallahü A leyhi ve Sellem) 'i gazalarından birinde onu yerine bıraktığı, Ali de ona :
— Yâ Resûlallah! Beni kadın ve çocuklarla beraber mi bıraktın? de*diği zaman;
«Benden Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra Peygamberlik yoktur.» buyururken işittim. Hayber gününde de :
«Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulü de ken*disini seven bir zata vereceğim.» buyururken işittim. Biz sancak için he*pimiz uzandık. Fakat o:
«Bana Ali'yi çağırın!» buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun gözüne tükürdü ve sancağı kendisine verdi. Allah da ona fethi müyesser kıldı. Şu âyet:
«De ki : Gelin, bizim ve sizin çocuklarınızı çağıralım...» inince Re*sûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali'yi, Fatıme'yi ve Hasan'la Hüseyin'i çağırarak:
«Allahım! Benim ailem bunlardır.» buyurdu.
(...) Bize Ebû Bckr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gıınder Şu'be'den rivayet etti. H,
Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbrahim b. Sa'd b. Sa'ddan, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'den nakletmiş olmak üze*re dinledim ki, Ali'ye :
«Bana Musa'ya nîsbetle Harun yerinde olmana razı değil misin?» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî «Meğazî» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'l-Menakıb»'de tahric etmişlerdir.
Resûlüllah (SalIallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. A1i'yi Medîne'de kendi yerine bırakarak Tebûk gazasına gitmiş. Bunu gören münafık*lar : «Muhammed Alî'yi istiskal için Medine'de bıraktı, bunu hiçe saydı.» demişlerdi. Hz. A1i bunu işitince silâhına sarılarak yolda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e yetişti ve münafıkların söylediğini ona nak*letti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yalan söylemişler, ben seni ancak arkamda bıraktıklarıma halife ta*yin ettim. Hemen dön. Gerek benîm ailem, gerekse kendi ailen hususunda benîm halifem ol! Yâ AIi, bana Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin?» buyurmuştu.
Kaadî Iyâz diyor ki: «Rafizîler'den bazıları ile İma-miye vesair Şîa fırkaları hilâfetin Hz. A1i'nin hakkı olduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hilâfeti ona vasiyet ettiğini iddi*ada bulunmuş ve bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Sonra kendi aralarında ihtilâfa düşmüşler. Raiizî1er Hz. Ali 'den başkasını hilâfete ge*çirdiler diye ashâb-ı kiramı tekfir etmiş; bazıları daha ileri giderek Hz. A1i'ye kâfir demek ietisarmda bulunmuşlardır. Çünkü onlarca A1i (Radiyaliahüanh) hakkını aramamıştır. Bunların mezhebleri hepsinden bo*zuk, akılları da hepsinden fâsitdir. Kavilleri redde veya münazaraya değ*mez. Bunu söyleyenin küfründe şüphe yoktur. Çünkü bütün imamların ve ilk müslümanların küfrüne kail olan kimse şeriatın naklini iptal etmiş ve İslâm'ı yıkmış demektir. Bunlardan geri kalan taşkınlara gelince: On*lar bu mesleği tutmamışlardır,traami'ye taifesi ile Mutezileden bazıları ilk müslümanların Hz. Ali meselesinde yanıldıklarını söy*lerler. Onlara kâfir demezler. Hattâ Mutezile 'den bazıları onları hataya bile nisbet etmezler. Çünkü onlara göre ehli varken daha aşağı dereceli bir kimseyi halife tayin etmek caizdir.
Halbuki bu hadîsde onların hiç birine delil yoktur. Hadîsde yalnız Hz. A1i'nin fazileti isbat edilmekte, onun başkasından efdal yahut baş*kasının misli olduğuna dair söz yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den sonra onun halife olacağına delâlet de yoktur. Çünkü Peygam*ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. A1i'ye bu sözü kendisini Tebûk gazasında Medine'de kendi yerine bıraktığı zaman söylemiştir. Hadîsi şerif de müşebbehinbih olan Harun (Aleyhisselâm)\n Hz. Musa'dan sonra halife olmayıp, onun hayatında hattâ Musa (Aleyhisselâm) m vefatından kırk sene kadar önce dünyadan gitmesi de bunu te'yid eder.»
