Bediüzzaman'ın cumhuriyetçiliği

En güzel sistemi de ortaya koysanız, onu isim ve resimden ibaret bırakıp uygulamaya dökmez, ona uygun bir icraat sergilemezseniz, o sistemin isminin şu veya bu olması onu yüceltmeye, mükemmelleştirmeye yetmeyecektir. Bunu insanlığın ulaştığı en son rejim ve sistem cumhuriyet ve demokrasiler için söylüyoruz. Bunlar gereğince uygulanmazlarsa hak ve adalet yerine zulüm estirirler. Cumhuriyet adını taşıdığı halde yıllarca halkına ve masum milletlere kan kusturan Sovyetler örneğinde olduğu gibi.Bu açıdan Bediüzzaman’ın cumhuriyetin isim ve resimden ibaret kalmaması gerektiğiyle ilgili ifadeleri oldukça anlamlıdır.

Her güzel yeniliğe, mükemmelliğe, faydalı ve makûl fikre kapıları açık olan Bediüzzaman, günün şartları içinde meşrutiyeti de, cumhuriyeti de, demokrasiyi de, ölçülerine sadık kalmak şartıyla alkışlamıştı. Nitekim meşrutiyetin ilânında, “meşrutiyeti, meşrûiyet ünvanıyla telakkî ediniz. Tâ yeni ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareki ağrazına [garazlarına] siper etmekle lekedar etmesin”(1) demişti.

Bu şartlardan biri kuvvetin kanunda olmasıdır, yoksa istibdat tevzi olunmuş olur. (2) Bir diğeri insan hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınmasıdır. Yoksa hak ve hürriyetleri hiçe sayan, halkı hakim ve idarecisi milletin hizmetinde olmayan cumhuriyet hangi namda olursa olsun istibdat getirir. Onun içindir ki, Bediüzzaman, “İstibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet [cumhuriyet] libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım”(3) demekteydi.

“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyecek derecede hürriyetine çok önem veren, hürriyeti keyfî emir ve kanunlarla sınırlanan, haksız yere mahkemelerden mahkemelere, hapishanelerden hapishanelere sürüklenen Bediüzzaman, lâiklik adı altında din ve vicdan hürriyetine konulan ambargolara, istibdada bütün ömrü boyunca karşı çıkmıştı. Çıkarıldığı bir mahkemede onu kötüye kullananları deşifre ederek şöyle deme zorunda kaldığını görüyoruz: “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı [bütün bütün dinden çıkmayı] rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka medeniyet namı vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbe vuruyorlar.” (4)

Çoğunluğun rejimi, çoğunluğun hâkimiyeti anlamında azınlığın istibdada kayabilen hâkimiyetine bir nevi rakip olarak çıkan cumhuriyetin bizzât kendisinin istibdada müsait hale gelmesi, din ve vicdan hürriyetinin teminatı olan lâikliğin de dinsizliği rejim altına alması ne cumhuriyetin, ne de lâikliğin tabiatıyla bağdaştırılamaz. İşte Bediüzzaman, hak, hukuk, adalet, meşveret, kanun hâkimiyeti, milletin hâkim, hükümetin hizmetkâr olması mânâsında cumhuriyete sahip çıkarken onu sûistimale kalkanlara da şiddetle karşı çıkmıştır.



--------------------------------------------------------------------------------

1. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 24-25.
2. Hutbe-i Şâmiye, s. 93.
3. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 40.
4. Şuâlar, s. 256, 329.


Şaban Döğen, Yeni Asya, 2 Kasım 1997.

--------------------------------------------------------------------------------