Laranda (Karaman)

Karaman yöresinin eski çağ tarihi, çok eski yıllara inmektedir. Can Hasan Höyüğünde ele geçen buluntular MÖ.6000 yıllarına tarihlendirilmektedir. İlk Çağlarda arkeolojik konumu açıklık kazanamamakla beraber Hititler döneminde Arzawa denilen devletin sınırları içerisinde kaldığı sanılmaktadır. Karadağ ve Kızıldağ’da bulunan Hitit kitabe röliyefleri de bunu kanıtlamaktadır. MÖ.VII.yüzyılda Friglerin, MÖ.VI.yüzyılda Lydialıların egemenliğine girmiş, ardından da Persler bütün Anadolu ile birlikte Karaman’a da hakim olmuştur. O dönemde Laranda olarak bilinen Karaman, Büyük İskender’in egemenliğine geçmiş, Onun ölümünden sonra da Seleukosların, Galatların, Romalıların ve Bizanslıların hakimiyetine girmiştir. Bizans döneminde Karadağ’da bulunduğu sanılan Barata kentinde çok sayıda kilise, manastır ve şapel yapılmıştır. Bu yüzden de buraya Binbirkilise ismi verilmiştir.
Laranda kenti XII. yüzyıldan önce Danişmendlilerin sonra da Selçukluların yönetimine girmiştir. Haçlı yönetiminden sonra Anadolu Beyliklerinden Karamanoğullarının eline geçen yöreye karaman ismi verilmiştir.
Karaman İli Süleymanhacı Köyü sınırları içerisinde yer alan Pınarbaşı Höyüğünde yapılan kazı ve yüzey araştırmalarında bu çevrede Epi Paleolitik Devirde (M.Ö.10000-8000) yerleşme olduğu tespit edilmiştir.
Yine Pınarbaşı Höyüğünde ve Karaman İli Alaçatı Köyü sınırları içerisinde yer alan Canhasan I ve Canhasan III Höyüklerinde yapılan bilimsel kazılarda insanlık tarihinde çok önemli bir yeri olan Neolitik Devire (M.Ö.8000-5500) ait bulgulara rastlanılmıştır. Özellikle Canhasan I Höyüğünde yapılan kazılarda ve Karaman çevresinde yer alan bir çok höyükte yapılan yüzey araştırmalarında Karaman çevresinde Kalkolitik Devirde (M.Ö. 5500-3000) çok yaygın yerleşmenin olduğu anlaşılmıştır.
Başta Kılbasan Sısan Höyük olmak üzere Karaman çevresinde yer alan bir çok höyüğün yüzeyinde yapılan incelemelerde Bronz Çağı (M.Ö.3000-1200) buluntularına yoğun olarak rastlanılmaktadır. Laranda Arzava adlı yarı bağımsız bir devletin sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir bu devirde önemli bir ticari ve askeri merkez konumundadır. Karadağ üzerinde Mahalaç Tepesinde ve Kızıldağ üzerinde Hititlerden kalma hiyeroglif kitabeler bulunmaktadır. Ayrıca Kızıldağ üzerinde önde yer alan ovaya ve Hotamış Gölüne hakim bir noktada Geç Hitit Kralı Hartapus’un kazıma röliyefi bulunmaktadır.
M.Ö. 7. yüzyılda Friglerin, 6. yüzyılda Lidyalıların işgaline uğrayan şehir 6. yüzyıl sonlarında Pers egemenliği altına girmiştir. Klasik Devirlerde Lykaonia Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Karaman’ın adının Laranda olduğu bilinmektedir. Laranda, M.Ö. 322 yıllarında Hellenistik dönemde Büyük İskender’in haleflerinden Perdikkas ve Filippos’un talan ve tahribatına uğramıştır. Bundan sonra Antigon’un ve daha sonra Selevkos’un eline geçen Laranda M.Ö. I. Yüzyıla kadar Anadoludaki Hellenistik krallıkların hakimiyetinde kalmıştır.
Laranda Roma döneminde mahalli Krallardan Derbe hakimi Antipatros’un idaresine girmiş, Galatia Kralı Amyntos’un Antipatrosu yenmesi sonucu Galatların eline geçmiştir. Laranda bu devirde de Lykaonia Birliğine bağlı önemli bir ticaret merkezidir.

Bizans döneminde Laranda Hristiyanlığın önemli şehirlerinden birisidir. Karadağ’ın değişik yükseltilerinde ve vadilerinde yer alan ve Binbirkilise olarak bilinen örenyerinde M.S. 4. ve 9. yüzyıllar arasında yapılmış birçok kilise, manastır, konut, bazilika, şapel, mezar yapısı, sarnıç ve askeri yapılar bulunmaktadır. Ekinözü Köyünde yer alan Derbe Höyüğü ve Taşkale Kasabası yolunda yer alan Manazan Mağaraları Bizans Devrinin bölgedeki önemli yerleşme yerleridir. Ayrıca diğer örenyerleri ve höyüklerin üst katlarında bu devre ait yerleşme katları bulunmaktadır. M.S. 8. ve 9. yüzyıllarda Laranda Arap orduları tarafından birkaç kez kısa süreli işgal edilmiş, ancak şehir Selçuklulara kadar Bizans egemenliği altında kalmıştır.
Karaman yakınındaki Can Hasan, Eski Konya Gölü kenarında kurulmuştur. Can Hasan, İbrala Deresi’nin getirmiş olduğu birikinti yelpazesinin üzerinde bulunmak taydı. Bu yerleşim merkezi de o dönemdeki verimli topraklara sahip olduğundan ilk çağ insanlarının temel ihtiyaçlarını karşılamak için de çok uygun yerlerdi. Çünkü göl kıyısında ve bataklık alanlarda bulunan yabani hayvanları avlayarak da geçimlerini sağladıkları gibi verimli düzlüklerde küçük çaplı tarımla da uğraşmaktaydılar. Eski Konya Göl’ü ilk çağlar da insanların yerleşmelerini etkilemiş ve Çatalhöyük, Can Hasan, Alibeyhöyüğü gibi yerleşmeler bu gölün kenarına kurulmuştur.
Pınarbaşı
Karaman Çevresinde yapılan kazı ve araştırmalarda en eski yerleşme yeri olarak Süleymanhacı Köyünün 5,5 km. batısında yer alan Pınarbaşı yerleşmesi tespit edilmiştir. Burada yapılan yüzey araştırmalarında Epi Paleolitik Çağın mikrolitik alet endüstrisine rastlanılmıştır.