Ulemârun beyânına göre zahir mânâsı itibariyle bir sahabiye müda-hele sayılan hadîslerin te'vili icab eder. Burada Hz. Muâviye'nin sözü Hz. A1i‘ye sövmesi için açık bir emir değildir. O yalnız sövmesi*ne ne mâni olduğunu sormuştur. Ve herhalde : «Vera' ve takvadan dolayı mı, yoksa korku gibi bir şey sebebiyle mi bundan vaz geçtin. Eğer takva ve ihtiram için sÖğmedinse isabet etmişsin, iyi yapmışsın, başka bir se*beple vazgeçtinse onun da cevâbı başkadır.» demek istemiştir, ihtimal Hz. Sa'd, Hz. A1i'ye söğen taife ile berabermişdir. Fakat bu sefer on*larla beraber söğmemiştir. Muâviye (Radiyaliahü anh) bunu sormuştur. Bu sözün başka te'vile de ihtimali vardır. O bununla : «Hz. A1i'nin rey ve içtihadında hata ettiğini söylemekten seni ne men etti. Bu meselede bizim rey ve içtihadımızın güzel, ofıunsa hatalı olduğunu halka açıklasaydın ya!» demek istemiş de olabilir.
33- (2405) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yakub (İbni Abdirrahman El-Kââri) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Hayber günü Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu sancağı mutlaka Allah ve Resulünü seven bir adama vereceğim. Alloh onun elinde fethi müyesser kılacaktır.» buyurmuşlar. Ömer b. Hattâb : Kumandan olmayı ancak o gün diledim, demiş. Sözüne şöyle devam etmiştir: Sancak için çağrılırım ümidiyle ona uzandım. Fakat Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ali b. Ebî Tâlib'i çağırdı, sancağı ona verdi ve :
«Yürü! Allah sana fethi müyesser, kıiıncaya kadar bakınma!» buyur*du. Derken Ali biraz yürüdü, sonra durdu ama bakınmadı. Ve :
— Yâ Resûlallah! İnsanlarla ne Üzerine harbedeceğİm? dîye haykırdı:
«Onlarla Allah'dan başka ilâh yoktur ve Muhammed Resûlüllahdir, diye şehadet getirinceye kadar harbet! Bunu yaptılar mı, kanlarını ve mal*larını senden korudular demektir. Ancak hakkıyle olursa o başka! Hesap*lan da Allah'a kalmıştır.» buyurdular.
34- (2406) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'l-Aziz (yâni İbni Ebî Hâzini) Ebû Hâzim'den, o da Sehl'den naklen rivayet etti. H.
Bize yine Kuteybe b. Saîd rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Yâkub (yâni İbni Abdirrahman) Ebû Hâzim'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Sehl b. Sa'd haber verdi ki, Hayber günü Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem):
«Bu sancağı Öyle bir adama vereceğim ki, Allah onun elinde fethi mü*yesser kılacak. Allah'ı ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu sever.» buyurmuşlar. Sehl demiş ki: Artık insanlar o gece sancağı kime verecek diye konuşarak gecelediler. Sabahlayınca erken erken Resûlüllah (Sallatlahii Aleyhi ve Sellem) 'in yanma vardılar. Her biri sancağın kendine verilmesi*ni umuyordu. Derken Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Âli b. Ebî TâIifa nerede?» diye sordu. Aslıab :
— Yâ Resûlallah! O gözlerinden rahatsızdır, dediler.
