An'ı Yakalamak
Mustafa Ulusoy
İster zengin olalım, ister fakir. İster cebimizde harcayacak hiç para olmasın, ister
nereye harcayacağımızı bilemeyecek kadar çok. Hiç farketmez. İster hayatının
sonuna ulaşmış bir yaşlı, ister yolun başında koşan bir genç. Her insan, hepimiz
biriz: Hepimizin, herkesin şu yaşamda tek bir sermayesi var. Yaşlılıkla, gençlikle,
zenginlikle, fakirlikle ilgisi olmayan bir sermaye bu; ìömür sermayesiî.
Ömür sermayesinin "bir ömür" kadar olduğu sanılır. Tüketecek, bol bol harcayacak
yıllar vardır önümüzde, günler, aylar vardır. İşte bu yüzden bol keseden harcar
dururuz sermayemizi; hiç bitmeyecekmiş gibi. Tükenmeyecekmiş gibi gelir
sermayemiz. Sonsuza dek sürecektir sanki. Hayatımızı sabit ve kararlı diye
tasavvur eder, öylece yaşarız. Yoksa yaşayamayız. Dünyanın bir derece sabitliği
de bizi aldatır. Dünya binlerce yıldır vardır. Sanki binlerce yıl bile değil sonsuza dek
de var olacaktır. İçinde bizi beraber taşıyarak sonsuza dek akıp gidecektir sanırız.
Dönmesi hiç kesilmeyecek, insan hiç eksik olmayacaktır üzerinden. Biz ise onun
ebedi yolcuları olacağız gibi gelir bize.
Dünya ölmeyecek gibidir. Biz ölmeyeceğizdir. Bizim gibi bir insan ölse,
düşünmeyiz ki, sırada biz de varızdır. Aman boş ver hayat devam ediyor ya, sen
ona bakî deriz. Hayatın görünürdeki devamlılığına sığınır, ondan medet umarız.
Ölmeyeceğimize, yaşanılanlar, elimizde bir delil olur. Şimdiye dek yaşamışsak
şimdiden sonra da yaşayacağızdır. Bilemeyiz ne zaman öleceğimizi. Bu bilinmez
tarihi hiç farketmeden uzatır, ve kendimize layık görmeyiz ölümü. Yaşama tarihini
sonsuz diye atarız bu geçici dünyada. Ölüm tarihini siler atarız. Gerçek hayale
karışır; bizim için belirsiz olan ölüm gününü yok kabul ederiz.
Gelecek için yaşanan bu hayalî tavır geçmiş için de uygulanır. Oysa geçmiş geçip
gitmiştir. Geçmiş tükenmiş bir sermayedir. Yoktur, bir daha hiç yaşanamaz. Bir
kez geçip gitmiştir ve bir daha hiç olmayacaktır. Aslında aramızdan ayrılıp geçip
giden sahnelerin tümüdür geçmiş. Hem de anlamadan, farketmeden, kanatlanıp
uçan, giden sahnelerdir. Bir rüya gibi, bir uyku gibi. Ruhlara hüzün bulaştırarak,
kalbe acılar doldurarak herşey bu âlemden göçüp kaybolur, gider. Devamlı olmayan
şeyde zevk yoktur, lezzet yoktur çünkü. Devamsız olan herşey bir acı nedenidir.
Geçici olan herşey ruha ve kalbe darbeler indirir, ruhu ve kalbi, duyguları parçalar,
kanatır, ağlatır. Varolan herşey geçicidir. Herşey bu hayalî tavrı yaşayan için bir
azap nedeni olur.
Geçmişten ümitler kesilince gelecek belirir önümüzde. Bir umut olur gelecek.
Aydınlık gelecek nidaları atarız. Mutlu yarınlar hülyaları kurar, düşlere dalar, bir
rüyadaymış gibi yaşarız. Hayaller, idealler hep yarınlara yüklenir. Yeni bir gün
düşlenir, yeni bir güne başlamışken. Hep bir türlü bugüne kavuşmayan yarınlar
düşlenir. Hep geleceğe yapılır yolculuklar. Bir umut kapısı olur gelecek.