Pınarbaşı volkanik bir dağ olan Karadağ Kütlesinin kuzeybatıya olan çıkıntısı gibi görünen, kalker oluşumlu Bozdağ’ın kuzeybatı ucundadır. Yüzey buluntuları Bozdağ’ın bu bölümünü bir kuşak gibi dolanmaktadır. Asıl yerleşme günümüzde kısmen kurutulmuş olan Hotamış bataklığı kıyı çizgisi ile Bozdağ arasında yer almakta, bataklığın içine bir yarımada şeklinde uzanmaktadır. Yerleşmenin doğu sınırını oluşturan Bozdağ eteklerinde beş kaya sığınağı bulunmaktadır.
Yerleşme yerinin bataklığa ve göle yakın olması, hemen batısında yakın zamana kadar faal olan ancak günümüzde artık kurumuş olan tatlı su kaynaklarının bulunuşu, çevrenin avlanma açısından elverişli ve av hayvanlarının bol olması, bu bölgede yabani tahılların kendiliğinden bitmesi ilk yerleşmenin seçilmesinde büyük etken olmuştur.
Pınarbaşı’nda Karaman Müze Müdürlüğü ile Edinburg Üniversitesi adına Trevor Watkins yönetiminde 1994-1995 yıllarında iki dönem kazı yapılmıştır. Kazılarda açık hava yerleşmesinde ve Kaya sığınaklarından birinde birer açma açılmış, Açık Hava Yerleşmesine A Alanı, Kaya Sığınağı bölümüne B alanı adı verilmiştir.
A Alanında yapılan çalışmalarda 9 evre saptanmıştır. Bunlardan ilk üçü Neolitik Çağ’a tarihlendirilmektedir. A Alanında İlk Neolitik Çağa ait olduğu saptanan üç evreden en eskisinde 3 yapı ögesi ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan biri taştan yuvarlağımsı bir yapıya ait bölüm, diğeri küçük ve orta boy taşlardan oluşan ve çamurun harç gibi kullanılması ile oluşturulan bir döşeme ve üçüncüsü de üst üste üç sıradan oluşan bir yapı öğesidir. Bunun üstünde yer alan ikinci evrede küçük bir çocuk mezarı bulunmuştur. Üçüncü evre ise koyu kahve renkli, kumlu bir dolgudan oluşmaktadır.
A Alanının İlk Neolitik Döneme tarihlenen ilk üç evresinde ortaya çıkarılan yontma taş alet endüstrisi ürünlerinin ham maddesi obsidiyen ve çakmaktaşıdır. B alanından farklı olarak burada obsidienin yanısıra çakmaktaşı da bol miktarda kullanılmıştır. Geometrik biçimliler sayıca azdır; uzun, asimetrik üçgen biçimli mikrolitler vardır. Bezeli bir biley taşı, öğütme taşı ve havan parçaları, ikinci evredeki çocuk gömütünün yakınında ele geçen bir balta, bazalttan bir nesne ve yine bazalttan bir öğütme taşı A Alanının sürtme taş aletlerini oluşturur. Bir spatula parçası ile bir iğne ucu ele geçen kemik buluntulardır.
A Alanında ele geçen iyi korunmuş, sığır, at, kuş ve az sayıda balık kemikleri ile henüz ayrımı yapılmamış olan tohum örnekleri yerleşme yerinin beslenmesi ile av hayvanları hakkında bilgi vermektedir.
B Alanında (Kaya Sığınağı) 7 stratigrafik evre saptanmıştır. Kaçak kazı çukurlarıyla tahrip olmuş kültür dolgularının üst kısmı M.Ö. 5.ve 4. Bine tarihlenmektedir. Alt kısım ise Son Neolitik Çağ dolgularına aittir. Kaçak kazı çukurlarının altındaki dolguların üst kısmında küçük ocak ve ateş çukurları gibi yapı ögelerine rastlanılmıştır. Alt kısım ise olasılıkla bir Bizans gömütü ile tahrip olmuştur. Üst üste 3-4 sıralı, çok iri taşlardan, kuru duvar tekniğiyle yapılmış, olasılıkla yuvarlağımsı bir taş yapıya ait bir duvar parçası sağlam olarak ele geçmiştir.
B Alanında ele geçen mikrolitler, küçük dilgi endüstrisi ürünleri, A Alanındakilerden farklılık gösterir. Bu alanda sığır, at (equus hydrontinus), küçük memeliler, kuşlar, kaplumbağa, yılan, tilki, tavşan, koyun ve keçi gibi çok çeşitli hayvan kalıntıları saptanmıştır.
Açık hava yerleşmesi ve kaya sığınağı ile beraber Pınarbaşı’nın Neolitik Çağ’da iskan gördüğü tespit edilmiştir. Kalibre edilmemiş 14C tarihlerine göre A Alanı M.Ö. 8.binin ikinci yarısına, B Alanı ise M.Ö. 6.bine tarihlendirilmektedir.
Canhasan III Höyüğü
Karaman’ın 13 km. kuzeydoğusunda yer alan Canhasan (Alaçatı) Köyünde, Canhasan I Höyüğünün 750m. Kuzeybatısındadır. Plüvyal bir gölün kurumasından sonra, kıyısına kurulduğu saptanan Canhasan III yerleşmesi, yaklaşık 100m. Çapında ve 6m. Yüksekliğindedir. 1969-1970 yıllarında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına David H. French başkanlığında yapılan kazılarda kesintisiz 7 yapı katı tespit edilmiş, çanak çömleksiz Neolitik Döneme tarihlendirilmiştir. (M. Ö. 6500).
Canhasan III’te Neolitik Çağ yerleşmesine ait mimari kalıntılar yüzey toprağının hemen altında ortaya çıkmıştır. Yapılarda kerpiç ve tuğla kullanımının yanısıra, genellikle Pise tekniği uygulanmıştır. Dikdörgen planlı konutlarda taş temel yoktur. Duvarlar ve tabanlar kil sıva ile kaplanmış, bazan bu sıvalar kırmızı aşı boyası ile boyanmış, bazan da sert zemin üzerine çakıl taşlarının kuvvetle bastırılması ile dekore edilmiştir. Farklı yapı katlarında yenilemeler yapılar genellikle üst üste gelecek şekilde yapılmıştır. Merkezi avlular etrafında gelişmiş olduğu düşünülen bitişik düzendeki yapılar ile avlular arasında geçitler yer almaktadır. Genellikle iki odalı yapıların bazılarında kapı geçitlerine rastlanmıştır. İç yapı ögeleri olarak bazı evlerde sekiler, ocaklar ve bazıları duvar içerisine gömülü olarak yapılmış fırınlar görülmüştür.Yontma taş endüstrisinde obsidiyen ağırlıklıdır. Düzeltili uçlar, uç kazıyıcılar, yonga kazıyıcılar, sarp düzeltili dilgiler, deliciler, geometrik yarımaylar ve yumuklara rastlanmıştır.
