Ve Yüce Allah'ın şu kavli:
"Beşerden hiçbir kimseye yakışmaz ki, Allah kendisine
Kitâb'/, hükmü ve peygamberliği versin de sonra o, insanlara; 'Allah'ı bırakıp da bana kul olun' desin.
Fakat o: 'Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz Kitâb sayesinde Rabbaniler olun' der" (âiu imrân: 79)
151- Bize İbrâhîm ibn Hamza tahdîs etti. Bize İbrâhîm ibn Sa'd, Salih ibn Keysân'dan; o da İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Ab-dillah ibn Utbe'den; o da Abdullah ibn Abbâs(R)'tan tahdîs etti. O şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Rûm Kaysarı'm İslâm'a çağır*mak üzere ona mektûb yazdı. Mektubunu Kaysar'a Dıhye el-Kelbî'nin beraberinde yolladı. Rasûlullah, Dıhye'ye mektubu Busrâ halkı bü*yüğünün Kaysar'a sunması için, mektubu Busrâ halkı büyüğüne ver*mesini emretti .
Kaysar ise, Allah ondan Fars ordularını bozguna uğrattığı za*man, Allah'ın kendisine in'âm ettiği bu büyük zafere şükür olmak üzere, Hınıs'tan İliyâ'ya (yânı Beytu'l-Makdis'e) kadar yürüdü idi. Kaysar İliyâ'da'iken Rasûlullah'ın mektubu kendisine ulaştığı zaman, mektubu okuduğunda adamlarına:
— Bana burada o adamın kavminden bir adam arayın, ben on*lara Allah'ın Rasûlü'nden suâller sorayım! dedi.
İbn Abbâs şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân haber verdi ki, kendisi Rasûlullah ile Kureyş kâfirleri arasında yapılmış olan Hudeybiye ba*rış anlaşması müddeti içinde, ticâretçiler olarak Şam'a gelmiş bulu*nan Kureyş'ten birtakım adamlar arasında Şam'da bulunuyormuş. Ebû Sufyân dedi ki: Akabinde Kaysar'ın elçisi bizleri Şam'ın bir ye*rinde buldu. Ben ve arkadaşlarım götürüldük. Nihayet İliyâ beldesi*ne geldik. Kaysar'ın huzuruna girdirildik. Bir de gördük ki Hırakliyus üzerinde tâc olduğu hâlde hükümdarlık tahtında oturmuş, etrafında Rûm büyükleri vardı. Hırakl, tercümanına:
— Peygamber olduğunu söyleyen şu zâta nesebce en yakın han*gisidir, onlara sor, dedi.
Ebû Sufyân dedi ki: Ben:
— O'na neseben en yakınları benim, dedim.
Kaysar:
— O'nunla senin arandaki yakınlık nedir? dedi.
— O benim amcamın oğludur, dedim.
O gün o kaafilenin içinde benden başka Abdu Menâf oğulları'n-dan kimse yoktu. Kaysar:
— Onu bana yaklaştırınız, dedi ve arkadaşlarımla ilgili emri de
verdi.
Arkadaşlarımı benim omuzumun yanına sırtımın arka tarafına
oturttular.
Sonra Hırakl, tercümanına:
— Bunun arkadaşlarına söyle: Ben Peygamber olduğunu söyle*yen o zât hakkında bu adamdan bâzı şeyler soracağım. Eğer bu bana yalan söylerse, sizler onu yalanlayınız! dedi.
Ebû Sufyân dedi ki: Vallâhî o gün arkadaşlarımın benden çıka*cak yalanı yaymalarından utanmak olmasaydı, Hırakliyus bana Pey-gamber'den sorduğu zaman, muhakkak O'na yalan söylerdim. Fa*kat ben arkadaşlarımın benden çıkacak yalanı nakledip yayacakla*rından utandım da Hırakliyus'a doğru söyledim.
