İki yol (2)

Bir önceki yazıda insanın önünde iki yol bulunduğunu, bunlardan birinin ebedî azaba giden gaflet yolu diğerinin ise sonsuz mutluluğa giden hak yolu olduğunu yazmış ve ilkini seçenlerin vaziyetleri üzerinde durmuştuk. Ancak, eğer insan ikinci yol olan, Kur’ân-ı Kerim’in rehberliğindeki ebedi saadete giden hak yolunu seçerse ki bu zaten tek gerçek yoldur o zaman kişiyi, dünyada ve ahirette baki kalacak bir huzur ve mutluluk bekler. Doğru seçimi yapan müminler, kendilerini güzel bir teslimiyetle Rablerine teslim etmenin, bütünüyle ahiret yurdunu düşünüp anmanın, onun için çalışmanın verdiği huzur ve rahatlığı yaşarlar.

“İnsan zaaf ve aczini ve fakr ve ihtiyacını, bir Kadir-i Rahime tevekkül ile tedavi eder. Hayat ve vücudun yükünü O’nun kudretine, rahmetine teslim edip, kendine yüklemeyip, belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur...

Hem der: Ey insan! Sen kendine malik değilsin. Sen kudreti nihayetsiz bir Kadir, rahmeti hadsiz bir Rahim Zat-ı Zülcelalin memluküsün. Öyleyse, sen kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme. Çünkü hayatı veren O’dur, idare eden de O’dur. Hem dünya sahipsiz değil ki! Sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvalini düşünüp merak etme. Çünkü onun sahibi Hakimdir, Alimdir. Sen de misafirsin, fuzuli olarak karışma, karıştırma...” (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Noktanın İkinci Mebhası)

İman edenler, kendilerini tümüyle dünyanın geçici ve aldatıcı, insan ve makbul bir misafir-i Rahman olduğunu bildirir. Dünyayı, bir misafirhane-i Rahman olduğunu göstermekle ve dünyadaki mevcudat ise esma-i İlahiyenin aynaları olduklarını ve masnuatı ise her vakit tazelenen mektubat-ı Samedaniye olduklarını bildirmekle, insanın fena-yı dünyadan ve zeval-i eşyadan ve hubb-u faniyattan gelen yaralarını güzelce tedavi eder ve evhamın zulümatından kurtarır...” (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Noktanın İkinci Mebhası)

Üstad’ın bu sözünde de belirttiği gibi kendilerinin şu dünya hayatında sadece bir misafir, çevrelerindeki herşeyin de Yaratan’ın tecellileri olduğunu bilip ona göre davranırlar. Müminler, ufak tefek hiçbir şeyi sorun haline getirmezler. Büyük düşünen, “ebedî” hedeflere sahip insanlardır. Başlarına ne çeşit bir musibet gelirse gelsin, herşeyin Allah’tan olduğunu bilmenin rahatlığını yaşar ve hepsinde bir hayır ararlar. Zira Cenab-ı Allah, Bakara Suresinin 216. ayet-i kerimesinde; “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” demiştir.

Gerçekten de insan, her olaydaki hikmeti, güzelliği o an göremeyebilir. Bir musibetin hikmeti birkaç saat, bir kaç ay, yıl ya da uzun seneler sonrasında çıkabilir. Veyahut bu tümüyle ahirette de anlaşılabilir. O zaman düşünün ki insan, aslında kendisi için bir hayır, bir güzellik olan musibete üzülmüş, bunu kendine dert edinmiş, sıkıntı çekmiş. Oysa samimi bir kalple Cenab-ı Allah’ın ipine sarılmış bir insan bu yanılgıya düşmez. Yok yere dünyanın yükünü taşımaz. O nedenle müminler, tümüyle Üstad’ın da insanlara tavsiye ettiği şu düstur doğrultusunda yaşarlar.

“... Hem mü’mine der: İhtiyarın cüz’i ise, kendi Malikinin irade-i Külliyesine işini bırak. İktidarın küçük ise, Kadir-i Mutlakın kudretine itimat et. Hayatın az ise, hayat-ı bakiyeyi düşün. Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var, merak etme. Fikrin sönük ise, Kur’ân güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine her bir ayet-i Kur’ân birer yıldız misilli sana ışık verir. Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir sevap ve hadsiz bir rahmet seni bekliyor. Hem hadsiz arzuların, maksadın varsa, onları düşünüp muztarip olma. Onlar bu dünyaya sığışmaz. Onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır....Hem der: Ey insan! Onun esma ve sıfatına ait istidad-ı muhabbetini, sair bekasız mevcudata verme, faydasız mahlukata dağıtma. Çünkü, asar ve mahlukat fanidirler. Fakat o asarda ve o masnuatta nakışları, cilveleri görünen Esma-i Hüsna bakidirler, daimdirler. Ve esma ve sıfatının herbirisinde binler meratib-i ihsan ve cemal ve binler tabakat-ı kemal ve muhabbet var. Sen yalnız Rahman ismine bak ki, Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem’ası ve dünyadaki bütün rızık ve nimet bir katresidir...” (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Noktanın İkinci Mebhası)

İşte tamamen bu gerçeğin farkında olan müminlere Cenab-ı Allah ebedi saadetin yanında dünya saadetini de yaşatmaktadır. Burada kastedilen ruh halinde, ahlakta, şuurda olan insanlara, Allah (c.c.) dünya ve ahiret nimetlerinin kapılarını açmıştır. Onlara her türlü nimetin yanında, açık şuur, akıl, estetikten, güzellikten zevk alabilme gibi insanî vasıfları bahşettiğinden mümin için yaşam çok daha rahat, güzel ve huzurludur. Tabii ki bu fanî dünyada verilenlerin hepsi Üstad’ın da belirttiği gibi, ahirettekilere oranla sadece bir damla değerindedir.


Serap Akımcıoğlu, Yeni Asya, 28 Ocak 1998.

--------------------------------------------------------------------------------