Çakmaktaşından yapılmış aletler sayıca daha azdır, özellikle orak-bıçakların yapımında kullanılmıştır. Cilalı taş baltalar, cilalı gerdançeler ve boncuklar diğer taş buluntulardır.
Kemik endüstrisi örnekleri içerisinde iğneler, spatulalar ve boncuklar ağırlıktadır. Ele geçen hayvan kemikleri içerisinden sığır (bos), koyun-keçi (ovis-capra), geyik (cervus elaphus), karaca (capraelous capraelous), yabani eşek(equus hemionus), domuz (sus scrofa), tavşan (lepus), köpek (canis), kurt (vulpes), kaplumbağa, yılan, kuşlar, küçük kemiriciler ve balık türleri saptanmıştır. Kesinlik kazanmamakla birlikte sığırın evcilleştirildiği sanılmaktadır. Yabani Einkorn buğdayının iki cinsi tarıma alınmış, tek ve çift tohumlu Einkorn ile Emmer buğdayı, ekmeklik buğdayın iki cinsi, makarnalık buğday, çavdar otu, iki sıralı kavuzlu ve yalın arpa, mercimek ve büyük taneli baklagillerin yanısıra ceviz, çitlenbik, yabani üzüm ile küçük taneli yabani otsul buğday ve pek çok ot türü ele geçen bitki kalıntılarıdır.
Canhasan I Höyüğü
Karaman’ın 13 km. kuzeydoğusunda, Canhasan (Alaçatı) Köyünün doğu kenarında yer almaktadır. Esasen burada birbirine yakın üç höyük bulunmaktadır. Bunlardan Canhasan I ve III tarihöncesi çağ höyükleridir. Canhasan II ise geç döneme tarihlenir. Kiepert’te Canasun, daha sonra ise Canason adıyla tanınan Canhasan’ın I nolu höyüğü 360 X 280 X 5 m. ölçülerindedir.
1961–67 yılları arasında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına David H. French başkanlığında yapılan kazılarda 8 tabaka saptınmıştır. En üstteki 1. Tabaka Son Kalkolitik Döneme tarihlendirilmiştir. Bunun altındaki 2. Tabakanın 2 A evresi Orta Kalkolitik Döneme tarihlenmiştir ve 5 alt evreye ayrılmaktadır. 2 B evresi ise 3 alt evresiyle Erken Kalkolitik Dönem yerleşmesi olarak tespit edilmiştir. 3. Tabaka Kalkolitik Çag yerleşmesinin en eskisidir. 4-7 tabakaların Son Neolitik Çag yerleşmesi olduğu tespit edilmiştir.
Küçük bir alanda ortaya çıkartılan Son Neolitik Çağa ait evler yenileme evrelerine sahiptir. Dikdörtgen planlı, kerpiç duvarlı yapılarda ahşap kullanımına dair izlere rastlanmıştır. Duvarlar ve tabanlar sıvalıdır, bazılarında kırmızı aşı boyası ile yapılmış boya izlerine rastlanmıştır.
4-7 tabakaların çanak çömleği, kahverengi, siyah ve koyu kırmızı renkli, gayet iyi perdahlıdır. Biçim olarak dar ağızlı kaplar, dışa dönük dudaklı kaseler en yaygın görülenlerdir. Kilden hayvan figürinleri ele geçmiştir.
Yontma taş endüstrisi obsidiyen-dendir. 5. Tabakada ezgi taşlari, havanlar, iki adet mavi boncuk, 6. Tabakada kireç taşindan bir taş kap bulunmuştur. Kemik ve boynuzdan yapılmış bız ve uç gibi aletler çok sayıda bulunmuştur. İyi korunmuş çok miktarda karbonize tohum ile köpekgillere ait iki iskelet, keçi kafatasları ve boynuzları, 5. Tabakada bir bebek iskeleti ele geçmiştir.
Son Neolitik yerleşmeden alınmış 14C örnekleri yoktur. Çanak çömlek özelliklerine göre Mersin’in XXVII-XXIV katları ve Çatalhöyük’ün yüzey buluntuları ile karşılaştırılmaktadır.
Karaman çevresinde kazı yapılan bu höyüklerin dışında yüzey araştırmalarında da Bölükyazı Köyü yakınlarında yer alan Koca Höyük, İslihisar yakınlarında yer alan Keyren (Keperen) Höyükte ve Kisecik Kasabası yakınlarında yer alan Çoban Ali Höyükte Neolitik Çağa tarihlenen bulgulara rastlanılmıştır.
Çoban Ali Höyük
Karadağ’ın batısında, Kisecik Kasabasının yaklaşık 1000m. Güneybatısında yer alan höyük yan yana iki alçak tepeden oluşmaktadır. Trevor Watkins başkanlığında 1994 yılında yapılan Çatalhöyük Yöresi Yüzey Araştırmasında tespit edilmiştir. Esasen höyüğün aslında tek bir höyük olduğunu, sel erozyonu ile ayrılarak iki tepe haline geldiğini belirten araştırmacı tepelere Çoban Ali Höyük I ve II adlarını vermiştir.
Yüzeyde çok bol miktarda İlk Tunç Çağı çanak çömlek parçası bulunmuştur. İlk Tunç Çağından daha sonraki dönemlere tarihlenebilecek buluntuya rastlanmamıştır. İlk Tunç Çağı altından gelen Neolitik Çağa ait çanak çömlekler ve bir figürin parçası araştırmacı tarafından M.Ö. 6 bin dolaylarına, Çatalhöyük ile çağdaş bir döneme tarihlendirilmektedir. Bu buluntular Mersin Yümüktepe ve Sakçagözü Coba Höyüğün erken tabakaları ile ilişkiler kurulabilecek özelliktedir.