Sonra Kaysar, tercümanına:
— Ona sizin içinizde O'nun nesebi nasıldır? diye sor, dedi.
Ben:
— İçimizde O büyük bir neseb sahibidir, dedim.
— Sizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş (yânî O'ndan evvel pey*gamberlik iddiası etmiş) bir kimse var mıydı? dedi.
— Yoktu, dedim,
— O söylediği peygamberlik sözünü söylemesinden önce sizler O'nu hiç yalanla ittihâm ediyor muydunuz? dedi.
— Hayır, dedim.
— Babaları içinde bir melik var mıydı? dedi.
— Hayır yoktu, dedim.
— O'na insanların eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi tâbi' oluyorlar? dedi.
— Halkın zaîfleri daha çok tâbi' oluyorlar, dedim.
— O'na tâbi' olanlar artiyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? dedi.
— Anıyorlar, dedim.
— Dîne girişten sonra O'nun dînini beğenmemezlikten dolayı dîn*den dönen kimse oluyor mu? dedi.
— Hayır olmuyor, dedim.
— O gadr ediyor mu (yânî ahdini bozuyor mu)? dedi.
— Hayır gadr etmez. Ancak şimdi biz O'nunla bir müddete ka*dar silâh bırakma halindeyiz; ahdini bozmasından korkuyoruz, dedim.
Ebû Sufyân dedi ki: Kaysar'la olan bu mükâlemede bana, içine birşey girdirip de onunla Muhammed'in sânını eksilteceğim bir söz söylemek mümkün olmadı. Benden, bundan başkasının nakledilme*sinden korkmuyorum. Kaysar bana:
— O'nunla hiç harb ettiniz mi? Yâhud O sizinle harb etti mi?
dedi.
— Evet, O'nunla harb ettik, dedim.
— Öyleyse O'nun harbi ve sizin harbiniz nasıl oldu? dedi.
— Harb tâli'i (bizimle O'nun arasında) nevbet nevbet olur: Bir kerre O bize gâlib olur, diğer kerre biz O'na gâlib oluruz, dedim.
Hırakliyus:
— O sizlere ne emrediyor? dedi.
— O bizlere, kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayarak yalnız Al*lah'a ibâdet etmemizi emrediyor ve babalarımızın ibâdet edegeldik-leri putlardan bizleri nehyediyor. Ve yine O, bizlere namaz kılmayı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı, ahde vefakârlığı, emâneti eda etmeyi
emrediyor, dedim.
Ben bunları ona söylediğim zaman o, kendi tercümanına dedi ki:
— Ona şunları şöyle: Ben sana içinizde O'nun nesebini sordum; sen O'nun yüksek neseb sahibi olduğunu söyledin. Rasûller de zâten böyle kavimlerinin yüksek neseb sâhibleri içinden gönderilir. Ben sa*na: Sizden bu peygamberlik sözünü O'ndan önce söylemiş bir kimse var mıdır? dedim; sen: Hayır yoktur, dedin. Ben de: Eğer sizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş bir kimse olaydı, kendisinden önce söy*lenmiş olan bir söze uyup taklide kalkışan bir adamdır diye düşü*nürdüm, dedim. Ben sana: O, dediğini demesinden önce sizler O'nu yalan söylemekle suçluyor mu idiniz? dedim; sen: Hayır, dedin. Ben de kesin surette bildim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi işlememiş bir kimse (sonradan) Allah'a karşı yalan söylemeye cesaret ede*mez . Ben sana: O'nun babaları, dedeleri içinden bir melik olmuş mudur? diye sordum; sen: Hayır olmamıştır, dedin. Ben de: Babaların*dan bir melik olaydı bu da babalarının hükümdarlığım geri almak isteyen bir kimsedir diye hükmederdim, dedim.'Ben sana: O'na in*sanların eşrafı mı tâbi' oluyorlar yoksa zaîfleri mi? diye sordum; sen: O'na tâbi' olanların insanların zaîfleri olduğunu söyledin. Rasûllerin tâbi'leri de zâten onlardır. Ben sana: (O'na tâbi' olanlar) artıyor-lar mı, yoksa eksiliyorlar mı? diye sordum; onlar artıyorlar, dedin, îmân keyfiyeti de