Kab-ı Kavseyn
Bu yolculuk mesafelerin en uzağını içeriyor. Mesafelerden öte bir tanımlama gerektiriyor yolculuğun seyri. İnsanı kabından ve kalıbından çıkarıyor. İnsan fıtratının en büyük potansiyeli gerçekleşiyor, en geniş kapsamı açılıyor. Çekirdek kırılıyor. İnsan, beşeriyet kabuğunu yırtıyor, arza dönük yüzünü semâya çeviriyor. "Gece yürüyüşü", insanı arzdan uzaklaştırıp, semâya yakın eylerken, ışığın ve renklerin aldatmacasından ve karmaşasından uzakta, yalın ve yalnız bir derinleşmeye çağırıyor. Gecenin izin verdiği ölçüde, dünyanın öbür yüzüne yönelik, semâvî ve derunî bir yakınlaşma yolculuğudur "gece yürüyüşü".
Mi'rac'ı "gece yürüyüşü" diye anınca, elbette aklımıza bir "gece yürüyüşçüsü" gelmeli. Kendimizi bildik bileli gördüğümüz gece yürüyüşü yapan biri vardır aslında. Gündüzleri gözden kaybolup, geceleri nice yıldızlar arasından başını uzatıp, dünyanın 'öbür yüzü'nden haber veren kandilimiz, ay, sessiz sedasız bir gece yürüyüşçüsüdür. İçimize çekildiğimiz, derûnumuza yanaştığımız gecelerimizde, dünyayı ardına alıp semâya nazar eden gönüllerimizin 'yoldaşı'dır ay. Tıpkı insan gibi, her gece halden hale yuvarlanır, değişir, dönüşür, büyür, küçülür. Tıpkı insan gibi, 'arza bağlı bir semâlı'dır ay. Semâları dolanır, ama dünya toprağına da bağlıdır. Gece yürüyüşü, ay'ın bu iki kanadını anlatır aslında; arza bağlı olmakla birlikte semâlara layık olduğunu ilan eder her görüldüğünde.
Mi'rac da, arzlı birinin semâvî yolculuğudur. Cismen dünya toprağını yurt edinmiş ama ruhen, aklen, hayâlen semâları aşan bir insanın yolculuğudur. Dünyada ama dünyadan olmayan birinin kendi sınırsızlığını ilan edişidir mirac. Tıpkı toprağa gömülmüş bir tohumun toprağın içinde kalmaya değil, toprağı aşmaya programlı olması gibi, ademoğlu adına bir patlayıştır, bir sınırsızlık ilanıdır, bir küllî filizlenmedir. Ay nasıl gece ehline ötelerdeki güneşten haber veriyorsa, bizden biri de, katran bağlamış, gaflet bulutlarıyla kararmış dünyeviliğimizin gecesine ötelerden vahiy nuru yansıtarak bizi bizden ötelere çağırmasıdır.
Demek ki, gecemizi aydınlatan ay da, nefsimize aydınlık âyetler taşıyan Resul-ü Ekrem de aynı 'gece yürüyüşü'nü adımlıyorlar. Öyleyse, Mi'rac Mucizesi ile Şakk-ı Kamer Mucizesi'nin ayna ikizleri oluşuna şaşmamalı. Hatta, yüzyüze bakan ayineler gibi, birinin diğerinin anlamını sonsuzcasına derinleştirdiğini görebilmeliyiz. Mi'rac Risalesi olan 31. Söz'ün hemen ardına 'Şakk-ı Kamer'in zeyl olarak eklenmesi bu ikizliğe bakıyor olmalıdır. Ki, Şakk-ı Kamer 'in hemen son paragrafında, mi'rac ve ' ay yarılması' yeniden harmanlanırken, birbiri içine doğru açılır, birine diğerinden bakılır, her iki mucizenin anlamı derin sembolik çağrışımlarla kayd altına alınır.