Derbe (Kerti Höyük)
Kerti Höyük adıyla da bilinen Derbe, 450 X 250 m. ölçülerinde büyük bir höyüktür. Höyük üzerinde yapılan araştırmalarda bazı yapıların temel izleri ile Helenistik, Roma ve Bizans Devirlerine ait çok sayıda çanak çömlek parçaları görülebilmektedir. Daha önceki yıllarda yapılan yüzey araştırmalarında bir kartal heykeli ve bazı sikke örnekleri bulunmuştur. Derbe Karaman İli, Merkez İlçeye bağlı Aşiran (Ekinözü) köyünün 3 km. kuzeyindedir.
Aziz Pavlos tarafından İ.S.47 – 49 ve 53 yıllarında üç kez ziyaret edilen Derbe, İncilde adı geçen tüm Hıristiyanlık dünyası tarafından kutsal kabul edilen bir Piskopusluk Merkezidir. Anadolu’nun tarihi Coğrafyasını yazan Prof. Dr. W.M.Ramsay “M.S. 41 Yılında Antiochus’un Yeniden krallığı döneminde Derbe’nin Lykaonya’ya tamamen katıldığını, Galatia krallığı yapmış olan Amintas’ın Derbe ile İsavra’nın bir kısmı dahil olduğu halde bütün Lykaonya’ya hakim olduğunu” belirtmektedir.
Roma İmparatorluğu, Augustus zamanında İmparatorluğun sınırlarını genişletirken yeni alınan ülkelerin dinlerini ve tanrılarını da kabul ediyordu. Roma sınırları içerisinde değişik ibadetle tapınma biçimleri serbestti. Tek tanrılı Yahudiliğin yanında Yunandan gelen tanrılar ve inanışlar ile şarkın mistik dinleri yaşamaya devam ediyordu.
Bu dönemde başlangıçta Yahudiliğin bir mezhebi gibi görülen Hıristiyanlık yaygınlaşmaya başladı. İlk yıllarda bu olayın Roma birliği ve hâkimiyetini etkileyeceği düşünülmedi. Daha sonraki yıllarda ise Roma yasalarının en ağır cezalarına ve yok etme çabalarına rağmen Hıristiyanlığın gelişmesi engellenemedi.
Hıristiyanlık İ.S. ilk yüzyılda büyük bir hızla Suriye ve Anadolu’da yayıldı. İ.S. 60 yılında Romanın başkentine ulaşmış ve başkenti etkilemeye başlamıştı. Hıristiyanlığın ilk başlarda Anadolu’da ve Suriye’de büyük bir hızla yayılmasında Aziz Pavlos’un büyük etkisi olmuştur. Aziz Pavlos çadır yapımıyla uğraşan yüksek sınıftan Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Tarsus’ta doğmuştur. İ.S. 32 – 37 yıllarında dininden döndüğünde Hıristiyanlık Yahudiliğin küçük bir mezhebi konumundadır. Pavlos Hıristiyan topluluğuna katılmak ve inancını kanıtlamak amacıyla Şam’dan Kudüs’e gitti. Orada fazla destek bulamayınca Tarsus’a döndü ve 10 yıl sesiz kaldı.
İ.S. 47 yılında Pavlos ve Barnabas ilk misyonerlik gezisine başladılar. Başlangıçta Markos’da onlarla beraberdi. Suriye’den yola çıkan grup önce gemiyle Kıbrıs’a geçti. Buradan yine gemiyle Pamphylia’da Perge’ye geçtiler. Markos burada gruptan ayrıldı. Pavlos’la Barnabas ilk hedef olarak Pisidia Antiokheia’sına (Yalvaç) yöneldiler. Pavlos buradan İkonion (Konya), Lystra (Hatunsaray) ve Derbe’nin (Aşıran) Havralarının Yahudileri ile bağlantı kurdu. Pavlos ve Barnabas Pisidia Antiokheia’dan ayrıldıktan sonra önce İkonion’a geldiler. Burada iyi karşılanmadılar ve fazla kalmadılar. Lystra ve Derbe’de vaazlar vermek üzere İkonion’dan ayrıldılar. Önce Lystra’ya geldiler. Pavlos burada kötürüm bir adamı iyileştirdi. Ancak Yahudilerin olumsuz propagandası sonucu buradan ayrılıp Derbe’ye geldiler. Burada uzun süren vaazlar verdiler ve birçok taraftar kazandılar.
Pavlos ve Barnabas taraftarlarının kendi başlarının çaresine bakabileceklerine karar vererek daha sonra iki kez daha ziyaret edecekleri Derbe’den ayrıldılar. Geldikleri yoldan bu kez Kıbrıs’a uğramadan Suriye Antiokheias’ına geri döndüler. Aziz Pavlos bu ilk ziyaretinden 2 yıl sonra İ.S. 49 yılında bu kez karayoluyla ikinci kez Derbe’yi ziyaret etti. Pavlos bu ziyaretinde Atioch on the Orontes, Derbe, Lystra, Iconium, Antioch in Pisidia, Alexandria Troas, Neapolis, Philippi, Thessalonica, Beroea, Athens, Corinth, Ephesus, Caesarea, Antioch on the Orontes yolunu izlemiştir.
Aziz Pavlos İ.S. 53 yılında 3. ziyaretine çıktı. Bu ziyaretinde de Antioch on the Oronthes, Derbe, Lystra, İconium, Antioch in Psidia, Ephesus, Alexandria Troas, Asos, Lesbos, Chios, Samos, Trogyllium, Miletus, Cos, Rhodes, Patara, Tyre, Potolemais, Caesarea, Jaruselem yolunu izlemiştir.
Bazı kayıtlarda Derbi – Dervi şeklinde yer alan Derbe’nin yeri yakın zamana kadar bilinmemekteydi. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü öğrencisi Alan S. Hall l958 yılında bu bölgede yaptığı bir araştırmada Aşiran Köyüne gelir. Köy halkından Mustafa oğlu Halil Aşiran Hall’a Kertihöyük’te üzeri yazılı büyük bir taş olduğunu söyler. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından taş üzerinde yapılan incelemede Derbe adının geçtiği saptanır.
Halen Konya Arkeoloji Müzesi 1146 envanter numarasında kayıtlı 105 X 66 cm. ölçülerindeki İ.S. 157 yılına ait 15 satırlık yazıtın metin çevirisi şöyledir:
“... Derbe’nin belediye ve halkı, Antoninus Pius’un ve Cornelius’un valiliği, Aulus Lulius’un belediye başkanlığı, Sestillianus’un rahipliği zamanında....”
