____ Mustafa Can ____
Devlet dinle niçin çatışıyor?
Hayatın bekâsı imânın ve sıdkın ve tesânüdün devamıyladır. Bize lâzım olan doğruluk, yalan söylememek, ihlâs ve sadâkat ve tesanüttür.
Toplum halinde yaşamak durumunda olan insan, hayatını inandığı değerlere göre tanzim etme arzusundadır. Ayrıca sosyal hayattaki sorumluluklarını bilerek hareket etmek zorundadır da. Bu şekilde kendi yaşayışını ve cemiyetle ilişkilerini inancına göre tanzim eden insanların karışıklıkları önleyeceği, toplumun suistimallerden korunacağı, birbirleriyle tanışan insanların birbirlerini seveceği ve yardımlaşacağı âşikardır.
Fertleri birbiriyle tanıştırma, ilişki kurdurma ve bir yardımlaşma vetiresinin içine sokma bakımından dinin baş sıraya oturması kaçınılmaz ve reddedilemez bir vâkıâdır. İnanç insanın özel hayatı bakımından önem arzettiği kadar, toplum hayatı bakımından da aynı derecede fonksiyonerdir. Toplumun böyle tanzim edici bir kuruma saygılı olarak yaşaması, sosyal hayatın istikrârlı devamına ve inkişâfına imkân sağlar.
İnsan-toplum ilişkisini fabrika-çark ilişkisine benzeten Bediüzzaman, sosyal hayatın âhengini sağlamayı imandan kaynaklanan terbiyeye bağlar. Sosyal dayanışmayı ortadan kaldıran kıskançlık, didişme ve yıkıcı rekabet toplumun dengesini bozan unsurlardır. Bu bakımdan, insanlar bir fabrikanın çarkları gibi, birbirinin hizmetine destek vermeli, tamamlamalıdırlar. Yardımlaşma ve dayanışma yaşanan hayatın esası olmalıdır. İşte bunlar inançla ve onun hasıl ettiği terbiye ile mümkündür.
Kaynağını dinlerden almayan başka kurumlarla bu terbiyenin sağlanamadığına tarih ve âlem şahittir.
“Her bir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer âhiret imanı o büyük aile efradına hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rızâ-yı ilâhi, ahiret sevabı yerine; garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgamlık, tasannû, riyâ, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Görünüşteki asayiş ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder. O şehrin hayatı zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kuvvetliler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlar.”
Bütün itiraz dinin düzenleyici rolünedir. Bu düzenlemenin temin edeceği ihlâsa, samimiyete, fazilete, hamiyete, fedakârlığa itiraz edilmektedir. Zira pek çok devletlinin hayatına garazlar, kinler, dalavereler, sahtekârlıklar, bencillikler, riyâlar, rüşvetler, hileler yön vermektedir. Elde edilen bütün imkânlar bu menfiliklerin üzerine bina edilmiştir.
Bu durumda imanın, insan davranışlarına yön veren, onun gerek fert, gerek toplum hayatının düzenleyicisi konumunu kabul etmenin imkânı var mı? Bir çaresi bulunarak, dinin sadece Allah ile kul arasında vicdanî bir müessese olduğu benimsetilmelidir. Toplum hayatına yön verme husûsiyeti akıllardan uzak tutulmalıdır. Şayet toplum dinin sosyal hayatı tanzim etme fonksiyonuna meyletmişse, bu da bir şekilde önlenmelidir.
Cumhuriyetten sonra, dinin potansiyel olarak dünyevî otoriteyi de etkilemek endişesinden, dini tamamen devlet otoritesinin emrinde bir kurum haline getirmek arzusu doğmuştur. Böylece din, vicdanî ve şahsî bir platformda hapsedilecektir. Hiçbir dinî kuralın etkisinin görülmediği bir cemiyette, herzeler yenilmeye devam edecektir. Dayatmalara rağmen inancın trendi yükseldikçe, devlet bir bahane icâd ederek dinle çatışma yolunu seçecektir. Devlet, devletlilerin yönlendirmesi ile bu eziyetli yol yerine, bütün inançlar karşısında tarafsızlığını ilân etse, hem diline pelesenk ettiği laikliğe uygun olur; hem daha demokratça bir hareket olur.
Mustafa Can, Yeni Asya, 28 Mayıs 1998.
--------------------------------------------------------------------------------