“Mevcuda iktifa...”

Sünûhât’ın ilk konusunda Kur’ân’da “salihat”ın mutlak bırakılışı hususu yer alır. Tıpkı “Müflihûn,” yani “Kurtuluşa erenler” ifadelerinin mutlak bırakılışı gibi.“Salihat”ın, yani salih amel ve hayırlı işlerin kişiye, millete, sınıfa, neve ve yere göre değiştiği anlatılırken verilen örneklerden biri de “kanaat”le ilgili.Burada semere-i sa’ya, kısmete rızanın kanaat, mevcuda iktifanın ise dûnhimmetlik olduğu belirtilir.Yani sebeplere riâyet eder, çalışıp çabalar, az veya çok ne ihsan edilmişse onunla yetinir, kısmetimize rıza gösteririz. İşte bu kanaattir. Ne var ki, gerekli her türlü çabayı gösterdikten sonra ele geçenle yetinmek anlamına gelen kanaat nice insanca yanlış anlaşılmakta; çalışmadan, didinmeden, “Allah bu kadar vermiş, yeter bana” şeklinde düşünülmekte, birçokları kendilerini tenbelliğe atmakta ve bunun kanaat olduğunu zannetmektedirler. Oysa bu tenbellik, dûnhimmetlik, yani gayretsizlikten başka birşey değildir.

Mü’min mevcutla iktifa yoluna gidemez. Maddeten ve mânen birşeyler yapıp gelişmek, inkişaf etmekle mükelleftir. İnsana çalışmayı, gayretli olmayı öğreten, iki günü eşit olanın zararda olduğunu bildiren, hiç ölmeyecekmişcesine dünyaya, yarın ölecekmişcesine âhirete çalışmayı emreden bir dinin mensuplarının mevcutla yetinmeleri hiç söz konusu olabilir mi?Eğer kâinatta bir tekâmül söz konusuysa, herşey maddeten ve mânen tekâmül basamaklarında yükseliyorsa, kâinat kervanının başını çeken insanoğlunun bu gerçeği gözardı etmesi, diğer yaratıklardan geri kalması elbet düşünülemez. O halde tekâmül için didinmek, çırpınmak, birşeyler yapmak zorundadır.Sonra insan yaratılışı gereği heyecanlı, hareketli, aktif bir yaratıktır. Vücudundaki atomlardan maddî ve mânevî cihazlarına varıncaya kadar herşey hareket halindedir. Dûnhimmetlik, yani gayretsizlik, tenbellik onun bu fıtratına da ters düşer.İnsanın rahatı, saadeti, sa’yde, cidalde, faaliyette, hizmette, bu yolda zahmette, gayrette ise onu yakalamak için elinden gelen herşeyi de yapacaktır. Dünyanın en sıkıntılı, en ıztıraplı insanlarının tenbel insanlar olduğunu şu satırlar ne güzel anlatır:

“Vücutta atalet [hareketsizlik, tenbellik] yok. İşsiz adam, vücutta adem hesabına işler.“En bedbaht, en muztarip, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzâdesidir [yokluğun kardeş oğludur]; sa’y vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır [uyanıklığıdır].”(1)“İşsiz, tenbel, istirahatla yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’yeden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü, daima işsizler ömründen şikâyet eder, eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’yeden ve çalışan ise şâkirdir, hamd eder, ömrün geçmesini istemez. ‘İstirahat döşeğince tenbelce yatan ömründen şikâyetçidir. Sa’yeden, çalışan ise şükreder’ küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki, ‘Rahat zahmette, zahmet rahattadır’ cümlesi darb-ı mesel olmuştur.”(2)Kavlî ve fiilî duayla mükellef olan insanın, mevcutla iktifa ettiğinde bu dualardan da mahrum kaldığı, duanın feyz ve bereketine, sevap ve mükâfatına ulaşamadığı göz önüne alındığında bu dûnhimmetliliğin insana neler kaybettirdiğini anlamak da zor olmaz.Hizmette de mevcutla iktifa edemeyiz. Dûnhimmetliliğin hâkim olduğu yerde hizmetlerde de inkişaf söz konusu olamaz.



--------------------------------------------------------------------------------

1. Sözler, s. 671; Mektûbât, s. 463.
2. Lem’alar, sa. 128; Mesnevî-İ Nûriye, s. 138.

Şaban Döğen, Yeni Asya, 2 Mart 1998.

--------------------------------------------------------------------------------