Bu yazıtın bulunmasından sonra Kertihöyük çevresinde Sudurağı yakınlarında 10 cm. kalınlığında, 68 X 85 cm. ölçülerinde, siyah kireç taşından, üzerinde beş çizgili daire içinde 6 satır yazı yer alan ikinci bir yazıt bulunur. Halen Karaman Müzesinde 1 envanter numarasında kayıtlı olan İ.S. 4 – 6 yüzyıllara ait yazıtın metin çevirisi şöyledir:
“ Burada Allah tarafından çok sevilen Derbe Piskopusu Michael yatmaktadır. 8 Haziran İndictionun 14. yılı”
Antik döneme ait bir kent merkezi olarak Derbe’den ilk defa Roma Geç Cumhuriyet Döneminin ünlü siyasetçisi, devlet adamı, düşünürü ve yazarı olarak tarihte önemli bir yer tutan, hatta Kilikya Bölgesi eyalet valiliği de yapan (İ.Ö. 51-53), Marcus Tullius Cicero’nun “Epistulae ad Familiares, XIII, 73” adlı yapıtında bahsedilmektedir. Cicero’nun anlatımlarından da açıkça anlaşilacagi gibi, Derbe kenti, Cicero’nun da dostu olan ünlü korsan, bir başka deyişle Tiran Antipatros’un şehri ve hatta hâkimiyet kurduğu küçük bölgenin idari merkezidir. Roma devletine karşi isyankâr tutumları ile tanınan Antipatros kısa bir müddet sonra, Laranda ve İsauria bölgesinde krallığını ilan eden Amyntas tarafından İ.Ö. 25 yılından önce yakalanıp öldürülmüştür. Amyntas, önceleri Roma devletinin Anadolu idaresini üstlenen ünlü Triumvir Marcus Antonius’un yanında yer almış ve onun dostluğunu kazanmıştır. İ.Ö. 31 Yılında Octavian ile eniştesi Triumvir Marcus Antonius arasında yapılan ünlü Actium Deniz Savaşı’nda, Amyntas, savaşin Octavian lehine sonuçlanacagini hisseder etmez Marcus Antonius’u bırakarak Octavian tarafında yer almıştır. Savaşın Octavian (Augustus) lehine sonuçlanmasından sonra, Anadolu’nun diğer yöresel krallıkları gibi, Amyntas da statüsünü tekrar elde etmiştir. Hatta Amyntas, Augustus tarafından ödüllendirilerek, Toroslar ve Kayalık Kilikya’nın yanı sıra, Lykaonia bölgesinin önemli iki merkezi olan Derbe ve Laranda’yı da krallığına dahil etmiş ve bu krallığın idari merkezi olarak ta bugünkü Bozkır’ın doğusunda bulunan Leontopolis’i (bugünkü Zengibar Kalesi) seçmiş ve şehrin hemen yeniden imarina başlamiştir. Amyntas bu tür etkinlikleri tamamlayamadan ne yazik ki I.Ö. 25 yilinda Homonadlar tarafindan öldürülmüş ve kralligina da Romalilar el koymuştur.
Bu zamanda yaşamiş ve ünlü yapiti “Geographika” yi bu yillarda yazmiş olan Amasyali cografyaci Strabon, kitabinda Derbe hakkinda (XIII, 569) özellikle de kentin bulundugu yer hakkinda biraz daha fazla bilgiler sunmaktadir. Strabon büyük bir olasilikla Cicero’dan aldigi bilgileri tekrarlar. Daha sonra Antipatros’un memleketi olan Derbe’nin bu zamanda, muhtemelen Amyntas’ın ölümünden sonra Kappadokia eyaletine bağlandığını ve kentin İsauria bölgesi yanında Kappadokia’ya da en yakın yerde bulunduğunu anlatır. Strabon ayrıca Derbe’nin Tiran Antipatros Derbetes’in kraliyet ikametgâhı olduğunu ve Laranda’nın da bu krallığa bağlı bulunduğunu, ancak kendi zamanında Amyntas’ın hâkimiyeti altında olduğunu ifade eder. Böylece Derbe, Laranda ve çevresinin İ.Ö. 31 yılından önce Tiran Antipatros Derbetes’in hâkimiyeti altında olduğu anlaşılır.
Cicero ve Strabon’un bu anlatımlarından da açıkça anlaşılıyor ki, Derbe kentinin İsauria ile Kappadokia bölgeleri arasında, olasılıkla da Güney Lykaonia’da ve Laranda (Karaman) kentine çok yakın bir yerde olması ve bu yörelerde aranması gerekmektedir.
Amyntas’ın, İ. Ö. 25 yılında öldürülmesinden sonra Roma İmparatoru Augustus, bu olayı da göz önüne alarak, tüm yöresel krallıklara son vermiş ve yeni bir eyalet idaresi düzenlemesi getirmiştir. Işte bu baglamda, Amyntas’in hâkimiyet kurduğu bölgeyi daha da genişleterek, Pamphilya Bölgesi deniz kiyisina kadar uzanan ve tüm Lykaonia, Isauria ve Kuzey Pysidia Bölgelerini de kapsayan Galatia Eyaleti’ni oluşturmuştur. Bu tür eyaletlerin başina da Imparatoru temsilen ve Imparatora bağlı “Legatus Augusti pro Praetore” unvanı ile eyalet valilerini görevlendirmiştir.
Roma İmparatoru Claudius (İ.S. 41-54) zamanında, çoğu kentlerde olduğu gibi Derbe de Claudioderbe olarak adlandırılmıştır. Bu dönem, aynı zamanda ve özellikle Galatia ve Lykaonia bölgelerinin hızlı bir biçimde Hıristiyanlaşma yıllarıdır. Hıristiyanlığın ilk misyonerlerinden Tarsuslu Apostel Paulus bu yeni dini akımın anlatımını ve yayılımını üstlenen en önemli ve ilk akla gelen kişi olarak bölgeye üç gezi yapmış ve günlükleri bugüne kadar önemle koruna gelmiştir. Apostel Paulus (Die Grosse Lutherbibel (1975), Apostelgeschichte, 14, s.172), Derbe’ye ilk ziyaretini Barnabas ile, ikincisini de Timotheos ile yapmış ve diğer kentlere oranla, Derbe’de halk tarafından daha yakın ilgi ve konukseverlikle karşılanarak, bu yeni dini akıma, düşünce ve fikirlerine taraftar bulmuştur. Bu doğrultuda Apostel Paulus’un bölgede Hıristiyanlık Cemiyetleri kurduğu kesin gözükmektedir.