Ama henüz gelmemiş gelecek bilinmezlikler içindedir. Yarın bilinmezdir. Şu anın
sonrası bilinmezdir. Şu an bizim için herşeydir. Geleceğimiz aslında ölüme
yakınlaşmadır. Şu an sonrası ölümün sınırı, ölüme daha yakın mekân ve zamandır.
Ve gelecek de kararır. Uçup giden hayaller gibi söner gider gelecek.
Umutlandığımız gelecek hayali ümitler ağından çizilmiş bir plandan ibarettir
yalnızca.
Gelecek de kurtaramaz bizleri. Hayalin sınırlarından çıkınca, olsa olsa bir endişe
kaynağı olur gelecek. Bir korku yığını gibi önümüzde durur, önümüzde bekler.
Devamlılığı, sürekliliği, sonsuzluğu isteyen duygularımıza cevap veremez gelecek.
Bir endişe ve korku sisidir yalnızca. Çünkü gelecek belirsizdir. Başımızdaki hayal
uçunca, uykumuz da kaçar.
Geçmiş ve gelecekten ümidimizi kesince yaşadığımız âna geliriz. Kalakala tek bir
sermaye kalır elimizde: ìânî. Geçmiş ve gelecek zamanlar içinde bu an biriciktir.
Bulunduğumuz ana gelince var olduğumuzu anlarız. Varızdır ve yaşıyoruzdur. Derin
bir nefesleniriz. Soluklanırız ve seviniriz yaşadığımıza ve varlığımıza. Geçmiş ve
gelecek yoksa da, şu an vardır ya.
Bir daha hiç yaşanmayacak olan, bir kez olmuş ve bir daha hiç olmayacak olanı
yaşamak için son fırsattır. Çünki birazdan bir ayrılış sahnesi daha yaşanacaktır.
Her ìanî bir ayrılış sahnesidir. Her an geçmişe giden, yollanan bir sahnedir. Son kez
görülen ve yaşanan bir andır ìher anî. Bir tabut gibi bizi nihai sonumuza taşır anlar.
Uç uca eklenir ve bizi işte o âna, o ölüm ânına taşır şimdiki zaman. Elimizde var
sandığımız tek sermayedir an. Ama öyle bir sermayedir ki, yaşamak için elimize
verilen bu zaman, verildiği an alınır. Verildiği an yok olur. Verildiği an uçar gider.
Konar göçer zamanlardır ânlar. An, biricik zamandır. Bir an vardır ama, bu an bir an
sonra yoktur.
Ve ömrümüz an be an ölerek koşar adım gider. Koşulan yerse o nihai ölüm anıdır.
İnsan bu ölüm zamanıyla buluşmak için koşar durur. Her an sonlanacak bir
koşuşturma, ya da her an gerçekleşecek ölümle buluşmadır yaşanan. Bu
buluşmayı durduramaz insan. Ölüme koşuşturmasını yavaşlatamaz. İster ama
yapamaz. Elinde değildir bu. Zaman ne yavaşlar, ne de durur. Anlar tükenmeden,
insan ömrünü yer bitirir. Önü ve arkası olmayan bir anın içine sıkışan insan daralır,
boğulur. Ne sağa, ne sola, ne aşağıya, ne yukarıya doğru kımıldayamayacağı
daracık bir odanın içinde gibi, anın içinde kalakalır.
Sabit ve kararlı sandığımız yerküre de yerinde durmaz. O da döner ve koşar. Kendi
ölüm anına hızla koşar. Ölümle buluşmasını durduramayan insan, o fani olan anda
bekaya pencere açamayan insan, dünyaya ve dünya içindekilere hiç hüküm
geçiremez. Kendi dünyası daralır, bir ana sıkışır. Dünya daralır, bir anlık dünya olur.
Kendi hayatının yıkıntıları onu boğduğu gibi, yıkılmaya mahkum bir dünyanın
yıkıntıları da insanı iyice ezer, iyice havasız bırakır.
Ve bir âyet yaşadıklarımızı özetler: "Her nefis ölümü tadıcıdır". İnsan nevi bir nefistir.
Yerküre bir nefistir. Dünya dahi bir nefistir. Her varlık bir nefistir. Her nefis an be an
ölmektedir. Her nefsin bir kıyamet vakti vardır. İnsan nefsinin ölümü kendi kıyameti
olacaktır.