tamâm oluncaya kadar hep böyle gider. Ben sa*na: O'nun dînine girdikten sonra dînini beğenmemezlikten dolayı irti-dâd eden oluyor mu? diye sordum; sen: Hayır, dedin. îmân da mûcib olduğu iç ferahlığı kalblere karışıp kökleşince böyle olur; onu kimse sevmemezlik etmez. Ben sana: O zât gadr eder mi (yânî ahdine vefa*sızlık eder mi)? diye sordum; sen: Hayır o gadr etmez, dedin. Rasûl-ler de böyle olur; onlar gadr etmezler. Ben sana: Siz O'nunla harb ettiniz mi ve O sizinle harb etti mi? diye sordum. Sen: O'nun harb, yaptığını, sizin harbiniz ve O'nun harbinin nevbet nevbet değişir ol*duğunu, bir defa O'nun sizlere gâlib gelir, diğer defa da sizler O'na gâlib gelir olduğunuzu söyledin. Rasûller de böyledir. Onlar (Allah tarafından tâat yolunda sabırlarının ve gayretlerinin çokluğu sebebiy*le ecirleri büyük olsun diye) belâlara uğratılırlar, sonra da makbul akıbet onların lehine olur. Ben sana: O size ne emrediyor? diye sor*dum! Sen: O'nun sizlere Allah'a ibâdet etmenizi ve O'na hiçbirşeyi ortak yapmamanızı emreder olduğunu, babalarınızın ibâdet edegel-dikleri putlardan sizleri nehyeder olduğunu, keza sizlere namaz kıl*mayı, sadaka vermeyi, haramlardan el çekip iffetli olmayı, ahde vefa etmeyi, emâneti yerine getirmeyi emreder olduğunu söyledin.
Hırakliyus dedi ki:
— İşte bu söylediklerin peygamberin sıfatlarıdır. Zâten ben bir peygamberin çıkacağını bilir idim. Lâkin onun sizden olacağını zan*netmezdim. Eğer bu dediklerin doğru ise, şu ayaklarımın bastığı ye*re yakında o Zât mâlik olacaktır. O'nun yanına ulaşabileceğimi umud eder olaydım, O'nunla buluşmak için elbette her türlü zahmete katla*nırdım. O'nun yanında olaydım (hizmet ederek) elbette ayaklarını yı*kardım.
Ebû Sufyân şöyle dedi: Bundan sonra Hırakliyus Rasûlullah'ın mektubunu istedi.Mektûb okundu: Mektubun içinde şunların yazıl*mış olduğunu gördük:
'Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
'Allah 'in Kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm 'un büyüğü Hı-
'Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun! Bundan sonra: (Ey Rûm
milletinin büyüğü!) Ben seni İslâm da'veüne çağırıyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasm. Müslüman ol ki Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen Hnstiyan çiftçilerin günâ*hı senin üzerinedir. Ey Kitâblılar! Bizimle sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze geliniz: Allah 'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbirşeyi eş tutmayalım, Allah U bırakıp da birbirimizi rabbler edin*meyelim. Eğer (Kitâblılar bu da'vetten) yüz çevirirlerse, siz de onla*ra: 'Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız' deyin" (Âiu imrân: 64). Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl sözünü bitirince etrafında bulunan Rûm büyüklerinin sesleri yükseldi ve gürültüleri çoğaldı. Ben onla*rın ne dediklerini bilemiyorum. Bizimle ilgili emir verildi de bizler dışarı çıkarıldık. Arkadaşlarımla beraber dışarı çıkıp da onlarla yalnız ka*lınca, onlara:
— İbnu Ebî Kebşe'nin (yânî Muhammed'in) işi hakîkaten aza*met peyda etti. Bu Benu'l-Esfar Meliki O'ndan korkuyor, dedim. Ebû Sufyân dedi ki: Allah'a yemîn olsun ki, kendim isteksiz ol*duğum hâlde Allah kalbime İslâm'ı girdirinceye kadar ben Peygam-ber'in işinin muhakkak gâlib geleceğine boyun eğici ve kesin bilici olmak;a devam ettim .