«Hemen ona haber gönderin!» buyurdu. Arka çığından Ali'yi getirdi*ler. Resûlüllah {Sallailahü Aleyhi ve Sellem) onun gözlerine tükürdü ve ken*disine dua etti. Ali derhal düzeldi. Hattâ hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Re*sûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve Sellem) sancağı ona yerdi. Ali:
— Yâ Resûlallah! Onlarla tâ bizim gibi oluncaya kadar mı harbede-ceğim? diye sordu. Şöyle buyurdular :
«Yavaşça gir. Tâ onların sahasına İn, sonra kendilerini İslâm'a davet et! İslâm'da kendilerine vâcib olan Allah hakkını onlara haber ver. Vallahi senin.sayende Allah'ın bir adama hidâyet vermesi, senin için kırmızı deve*lerin senin olmasından daha hayırlıdır.»
35- (2407) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha*tim (yâni İbni İsmail),.Yezîd b. EM Ubeyd'den, o da Seleme b. Ekva' dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Haybcr'de Ali, Peygamber (Salkıllahii Aleyhi ve Sellem)1'den geri kalmıştı. Gözleri ağırıyordu. Ben Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)''den geri mi kalacağım, dedi. Ve Ali hemen yo*la fıkarak Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetişti. Sabahında Al*lah'ın fethi müyesser kıldığı gecenin akşamı olunca Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu sancağı mutlaka vereceğim yahut bu sancağı yarın mutlaka Al*lah'ın ve Resulünün sevdiği bir adam alacaktır. Veya Allah'ı ve Resulünü seven bir adam alacaktır. Allah ona fethi müyesser kılacaktır.» buyurdu
Bir de ne görelim, lau zât AH imiş. Halbuki biz onu ummuyorduk. Ashab r İşte Ali! dediler. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) de sancağı ona ver*di. Ve Allah fethi ona müyesser kıldı.
Bu hadîsi Buhârî «Cihâd» bahsinde tahric etmiştir.
Hayber gazası hicretin yedinci senesinde vuku bulmuştur. İbni îshâk'ın Hz. Amr b. Ekvâ'dan rivayet ettiği bir hadîse göre Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ebû Bekr'i Hayber karalarından birine göndermiş : Ebû Bekir (Radiyallahu anh) yahu-dileri hayli sıkıştırmış ise de kal'a fethedilemeden dönmüş. Ertesi gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ömer'i göndermiş, yahudi-lerle o da harbetmiş, fakat kal'a yine alınamamış. Nihayet Resûlüllah (Sailallahü A leyhi ve Sellem):
«Yarın bu sancağı Allah'ın ve Resulünün sevdiği bîr adama verece*ğim... ilâh» buyurarak sancağı Hz. A1i'ye vermiş ve fetih onun eliyle müyesser olmuştur. îbni tshâk'ın beyânına göre Hayber'in ilk fethedilen kal'ası Nâim'dir. Mahmud b. Seleme orada şehid edilmiş, kal'adan üzerine bir değirmen taşı atılmıştır.
Hz. Ömer'in kumandan olmayı ancak o gün diledim, demesi bu kumandanlık Allah'ın ve Resulünün muhabbetlerine delâlet ettiği ve kal'a o kumandanın eliyle fethedileceği içindir.
Nevevî'ye göre: Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. A1i'ye :
«Bakınma...» emrini vermesinin iki veçhe ihtimâli vardır. Birinci veç*he göre bu sözden zahiri mânâsı kastedilmiştir. Yâni sağa sola bakınmadan dosdoğru git, demektir. İkinci ihtimale göre bu sözden murad harbe atıl*mak ve koşmaktır. Hz. A1i onu birinci mânâya hamletmiş; icab ettiği halde gözüyle bakınmamıştır. Bazılarına göre ihtimal buradaki emirden murad : «Düşmanınla karşılaştıktan sonra kal'ayı fethedineeye kadar ora*dan ayrılma» demektir.
