“Ölümden başkası yalan”

Konya yolunda müthiş kazada yanıp kül olan cesetler arasında yanmayan bir kağıt parçasında bir şarkıcının şu ibretli sözleri yer alıyor: “Ölümden başkası yalan.”

İsterseniz bunu, dünya hayatının “yalan” olduğu, isterseniz “ölüm en büyük gerçek” şeklinde değerlendirelim fark etmez. Eskilerin “yalan dünya” dedikleri şu fânî hayata gönül kaptırmamak için İlâhî bir ikaz mahiyetinde aslında bu kâğıt. Acı ve düşündürücü bu olaydan çok yönlü dersler almakla baş başayız. Kur’ân, dünya hayatının bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğunu (1) bildiriyor. Bu hayat böylesine yalan, oyun ve oyalanma ise ona gönül vermenin mantığı olabilir mi? Bahsi geçen âyetin devamında, âhiret yurdunun günahtan sakınanlar için daha hayırlı olduğu bildiriliyor ve peşinden de “Akıl etmez misiniz?” deniliyor.

Bir tarafta geçici, sıkıntılarla dolu, bir üzüm tanesi yedirse yüz tokat vuran, oyun ve oyalanmadan ibaret bir dünya hayatı var. Diğer tarafta hiçbir sıkıntı, dert ve kederin bulunmadığı, “yok”un yok olduğu; gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir beşerin kalbine gelemeyecek derecede muazzam güzellikler ülkesi ebedî bir hayat var. Ve biz o ebedî saadeti kazanmak için burada bulunuyoruz. Bu gerçeği nasıl akıl edemeyiz? Dünya denilen bu misafirhaneye kazık çakmışcasına veya çakacakmışcasına bütün kabiliyet ve gücümüzü sarf etmenin akılla bağdaşır yanı olabilir mi? Hayatı komple, yani dünyasıyla âhiretiyle bir bütün halinde nazara almadığımızda yanılmaktan, hatalara düşmekten kurtulamayız. İyiliklerimizin burada gönül huzuru, orada çok daha büyük mutluluklara vesile olduğunu; günahlarımızın burada vicdan azabı, can sıkıntısı ve felâketleri doğurduğu gibi orada buradakinden çok daha büyük acı ve ıztırapları netice verdiğini akıl ve îman gözüyle göremediğimiz sürece hayatı da, dünyayı da, âhireti de anlamamışız demektir.

Allah iyiyi, kötüyü ayırt edebilecek, faydalıyı, zararlıyı fark edebilecek bir akıl vermiş bizlere. Îman hayata hayat olmaz, hadiselere îman gözlüğüyle bakılmazsa, herşey mânâsız, boş ve lüzumsuz olur. Îman gözüyle bakıldığında en çirkin, en korkunç, en dehşetli hadiselerin arkasında bile rahmet elini hemen görüveririz. Böylesine dehşetli bir ölüm ehl-i îmanı şehitlik gibi yüksek bir makama çıkartırken, inançsızlara da gerçekten büyük bir felâket olur. Çünkü onlar Allah’ı tanımadıkları için Ondan gelen acıları da kabullenemez, altındaki ince sırları kavrayamaz, isyana, feverana başlar, kendilerini yiyip bitirir, hem dünyalarını, hem de âhiretlerini Cehenneme çevirirler.

Allah’a inanan insan ise bu dünyada imtihan edildiğini, musibetlerin de, nimetlerin de imtihan vesilesi olduğunu; musibet geldiğinde sabır, nimet verildiğinde şükretmesi gerektiğini, rahmeti sonsuz Rabbinin hiçbir zaman aleyhinde olabilecek bir şeyi vermeyeceğini bilir, sabreder, şükreder, hem âhiretini, hem de dünyasını Cennete çevirir. Böyle bir îman nimetini lutfettiği için Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.



--------------------------------------------------------------------------------

1. En’âm Sûresi, 32.


Şaban Döğen, Yeni Asya, 1 Kasım 1997.

--------------------------------------------------------------------------------