152-.......Sehl ibn Sa'd (R) Hayber günü (fetih uzayınca) Peygamber(S)'den şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:
— "Müslümanların bayrağını artık Öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah onun elleriyle fetih verecektir."
Bunun üzerine orada bulunan sahâbîler, bayrağın kendilerinden hangisine verileceği mes'elesi için ümîd eder oldular. Onların hepsi bayrağın kendisine verilmesini umarak, ertesi güne erdiler. Fakat Rasülıjllah ertesi gün: "
— "Alî nerededir?" diye sordu. Sahâbîler tarafından:
— Alî gözlerinden şikâyet ediyor, denildi.
Peygamber emretti de Alî çağrıldı. Peygamber Alî'nin gözlerine tükürdü, hemen orada gözleri, onda hiçbir ağrı yokmuş gibi, iyi ol*du. Bunun üzerine Alî:
— Hayber Yahûdîleri'yle; onlar da bizim gibi (müslümân) olun-7 caya kadar harb ederiz! dedi.
Peygamber:
— "Yâ Alî, yavaş ol! Sükûnetle (yânî harb etmeden) Hayberli-ler'in sahasına ininceye kadar ilerle. Sonra onları İslâm 'a çağır ve üzer*lerine vâcib olan İslâm esâslarını onlara haber ver. (Yâ Alî!) Allah'a yemin ederim ki, senin irşadınla tek bir kişinin hidâyete kavuşturul*ması, senin için kırmızı develerin olmasından hayırlıdır" buyurdu.
153-.......Humeyd et-Tavîl şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işit*tim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bir kavme gazaya gittiği zaman, sabah oluncaya kadar baskın yapmazdı. (Sabah olunca) ezan sesi işitirse onlarla harbden kendini tutardı. Eğer ezan işitmezse, sabah olduktan sonra onlar üzerine baskın yapardı. Biz Hayber'e geceleyin indik .
154- Bize Kuteybe tahdîs edip şöyle dedi: Bize tsmâîl ibn Ca'-fer, Humeyd et-Tavîl*den; o da Enes'ten: Peygamber(S) bizleri ga*zaya götürdüğü zaman... dediğini tahdîs etti.
Ve yine bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Humeyd'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki (o şöyle demiştir): Peygamber (S) Hayber'e gazaya çıktı ve Hayber'e geceleyin vardı. Peygamber bir kavmin yurduna geceleyin geldiği zaman, sabah olmadıkça üzer*lerine baskın yapmazdı. Sabah olunca Yahudiler zirâat âletleri ve iş sepetlen ile tarlalara doğru çıktılar. Peygamber'i gördüklerinde:
— Muhammed; vallahi şu Muhammed'dir ve askeridir! dediler.
Peygamber de:
— "Allâhu Ekber. Hayber har âb oldu (yâhud harâb olsun). Biz bir kavmin yurduna indiğimiz zaman inzâr edilip korkutulmuş olan*ların hâli yaman olur'' buyurdu.
155-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bana insanlar Lâ ilahe ille'llâh deyinceye kadar onlarla harb etmekliğim emrolundu. Her kim Lâ ilahe üleHlâh derse, müslümânlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna, canını ve malını benim elimden kurtarmıştır. (îçler indekiler den dolayı olan) hesabı ise Allah'a âiddir".
Bu hadîsi Umer ile İbn Umer de Peygamber'den rivayet etmiş*lerdir.