Kızıl renkli develer Arablann en kıymetli malları idi. Bir şeyin ne*fasetini bildirmek için bunları misal gösterirlerdi. Yerinde de görüldüğü vecihle âhiret umurunu dünya işlerine benzetmek sadece zihinlere mânâyı yerleştirmek içindir. Yoksa baki olan âhiret nimetlerinin zerresi dünya*lardan daha hayırlıdır.
Bu Hadisden Çıkıarılan Hüümler:
1- Hadîs-i şerîf'de Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve sellem)'in kavli ve fiilî mucizeleri vardır. Kavlî mucizesi kal'anın Hz. A1i tarafından fet*hedileceğini haber vermesidir. Nitekim öyle de olmuştur. Fiilî mucizesi ise Hz. A1i'nin gözlerine tükürmesi ve gözlerinin derhal iyüeşnıesidir.
2- Yine bu hadîs Hz. Ali 'nin faziletlerine cesurluğuna Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)in emrine son derece riâyetkârhğma, Allah ve Resulünü sevdiğine ve onların sevgisini kazandığına delildir.
3- Harbden Önce düşman İslâm dinini kabule davet edilir. Bazıları
bunun mutlak surette vâcib olduğunu söylemiş, diğerleri ise o ana kadar düşmana İslâm dini tebliğ edilmemişse bu davetin vâcib olduğuna, teb*liğ edilmişse vâcib'değil, müstehabhğma kail bulunmuşlardır. Bu mesele cihad bahsinin'başında geçmişti.
4- İslâmiyet harbde ve sulhda kabul edilebilir. «Hesaplan da Allah'a kalmıştır» cümlesinden murad : Kâfirler şehadet getirirlerse biz onları serbest bırakırız. Çünkü biz zahire göre hüküm veririz. Kalblerindekini yalnız Allah bilir, hakikaten iman ettilerse bu kendilerine dünyada da, âhiretde de faydalı olur. Aksi takdirde münafık sayılırlar ve cehennemi boylarlar, demektir.
5- Müslüman olmak için iki kelimeyi şehadeti söylemek şarttır. Dil*sizin veya bir mâniden dolayı konuşamayanın işaretle imanı kâfidir.
36- (2408) Bana Züheyr b. Harb ile Şûca' b. Mabled hep birden İbnı Jleyye'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim riva*yet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hayyan rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ye-
b. Hayyân rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Husayn b. Sebrâ ve Ömer b. Vlüslim Zeyd b. Erkam'e gittik. Yanına oturduğumuz vakit Husayn ona : Gerçekten ya Zeyd sen çok hayırla karşılaştın. Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve SeUem)'\ gördün; hadîsini dinledin; onunla beraber gaza ettin; ve arkasında namaz kıldın. Gerçekten yâ Zeyd, sen çok hayırla karşılaş*tın. Bize yâ Zeyd! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiklerini rivayet et! dedi. Zeyd :
Be kardeşim oğlu! Vallahi yaşım geçti; vaktim ilerledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dan bellediklerımin bazısını unuttum. Binâena*leyh size ne rivayet etmişsem kabul edin, neyi rivayet etmemişsem onu bana teklif etmeyin! dedi. Sonra şunu söyledi: Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke ile Medine arasında Hum denilen bir su*yun başında aramızda hutbe okumak üzere ayağa kalktı ve Allah'a hamdü-sena etti. Va'z eyledi. Ve hatırlatma yaptı. Sonra şöyle buyurdu :
«Bundan sonra, dikkat edin ey cemaat! Ben ancak bir insanım. Rabbİ-min resulü gelip de ona icabet etmem yakındır. Ben size iki ağır yük bıra*kıyorum. Bunların birincisi içinde doğru yol ve nur bulunan Kitâbutlah'dır. Imdİ Kitâbullah'ı alın ve ona sarılın!» Müteakiben Kitabullah'a terğîb ve teşbîhde bulundu. Sonra :
«Bir de ehl-i beytimi (bırakıyorum)... Ehl-i beytim hakkında size Al*lah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!.. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatırım!..» buyurdu. Husayn ona:
— Onun ehl-i beyti kimlerdir yâ Zeyd? Kadınları ehl-i beytinden de*ğil midir? diye sordu. Zeyd :
— Kadınları ehl-i beytlndendir. Lâkin onun ehl-i beyti ondan sonra sadakadan mahrum olanlardır, cevâbını verdi. Husayn :
— Kimdir onlar? diye sordu.