Derbe, I.S. 138-161 yillari arasinda Roma Imparatoru Antoninus Pius zamanina ait bir yazitta (I.S. 157) tekrar gündeme geldiğini görüyoruz. İ.S. 157 Yılına tarihlenen bu yazıt, Karaman Müzesi emekli araştırmacılarından M. Vehbi Uysal’ın “Derbe- Kerti Höyük” adlı rehberinde belirtildiği üzere İngiliz arkeoloji öğrencilerinden Alan H. Habl tarafından bugünkü Ekinözü Köyünün 3-4 km. kuzeydoğusundaki Kerti Höyükte bulunmuştur. Yerli kalker taşindan 105 cm. yükseklikte, 69 cm. genişlikte, 68 cm. kalınlıkta ve üzerinde 16 satirlik eski Yunanca yazıtı ihtiva eden bu eser, bir heykel kaidesi olup 1957 yılında M. Ballance tarafından Anatolian Studies, 7, 1957, s.147-151’de etraflıca ele alınarak yayımlanmıştır. Yazıtta eyalet valisi (Legatus Augusti pro Preatore) Sexius Cornelius Dexter’in Claudioderbe halki tarafindan heykeli dikilerek onurlandırılması ifade edilmektedir.
İ.S. II. ve III. yüzyıllarda da devam eden bu eyalet sistemi içerisinde güney Lykaonia bölgesinin Barata, Derbe, Hyde, İlistra ve Laranda gibi bazı kentlerin kendi adlarına şehir sikkeleri bastırdıkları ele geçen sikkelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Laranda-Derbe-Barata ve Hyde yol bağlantılarını Hierocles (675, 9) ifade ederken, Stephanus Byzantinus (I, 404) Derbe’nin sulak ve çok verimli bir araziye sahip olup, göl kenarında bulunduğunu belirtmektedir.
Kilise tarihi içerisinde İ.S. 381 yılında İstanbul’da toplanan konsil heyetinde Lykaonia bölgesinden İkonion, Umanada, Samatra, Lystra, Mistheia, Hyde, Derbe, Posala ve İsauropolis kentlerini temsilen, Episkoposların katıldıkları, listelerden anlaşilmaktadir. Bu tür konsil toplantilarindan, 431 Ephesos, 451 Chalkedon (Kadıköy), 692 Konstantinopel toplantılarına Derbe temsilcisinin katıldığı kesin olarak bilinmektedir. Biraz önce de bahsedildiği gibi, 9. yüzyıla kadar (Hierocles, 675, 9) adını bulduğumuz Derbe’nin 10. yüzyıldan itibaren kayıtlarda görülmediği kolayca anlaşılmaktadır.
Derbe antik kenti ile ilgili olarak arkeolojik bir belge olan ve M.H. Ballance tarafından 1957 yılında yayımlanan ilk yazıttan sonra, ikinci bir arkeolojik belge yine aynı araştırıcı tarafından 1958 yılında Karaman-Sudurağı köyünde bulunmuş ve Anatolian Studies 14, 1964’te yayınlanmıştır. Söz konusu bu ikinci Yunanca yazıt ta Bizans Dönemine ait olup içeriğinde “Tanrının sevgili kulu Derbe Piskoposu Michael’den” bahsetmektedir ki, bu yazıtta ilki gibi, Derbe adlı şehrin varlığının kanıtıdır.
İ.S. 452 Yılında tüm orta Anadolu’nun yaşadığı kuraklık ve kıtlık ile, 542 yılında Mısır’dan çıkıp, tüm Anadolu’yu kasıp kavuran veba salgınından da Derbe kendi nasibini almış olmalıdır. Yedinci yüzyıldan itibaren Arap saldırılarına maruz kalan Lykaonia Bölgesi ve çevresi ile Derbe kenti de büyük zararlar görmüş ve birkaç defa Araplar tarafından yağmalanmıştır. Bu saldırılar sonucu olacak ki Derbe önemini tamamen kaybetmiştir. 11. Yüzyılda Lykaonia bölgesinin tamamının Türkler’in eline geçmesinden sonra Derbe bir köy olarak karşımıza çıkmaktadır. Dervi köyü 1402 yılındaki ünlü savaşta İkonion ve Lystra ile birlikte Timurlenk tarafından tahrip edilmiştir. Karamanoğulları ve erken Osmanlı kayıtlarında adı geçen Dervi köyünün antik dönemin kenti olan Derbe ile eş anlamlı olup olmadığı bilinmemekte olup, bugün de kayıp olan yerleşim yerlerinden biri olmuştur.
Siderepolis, Lystra, (Binbirkilise)

Karaman’ın kuzeyinde yer alan ve volkanik bir dağ olan Karadağ kitlesinin üzerinde orta çağ Bizans sanatını yansıtan birçok kalıntı vardır. Bu kalıntılar Madenşehir Öreni, Yukarı Ören ve Değle Öreni adıyla bilinen yerlerde yoğunluk gösterir.
Yöre halkı arasında Binbirkilise olarak bilinir. Binbir sözcüğü Türklerin eski gelenekleri ile ilgilidir. Burada 20. yüzyılın başlarında araştırma yapmış olan Ramsay ve Bell köylülerin yöreyi bu şekilde adlandırmalarından esinlenerek kitaplarının adını “The Thovsand And One Churches” koymuşlardır.
Bölgedeki yapıların tarihsel süreç içerisindeki başlangıç ve bitiş tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte Bizans Devri yerleşkesi 4 – 9. yüzyıllar arasına tarihlenmektedir. Ancak Karadağ Hititler tarafından kutsal kabul edilmiş bir dağdır. Mahalaç tepesinde bulunan Hiyeroglif kitabe bunu göstermektedir. Ayrıca Başdağda bulunan askeri yapıların tarihi Bizans Devrinden daha önceye inmektedir.
