Bi tabaka Divanî vazifeler erbabından olup, fakihler, alimler, edipler ve katiplerden oluşur.
Bu tabakanın durumu kendisinden sonraki tabakaya nazaran daha iyidir. Zira hukuk, tedrisat, fetva, hitabet, yazışmalar, bunların elindedir. İşte bu alimler tabakası, o zaman, gerçekten gizli hükümeti temsil eder gibiydiler. Bu vazife münasebetiyle umum-husus, acık-gizli her şeyden istifade ediyorlardı. Devlet erkanı da kendilerinden korktukları için, çok bol mal veriyorlar ve hesaplarını açık bırakıyorlardı. Ancak bazı sultanlar, alimler arasında olan hırsı ve sürtüşmeyi görmemezlikten gelmiştir. İbn Hacer, bu vesileyle kadılık vazifesinden birkaç kez alınmıştır. Yerine Kaziyu'l-Kuzat Alemıı'd-Din Salih el-Bulkınî atanmıştır. O da, vazifeden alınınca yerine es-Suftî getirilmiştir. Bu gibi şeyleri ileri derecede huy edinmek onları (alimleri), hafif (yetersiz) görmekten değil, bilakis onlardan korktuklarındandir.
Meliklerin, kadıyı veya alimi görevden almaları, onun kendi zulmünü ve cefasını gizlediğini bize göstermektedir. Bu da alimin menfaati ve hizmeti aleyhine başkalarını kışkırtmak şeklinde olurdu. Hatta meliklerden biri görevden alınmalara karşı, kadıların tepkilerini
bertaraf etmek için "bu iş, Celaleddin Suyutî'ye danışılarak yapılmıştır" diye ilan edilmişti.
Konu hakkıda İbn tyas şöyle der: "Anlatıldığına göre Halife Mütevekkil Alallah Abdulaziz, Celaleddin Suyutî'ye gelip hiç duymadığı bir vazifeyi yerine getirmesini istedi. O da şuydu; diğer kadıların başına büyük (baş) kadı olarak geçecek, diğer İslam memleketlerine istediği kadıyı tayin edecek, istediğini bu görevden azledecekti.
Ancak Suyutî bu göreve başlayınca durum bazılarının (kadıların) zoruna gitti ve halifenin aklını çeldiler. Bir takım dedikodular halifeye ulaşınca, o da "Bu tayin işini benim aklıma getiren Suyutî oldu. Benim bu işte bir dahlim yok. Ve bana bu işin eskiden beri yapılagelen bir iş olduğunu söyledi" diyerek cevap verdi.