— Onlar Âli Ali, ÂIı Akîl, Âli Ca'fer ve Âli Abbâs'dır, dedi. Husayn:
— Bunların hepsi sadakadan mahrum mudurlar? dedi. Zeyd:
— Evet! cevâbını verdi.
(...) Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hassan (yâni İbni İbrahim) Saîd b. Mesrûk'dan, o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Ve hadîsi yukarki hadîs gibi Zuheyr'nı hadîsi mânâsında nakletti.
(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu*hammed b. Fudayl rivayet etti. H.
Bize tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir haber verdi.
Her iki râvi Ebû Hayyan'dan bu isnadla İsmail'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır. Cerir'in hadîsinde şu ziyade vardır :
«Allah'ın kitabı ki, onda doğru yol ve nur vardır. Her kim ona tutulur ve onunla amel ederse doğru yolda olur. Ve her kim ondan yanılırsa sapar.»
37- (...) Bize Muhammed b. Bekkâr b. Reyyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hassan (yâni İbni İbrahim) Saîd'den (bu zat İbni Mesruk'dur), o da Yezid b. Hayyan'dan, o da Zeyd b. Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şöyle demiş ; Onun yanma girdik ve kendisine : Gerçekten sen çok hayır gördün. Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "m sohbe*tinde bulundun ve arkasında namaz kıldın... dedik.
Ve râvi hadîsi, Ebû Hayyan'm hadîsi gibi nakletmiştir. Yalnız o şöyle demiştir : «Dikkat edin, ben sizin aranızda iki ağır yük bırakıyorum. Bun*ların biri Allah (Azze ve Celle)yn\n kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Her kim ona tâbi olursa doğru yolda ve kim terkcderse delâlette olur.» Bu hadîsde şu ibare de vardır : «Bunun üzerine biz :
__ Onun ehl-i beyti kimlerdir? Kadınları mı? dedik. Zeyd :
__ Hayır! Allah'a yemin olsun! Hakikaten kadın zamanın bir kısmın*da erkekle beraber olur. Sonra onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner. Onun ebl-i beyti, aslı ve ondan sonra sadakadan mahrum olan asa-besidir.» dedi.»
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in Kitabullah ile ehl-i beyti hak*kında iki ağır yük tâbirini kullanması bunların sânı ve ehemmiyeti bü*yük olduğu içindir, Bazı ulemâya göre bu hususdaki amel ağır olduğu için bu tâbiri kullanmıştır.
Sadakadan murad zekâttır.
Âl: Hanedan yâni şerefli bir sülâlenin fertleri, demektir. Ulemâ Pey*gamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sülâlesinden kimlerin zekât alamı-yacakları hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hanefîler'le Şafiî1er'e göre bu hadîsde zikri geçen Benî Hâşim'e yâni Hz. Ali, Akîl, Ca'fer ve Abbâs (Radiyallahu anh) sülâlelerine ve onla*rın azatlılarına zekât-verilemez.
îmam Mâlik yalnız Benî Hâşim'e zekât verilemiyece-ğine kail olmuş, bir takımları da bütün Kureyş‘e zekât verîlemiye-ceğini söylemişlerdir. Bu hadîsde Hz.Zeyd'in Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem^ in kadınlarını ehl-i beytinden saymaması bütün Kureyş kabilesini ehl-i beyt kabul edenlerin sözünü iptal İçindir. Filhakika ez-vâcı tahirat arasında Âişe, Hafsa, Üramü Seleme, Şev*de ve Ümmü Habîbe (RadiyaUahu anh) gibi Kureyş'e men-sub kadınlar vardı.