Binbirkilise Örenyeri’nin hangi antik kentin kalıntıları olduğu halen anlaşılamamıştır. Bölge değişik araştırmacılar tarafından Lystra, Derbe, Barata, Siderepolos ve Hyde olarak adlandırılmış ancak bu kentlerin çoğunun gerçek yerinin bulunması sonucu Barata adı öne çıkmıştır. Bu bölgede yer alan yapılar başta İstanbul olmak üzere Bizans Sanatı olarak tanımlanan özelliklerden farklılık gösterirler. Bu durum genel Bizans Sanatının yerli üslupla karışması olarak özetlenebilir.
Binbirkilise yapıları düzgün kesme taşlarla ve kireç harcı ile inşa edilmişlerdir. Dini yapılarda bazilikal, latin haçı, serbest haç, yonca ve yuvarlak planlar görülmektedir. Binbirkilisede dini yapıların çokluğu dikkat çekicidir. Ancak bu dini yapıların yanında manastırlar, sarnıçlar, mezar yapıları, askeri yapılar ve konutlar da bulunmaktadır. Esasen Karadağın bu yüksek kesimlerinin dışında ovaya yakın olan bölümlerinde de birçok örenyeri kalıntıları bulunmaktadır. Bölgede araştırma yapan yerli ve yabancı araştırmacılar yapıları numaralandırmışlardır.
Madenşehir Örenyeri

Karaman’a 37 km. uzaklıkta olan Madenşehir Öreni içerisinde günümüzde de Madenşehir adında bir köy yerleşmesi vardır. Bu durum sonucu bir çok yapı yok olmuştur. Halen bir bölümü ayakta duran ve incelendiği zaman yapıldığı dönemin sanatı, mimarisi hakkında fikir veren yapılar bulunmaktadır.
Binbirkilise yapılarının en büyüğü bir numaralı bazilikadır. Adından anlaşıldığı gibi bazilikal planda, kesme taştan işa edilmiş olan yapının nartheksine (kiliselerde giriş bölümü) ortada yassı bir sütunun ayırdığı çift kemerli bir kapıdan geçilir. Nartheks üç bölümlüdür. Yanlardaki iki bölümü kapalı mekânlar halindedir. Esas mekân üç nefe (sahın) ayrılmıştır. Nefleri her bir dizide dokuzar adet olmak üzere yassı kısa sütunlar ayırmaktadır. Orta nef büyük, diğer iki neften yüksek beşik tonoz örtülüdür. Orta nefin doğu ucunda atnalı kavis halinde dışarı taşan apsisi (kiliselerde mihrap kısmı) yarım kubbe örtülüdür. Yapının sağ nefi ve sütun dizisi tamamen yıkılmış, sol nefin üstünü örten beşik tonoz örtüsü ise halen ayaktadır. Yapı ilk kez 500 yılında inşa edilmiş, Arap ihtilasında harap olduktan sonra 900 yıllarında tamir edilmiştir. Bu tamir esnasında bazı destek duvarları ve günümüzde pek görülemeyen siyah zeminli, kırmızı bordürlü yeşil ve kahverengi freskolar yapılmıştır.
Madenşehir Örenindeki Kiliselerin çoğunluğu bazilikal planlıdır. 20. yüzyılın başlarına kadar sağlam olan ancak günümüzde sadece bazılarının temel izleri görülebilen 4, 5, 6, 12, 16, 17, 21, 22, numaralı kiliseler bazilikal planlıdır. 1 numaralı bazilikadan kuzeye doğru giden yolun her iki tarafında Nekropol (mezarlık) alanı bulunmaktadır. Bu alanda yüzeye yayılmış lahit ve lahit kapakları görülebilmektedir. Bu lahitlerden bazılarının dış yüzleri kabartma figürlerle süslüdür. Bazılarında da sadece bir hac kabartması vardır.

1 numaralı bazilikadan kuzeye doğru giden yolun sağ tarafında köylüler tarafından hamam olarak adlandırılan 12, 21 ve 22 numaralı binalar grubu bulunmaktadır. Bu kompleks; her dizide dörder sütunu bulunan iki destek ile üç nefe ayrılmış olan yuvarlak apsisli bir bazilika, bazilikanın sağına bitişik tek nefli ve apsisli küçük bir şapel (küçük kilise) ve solunda da yine bazilikaya bitişik haç planlı bir mezar şapelinden oluşmaktadır.
Yolun sol tarafında evlerin arasında köylülerin darphane diye adlandırdıkları bir mousoleum (mezar yapısı) bulunmaktadır. 4 – 5. yüzyıllara tarihlendirilen yapı iri blok kesme taşlarla dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Pramit biçimli üst örtüsü yıkılmıştır.
Yolun devamında köylülerin ağzı açık diye adlandırdıkları exedra (yarım yuvarlak girinti) bulunmaktadır. Kesme taşlarla apsis şeklinde inşa edilmiş olan yapının kilit taşında ve yandaki tonozun ortasında birer haç işlenmiştir. 4 – 5. yüzyıllara tarihlendirilir.
Exedranın karşısında (batı) çoğu bölümleri yıkılmış, altında iki kemer, üst katında dört kemerli bir galerisi olan bazilikanın nartheksi bulunmaktadır. Bu iki yapının yakınında büyük bir sarnıç yer almaktadır. Exedranın yaklaşık 3 Km. kuzeyinde Gözdağının eteğinde bugün yıkık halde olan 6 numaralı bazilika ile 9 numaralı yonca planlı küçük bir şapel ve günümüzde fonksiyonları tam olarak anlaşılamayan bazı yapıların temel izleri bulunmaktadır. Exedradan köyün içine giden yolun solunda üzerinde bir ev yapılmış olan 13 numaralı kilisenin kalıntıları bulunmaktadır. Kilise iri kesme taşlarla ve özenli bir işçilikle yapılmıştır. Bu kilisenin yakınında köy içinde, bir yüzünde karşılıklı iki aslan rölyefi ve bitkisel süs yer alan bir lahit bulunmaktadır.
Madenşehir Köyünden Üçkuyu Köyüne giden yolun kenarında Yukarı Ören olarak adlandırılan eski bir Türk köyü kalıntıları olan örenin içerisinde 10, 15, ve 16 numaralı kiliseler bulunmaktadır. Bunlardan 10 numaralı kilise Binbirkilise mimarisinde yuvarlak planlı binaların temsilcisidir. Yapı 14 kenarlı, dışarı taşan yarım yuvarlak apsislidir. İçerde örme 4 paye ile sağda ve solda 4 yassı sütun oval bir şekilde dizilmektedir.