An be an yaşıyoruz, an be an tükeniyor ömrümüz. Geçmiş ve geleceği olmayan bir
anda sıkışmış duygularımız dehşet içinde kalıyor. Koyu bir karanlık bulaşıyor
kalplere. Bundan daha büyük bir derdi, daha büyük bir sıkıntısı, daha büyük bir
problemi yoktur insanın. Hayat boyu süren, en kalıcı, en insanî problemidir bizlerin
Şu anın yorumu geçmiş ve geleceğe yorum katar. Şu an nurlu ve aydınlıksa,
geçmiş ve gelecek aydınlıktır. Çünkü tek sermaye şu andır. Düğüm şu andadır. Şu
anın anlamı tüm hayata anlam katar. Anlamına göre yaşanmayan an, sonsuz kere
yaşansa da yine saçmadır. Önemli olan sonsuz yaşamak değildir. Önemli olan bir
an yaşansa da anlamına göre yaşamaktır. Veriliş nedenine göre yaşanmayan
anlardan sonsuz yaşansa da; kalbe yine darbeler iner; ruh incinir, akıl azap çeker.
Çünkü insanın mahiyetinde hakikati talep etmek vardır, merak vardır. İnsan sonsuz
yaşasa da neden sonsuz yaşadığını bilmek ister. Bir anlık hayatının mahiyetini dahi
bilmek ister.
Derdimize çare yine dert içinde derman arayarak, karanlık içinde nuru bularak,
dehşet içinde teselli bularak olmalıdır. Çünkü hariçten hiçbir şey bu dertlere deva
olamaz, teselli veremez, nur olamaz. Çünki harici hiçbir şey anlarımızın yok
oluşuna, dünyanın ölümüne, insanın ölümüne engel olamaz. Hariçten hiçbir şey
anlarımıza anlam katamaz.
Teselli verici, nur verici, deva verici olan, gerçekte, derdimizi bilen olabilir.
Çektiğimiz acıları, kalplerimizin hazin ağlayışlarını, en gizli sıkıntımızı bilen olabilir.
Kimseye açamadığımız, açsak da hiçbir kimsenin, hiçbir şeyin deva olamayacağı
en saklı dertleri bilebilen olabilir. Geçmişe ve geleceğe ve şu anımıza hükmedebilen
olabilir. Kaybolup giden, kendi kayboluşunu, kendi geçiciliğini durduramayan her
şey derdimize deva olamaz. Herşeye hükmü geçen Rabbimizin yardımı imdadımıza
yetişir. Bize anımızın mahiyetini bildirir. Rabbimiz anlarımızın gerçeğini öğretir
bizlere.
Rabbimiz adına bakılınca dünya bir ticaret yeridir. An be an kurulur ve bozulur. Ya
da gelen geçenlerin yolu üstüne kurulmuş bir pazardır. Her an bir pazar yeridir. Her
an ticaret yapılacaktır. Bu ticaret âhiretimiz içindir. Orada lazım olacak şeyler bu
her an kurulan pazar yerinden alınacaktır. Hayatımızın her anı kulluğumuzu
yaşayabileceğimiz tek fırsat, ticaret yapabileceğimiz tek muameledir. Âlem-i
gaybın nuruna ulaşabilecek pencereyi açabileceğimiz tek gerçek perdedir.
Dünya ve insanların dünyası Ezeli bir Nakkaşın her an yenilenen bir defteridir. Bir
defter ki, Onun sanatını anlatır, Onu bildirir, Onu tanıttırır, Onu gösterir. Her an
yenilenen defter hemen o an okunmalıdır. Her anın defteri başkadır. Her baharın
anları başkadır, her yazınki başka. Her bahar, her an yazılan bir mektuptur. Hemen
okunmalıdır. Bir başka mevsime, bir başka güne tehir edilemez. Her yaz bir şiir
gibidir. Yaz her anında Onu över, Onu anlatır. Yaz mektubu yazın okunur, yazın her
anında okunur. Sabah ayrı bir mektuptur, akşam ayrı. Gün batımı ayrı bir
mektuptur, gün doğumu apayrı. Sabah mektubu akşama kalamaz. Silinir gider.