Hz. Zeyd'in buradaki iki rivayeti zahiren birbirine zıt görünmek*tedir. Çünkü birinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm zevcelerini ehl-i beytinden saymış, diğerinde saymamıştır. Müslim 'den başka*larının rivayetlerinde Hz, Zeyd ekseriyetle ezvâcı tahiratın ehl-i beyt-ten olmadıklarını söylemiştir. Şu halde birinci rivayetin te'vili gerekir ve : «Burada kadınlarının ehl-i beyti sayılması onunla beraber yaşayıp nafa*kalarım verdiği, onlara hürmet ve ikramda bulunmayı emir buyruduğu içindir. Yoksa onlar sadaka almak, kendilerine haram olan ehl-i beytte dâ*hil değildirler» denir. Nitekim birinci rivayette Hz. Zeyd: «Kadın*ları ehl-i beytindendîr. Lâkin onun ehl-i beyti kendilerine zekât almak haram olanlardır.» diyerek buna işaret etmiştir.
Hablüllah : Allah'ın ipi demektir. Burada ondan murad Allah'a verilen ahd ve sözdür. Bir takımları Allah'ın rızası ile rahmetine götüren ise-bepdir demiş; daha başkaları bunun hidayet nuru olduğunu söylemişlerdir.
38- (2409) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dü'1-Azîz (yâni İbni Ebi Hâzim) Ebû Hâzİm'den, o da Sehi b. Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sehi şöyle demiş : Medine'ye Mervan hanedanından bir zât vali tâyin edildi. (Bu zat) Sehi b. Sa'd'i çağırarak Âli'ye sövme*sini emretti, Sehi buna razı olmadı. Vali ona :
— Madem ki, buna razı olmuyorsun (hiç olmazsa) Allah Ebû't-Tü-rab'a lanet etsin de! dedi. Bunun üzerine Sehi şunu söyledi:
— Ali'nin kendince Ebû't-Türab'dan daha sevimli bir ismi yoktu. Bu isimle çağrıldığı vakit gerçekten sevinirdi. Bu sefer vali:
— Bize onun kıssasını haber ver! Ona niçin Ebû Türab ismi verildi, dedi. Sehi şunu söyledi :
— Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Fâtıme'nin evine geldi de Ali'yi evde bulamadı. Ve (Fâtıme'ye)
«Amcan oğlu nerede?» diye sordu- Fâtıma :
— Aramızda bir şey oldu. Beni kızdırdı da çıktı (gitti). Yanımda kaylule yapmadı, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir insana :
«Bak şu nerede!» dedi. (Adam gitti.) Geldi ve:
— Yâ Resûlallah, o mescidde uyuyor, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onun yanma geldi. Ali uzanmış; örtüsü bir tarafından düşmüş, kendisi topraklanmıştı: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seiiem) topra*ğı ondan silmeye başladı, hem..:
«Kalk Eba't-Tiirabî Kalk Eba't-Türab!» diyordu. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu's-Salâtda tahric etmiştir. Ebû Türab: Toprak babası demektir. Bu hadîsde beyan edildiği ve-cihle kendisine Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Türab diye hitab ederek latife yaptığı için Hz. Ali bunu künye ittihaz etmiş ve sevmiştir.
Kaylûle: Yerinde de görüldüğü vecihle günün ortasında uykuya yat-.maktuv Bâzıları uyku olsun olmasın günün ortasında yapılan istirahata jkaylule denildiğini söylemişlerdir
Hadîs-i şerif rnescidde fakirlerle yabancılardan başkalarının da uyulyup kaylule yapabileceklerine ve kızmamak şartıyle dargın bir kimseye 1 kendi künyesinden başka bir künye ile hitab ederek şakalaşmanın caiz ol*duğuna delildir.
Söğme meselesi hakkındaki te'vili babımızın Muâviye hadîsinde gör*müştür.