Üstadı yakından tanımak için
Mektûbat’ta, Hz. Üstad, “ulûm-u îmaniyedeki fetvâ vezifesiyle” görevlendirildiğini belirtirken, asrın hizmet ehline mühim bir hakikati de beyan etmiş oluyor. Öyleyse, özellikle Kur’ân’a, İslâma hizmeti esas alan kimselerin, onun İslâmı bu asra takdim ediş tarzını iyi bilmeleri gerekir. Bunu ise en iyi şüphesiz kendisi bilir ve biz onun anlattıklarından, eserlerinden bu hizmet tarzını, mesleği, metodu kavramaya çalışırız.
Mâdem ki, asrımız diğer asırlara göre farklı bir asırdır. Mânevî hastalıkları, problemleri gibi tedavîleri ve çözümleri de farklı olacaktır. Risale-i Nur Külliyatı bu konuda bize en güzel kılavuzdur. Üstadın İslâmı yaşayışı, hadiselere bakış tarzı, olaylar karşısındaki tavrı, tutumu ve hassasiyetini anlamada ona yakın olan, gece gündüz demeden devamlı hizmetinde bulunan talebelerinin hatıralarının da büyük payı vardır.
Bayram Yüksel Ağabeyin hatıralarına bu gözle baktığımızda çok ilginç, enteresan, ibretli örneklerle karşılaşırız. Bunları okuyunca, “İyi ki bu hatıralar var” diye sevincimizi dile getirmekten kendimizi alamayız. Bayram Yüksel Ağabeyin anlattığına göre Hz. Üstad, herşeyini İslâma hizmete endekslemişti. Asker dönüşünde bizzat kendisini yanına almak için ısrarlarında, onun istikbale yönelik hizmetlerini hissetmesinin şüphesiz payı vardır. Merhum Zübeyir Ağabeyi yanına celb etmek için, talebesi Muhsin Alev’e, “Zübeyir memurluktan istifa etmiş, buraya gelecekmiş” diyor. Hadiseden haberdar olan Zübeyir Ağabey, bunu emir telakkî edip istifa ederek hemen Üstadın yanına geliyor, kendini hizmete vakfediyor. Milletin îmanının kurtulması için Cehenneme girmeyi göze alan, dünyadayken çektiği sıkıntılarla bedenen Cehennemi üstlendiğini ispatlayan Hz. Üstad, bu kudsî hizmete kendini öylesine vakfetmişti ki, Bayram Yüksel Ağabeyin anlattığına göre, bütün sevinci bu yoldaki gayretlerdi.
1955’ten sonra Risale-i Nurların yeni harflerle Ankara, İstanbul, Antalya ve Samsun’da basıldığını öğrenince, sevincinden yerinde duramaz olmuş, “Bu, Risale-i Nur’un bayramıdır” demişti. Her bir eser basıldıkça diğerini iştiyakla beklemiş, “Bunun basıldığını görsem, artık âhirete gidebilirim. Bu günleri bekliyorum” demişti. Eserlerin Latin harfleriyle basılışındaki sırrı anlayamayıp, “Üstadım, bu yeni yazıya niye müsaade ettin?” diyen bir talebesine, “Îmanı kurtarmak lâzım, bunu Maarifle Diyanet basıyor” diye cevap vermişti.
Eserlerin basılıp ciltlenip önüne getirilmesi onun en büyük mutluluğuydu, bayram yapması için yetiyordu. Bu işle uğraşanları takdir ve tebrik eder, “Kardeşim, sizin çekirdekleriniz meyve oldu. Meyveler ağaç oldu. Bunlar hep sizin hizmetiniz” derdi. Çok az yiyip çok az uyuyan, “Fıtrî uyku beş saattir” diyen ve bütün vakitlerini hizmetle geçiren Hz. Üstad yazdırır, okur, okutur ve tashihle meşgul olurdu. Hizmete müteallik bir iş olunca, onda yoğunlaşırdı. Matbaadan tashih için gelen formaları satır satır okur, tashih eder, bunlar bitmeyince başka işe bakmaz ve baktırmazdı.
Bayram Ağabeyin ifadesiyle, “Asker gibi veya saat gibi dakikti.” Yapılması gereken bir hizmeti mutlaka zamanında yapar, yaptırırdı. Kırlara gezintiye çıktıklarında, “Hemen döneceğiz” diye geri döndüklerinde, Ankara veya İstanbul’dan üniversitelilerin formalar getirdiklerini, hizmete yönelik bir ziyaret için geldiklerini görürlerdi. Forma tashihleri bitirilince ya posta veya bir şahısla gönderilir, telefonla karşı tarafa bildirilir, yerine ulaştığını öğrenince de memnun olurdu. Bu işi üstlenen talebeleri mutlaka yaptıkları işlerle ilgili, “Şunu şöyle yaptık” diye tekmil verirlerdi.
Görülüyor ki, hatıraların bir başka yeri var Üstadın hizmet anlayışını kavramada.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 26 Kasım 1997.
--------------------------------------------------------------------------------