Başka bir mektup yazılır çünkü; Ondan gelen ve kendini anlatan. Ondan gelen bir
mektup okunmadan bırakılamaz.
Her an Rabbimizin isimlerini gösteren bir aynadır. Bir anın gidip başka bir anın
gelmesi ile ayna yenilenir. Aynalar anlık, isimler ise sonsuzdur. Yenileme isimlerin
sonsuzluğunu göstermek içindir.
Her an âhirete kullanılmak için verilmiştir. Her an âhiretin fidanlık bir bahçesidir. Her
an âhirete fidanlar yetiştirmek içindir. Ya da her an İlâhî Rahmetin rahmetini
gösteren bir çiçekliktir.
Her an bir sahnedir. Her sahne Onun sanatını gösterir. Her sahne beka âlemine
yollanır.
Her an gelip geçer. Uçar, gider, konar, göçer. Ama bu haliyle kalbimizi ve
ruhumuzu ve aklımızı bir Bâki’ye yöneltir. Görünürdeki bu geçici âlem, bu haliyle
Ona ihtiyaç duydurur. Onu buldurur.
Her an Allah için yaşanırsa, her an Onun istediği gibi yaşanırsa; bir ayrılış sahnesi
olmaktan öte âhirette bir buluşma sahnesine dönüşür. Her an böylece sonsuz bir
hayatın eşiği olur. Sonsuz bir hayatın basamakları olur. Ve böylelikle geleceğimiz
de aydınlanır.
Yarınları hayallerle yaşamak yerine anı Allah adına yaşamak geleceğimizi de
aydınlatır. Gelecek cennete açılan bir kapı olur. Ölüm yokluk değildir artık. Yok oluş
değildir. Ölümün acı, karanlık, dehşet verici yüzü aydınlanır; ölümün yaratılışı başka
bir hayata başlanması için gereklidir. İlkokuldan ortaokula geçmek için nasıl bir
diploma veriliyorsa, ölüm de aynı işi görür. Artık sonsuz bir hayat serilir önümüze;
öyle ki, anımızı Rabbimiz adına yaşadık mı önümüzden akıp giden bir yol olur
gelecek. Gelecek cennete açılan bir kapı olur. Rahmanî ziyafetlerin zamanı olur
gelecek. Geçmiş dahi birden değişir; bir mezarlık olmaktan kurtulur. Geçip giden
ömrümüz göçüp gitmiştir. Ancak gittiği yer bekà âlemidir. Yokluğa değil, varlığa
gitmiştir.
Yine geçmiş, hâlâ yaşayan dostların toplandığı bir yer olur. Bu dünyadan geçip
gitmiş dostların ruhları bâki bırakılmıştır. Hz. Âdem’e dek uzanan bir kafile belirir
geçmişte. Aynı Rabbe inanan, aynı şeyleri söyleyen bir topluluk belirir. Bir dost
meclisi olur geçmiş. Aynı Rabbi öven, aynı şekilde öven bir tanıdık ve bildik meclisi
canlanır birden.
Geçmiş ve geleceğin düğümü şu andadır öyleyse. Her an bir anlık ekim mevsimidir.
Tohum şimdi atılmalıdır. Her an bize verilen hayatımız, bir tohumdur. Rabbimiz
adına ekmek için verilen tohumlardır şu anki hayatımız. Şu anki zaman tarlasına
ekilmelidir. Ya şimdi atılır tohum; henüz vakit varken. Ya şimdi kul olunur, birazdan
bir ayrılış sahnesi yaşanmadan. Şu anımız ya şimdi ebedîleşir, ya da hiçbir zaman.
Şimdiki zaman sermayemiz ya şimdi kullanılır, ya da avucumuza düşen bir kar
tanesinin hemen eriyişi gibi erir gider.
Erteleyecek zamanımız yoktur. "Eyvah aldandık, şu dünya hayatını sabit zannettik"
demeden, "Nasıl yaşadığımı anlayamadım" demeden, şimdi kul olma zamanıdır.
Şimdi son fırsattır. Şu an son ticaret anıdır. Şu an tam ekim mevsimidir. Şu an
ebede yollanacak biricik sermayedir. Birazdan geç olabilir.
Mustafa Ulusoy, Karakalem
--------------------------------------------------------------------------------