İnsanın kendi nefsine yaptığı zulüm
“Selamet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imandadır.” (İman ve Küfür Müvazeneleri, sf.17) Cenâb-ı Allah’ın kulları için seçip beğendiği İslâm dini, dinlerini büyük bir titizlik içerisinde uygulayan tüm mü'minlerin kalplerine huzur ve iç güvenliği, dengeli bir hayat ve yüksek bir ahlâk getirmektedir.
Nitekim İslâm dininin verdiği fazilet, insanın her olay karşısında vicdanına başvururak adaletli davranmasını ve daima hak olanın yanında olmasını sağlar. Vicdanın yanında olanca gücüyle ve durmaksızın kötülüğü emreden insan nefsi, İslâm’ın sunduğu bu erdemin tam tersine, ahlâksızlığı, kişisel çıkarları ve bencillik gibi şeyleri telkin eder. Oysa nefsin kendisi için kâr saydığı sözkonusu cimri ve bencil tutkular, aslında şeytanın telkinlerine kanarak uyguladığı ve ancak akılla bakıldığı zaman kâr değil zulüm olduğu görülen tavırlardır.
Üstad, “Nefs-i emmare; tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüzidir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz” (İman ve Küfür Müvazeneleri, sf. 102) diyerek nefsin kişiye zulüm kabiliyetine dikkat çekmiştir. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerimede de kendi buyurduğu yola uymayan, Kur’ân’ı yalanlayan, Allah’a tevekkül etmeyip gereksiz yere kendilerini sıkıntıya sokan insanların, aslında yalnızca kendi nefislerine zulmettiklerini buyurmuştur. “Âyetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür. “ (Araf Sûresi, 177) Allah (c.c)’ın Kur’ân-ı Kerim yoluyla ilettiği hükümlerinden uzak olan cahiliye toplumunda yaşayan insanlar, nefislerinin kendilerine verdiği bu telkinler ile hayatlarını sürdürürler. Cenâb-ı Allah’a dayanıp güvenmeden ve O’nun gösterdiği doğru yolu benimsemeden yaşanan bir hayat neticesinde, insan bedenen ve mânen sahip olduğu sayısız acizliği de göremez. Bu kadar aciz bir durumda iken, nefsin fücuru ile, kendini dünya hırsına kaptırarak, en küçüğünden en büyüğüne kadar herşeyi kendisine sıkıntı ve üzüntü konusu yapar. Nitekim Bediüzzaman Said Nursî’nin de ifade ettiği şu sözleri, Cenâb-ı Allah’tan uzak ve tevekkülsüz yaşayan insanların, çevrelerindeki diğer insanları razı etmeye çalışarak ve menfaat peşinde koşarak çektikleri eziyet ile yalnızca kendi kendilerine zulmettiklerini açıkça göstermektedir:
“Şirk ve dalaletin ve fısk ve sefahatin yolu, insanı nihayet derecede sükut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zaif ve aciz beline yükletir. Çünkü insan Cenâb-ı Hakk’ı tanımazsa ve O’na tevekkül etmezse, o vakit insan gayet derecede aciz ve zaif, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fani hayvan hükmünde olup, bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyyen firak elemini çeke çeke, nihayette, baki kalan bütün ahbabını bir firakı elim içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüzî bir ihtiyar ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve maksadın tahsiline, semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yüklenemediği halde koca dünya yükünü biçare beline ve kafasına yüklenir. Daha cehenneme gitmeden cehennem azabı çeker.” (Sözler)
Halbuki, hayatlarını Cenâb-ı Allah’ı razı etmeye adamış olan mü'minler, kendi kendilerine dünya hayatının hırsıyla zulmetmek yerine, Allah’a olan tevekküllerinin ve bağlılıklarının rahatlığını yaşamaktadırlar. Nefsin emrettiği kin, nefret, haset gibi duyguları yaşamayarak, bunun tam tersine affedicilik, hoşgörü, merhamet ve şefkat içinde olurlar. Dünya hayatının geçici zevklerine ve gelecek kaygısına kapılmaz, tüm rızıkları verenin, kendilerini koruyup barındıranın, hastalıklarında şifa verenin, güldürenin, ağlatanın Cenâb-ı Allah olduğunu bilerek, O’na yönelir ve yalnızca asıl yurtları olan ahiret için hazırlık yaparlar.
İslâm dininde müminlere imanlarının ve içten Allah’a yönelmelerinin bir karşılığı olarak her işlerinde bir kolaylık ve rahatlık verilirken, Cenâb-ı Allah’ın emir ve yasaklarına uymayarak dünya hayatına yönelenlere ve kendi nefislerine zulmedenlere de, zorluk ve sıkıntı layık görülmüştür. Nitekim Bediüzzaman’ın sözleri bunu en güzel şekilde dile getirmektedir:
“Cenâb-ı Hakk’a abd olmazsa, kendi kendine malik zannedecek. Halbuki o cüz’i ihtiyar, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına mikropları tut, ta zelzeleye kadar bir bir taife düşmanları hayatına karşı tehaccüm vaziyetinde görür. Kendi elemiyle beraber insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht-u galası, fena ve zevali ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder...”
Serap Akıncıoğlu, Yeni Asya, 15 Ocak 1998.
--------------------------------------------------------------------------------