Mi'rac ile gece yolculuğu yapan insan, burada "sema-yı risaletin kamer-i münîri' diye zikredilir. Yani, mirac yolcusuna, diğer gece yürüyüşçüsü ay'ın konumu itibarıyla ünvan verilir: 'risalet göğünün parlak ayı'. Aynı şekilde, Mi'rac'ın kendisi de "bir cism-i arzı semâvatta gezdirmek" olarak tanımlanır. Zaten ay da, "arza bağlı, semâvata asılı"dır. Mi'rac yolcusu, bir cism-i arz olarak, kuldur, beşerdir ve bu makamda "Muhammed-i Arabî" (asm) ünvanıyla zikredilir. Fakat, O (asm) mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyeti ile "semâya asılı"dır, yüzü semâya dönüktür ve bu makamda "semâ-yı risaletin kamer-i münîri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet" ünvanıyla zikredilir. Yerde, arzda, arza bağlı olduğu halde, ubudiyeti ile yerin çekim alanından kurtulmuş, arza bağlılığını kırmış ve mahbubiyet makamıyla, semâvatın teveccühüne yanaşmış, 'semâvâta asılı' vermiştir. İşte, Muhammed-i Arabî'nin (asm) mi'racı, ay'ın arza bağlı olarak göğe doğru olan, yani aşağıdan yukarıya doğru yolculuğuna benzer. O'nun (asm) ubudiyeti ile nübüvvet makamına, kulluğu ile mahbubiyet makamına doğru yükselişine karşılık gelir. Yani, O (asm) miracıyla, bir arzlı olarak, "semâvatın sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhaniyeti[ni] ve mahbubiyeti[ni] göster[di] ve velayetini [yani ubudiyetinin Onu (asm) arzlı olmaktan öte taşımasını] isbat e[tti]."
Şakk-ı Kamer mucizesi ise, Zât-ı Ahmediye'nin (asm) yolculuğunun semâdan arza yönelişine denk gelir, nübüvvet makamından ubudiyet makamına doğru uzanan kanadını temsil eder. Bir "arzlı" olarak, elinin işaretiyle, "arza bağlı, semâya asılı" olan Kameri iki parça ettiğinde, bu defa, arzın sekenesine 'semâ ehli' olduğunu, 'vahiy elçisi' olduğunu, yani Haktan halka doğru geldiğini göstermiştir. Yani, ay' ı iki parça ettiği anda, Zat-ı Ahmediye'nin (asm), Haktan halka, halktan Halka olan iki türlü elçiliği bir noktada buluşmuş, ubudiyet ve nübüvvet kanatları birleşmiş, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru yolculuğu kesişmiştir. "Kamer'in açılmış iki nurâni kanadı gibi, risalet ve velayet gibi iki nûranî kanadıyla," Zât-ı Ahmediye'nin (asm) manevî fotoğrafı ortaya çıkmıştır.
Garip ki, ay iki kanada bölününce, risaletin iki kanadı buluşmuş ve birleşmiş oluyor. " Risalet semâsının parlak ay'ı, mirac ile semavata çıkınca da, kamerin açılmış iki nurânî kanadı gibi, risalet ve velayet iki nurânî kanadıyla, iki ziyadar cenah ile, evc-i kemalâta uç[uyor]." Yani, bölünme (şakk) birleşmeyi ve buluşmayı temsil ederken, yükseliş (mirac) bölünmeyi ve açılmayı temsil ediyor. Ay yarıldığında, risalet ve velayet kanatları birleşiyor. Ama sıra miraca, yani "kemalât"a, yani bütünlüğe, bölünmemişliğe uçmaya geldiğinde, kanatlar ayrılıyor, velayet ve risalet kanatları ayrı ayrı açılıyor, birbirlerine bir yaklaşıp bir uzaklaşıyorlar. Velayet ve risalet böylece ne bir oluyorlar, ne ayrı kalıyorlar mi' rac sırasında. Velayet risaletten ayrı kalsaydı, mi'raca çıkış olamazdı, elçilik sadece halktan Hakka doğru tek yönde kalırdı. Velayet de tümüyle risalete yapışıp kalsaydı, mi' racdan iniş olmazdı, elçilik Haktan hakka doğru elçilik gerçekleşmezdi.
İşte, velayet ve nübüvvet tarafları arasındaki gidiş gelişi, arz ve sema arasındaki yönlenişi, bir tarafta mi'rac diğer tarafta şakk-ı kamer temsil ederken, mi'racın nihayetini işaretleyen 'kab-ı kavseyn' tabiri de yeni bir anlama ve anlamaya aday olur. "Kab-ı kavseyn " Resul-ü Ekrem'in (asm) mahbubiyet derecesine varan ubudiyeti sayesinde, birbirine hem değen, hem değmeyen, ne bir olan, ne de ayrı kalan iki kanadını, ubudiyet ve nübüvvet kanadını temsil eder.
Hasılı, risalet semâsının kamer-i müniri, 'ay bölünmesi' ile semâya asılı kalmış, 'yükseliş' ile ikiye bölünmüştür. Ayrık kanatları üzerinde, nefsimizin gecesinde göklü yürüyüşüne devam etmektedir
Senai Demirci, 1999
--------------------------------------------------------------------------------