Değle Ören Yeri

Madenşehirin 4 km. batısında Yassıtepe (Üçkuyu) Köyü bu köyün de 3 km. batısında Değle Mahallesi yer almaktadır. Bu yolda gidilirken yoldan Bizans devrine ait bazı yapıların kalıntıları görülebilmektedir.
Köy içerisine çıkan yolun solunda bulunan hafif meyilli tepenin güney yamaçlarında, doğu – batı yönünde teraslar ve sokaklar halinde düzenlenmiş alanda Bizans Devri konut mimarisi ile karşılaşılmaktadır. Konutlar dini yapılara göre daha basit ve özensiz yapılmışlardır. 2 – 3 odalı olanları vardır.
Köye çıkan yolun sağında bulunan tepenin güneyindeki doğal bir terasta 31 numaralı bazilika yer almaktadır. Girişi bir sütunla ayrılan ikiz kemerlidir. Üç bölümlü nartheksi tonoz örtülüdür. Esas mekan her bir dizide dörder yassı sütun ile üç nefe ayrılmıştır. Sağ dizi tamamen yıkılmış, sol dizi ayaktadır. Yuvarlak planlı apsisi ikiz pencerelidir.
Bu tepenin üzerinde Bizans Devrine ait kaya mezarları, mezar kapakları ile tepenin doğu yamaçlarında piramidal örtülü, kesme taşla inşa edilmiş oda mezarlar bulunmaktadır.
Tepeden kuzeye doğru inildiğinde Bizans dönemi öncesine tarihlenen bir sunak bulunmaktadır. Sunak Bizans Devrinde kaya mezarına dönüştürülmüştür. Bu büyük kaya bloğunun doğu yüzünde bir kabartma sahne bulunmaktadır. Önde bir adam sol eliyle bir tas tutmakta sağ eliyle tohum saçmaktadır. Arkasında iki hayvanla çift süren bir başka adam bulunmaktadır. Adamlar ve hayvanlar profilden işlenmiştir.
Bu mezarın doğusunda doğuya doğru uzanan 44 numaralı büyük bir manastır grubu yer almaktadır. Köyün içerisine giden yolun kenarında 32 numaralı basilika bulunmaktadır. Nartheksi üç bölümlü bazilikanın cephesinde üç kapı ve narteksin iki yanında dışarı taşkın birer oda vardır. Ana mekân iki sıra destek ile üç nefe ayrılmıştır. Esas nefin ucundaki üç pencereli apsis yarım yuvarlak çıkıntı halinde dışa taşmaktadır.
Bu yapının yakınında köyün ortasında büyük bir bina grubu bulunmaktadır. Bu yapılar bir iç avlu etrafında sıralanan dikdörtgen salonlar, eşit boyutlu odalar, içleri sütunlar ile neflere ayrılmış mekânlardan oluşmaktadır. Bu grubun en ilgi çekici yapısı doğusunda bulunan Yunan haçı planlı, kare kule şeklindeki yapıdır.
Değlenin doğusundaki tepenin üzerinde Madenşehir yönüne hakim bir noktada 33 numaralı bazilikanın da içinde bulunduğu değişik binalardan meydana gelen bir kompleks vardır. Apsisi halen ayakta olan 33 numaralı kilise her dizide dörder sütunlu bir bazilikadır.
Örenyerinin en kuzey ucunda kayadan oyulmuş bir mezar odası ile bu bölge yapılarından farklı olarak inşasında tuğla da kullanılmış olan 35 numaralı yapı bulunmaktadır. Bu yapı ortada kubbesi olan kapalı Yunan Haçı planlı küçük bir kilisedir. Etrafında bir çevre duvarı vardır. Tam kilisenin önünde kayadan oyulmuş koltuk şeklinde iki oturma yeri bulunmaktadır. Bu yapı ile Örenyeri arasında dikdörtgen planlı, iki katlı ve iki bölümlü bir Bizans konutu vardır.
Mahalaç Kilisesi:
Karadağın en yüksek noktası olan (2283 m.) Mahalaç tepesinde kesme taştan latin haçı planlı bir kilise, kilisenin kuzeyinde serbest haç planlı bir mezar şapeli, kilisenin batısında manastır binası ve aralarında kalan avluda da sarnıçlar bulunmaktadır. Bu yapılar taş dehlizler ile bir birine bağlanmıştır. Manastır binası tamamen yıkılmıştır.
Mahalaç kilisesinin özelliği üç taraftan beşik tonozlarla desteklenen ortadaki kare mekanın üzerinin bir kule şeklinde yükselmesi ve üstünün kubbe ile örtülmesidir. 4 – 6. yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir.
Mahalaç kilisenin doğusunda, yüzeyi kiliseye dönük büyük bir taşın üzerinde Hitit Hiyeroglifi ile yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Kitabede Hitit Kralı Hartapus’un adı geçmektedir. Ayrıca Hititlere ait bir sunak da tespit edilmiştir.
Başdağ Kalesi
Araştırmacılar tarafından Karadağın değişik yerlerinde Binbirkilise Bölgesini koruyan kale kalıntıları tesbit edilmiştir. Bunlardan en önemlisi Karadağ’ın Kılbasan yönündeki yükseltisi üzerindeki Başdağ Kalesi ve Askeri tesisleridir. Başdağ kuzey- güney yönünde iki tepe ve bunların arasındaki bir düzlükten ve krater çukurundan oluşmaktadır.
Esas kale Kılbasan yönüne ve Mahalaç yönüne hâkim olan kuzey tepesi üzerindedir. İri kesme taşlarla inşa edilmiş olan kalenin kuzeyde iki, doğuda bir burcu bulunmaktadır. Burçlar çokgen ve yuvarlak plandadır. Kalenin kuzey ve doğu duvarlarına bitişik koğuşlar, iç avluda da büyük bir sarnıç vardır.
Güney tepesi üzerinde daha kaba yontulmuş taşlarla inşa edilmiş, düzensiz planlı, tahkim edilmiş bir şato, iki zirvenin arasındaki düzlükte de ortada avlusu, yanlarda yedişer koğuş olan, kare planlı, büyük bir yapının harabesi bulunmaktadır. İki zirvenin arasındaki krater çukurunun içinde elips şeklinde büyük bir havuz bulunmaktadır. Havuz kesme taşlarla çevrilmiştir. Başdağ yapıları genellikle Bizans döneminden daha önceki dönemlere tarihlendirilmektedir.